Waseem Ahmad Siddiqui, Taha Elgazi ve Ferhat Kentel Hüsnükabul'de, Özgürlük için Hukukçular Derneği yöneticisi avukat Ahmet Baran Çelik ile mültecilerin hak temelli olarak haklarını nasıl kullanabileceklerini, hukuki bağlamda sembolik veya pratik rolleri nasıl talep edeceklerini tartışıyor.
Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba dostlar, hepinize günaydın ve sarılıyorum. Burası Açık Radyo, 95.0. Ferhat Kentel, Taha Elgazi ve ben -Waseem Ahmad Siddiqui- ile birliktesiniz.
“Aşk hiçbir zaman tanınan bir hareket olmadı. Dünya bir arada tutuluyor, gerçekten de bir arada tutuluyor, çok az sayıda insanın sevgisi ve tutkusu sayesinde. Aksi takdirde elbette umutsuzluğa kapılabilirsiniz. Herhangi bir öğleden sonra herhangi bir şehrin caddesinde yürüyün ve etrafınıza bakın. Hatırlamanız gereken şey, baktığınız şeyin aynı zamanda sen olduğundur. Baktığın herkes aynı zamanda sensin. O kişi sen olabilirsin. O canavar sen, olabilirsin, o polis olabilirsin. Ama öyle olmamaya kendi içinde karar vermelisin.” –James Baldwin in Paris (1970) (Meeting the Man: James Baldwin in Paris)
W.A.S.: Bugün bizimle birlikte bir konuğumuz var; Ahmet Baran Çelik. Kendisi, insan hakları alanında faaliyet yürüten Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi ve yöneticisi. ÖHD de özellikle mültecilere yönelik hak arama çalışmalarında yer alıyor ve aynı zamanda mülteci ve göçmenlere yönelik çalışmalar yapan Göç İzleme Derneği'nin de yönetici ve üyesi olarak yer alıyor.
Bugün, 'birlikte, böyle bir savunmasız zamanda ne yapmalı veya bir arada ne yapmalıyız?' sorusuyla programımıza başlayacağız.
Geçtiğimiz yayında sürekli bahsettiğimiz konuyla yine bağlantılı, özellikle en son seçimlerden sonra geri gönderme merkezinde insan hakları ihlali yaşanıyor. Kayıp olan insanlar var ve onların arkalarında bekleyen aileler, anneler ve çocuklar var. Ne yapmalı bu insanlar diye ilk sözü Taha Elgazi ve Ahmet Baran’a vereceğiz. Ardından Ferhat Kentel ile devam edeceğiz.
Ferhat Kentel: Herkese günaydın diyelim Waseem, dinleyicilerimize de günaydın diyelim. Hoş geldiniz Baran Bey.
Ahmet Baran Çelik: İyi yayınlar.
Taha Elgazi: Herkese günaydın, hayırlı sabahlar. Waseem Hocamız, sizin bıraktığınız noktadan biz başlayalım. Ne yazık ki maalesef, son dönemlerde, mülteci, göçmen sığınmacı kelimesini kullanırken, acı hikayeler perde arkasından çıkıyor. İnsanları zorla gönderme, zorla kayıp etme, keyfi göz altına alma, geri gönderme merkezindeki maalesef çoğu uygulamalar gayri insani noktaya geldi. Tabii ki bu konuyla alakalı biz aylardır ve yıllardır değerli sayın Ahmet Baran Hocamızla birlikte insan haklar alanında ve özellikle göçmen hakları alanında çoğu işte bir arada bulunduk. Bugün de Ahmet Hocamızdan bu noktaya istinada bir değerlendirmesi ve herhangi bir göçmen veya mülteci bu duruma düşerse ne yapması gerekiyor, hukuki ve kanuni bir süreç nedir sorularına ayrıca bir tavsiyede bulunmasını rica ediyoruz. Bunları Ahmet Hocamızdan duysak, dinleyicilerimize inşallah daha faydalı olur. Ahmet Hocam söz sizde.
