Hikayenin Her Hali’nin bu nüshasında Didem Gençtürk; İletişim Yayınları tarafından basılan “Kimdir Bu Lazlar?” kitabının yazarı Özlem Şendeniz ve müzisyen, hikâye anlatıcısı Refika Kadıoğlu ile Lazlık üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.
Didem Gençtürk: Özlem Şendeniz’e yönelik soruyla başlamak isterim. Kitabı anneannen Huri Hindistan ve Lazca ile evlendiğinde tanışan babaannen Ulviye Şendeniz’e ithaf etmişsin. Babaannenin hikayesini paylaşmak ister misin?
Özlem Şendeniz: Elbette anlatmak isterim. Ben Lazım ve Lazcanın ayrı bir dil olduğunu içindeyken anlamıyorsunuz. Benim anadilim Türkçe. Annemin anadili ise hem Türkçe hem Lazca. Anneannemin anadili Lazca. Babaannem ise Karaman’lı bir Türk. Vasıf dede ile İstanbul’da tanışıyorlar. Babaannem öksüz ve yetim, abisi ile yaşıyor. Dedemde ben de öksüz ve yetimim diyerek onu kandırıyor. Ve sadece bir tane büyük amcamız varRize‘de evlendikten sonra onun elini öpmeye gitmemiz lazım başka akrabam yok bir sen olacaksın diyor. Oysa bu büyük bir yalan çünkü kocaman bir aile yaşıyor burada. Hava karardığında varıyorlar Rize’deki taş bir eve. İçinde kocaman bir aile yaşıyor ve bu evde bir dil konuşuluyor. Babaannemin önüne bir tabak yemek koyuyorlar, babaannem ne yemeği ne de dili tanıyor. Hiçbir ilişki kuramıyor ve büyük bir şaşkınlık yaşıyor. Bu da bir hikâye olarak kuşaktan kuşağa aktarılıyor.
D.G: Peki hiç Lazca öğreniyor mu?
Ö.Ş: Hiçbir zaman öğrenmediğini iddia ediyor ama anladığını görebiliyorsunuz belirli yerleri.
D.G: Peki sen Lazca biliyor musun?
Ö.Ş: Anlıyorum ama konuşamıyorum.
D.G: Bunun emareleri bu bölgede görülüyor bir sonraki kuşakta. Refika, sen biliyorsun ve konuşuyorsun da. Ve müzik üretiyorsun. Es geçmeyelim, programın açılışını da Refika Kadıoğlu’nun sesinden yaptık. Kaç yıl oldu albüm çıkalı?
Refika Kadıoğlu: Sanırım dokuz yıl oldu. Bu “Anlıyorum ama konuşamıyorum.” cevabı da bir jenerasyonun cevabı. Bütün diller için geçerli. Ben tabi artık anlıyorum ve konuşuyorum ancak bunun için çok çabalıyorum. Gerçi anadili Lazca olanlar hala konuşmalarımı beğenmiyor.
D.G: Bu arada benim de babaannem Laz. Babaannem bir Gürcü köyüne gelin gidiyor. Bir tek ilk çocuğu olduğu için babam Lazca biliyordu ancak hiçbir çocuğu Lazca ile tanışmıyor bile. Babaannem rahmetli olana kadar köyde ona Laz Kızı derlerdi. Oysa babaannem de kısa süre sonra Gürcüce konuşmaya geçmişti. Ancak bu dil de aktarılmış değil.
D.G: Beni çok heyecanlandıran bir kitap olan Kimdir Bu Lazlar’a dönelim. Kitap nasıl ortaya çıktı? Metodolojisi neydi?
Ö.Ş: Öncelikle kitabın içinde kitabın adında sorduğumuz sorunun cevabını alamayacağımızı söylemeliyim. Çünkü insana dair hiçbir sorunun böyle bir cevabı yok, neden Lazlık bundan azade olsun? Bu kitap benim doktora tezim. Ankara Üniversitesi’nde yaptım doktoramı ve tez aşamasına geldiğimde bellekle çok ilgili olduğunu fark ettim. Belleğin de bana daha yakın ve kuşaklar arası aktarımlarla ilgili bir yerinden tutmak istedim. Ve neden odak noktasında “Lazlık olmasın?” dedim. Alev Özkazanç ile çalışmaya başladık ve Elif Erkin Akşit Vural ile bitirdik. Çok kişiyle çalışmak, metodolojinin değişmesi belki de iyi oldu. Benim çıkış noktam bellekti. Sonra basına ve sanal mekâna odaklanmaya başladık. Kimliğin nerede inşaa olduğunu sorguladık. Son aşamada geldiğimiz yerde kocaman bir deryaya ve sarmala döndü bu çalışma. Benim için de bir değişim yolculuğu oldu. Okurlar için zor mu oldu bilmiyorum ama bu karışık okuma nitel ve nicel veriyi barındıran bir çalışma oldu. Tezi sunduk ve ardından bu tez, Tanıl Bora’nın editörlüğünde kitap oldu. Umarım okurlar da tatmin oluyordur.
