Dördüncü kuşak bir fotoğrafçı: Lotte Jacobi

Foto Müze
-
Aa
+
a
a
a

Üç kuşak boyunca fotoğrafçılık yapan bir ailede dünyaya gelen Lotte Jacobi, Bertolt Brecht, Fritz Lang, Marc Chagall gibi sanatçıları fotoğraflayan bir fotoğrafçıydı. Hayatı ve eserleriyle Jacobi'yi konuştuk.

Dördüncü kuşak bir fotoğrafçı: Lotte Jacobi
 

Dördüncü kuşak bir fotoğrafçı: Lotte Jacobi

podcast servisi: iTunes / RSS

Lotte Jacobi üç kuşak boyunca fotoğrafçılık yapan bir ailede dünyaya geliyor. Büyük-büyük babası Samuel Jacobi fotoğrafçılığı mucit Daguerre’den öğrenmiş. Dolayısıyla Lotte, fotoğraf makinasının icadından itibaren bir aile mesleği olarak seçilen fotoğrafçılığı doğal ortamında öğreniyor. Henüz sekiz yaşındayken babası Sigismund Jacobi’ye karanlık odada yardım ediyor ve 12 yaşındayken ilk kamerasına kavuşuyor. 

Lotte’nin gerçek adı Johanna Alexandra Jacobi Reiss. 1896'da şimdiki Polonya'da, o zamanki Prusya'da Thorn kentinde dünyaya geliyor. Ailesi o iki yaşındayken Posen'e taşınıyor. Lotte, 1912'den 1917'ye kadar burada, Kraliyet Akademisi'nde edebiyat ve sanat tarihi okuyor. 

20 yaşındayken bir odun tüccarının oğluyla tanışıyor ve hemen evlilik kararı alıyorlar. Çok kısa süren bu evlilikten oğlu John dünyaya geliyor. Hemen sonrasında Lotte Jacobi ve ailesi Berlin’e taşınıyorlar.

(Lotte Jacobi, özportre)

Burada kısa bir süre sonra, Münih Devlet Yüksek Teknik Okulunda fotoğraf teknolojisi bölümünde fotoğraf eğitim almaya başlıyor ama burada zaten biliyor olduklarından farklı bir şey öğrenmiyor. Bunun üzerine eğitimine sinema bölümünde devam ediyor. 

Eğitiminin ardından babasının Berlin’e taşımış olduğu stüdyosunda çalışmaya başlıyor. Her ne kadar profesyonel olarak bu mesleği sürdürmek istemese de dördüncü kuşak olarak bu yolda ilerliyor. 

Ekspresyonizmin yeşerdiği bu topraklarda, onun çalışmalarına da yansıyan klasik stüdyo fotoğrafçılığından çok farklı bir yaklaşım görülüyor.  

Lotte Jacobi kendi tarzıyla arkadaşlarını bolca fotoğraflıyor. Bunların içinde Bertolt Brecht, Fritz Lang, Laszlo Moholy Nagy, Kurt Weill, Emil Jannings, George Grosz, Lotte Lenya, Marc Chagall gibi sanatçıları sayabiliriz. Onun bu portrelerinde ekspresyonist etkileri görebiliriz. Lotte Jacobi çalışmalarında kimsenin işini örnek almıyor ve kendi sezgilerini takip ediyor. Modellerinin ruhunu yakalamak istiyor. İnsanların ifadelerinin çok çabuk değiştiğini, bu yüzden oldukça hızlı olmak gerektiğini söylüyor. 

(Henry Barbusse)

Stüdyo dışında da çekimler yapıyor. Özellikle yoğun olmadığı dönemlerde dışarı çıkıyor Lotte Jacobi. Tiyatro sanatçılarını, dansçıları, sol görüşten insanları fotoğraflıyor. Kendisi de komunizme sempati duyuyor. 1932 yılında da seçim posterlerinde kullanılmak üzere Alman Komunist Partisi başkanı Ernst Thalmann'ın fotoğraflarını çekiyor. Ardından da çok uzun zamandır kurduğu bir hayalini gerçekleştirerek altı ay süresince Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliğini geziyor. Özellikle Tacikistan ve Özbekistan'a giderek gördüklerini Leica kamerasıyla fotoğraflıyor.