Ahmet Baran Çelik: Teşekkür ederim Hocam. Herkese merhabalar. Aslında Taha Hoca, bana sözü bırakırken tersten değerlendirme yapmamı istiyor ama süreç hukuki bir süreç değil aslında. Biraz da buradan bakmak lazım. Şimdi yine bir seçim var önümüzde ve yine hedefler ve oklar göçmenlere doğru yönlenecek ki 2018 genel seçimlerden sonra bu başlamıştı. 2018 seçimlerde Taha Hocayla çok sık konuştuk. Bizim çalışmalarımızda da bunu fark ettik. Göçmenler ve mültecilerden bahsederken özellikle burada Suriyeli sığınmacılardan bahsedeceğiz. Onu da belirtmek isterim.
A.B.Ç.: 2011'den beri buradalar ama 2018'e kadar böyle sorunlarla karşılaşmadık. Evet, küçük çaplı problemler oluyordu ama böyle bir kitlesel yönelim yoktu. En azından ülke sınırlar içerisinde kitlesel bir hak ihlali söz konusu değildi. Evet bir emek sömürüsü vardı ama sığınmacılara yönlenen nefretin izlerini bu kadar derin görmüyorduk. Ama 2018 seçimlerinde her ne olduysa - 2018 seçimleri sonrası dersek daha doğru olur- birkaç tane partiyle başlayan bir süreç oldu ve iktidarı baskılamak ya da iktidarı hedef almak, oy kazanabilmek için sürekli olarak sığınmacılara hedef aldılar. Evet, bunda iktidarın büyük bir hatası ve eksiklikleri var ama kötüye giden ekonominin de büyük bir etkisi var kesinlikle. Ama her ne hikmetse 2018 seçiminden sonra, özellikle İYİ Parti, Zafer Partisi ve sonrasında maalesef Cumhuriyet Halk Partisi - çünkü hatırlarsınız parti binalarına 'Sınır namustur' pankartları asıldı - ve bir anda toplumda herkes artık Suriyelileri, sığınmacıları konuştuğu, onların bir an önce ülkelerine gitmelerini konuştuğu, onların buralara gelip bizim yaşam alanlarımıza işgal ettiğinin konuşulduğu, onların bizim işlerimizi, bizim emeğimizi, bizim ekmeğimizi aldıkları konuştular. Bu doğru değil tabii ki ama bir anda Türkiye’nin gündemine geldi. 2018'den sonra bunları konuşuyorlar.
Şimdi normal prosedüre ayrı bir yerde koyacağım; bir kişinin, bir mültecinin göz altında alınması ve geri gönderme merkezlerinde gönderilmesi veya sınır dışı edilmesi, bu bir normal prosedür, ayrıdır. Bir de bu 2018'den sonra uygulanan başka bir durum var çünkü. Artık hukuki bir gerçeği değil, toplumun gazını almak için insanları gönderiyorlar. Toplumun gazını almak için insanları geri gönderme merkezlerinde sokuyorlar ve kayıp ediliyor artık. En son bilirsiniz, yine bir insan haklar savunucusu ortadan kayboldu ve biz 10 gün kendisinden haber alamadık. 10 gün boyunca nerede olduğunu söylemediler. En son öğrendiğim kadarıyla, -Taha Hoca daha iyi bilir - emniyetten çıktı ve tutuklandı.
Şimdi söylemek istediğim husus, bu bir hukuki bir süreç değil. Evet, hukuki süreçleri anlatabiliriz burada. Bir göçmen göz altına alındığı durumda, usul şeyler anlatabiliriz ama şu anda mesele o değil ve usul de böyle gitmiyor maalesef. Haliyle burada konuşmak gerekirse, - tabii ki burada önemli hocalar varken benim bunu konuşmam doğru değil - burada siyaset aramak gerekiyor. Dediğim gibi, bu, seçim sonrası keşfedildi ve her seçim öncesi ana akım medyada gündem de olan Suriyelerdi, düşünebiliyor musunuz? Birinci tur bitmiş, ikinci tura gidilirken esas mesele Suriyeliler gidecek mi, gitmeyecek mi idi yani esas anlaşma oydu.
