TEMA Vakfı, bu yıl Erozyonla Mücadele Haftası'nda toprak ve su konusuna dikkat çekiyor.
Büyük Menderes Havzası’nda suyun verimli kullanımı için sürdürülebilir bir model oluşturmak amacıyla WWF-Türkiye ve özel bir banka iş birliğiyle ‘Yağmur Suyu Hasadı’ projesi hayata geçiriliyor. Büyük Menderes Havzası’nda Aydın’ın Haydarlı Köyü’nde 2019 yılı içinde başlatılan ve kuraklıkla mücadelede yağmur suyunun verimli kullanımı amacıyla banka ve WWF Türkiye iş birliğiyle yürütülen ‘Yağmur Suyu Hasadı’ projesi kapsamında bugüne kadar 134 ton, yani yaklaşık 7 bin damacanaya eş değer ya da dört kişilik bir ailenin yaklaşık altı aylık su ihtiyacanı karşılayacak miktarda yağmur suyu hasadı yapıldı. Ekim 2020’ ye kadar 650 ton yağmur suyunun hasat edilmesinin hedeflendiği proje kapsamında yaklaşık 200 banka gönüllüsü, tatlı su, su riskleri ve yağmur suyu hasadı konusunda eğitimlerini tamamladı. Banka gönüllüleri, Aydın’ın Haydarlı Köyü’nde düzenli aralıklarla saha çalışması yapmanın yanısıra, yerel halk, ortaokul ve lise öğrencileri ve velileri için temiz su kaynaklarının korunması ile bireyler tarafından tekrar edilebilir küçük ölçekli önlem ve uygulamalar konusunda eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarına destek vermeye başladı. WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli ise konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede şöyle konuştu: “Ülkemizdeki 25 akarsu havzasından biri olan Büyük Menderes Havzası’nda 10 yıldan uzun süredir su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı konusunda çalışıyoruz. Tarım ve sanayinin kaynakları daha verimli kullanması ve ‘su ayakizi’ni azaltması için bugüne kadar yaptığımız sektörel bilgilendirme ve dönüşüm çalışmalarının yanı sıra, tarımsal ve evsel kullanımdan kaynaklanan ‘su ayak izi’ni azaltmak için gerçekleştirdiğimiz bu proje, tekrar edilebilir ve ölçeklenebilir olması nedeniyle bizim için çok kıymetli. Havzadaki diğer çalışmalarımızı tamamlayacak şekilde, bölgedeki tüm paydaşları da yanımıza alarak proje sonunda ortaya çıkacak modelin havza çapında yaygınlaştırılmasını amaçlıyoruz.”
TEMA Vakfı, bu yıl Erozyonla Mücadele Haftası'nda toprak ve su konusuna dikkat çekiyor. Toprağın ve suyun yaşamın sürmesi için değerli olan iki varlık olduğuna vurgu yapan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Toprak ve su yaşamın iki temel kaynağı. Bitkisel üretim ve gıda güvencesi için toprak ve suya birlikte ihtiyaç duyuluyor. Ancak bu iki doğal varlık, uygun koşullarda bir araya gelmediğinde erozyon sorunu ortaya çıkıyor. Yağışla toprağa düşen su eğimli arazilerde hızla akarak toprağı taşıyor. Eğer toprağın yüzeyi ağaç ve bitki örtüsü ile kaplı değilse akan su, toprağın en verimli olan üst kısmını da beraberinde götürüyor. Erozyonla toprağın en verimli kısmı olan üst toprak kaybediliyor. Toprağın verimliliği ve sunduğu hizmetler azalıyor. Zamanla üzerinde bitki tutunamaz hale geliyor. Tüm bunlar insanların ve diğer birçok canlının gıda ve su ihtiyacının karşılanması açısından büyük risk oluşturuyor. Toprağı koruyan uygulamalar, yağışlar nedeniyle toprağın taşınmasının yani erozyonun şiddetini azaltıyor. Bu bakımdan “Suyu düştüğü, toprağı oluştuğu yerde tut” diyerek alınması gereken önlemlere dikkat çekiyoruz,” dedi.
Plastik sektörü sonunda düşüşte. Üretimden sonra makine ve teçhizat yatırımlarında da gerileme gözleniyor. Türkiye Dünyada 6’ncı, Avrupa’da ikinci en büyük üretici ve plastik sanayinde daralma devam ediyor. Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı raporuna göre, plastik sektörü göstergeleri arasında yer alan makine ve teçhizat yatırımları yılın dokuz aylık döneminde yüzde 34 azaldı. Plastik işleme makineleri üretimi de geçen yılın Ocak-Eylül dönemine kıyasla yüzde 18 düştü. Üretim ve satışlardaki düşüşün yılın geri kalanında devam edeceği tahmin ediliyor.
ABD merkezli hakemli bilim dergisi PNAS’ta yayımlanan yeni bir araştırmaya göre 2030 yılında Paris Anlaşması taahhütlerine ulaşılsa dahi, deniz seviyesinin yükselmesiyle kıyı bölgelerinde büyük değişimler yaşanacak ve önümüzdeki birkaç yüzyıldaki uyum süreci zorlaşacak. Tıpkı son süratle giden büyük bir geminin durması için çok fazla zaman gerektiği gibi, yükselen deniz seviyelerinin karaya ulaşmasını engellemek için de birkaç yüzyıla ihtiyaç var. Araştırmacılar, 2015’te imzalanan Paris Anlaşması kapsamında 2030 yılında ulaşılması planlanan taahhütlerin, bu yüzyılın sonunda su seviyelerinin 8 santimetreye kadar yükselmesine neden olacağını söylüyor. Araştırmada ayrıca 2015 ila 2030 yılları arasında salınan seragazlarının, 2300 yılına kadar okyanus seviyelerini 20 santimetreye kadar yükseltebileceği yer alıyor. Ancak bu oran hükümetlerin Paris Anlaşması taahhütlerini yerine getirdiği senaryoda geçerli. Eğer taahhütler yerine getirilmezse su seviyelerindeki yükseliş çok daha korkutucu rakamlara ulaşabilir. Ayrıca bu senaryoda bütün ülkelerin 2030 yılı itibarıyla seragazı emisyonlarını sıfırlayacağı göz önünde bulunduruluyor. Ancak bu umutsuz bir durumdan ziyade şu an alınacak kararların gelecekte çok büyük etkileri olduğunu gözler önüne seriyor. Emisyonları ne kadar hızlı düşürürsek, buzulların erimesi ve su seviyelerinin yükselmesi de o kadar yavaşlar.