D.G: Ne kadar sürdü bu çalışma? Kaç kişiyle görüştün?
Ö.Ş: Bu bilgileri kısaca vermeye çalışayım. Ön görüşmeler ve süreçte görüşmeler yapıldı. 2015 ve 2019 yılları arasında toplam 52 derinlemesine görüşme yaptık. Bunların dışında kullanmadığımız görüşmeler de yapıldı. Ön görüşmeler, sivil toplumdaki lazca ile ilgili kültürel aktivistler ile ve “Sıradan Lazlar” dediğimiz kişilerle görüşmeler yaptık. Ve online anketimiz vardı. 2016 yılında 298 geçerli anket girişi yapıldı ve sanal ortamda Lazca ile ilgili olan kimselerin konuşmaları üzerinden bir veri seti elde ettik.
D.G: Kitapta, Lazca size ne hatırlatıyor sorusuna çoğunluğun kayıplarla ilgili bir cevap vermesi dikkatimi çekti. Biz üç kadını da bir araya getiren bir mesele bu. Ne diyorsunuz bu konuda?
R.K: Bana Lazca’yı öğreten babaannem. Ve şimdi hayatımda yok. Ama Lazca’nın da romantik bir yerden anlamı bu.
Ö.Ş: Bireysel bir kayıp değil ama ailem üzerinde gözlediğim hatıralarla ilişkili kayıplara dönüşüyor. Bellekle çok ilişkili çünkü kaybolup yeniden bulma hikayesi belleğe bağlanıyor. Lazca da daima yeniden kurulan bir unsur.
D.G: Kazım Koyuncu’nun sesinden bir şarkı ile müzik molası verdik. Kazım Koyuncu’dan sonra Lazca etnik müzik olmaktan çıkıp çok daha geniş bir kitleye hitap etmeye başlamıştır ifadesi yer alıyor Kimdir Bu Lazlar kitabının arka kapağında. Biraz da Lazca müziği konuşalım isterim.
R.K: Nilüfer Taşkın’ın kaleme aldığı Bu Bir İsyan Şarkısı Değil! - Lazlar, Kimlik, Müzik başlıklı kitap da bu alanda detaylı bir çalışmadır. Lazca müzik yapma alanı, arada da konuştuğumuz gibi, erkek egemen bir alan. Geleneksel Lazca müziği çok eski ve yerli. Doğayı taklit eden bir müziktir benim algımda. Bunun pop veya rock şeklinde yapılmasına karşı değilim. Önemli olan Laz müziğinin tanımın doğru yapılması ve sonra üretim yapılması. Gürcistan’da da Lazlar var ve bu Lazlar hristiyan olduğu için çok sesli bir formu var. Geleneksel Laz müziği sözlü kültür aracıdır. Destan, masal aracılığıyla halkın yaşam biçimini devrediyor. Dev bir kültürün sözlü aktarım aracıdır Laz müziği. Mesela Çoban Ömerika var, artık yaşamıyor. Öyle bir formda söylüyor ki şarkılarını hem çoban kültürü ile ilgili şeyler anlatıyor bize hemde inanılmaz bir ses var. İşte benim Lazca müziğim bu. En çok doğanın senine yakın hali benim için Lazca müziğin en iyi halidir.
D.G: Peki bir çalışma var mı geleceğe dair haberini verebileceğimiz?
R.K: Albümleşir mi bilmiyorum ama gelecek için planlarımız var. Belki dijital bir ortamda yer bulur kendine.
D.G: Lazca’nın kitleleşmesinde Kazım Koyuncu’nun çok ciddi bir yeri var. Senin görüşmelerinde de bu etkiyi görüyoruz Özlem.