Şimdi tüm siyasetçiler, tüm medya bütün bunları konuştuğunda halkta da bir tepki oluyor, istenmeyen saldırılar da meydana gelebiliyor. Toplumun tavrı değişiyor, idari makamların tavrı da değişiyor ve bizi buraya getiriyor. Maalesef çok sıkıntı duydunuz. Seçim öncesi, İstanbul’dan binlerce insan gönderildi. Şimdi sığınmacıların burada kalma huşu geçici korunma statüsünde bulunabiliyorsunuz ve farklı illerde oturma izinleri var. Şimdi bunların mülteci statüleri yok ve haliyle bunlara sosyal yardım veya temel yardım sürdürebilmesi söz konusu değil. Haliyle bulundukları illerde kendi hayatlarını idame etmeleri gerekiyor.
Gerçekçi olalım; birkaç milyon sığınmacıdan bahsediyoruz. Yirmi bin veya otuz bin civarı - tam rakamdan emin değilim ki İstanbul’da bu kadar da değil. Kilis’te, Karaman'da, Mersin’de, Adana’da, Kahramanmaraş’ta oturma izinleri var. Gerçekçi olalım; herhangi bir mal varlığı olmayan, işyeri olmayan, ailesi olmayan, Kilis’te hayatı nasıl idam ettireceksiniz? Kimisi Kilis’te iş bulamıyor ve haliyle bu kişiler hayatlarını idamı ettirebilmesi için büyükşehirlere geliyorlar. Bu kişiler, geçiş noktalarında, kontrol noktalarında görüldüğünde rahat bir şekilde geri gönderme merkezinde gönderiyorlar ve oradan da sınır dışı edebiliyorlar, söylemek istediğim aslında bu. Yani bahane arıyorlar artık. Çünkü sığınmacılara sağlanan koşullar gerçekçi değil. Dediğim gibi onurlu bir şekilde hayatlarını idamı ettirebilecek koşulları yok. Kendileri bunu sağlamaya çalışıyor. Bu sefer de oturma izinleri olduğundan başka şehirlere gitmeleri gerekiyor ve bu basit gerekçeyle, oturma izni sadece başka bir yerde diye ve kendisi Ankara’da, İzmir’de yakalandığı için insanlar geri gönderilebiliyor. Genel itibarıyla böyle yapılıyor. Şöyle söyleyeyim, uygulama da artık haber verilmiyor. Misal veriyorum; bir Türk vatandaş göz altında alındığında, temel haktır; ailelere haber vermek zorundasınız. Kendisinden haberdar olsunlar ki, ailesi ilgilensin ve hukuki yardımdan yararlanabilsin. Ama söz konusu sığınmacı olduğunda, bu hak da sağlanmıyor ve siz düşünün yabancı bir ülkedesiniz; eşiniz, babanız, kardeşiniz, oğlunuz, ortalıkta yok ve siz onları arıyorsunuz ve bulamıyorsunuz. Gittiğiniz yerde size söylemiyorlar nerede olduklarını, birçok zaman biz nerede olduğunu öğrendiğimizde, misal Tuzla Geri Gönderme Merkezi'nden ama bulamıyorsunuz gerçekten de. Bazen gittiğimizde orada olmasına rağmen 'yok' deniliyor. Biz orada olduğunu tespit ettiğimizde, bir şeyle karşılaşıyoruz; 'Gönüllü, geri göndermeyi kabul etti.' Bazen zorlayarak, bazen de iradesine kırarak, başta bir imzalatıyormuş gibi yaparak o kişilere o evrağı imzalatıp sınır dışı ediyorlar. Haliyle siyasetten etkisiyle -kısa tutmak istiyorum çok uzattım, kusura bakmayın - kişileri bir şekilde bir bahaneyle veya iradelerini yanıltarak, kırarak rahat bir şekilde geri gönderiyorlar, geri göndermeye çalışıyorlar.
