İklim araştırmacıları, deniz seviyelerin 2100’de ortalama olarak 1,35 metreye kadar yükseleceğine inanıyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) en son değerlendirmesinde, deniz seviyesİnin 2100 yılına kadar 1,1 metrenin üzerine çıkma ihtimalinin düşük olduğunu açıklamıştı. NTV'de yer alan habere göre, Kopenhag Üniversitesi’nin Niels Bohr Enstitüsü’nden iklim araştırmacıları, en iyi durumdaki bir iklim senaryosunda bile, seviyelerin 2100’de ortalama olarak 1,35 metreye kadar yükseleceğine inanıyor. Ocean Science dergisinde yayınlanan çalışma kapsamında araştırmacılar, IPCC'nin değerlendirmesini doğrulamak için deniz seviyesi yükselmesine ilişkin tarihsel verileri kullandıklarında, yaklaşık 25 santimetrelik bir fark bulduklarını açıkladı. Çalışmanın yazarlarından, Aslak Grinsted, "Önceki tahminlerin çok düşük olduğuna keşfetmemiz üzücü bir haber. Deniz seviyesindeki yükselişe ilişkin tahminler için şu anda kullanılan modeller yeterince hassas değil. Açıkça söylemek gerekirse, geçmişteki verilerle karşılaştırdığımızda hedefe ulaşmıyor” ifadelerini kullandı.
Acıgöl'ün su seviyesi azalıyor
Konya‘nın Karapınar İlçesi‘nde bulunan ve volkanik patlama sonucu oluşan Acıgöl’ün su seviyesi kuraklığa bağlı olarak gün geçtikçe önemli ölçüde azalıyor. Yeraltı sularının aşırı kullanılması nedeniyle göl etrafında da derin çatlaklar meydana geldi. 300 metreden fazla derinliğe sahip olan ve bu özelliğiyle Türkiye’nin birinci, dünyanın ise en derin üçüncü gölü olan Acıgöl’ün magnezyum sülfat zengini olmasından dolayı suyu acı ve tuzlu olduğu için gölde yaşayan bir canlı bulunmuyor. Ancak birçok kuş türüne ev sahipliği yapıyor. NTV‘nin haberine göre, Konya Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği öğretim üyesi ve bölgedeki obrukları araştıran ekibin başkanı Prof. Dr. Yaşar Eren şu açıklamalarda bulundu: ‘’Belirli tedbirler alarak havzaya ekstra suları getirip, yer altı sularını dengeye getirecek beslemeler yapmamız gerekiyor. Çok geç kalmadan deniz sularının arıtılarak havzalara kullanımını, tarımsal faaliyetinin çok yoğun olduğu bölgelere iyice arıtıldıktan sonra mutlaka aktarılması hatta yapılması düşünülen yeraltı barajlarına bu suların kullanılmadan önce iyice arıtıldıktan sonra depolanması ve buna yönelik araştırmaların yapılması gerekiyor diyoruz. Yoksa bu şekilde devam ederse tarımsal faaliyetlerden vazgeçmemiz mümkün değil.”
Başbakana kömür madeni çağrısı
Aralarında Yerküre’nin Dostları, Greenpeace ve Cumbria Vahşi Yaşam Vakfı gibi kurumların bulunduğu çevre örgütleri Birleşik Krallık başbakanı Boris Johnson’a yerel yönetimin onayından geçen Cumbria kömür madeni projesinin durdurulması talebiyle bir mektup yazdı. Mektupta, hükümetin maden ocağının durdurulmamasına ilişkin tavrının, bu yılın Kasım ayında Glasgow‘da gerçekleşecek COP26 zirvesinin ev sahibi olarak Birleşik Krallık’ın inandırıcılığına gölge düşürdüğü belirtildi. BBC Türkçe’nin aktardığına göre sivil toplum kuruluşları hükümetin geçmişte kalması gereken kirletici sanayi biçimlerine yönelmek yerine düşük karbon teknolojilerinin önünü açması gerektiğini savunuyor. Kömür madenleri, önemli derecede arazi bozulması, ekosistem tahribatı, su kirliliği, toprak kirliliği ve hava kirliliğine yol açması nedeniyle dünya genelinde tepkilere neden oluyor. Kömürün çıkarılması, taşınması ve yakılması aşamalarında ortaya çıkan sera gazlarının, iklim değişikliğinin önemli faktörlerinden biri olduğu değerlendiriliyor. Başbakanlık ofisi ise İngiltere’nin iklim politikalarında dünya lideri olduğunu ancak yerel konseyin maden ocağının yapılmasına ilişkin kararının önüne geçilmeyeceğini iddia etti.
Et yemek doğaya zarar veriyor
UNEP ile düşünce kuruluşu Chatham House tarafından hazırlanan raporda, çevre ve doğaya verilen zararın azaltılması için dünya genelinde et yenmesinin azaltılmasını gerektiğine dikkat çekildi. Yeni açıklanan raporda, dünyada doğaya en çok zarar veren unsurlardan birinin et yeme olduğu ifade edildi. Raporda, biyolojik çeşitliliğin ve ekolojik açıdan hassas yaşam alanlarının korunması için bitkisel gıdaların yenmesinin artırılması gerektiğinin altı çizildi. Bunun yanı sıra tarım alanlarının daha fazla korunması ve tarımın daha çevre dostu olması gerektiği ifade edildi. Dünya genelindeki et sanayinin ve tarım sektörünün doğaya en çok zarar veren unsurlar olduğu belirtilerek geçen 50 yıl içinde biyolojik çeşitliliğin ve yaşam alanlarının kaybının hiç bu kadar düşük seviyede olmadığına dikkat çekildi. Bunun en önemli nedeninin de doğal ekolojik sistemlerin hayvanlar için otlak veya yem üretiminde kullanılması olduğu ifade edildi. Tarım sektöründe kullanılan pestisitlerin ve tek bir ürün ekiminin toprağa zarar verdiği belirtilerek, bunun sonucunda tarım alanına dönüştürülen doğal alanların miktarının arttığı kaydedildi. Ayrıca et üretimi için büyük miktarlarda kullanılan fosil yakıtların, gübre ve suyun da çevreye zarar verdiğine işaret edildi. UNEP ve Chatham, doğal sistemlerin yok olması sonucu birçok memeli hayvan, kuş ve böceği yaşam alanlarını kaybettiğine de dikkat çekti. Raporda, yem üretiminin iklim değişikliği üzerinde de olumsuz etkileri olduğunu vurgulanarak, seragazı emisyonunun %30’unun tarım kaynaklı olduğu ifade edildi. UNEP ve Raporu kaleme alan bilim insanları da, gıdaların yenmesinde değişikliğe gidilmemesinin biyolojik çeşitliliğin azalmasını hızlandıracağı uyarısı yaptı. Raporda yeme alışkanlıklarının değiştirilmesinin olumlu yanları olduğu da belirtilerek, yabani hayvanların yaşam alanlarının korunmasının pandemi riskini azaltacağı ifade edildi.