UNESCO’nun yaptığı yeni bir araştırmaya göre, toprağın çökmesi ya da kademeli olarak toprak çökmesi 2040 yılına kadar dünya nüfusunun yüzde 19’unu etkileyebilir.
UNESCO’nun yaptığı yeni bir araştırmaya göre, toprağın çökmesi ya da kademeli olarak toprak çökmesi 2040 yılına kadar dünya nüfusunun yüzde 19’unu etkileyebilir. Eğer hiçbir önlem alınmazsa, kuraklık, küresel ısınma ve insani faaliyetler nedeniyle yükselen deniz seviyeleri dünyanın birçok sahil kentini şiddetli sel riskiyle karşı karşıya bırakabilir. Bu da toprak çökmesi için yeterli bir neden. Yeşil Gazete’de yer alan Guardian’ın haberine göre, Avrupa’da ise düz kıyı bölgeleri ile kuru iklimlerdeki kentsel ve tarım merkezleri en çok risk altında olan bölgeler. Toprak çökmesinin küresel ısınmanın yanında sürdürülebilirliği olmayan tarım uygulamalarıyla bağlantılı küresel bir sorun olduğuna da dikkat çekildi. İspanya Jeoloji ve Madencilik Enstitüsü‘ne bağlı olan projenin baş araştırmacısı Gerardo Herrera-García “Dünyanın en büyük akiferleri tarımsal amaçlarla tüketiliyor” dedi. Herrera-García küresel gıda üretimini sürdürülebilir hale getirmenin mümkün olduğunu, ancak sorunun hemen çözülmesi gerektiğini söyledi. Bunun yanında küresel ısınmanın uzun süreli kuraklıklara neden olacağı için yer altından daha fazla su pompalandıkça çökme oranlarının daha da artacağı tahmin ediliyor. Öte yandan, önümüzdeki yüzyılda deniz seviyesinin bir metre yükselmesi bekleniyor. Bu da daha fazla alanın batacağı anlamına geliyor. Ancak, Herrera-García çökmenin büyük bir tehdit olsa da iklim değişikliğinden çok daha kolay çözülebileceği görüşünde. Uydular ve radarlar çökme alanlarını hızlı bir şekilde belirleyebilir ve sorunu çözmek için yerel yetkililer basit politikalar uygulayabilir. Çökmeye karşı alternatif su kaynakları bulmak, verimli tarım uygulamak ve suyu akiferlere geri enjekte etmek de çözümler arasında.
Türkiye'de kuraklık yaşanıyor
Türkiye’nin 7 bölgesinde olağanüstü kuraklık yaşanıyor. Kuraklıkla birlikte kirlilik tehdidinin arttığı su kaynaklarında mavi-yeşil alg de denilen siyanobakteri artışı görüldü. Uzmanlar bu bakterilerin siyanotoksin ürettiğine; insan ve hayvan sağlığına zararlı olduğuna dikkat çekerek uyarılarda bulundu. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) bilim danışmanı ve göl uzmanı Dr. Erol Kesici, mavi-yeşil alglerin suların azalmasıyla genellikle mayıs-eylül ayları arasında görülürken, artık kasım-aralık aylarında bile ortaya çıkabildiğini söyledi. Dr. Kesici, bu suları hayvanların içmemesi gerektiğine dikkat çekerek şu bilgileri verdi: “Bu tür sular özel bir sistemle arıtılmalı. Hayvanların su ihtiyacı da buralardan karşılanmamalı. Soruna karşı ilk adım, göl, gölet gibi su kaynaklarının, bölgesel ve ekolojik özelliklerini çok iyi bilmek. İkincisi doğal göllerde tarımsal kirlilik ve sirkülasyonunu engellemek” dedi.
Barajlardaki doluluk kritik seviyede
Sonbahar ve kış aylarının yağışsız geçmesi nedeniyle İstanbul barajlarındaki doluluk oranı kritik seviyeye geldi. İSKİ verilerine göre önceki gün %20.02 olan İstanbul barajlarının doluluk oranı dün %19.91’e indi. Suyun tasarruflu kullanılmasının altını çizen İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Toros, “Elimizde var olan su kaynaklarına yarın bitecekmiş gibi çalışma yapmamız gerekiyor. Kendi çapımızda suyu nasıl tasarruflu kullanırız diye çalışmalara devam etmemiz gerekiyor. Çünkü küresel anlamda bir iklim değişikliğinden bahsediyoruz. Su kıtlığının önümüzdeki yıl daha da artacağından bahsediyoruz. Bizler de bu iklim değişikliğine uyum sağlayarak olumsuz etkileri azaltabiliriz” dedi. İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu şunları belirtti: “Şu an su stresinde olan Türkiye, 2030 yılında su sıkıntısı yaşamaya, 2050’den sonra ise su fakiri olmaya aday. Artan nüfus, iklim değişikliği ve azalan su kaynakları nedeniyle kişi başına kullanılabilir yıllık su miktarının bin metreküpün altına inmesi ile Türkiye’nin su fakiri olması bekleniyor. İstanbul’un kronik problemi de su stresi, yani yüksek nüfus ve aşırı talep. İstanbul’un kendi su kaynaklarına göre nüfusu olsaydı bu sıkıntılar yaşanmazdı. Binaların çatılarından gelen yağmur suları sarnıçlarda depolanıp, yani yağmur suyu hasadı yapılarak değerlendirmeli. Şehir ve çevresinde kullanılabilecek su kaynaklarının küresel iklimden nasıl etkileneceği belirlenerek şehirlerin ideal nüfus ve sanayi kapasitesi hesaplanmalı. Böylece su arz ve talep dengesi kurularak kent planlanmalı” dedi.
Kaçak villalar yıkıldı
Covid-19 pandemisi döneminde yurttaşlar şehirden uzaklaşma yolları aramaya başladı. Aile içerisinde kronik rahatsızlıkları bulunan ve şehir hayatından uzaklaşmak isteyenler bazı yurttaşların hazine, orman ve tarım arazileri üzerine kaçak villalar yaptığı tespit edildi. Silivri Belediyesi ise yapıların yıkımını gerçekleştirdi. Kaçak villaların havuzları ve park alanlarıyla birlikte yapıldığı dikkat çekti. Hazine arazisi üzerine kaçak villa inşa eden Ferhan Fazlıoğlu, DHA'ya "Kalacak yerimiz olmadığı için buraya ev yaptık. Sonradan duydum ki buraya ev yapmak yasakmış. Bu araziyi 2019 yılında köylülerden aldım. Herkesin ev yaptığını gördüm. Ben de ev yaptım. Komşuları dahil kimse bana 'yasak, yapma' demedi. Ben de herkes yaptığı için ev yaptım. 2017 yılında buralara evi yapanlar kâra geçti. Bizler 2018 yılında çıkan kanundan sonra yaptığımız için suçlu duruma düştük. Yasal işlemler başladı. Suç işlediğimin farkındayım. Ama belki af gelir gelir diye bekliyorum” diye konuştu.