W.A.S.: Evet, Ahmet Bey çok teşekkürler. Bu, çok açıklayıcı ve kapsamlı bir anlatı oldu. Benim hakikaten bu ilk başta söylediğiniz şey, çok aklıma kaldı. 'Hukuki bir süreç olmadığını' söylediniz ve tam da bu hukuki, hak arayışında olan insanlar, özellikle başta da söylemeye çalıştığım ve geçen yayında da tekrar tekrar dile getirirdik, arkalarında bekleyenler var, ne yapabilirler? Bundan sonra belki Ferhat Hocam, 'bunun hukuki bir süreç olmadığını aksine siyasi bir süreç olduğunu söyleniyor'a kadar kaygan bir zeminde duruyor, bu mesele, değil mi Ferhat Hocam? Şimdi sözü size veriyorum.
F.K.: Bence de Ahmet Baran'ın söylemiş olduklarının altının çizilmesi gerekiyor. Hissediyoruz böyle bir şeyi ama bunu söylemek de lazım. Bu hukuki bir süreç değil, bu siyasi bir süreç. Bir tarafında da toplumun kabaca kültürel, ideolojik ve duygusal hallerini eş güdümlü halde giden şey aslında. Yani gayet otoriter durumunda siz, insanların konuşmasını engelliyorsunuz, insanlar kendilerini anlatamıyorlar. Böyle durumlarda bütün bu popülist, otoriter, totaliter vs. bütün rejimlerde de aynı şey ortaya çıkar. Bir tane günah keçisi gösterirsiniz ve günah keçisi de şu anda mülteciler. Dolaysıyla herkese kolay gösterilen bu hedef ile herkes gayet güzel de tatmin oluyor. Dediğiniz gibi toplumun gazını alıyorsunuz bu işlemlerle, toplumun gazı alınıyor. Bence otoriter durum ve ürettiği sonuçlara bakarak küçük bir not düşmek isterim. Sonra tekrar gerekirse bir şeyler söylerim.
W.A.S.: Ahmet Bey, bu hak meselesini, yargı meselesini biraz daha açma imkânımız olabilir mi? Yani hakikaten ne yapabilir bu insanlar? Gidebilecek bir yerleri var mı, bir imkân var mı?
F.K.: Pardon, ben şöyle bir şey sorayım arada; bu iş hukuki değil siyasi toplumu bağlar ise, o zaman bu sadece mültecilerin yapması gereken şey değil. Doğrudan Türkiye’deki kamuoyuna da bir şeyler söylememiz lazım. Bu toplumsal aktörler, bu meseleyi yokmuş gibi mi davranacaklar yoksa ne tarafa tutunarak devreye girebilirler?