Ö.Ş: Lazlar, Türkçeden başka bir dil konuşmalarına rağmen makbul vatandaş kabul edilme halini seviyorlar ve bunu kaybetmek istemiyorlar. Bu sebeple Lazca ile alakalı çalışmalara temkinli olarak yaklaşıyorlar. Kazım Koyuncu’nun ulusal bazda popüler olmasıyla beraber bu Lazlar’ın bu çalışmalara yeşil ışık yakması için 90 sonrası dönemde bir teşvik oldu. Kazım Koyuncu sol görüşlü biri olmasına rağmen sevildi çünkü ulusal bazda yeşil ışığı vardı.
R.K: Benim gözlemim şu ki, Kazım Koyuncu’nun solcu olmasına rağmen kabul görmesinde erken yaşta ölmesinin ciddi bir payı var. Çünkü artık zararsız. Karadeniz’de yaşayan insanların. Devlet gözünde koltuk kaybetmeye dair çok ciddi bir korkusu var. Makbuliyetlerini kaybetmek istemiyorlar. Diyarbakır’da ben Dido söylerken bütün salon eşlik ettiyse bunda Kazım Koyuncu’nun etkisi büyüktür.
D.G: Bu programı düşünürken de aklımdaydı. Kadınlığa bakışı değinmek istediğim bir nokta. İcra etmede kadınlar çok geride kalıyorlar. Şu anda da bu durum devam ediyor ne düşünüyorsunuz?
R.K: Kesinlikle katılıyorum. Ana dilin aktarıcısı kadın. Bu yüzden hep ısrar ettim albüm yapın diye. Sözler de kadın ağızlı. Hikâyelerin de kadın ağızlı anlatıldığı belli oluyor. Kendisi de laz olan ve Lazca söyleyen bir kadın sesi olsun diye şarkı söyledim. Ne müzisyenlikle ne de sesle alakalı bir iddiam yok. Daha önce bir yakıştırma yapılmıştı bana: Bizim kız aktivist, eylemi şarkı söylemek oldu.
D.G: Lazlık çalışmalarında da kadın bakışı yok gibi geliyor bana. O yüzden “Kimdir Bu Lazlar?” Bakış açımı değiştirdi.
Ö.Ş: Araştırmacı olarak da içeriden biri olarak da bu çalışmanın sorulara neden olmasına çok sevindim. Arzum yeni sorular sorulması ve zemini kazımaktı. Bir tortunun üzerinde duruyoruz, artık nerede olduğumuzu göremiyoruz. Lazca ile ilgili çalışma yapan erkek bulmakta zorlanmadım. Kadınları bulmakta zorlandım ki Refika ile de öyle tanıştık. Sonra yol arkadaşlığı doğdu. Lazcanın bir farklılığı var. Lazca ile ilgili akademide çalışanlar kadın, sivil toplumda çalışanlar ise erkek. Gerçi henüz akademide benim bildiğim en azından üç kişiyiz ama daha çok kişi olacağız.
D.G: Es geçmemek lazım Gola Kültür Sanat Derneği yıllarca festivaller düzenledi. Ve her yerden insanları bir araya getirmeye çalıştı.
R.K: Ek olarak Ayşe Çavdar, Gola Gza Gola İle 10 Yıl’ı yazarken bunu vurguladı. Gola, aslında Lazlar ile Lazları da buluşturdu. Sadece her yerden insanı değil. Ayşe Çavdar bir röportajda “Lazlıktan utanmıyoruz.” cevabını alıyor. Gola Lazları bir araya getirip bu görünürlüğü de arttırdı. Gola çatısı altında çalışmalar devam edecek. Bir şey paylaşmak istiyorum: Dün Fındıklı’da bir saha çalışmasına geldim. Üç kadın bilgisayarlar ve defterler açık çalışıyoruz ve bazı Lazca kelimeler geçiyor. Bu esnada bir abi geldi masamıza oturdu. Üstelik tüm masalar boş. Bir noktadan sonra çalışma derlemeye döndü. Aramızda konuşulanlara cevap vermeye başladı. Tanıdığımız da biri. Biz araştırmacıyız, o bilir kişi kendi gözünde. Giderken kendisine teşekkür ediyorduk. Oysa toplantımızı işgal etti. Böyle bu kadınlık erkeklik meselesi. Bizi bir araya getiren bir başka mesele de Trabzon Cazıları. Özlem ile de o vesile oldu yüz yüze tanışmamıza.
D.G: Vaktimizin sonunda geldik. Bir yayın daha sözü alarak ayrılıyorum sizden. Konuğum olduğunuz için teşekkür ederim.