Lotte 1933 baharında Almanya’ya döndüğünde politik iklim gittikçe kötüye gidiyor. Nazi’ler Adolf Hitler başkanlığında yükselişe geçiyor ve 1935 yılında da Yahudi aileye mensup olanların iş yapması olanaksız hale geliyor. Bunun üzerine Lotte Jacobi ailesini ve arşivinin büyük bir bölümünü terkederek kız kardeşi Ruth’la birlikte New York, Manhattan'a göç ediyor. Burada kardeşiyle birlikte dördüncü kuşak olarak stüdyosunu açıyor. 

New York’taki ilk yıllar zorlu geçiyor, çok uğraş veriyorlar. Ama onu tanıyan ve destek olan isimler de var: Mesela başka bir kadın fotoğrafçı ve heykeltıraş olan Berenice Abbott’tan destek gördüğünü yazmış bir yerde. Yine Almanya'dan tanıdığı ve fotoğrafladığı Albert Einstein onu New York ‘da bir araya gelmiş olan Alman Yahudileriyle tanıştırıyor. Bunlar arasında Thomas Mann, Klaus Mann, yönetmen Max Reinhardt ve karısı aktris Helen Thimig’i de sayabiliriz. Onlar Lotte’nin Amerika'daki ilk arkadaşları ve ilk portre konuları oluyorlar. 

(Nini Hess)

Lotte 1940 yılında hayatının aşkı, Alman yayıncı ve yazar olan Erich Reiss’la tanışıyor ve onunla ikinci evliliğini yapıyor. 1951’de eşinin ölümüne dek birlikte mutlu bir hayat sürüyorlar. Bu süre zarfında stüdyosunda portre fotoğrafçılığına devam ediyor ve aynı zamanda da deneysel fotoğraf çalışmalarına başlıyor. Gerçekte başlama sebebi eşinin rahatsızlığı. Bu kursu özellikle Erich Reiss için çok istiyor. Onun dikkatini hastalığından başka bir yöne çekmesini sağlıyor. Lotte Jacobi’nin severek ürettiği fotogramları ilginç bir seri oluşturmakta. 

Lotte Jacobi Amerika’daki ilk solo sergisini 1937’de açıyor. 1942’deyse Modern Sanatlar Müzesinin “20. yüzyıl Porteleri” adlı sergisine katılıyor. Jacobi’nin yayımlanmış kitapları da var. Bunlardan bir tanesi 1940 öncesi çalışmalarından oluşan bir şeçki. Diğeriyse “Einstein’ın Portrelerinden oluşuyor. 

(Albert Einstein)

1951 yılında eşi, büyük aşkı öldükten bir kaç yıl sonra, oğlu ve geliniyle birlikte Alaska’ya bağlı oldukça kırsal bir bölge olan Deering'e taşınıyor ve hem kendi çalışmalarına devam ediyor hem de diğer sanatçıların eserlerinin sergilediği yeni bir stüdyo açıyor. Bunların yanı sıra kültür politikalarında kanaat önderliği yapıyor. Doğanın korunması, savaş ve nükleer güç hakkında ses getiren bir aktivist oluyor.

Yani kendini tarif ettiği şekliyle ''doğuştan asi ve her daim baş belası'' biri oluyor. 

Oldukça güçlü ve cesur bir karakter olan Jacobi, 64 yaşında araba kullanmayı öğreniyor ve hiçbir şey onun gözünü korkutamıyor. 

Bu sıra dışı kadının, dolu dolu yaşadığı ömrü 1990 yılında, 94 yaşındayken son buluyor.