A.B.Ç.: Şöyle ki, o zaman iki yönlü olarak belki söz almak isterim. Birisi, evet, hukuki bir nedenden kaynaklanıyor ama en nihayetinde hukuk kılıfına uydurarak kişileri göz altına alıp sınır dışı ediyorlar. Buna ilişkin değerlendirme yapmak gerekir. Burada dediğim gibi, bir hukuk kılıfına uyduruluyor bir şekilde. Önemli olan şey - bireysel konuşuyorum - hemen bir anda nerede olduğu tespit etmek gerekiyor. Sınır dışı edilme karar alındığında buna bir itiraz süresi var ve bir itiraz hakkı var. Bu haklar işletebilme adına kişi gönderilmeden önce yapılması gerekiyor. Bizim yaşadığımız en önemli sorun, biz kişiye çok geç ulaşıyoruz. Mesela bize bilgi geliyor ama gerçekten sağlıklı bilgi alamıyoruz, bazen nerede olduğunu öğrenemiyoruz. Çünkü alındığı yerin bilgisini alamıyoruz. Bazen de çok ilginç bir şekilde, biz kişinin tam ismini öğrenemiyoruz misal. Çünkü şöyle bir sorun var, ailesinin kullandığı isim başka ama burada kayda geçerken başka bir isimle kayda geçirmiş. Gittiğimizde isimde bir sürü harf değişiklikleri kullanıldığından biz kişiye ulaşamıyoruz. Haliyle kişi göz altına alındığında ve geri gönderme merkezine yolladığında doğru bilgiyi erken almak önemli. Çünkü buna itiraz süreçleri var, yedi günlük - beş günlük kısa süreçlerden bahsediyorum. Bu sureleri, bu itirazları işletebilmesi için doğru bilgiyi hızlıca almamız gerekiyor. Eğer bir göçmen, bir sığınmacı göz altına alındıysa, geri gönderme merkezine gönderildiyse, bir an önce bildiği hukukçuya veya insan hakları merkeziyle iletişim kurması gerekiyor ve bir an önce müdahale etmek lazım.
F.K.: Özür dilerim, çok küçük bir araya gireyim, esasında ne kadar önemli değil mi? Türkçe isimler de doğru düzgün yazılamadığı, anlaşılamadığı durumlarda Arapça ya da bir takım Afgan isimlerinin ortaya çıkması baştan ciddi bir sorun oluyor. Bu kadar küçük bir not sadece.
A.B.Ç.: Hocam, inanın çok ciddi bir mesele ve aile bizi başka isim veriyor. Özellikle eğer oturma izni yoksa diyelim bambaşka bir iş çıkıyor ortaya ve biz bulamıyoruz yani giderken de, sınır dışı edilirken de 'kaçak' diyorlar, - kusura bakmayın, ben de o kelimeyi kullandım. İşlemler yapılırken sonuçta bir isim, bir soyisim yazılıyor. Bambaşka şeyler ortaya çıkıyor.
Velhasıl buradaki esas mesele hukuksal kurum söz konusu olduğunda göz altında alındıysa, bir an önce hukukçular ve insan haklarına başvurması gerekiyor. O süreler geçtiğinde itirazlar yapmak gerekiyor. Hukuka aykırı bir şekilde, hukuk dışı bir şekilde alınıp gönderildiyse yine şikâyet haklarımız var ve hem de başvuru ve tazminat haklarımız da var. Bunları da işletebilmesi gerekiyor. Bu yönde önemli nokta, erken bir şekilde haber vermek lazım.
Ferhat Hocamın söylediği soruya gelmek istiyorum çünkü dediğim gibi, bu meseleye esas hukuk değil, gerçekten siyaset yön veriyor. Ne olduysa 2018'den sonra oldu. Biraz onlar üzerine konuşmak lazım ve bu mücadelerin sorumluluğu göçmenlerde, mültecilerde ya da sığınmacılarda değil. Burada Türk toplumunun, Türkiye’deki kurumların, insan haklarının, partilerin de sorumluluğu var ve birlikte hareket etmek gerekiyor.
Ben şunu gözlemlerim; Taha Hocanın çalışmaları bunun dışında, kendileri bu konuda gerçekten iyiler ama sığınmacı toplum ile Türkiye’deki toplum çok kaynaşamadılar. Misal ediyorum, biraz şununla da ilgili; Türkiye’de çok farklı gruplar var, çok farklı kitleler var. Biraz daha dar kaldı iletişimleri, gerçekten de dar kaldı. Bu iletişimleri genişletmesi gerekiyor sığınmacı toplumların. Bu arada sadece onlara sorumluluğu yüklemiyorum ama partiler üzerine konuşmak doğru olur. Partiler pek karşılamayacaktır ama sadece AK Parti ile iletişim yetmeyecektir ki sorunun esas kaynağı o. Siz eğer bir sorun varsa, sorunun bütün muhataplarıyla görüşmeniz gerekiyor, o kanalları zorlamanız gerekiyor. CHP ile biz denedik. Yani CHP ile görüşmeniz gerekiyor, İYİ Parti ile de görüşmeniz gerekiyor, MHP ile de görüşmeniz gerekiyor, Zafer Partisi'yle de gerekirse görüşmeniz gerekiyor çünkü sorun buradan kaynaklanıyor ve yine insan hakları kurumlarıyla, o yelpazeyi genişletip, bütün kurumlarla iletişim kurmanız gerekiyor çünkü bunun doğru bir şekilde konuşulabilmesi için insanların muhatapları tanıması gerekiyor gerçekten.
A.B.Ç.: Yani bizim kurumuzu düşünün, herhangi bir sığınmacı toplum ile bir araya gelmeden sığınmacı haklar savunmayı doğru bir yerden yapamayız, bir tanışmamız gerekiyor, bu mücadeleyi birlikte yürütmemiz gerekiyor, bunu yapmak gerekiyor. Partiler olsun, insan hakları kurumları olsun bu meseleyi doğru yerde tartışmamız gerekiyor çünkü iş dönüp dolaşıp manipülatif bilgilerle, 'Türklerin işlerini aldılar' veya 'Türklerden fazla maaş alıyorlar' veya 'Onlara hastanede bütün işlemler ücretsiz yapılıyor' veya 'Onların çocukları özel okullarda bedava okuyor' gibi yalan, manipülatif ve toplumu kışkırtan bilgiler üzerinde tartışmalar dönüyor. Bunun önüne geçmek için bütün kurumlara, bütün partilerle doğru meseleleri uygun zeminlerde, uygun yöntemlerde tartışmaya açmamız gerekiyor.
F.K.: Çok teşekkürler. Ben küçük hemen araya gireyim ve sonra da Waseem veya Taha’ya geçeriz. Bir örnek vermek istiyorum; bu toplumla nasıl bir ilişki türü? Ben İzmir’de yaşıyorum. İzmir’de mülteci dayanışma platformu Yaşamak Derneği'nin faaliyetlerini izliyorum. Gerçekten o kadar çok yapılacak şey var ki; geçenlerde -Mülteci Dayanışma Platformu- İzmir’in göbeğinde bir yerde mülteci yemeği günü yaptı. Mülteciler ne yazık ki gelemedi ama mültecilerin hazırlanmış olduğu yemekler sokaktan geçen insanlara ikram edildi tanıtım olarak. Hayat bu aslında; biz beraber yiyebiliriz, dünyanın sonu değil. Bu insanlar bizim her şeyimizi ele geçirmiyorlar. Hayat birlikte paylaşılır. Gerçekten yapılacak çok şey olduğunu dipnot olarak düşeyim.
W.A.S.: Ferhat Hocam, sizin de bırakmış olduğunuz yer çok kıymetli bir yer hakikaten. Bir araya gelebilecek ihtimaller üzerinde düşünmek, nedense insanda ileri ve geri hareket yaşatıyor, kendi iç dünyasında da çok çok istiyor. Ben de hatırlıyorum; Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde üniversite okurken ülkeyi tanıtmak için yemekler pişirirdik ve arkadaşlar da bir araya gelirdi ve orada çok güzel sohbetler, karşılaşmalar olurdu. Taha Hocam, adalet ve yargı ile ilgili veya başka bir şeyle ilgili sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?
T.E.: Hocam, bizim söylemek istediğimiz şu noktadır; bu dönem ne kadar zor olsa da, bu dönem ne kadar üzerimize ağır gelse de bazı konularda, bazı davalarda pozitif, umut yaratan vakalar var. Şimdi bazı göçmenler geri gönderme merkezlerine sevk edilirken, ben hatırlıyorum, hatta bazı konular bize geldi. Avukat hocalarımızla bu konuyu takip ettikten sonra tahliye ediliyorlar ama yine de şu noktayı unutmamız gerekiyor, bu noktayı zaten Ahmet Baran Hocamız yayında tespit etti; sığınmacılara, mültecilere, göçmenlere ne yazık ki düzenli bir kanun ortada yok. Ben şunu görüyorum; insan hakları örgütleri aynı zamanda basın mensupları, aynı zamanda gazeteciler, aynı zamanda baro üyeleri hep birlikte insan hakları çatısı altında göçmenleri, mültecileri, sığınmacıları insan haklarının en temel noktasından itibaren adım adım savunmamız gerekiyor. Biz bunları yalnız bırakırsak açıkçası - yani gördük İzmir’de üç gün önce, acı bir haber geldi. 25 yaşında bir Suriyeli sığınmacı baba intihar etti. İntihar etme sebebi de bu kişinin üzerinden habersizce bir sim kart çıkartılmış ve sim kart üzerinden dolandırıcılık yapılmış. Bu kişi de direkt mahkemeye verilmiş. Kişinin bilgisi yok. Biz bu konuların sık sık ortaya çıkmasını görüyoruz. Mülteci bilgiler, geçici korunma bilgileri paylaşılıyor ve bunun üzerinde de çoğu gayri meşru işlemler yapılıyor. Çok acı bir insanın intihar etmesi. Çok acı aslında iki çocuklu bir babanın hayatını sonlandırması ama nereden başladı bu nokta. İnsanın mağduriyet ve zulüm noktasını yaşamasıyla başladı. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından desteklenen bir seyahat projesi var. Bu sim kartı projeden çıkarttılar. Son cümle olarak bence de birbirimizle çok daha yakın bir mesafede olmamız gerekiyor. Yabancı, göçmen, gariban, mülteci hangi kelimeyi kullanırsak kullanalım, yeter ki sonunda mazlum insanın yanında durmamız gerekiyor.
W.A.S.: Ne kadar kırılgan bir yer aslında. Daha yakın olmak belki bize bir ihtimal iyi gelecek, her yayın bunu söylemeye çalışıyorum. Ama bu kırılganlık aslında bu iç dünyaya ait bir kırılganlık bir yandan da. Bu intihar etme meselesi veya bu dış dünyada da karşılaşma ve yemek konusu, bir araya gelme ihtimallerindeki git-gel yaşanacak ama bu dışarıdaki dünyayla daha da çok karşılaşmalar yaparız diye umut ediyorum. Ferhat Hocam son olarak siz bir şey söylemek ister misiniz?
F.K.: Küçük bir not daha düşeyim o zaman; yine İzmir’den bir örnek; Yaşamak Derneği'nin faaliyetini katıldım geçen günlerde, ben Türkçe konuştum. Salonda aynı anda dört dil tercüme edildi. Tabii ki profesyonel değil herkes, birbirine tercüme yapıyor; Arapça, Farsça, Afrika ülkelerinden gelenler için Fransızca, hatta İngilizce... Yani dünya kadar dilin konuşulduğu bir ortam aslında bu, ne kadar normal. Yani her insan başkasının dilini bildiği takdirde daha çok yakınlaşıyorsun. Bu tek bir dil ile, tek başına olacak bir dünya değil. Başkalarına ihtiyacımız var, başkalarının kelimelerine, başkalarının yemeklerine, başkalarının dillerine ihtiyacımız var gibi küçük bir not düşmüş olayım. Teşekkür ederim.
W.A.S.: Teşekkür ederim herkese. Bugünkü yayınımızı burada sonlandırıyoruz. Haftaya yine Çarşamba günü saat 09:30’ta görüşmek üzere.
Ömer Madra: Hoşça kalın, görüşmek üzere.
F.K.: Hoşça kalın, görüşmek üzere.
T.E.: Görüşürüz.