"Türkiye’de otokrasi 17-25’in üzerinde kuruldu"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge bu hafta Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Kılıçdaroğlu'nun gençlere yönelik, CHP'nin iktidara gelmesi durumundaki ilk 6 ay vaatleri, eski çevre ve şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar'ın son açıklamaları ve yeni eğitim ve adli yılların açılışı üzerine yorumlarını paylaştı.

(6 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş! 

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Günaydın Feryal! İyi haftalar!

ÖM: Size de. Artık söylemekten vazgeçiyorum bu son olacak herhalde, gene çok yoğun bir hafta var ama galiba artık yoğun olmayan hiçbir haftamız olmayacak, öyle görünüyor.

AB: Maalesef öyle. Acayip bir gündem var her zaman olduğu gibi, başlayabilir miyiz ?

ÖM: Tabii tabii başladık.

AB: Öncelikle değinmek istediğim, dün Kılıçdaroğlu’nun bir açıklaması oldu, bilmiyorum önceki bölümde değindiniz mi? 

ÖM: Çok az değindik, evet ama…

AB: Kılıçdaroğlu, iktidar olmaları durumunda ilk 6 ayda neler yapacaklarını gençlere anlattı. Gençlerin alacağı ilk sıfır otomobilde ÖTV’nin sıfırlanacağını söyledi. Bu sözleri bir seçim vaadi gibi algılamak istiyorum. Çünkü enine boyuna çok düşünülmeden yapılmış bir öneri. Türkiye ekonomisinin büyüme performansının önemli bir kısmı otomobil sektöründen geliyor. %5.5 - %6’lık bir büyümede hatırladığım kadarıyla otomobil sektörü 1.5’un üstünde iktisadi büyümeye katkıda bulunabiliyor. Türkiye ekonomisinin büyüme performansında sektörün çok önemli katkısı vardır. Dolayısıyla vergi gelirleri için de çok önemlidir. Verginin sıfırlanması suretiyle gençlere böylesi bir olanağın sunulması Türkiye’deki otomobil üretimi açısından ciddi bir artışa işaret eder. Ancak esas artış ülkenin karbon emisyonlarına yapacağı artıştır, müthiş bir artış söz konusu olabilir. Elbette düşük gelir dilimindeki gençlerin bundan yaralanması pek mümkün değil, daha üst gelir dilimindeki gençlerin yararlanacağını düşünebiliriz. Araba sahibi gençler arabalarını yenileyebilir. Bir, bu olanaktan kimler yararlanacaktır? İkincisi, ÖTV’nin sıfırlanmasının ne kadar vergi kaybına yol açacağıdır. Çünkü ÖTV Türkiye için en önemli vergi gelirlerindendir. Üçüncüsü, böyle bir teşvikin ülkenin karbon emisyonuna ne kadar olumsuz katkıda bulunacağıdır. Saydığım bu nedenlerden dolayı, Kılıçdaroğlu’na gençlere ilettiği bu vaadini gözden geçirmesini tavsiye ederek programa başlamış olalım. 

ÖM: Evet, ÖTV nedir?

AB: Özel Tüketim Vergisi. Bazı mallarda KDV ile beraber tüketimden alınan önemli bir vergidir. Özel Tüketim Vergisi gelirleri içinde otomobil sektörünün payı yüksektir. Sonuçta Türkiye vergi gelirleri, tüketime, KDV, ÖTV gibi vergilere dayanan sakat, yanlış yapıdadır. Gelir ve servet üzerinden alınan vergilere dayanmaz. Vergi gelirlerinin çoğunluğunu, ücretlerden stopaj dediğimiz, yani kaynakta kesintiyle alınan vergilerle, tüketim yolu ile alınan KDV ve ÖTV oluşturmaktadır. Kendisi vergi uzmanıdır, konuyu çok iyi bilir. Ancak bizim Kılıçdaroğlu’na esas eleştirimiz vergi ve büyüme üzerinden değil, teşvik ettiği otomobilleşmenin Türkiye’nin karbon emisyonlarına yapacağı olumsuz katkı üzerindendir. Umarım teşvik dizelle çalışan araçlara verilmez. CHP’de otomobil sevdasını daha öncesinde de biliyoruz. Birkaç yıl önce olmalı, Volkswagen Türkiye’de yatırım yapacağını söylemişti. Erdoğan çok özel teşvikler verileceğini belirtmişti üstelik. Yatırım dalının kıpırdamadığı bir dönemde iktidar Volkswagen’e kırmız halı döşemişti. Yer seçimi konuşuluyordu. Manisa’da yatırımın yapılacağı konuşuluyordu. Sanıyorum CHP Manisa milletvekili Özgür Özel’di, Volkswagen’in yönetim kuruluna mektup yazmıştı; “yatırımınızı mutlaka ilimizde yapın” diye. Sonrasında şirket Türkiye’nin iktisadi ve siyasal durumunu istikrarlı görmeyerek vaz geçmişti. Galiba Bulgaristan’a gitti. Yani CHP’nin evvel ezer bir “araba sevdası” vardır. 

Kılıçdaroğlu’nu önerisinin siyaseten yapılmış olmasını diliyorum. Aklıma şimdi geldi, eski başbakanlardan Bülent Ecevit anlatmıştı. 1974 yılında CHP ile MSP koalisyon yaparak hükümet olmuşlardı. Hükümet ortağı Milli Selamet Partisinin genel başkanı Necmettin Erbakan’dı. Bülent bey başbakan, bir sabah başbakanlığa geliyor, gazetelere bakıyor, Milliyet gazetesinde Erbakan’ın demecini okuyor. “100 bin top, 100 bin tank yapacağız” manşetini okuyunca Ecevit’in yüreği hop etmiş. Derhal yardımcısına telefon açmış “ne yaptığınız Sayın Erbakan, nasıl bunları söylersiniz, hükümetimizin hiçbir programında , böyle bir şey yok ” demiş .Bunun üzerine Erbakan “siyaseten söylenmiş bir sözdür sayın başbakan, siz aldırmayın” demiş. Şimdi Kılıçdaroğlu bu vaatleri siyaseten söylenmişse eyvallah, ama ciddiyse, tavsiyemiz iklim yıkımı ile bağlantı kurmadan bu tür önerileri yapmamak lazım. 

Son dönemde CHP merkezi CHP’li Bolu belediye başkanı ile sorun yaşıyor. Belediye başkanının, Suriyeli sığınmacı ve göçmenler üzerine incitici yaklaşımını  eleştirmiş, konuşmuştuk. Geçen hafta yine bu başkanın yeni incileri oldu, kadınlar üzerine incitici sözleri oldu. Bu konuda şu ana kadar merkezin bir hamlesi olmadı. Ayrıca Edirne belediye başkanının suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’ya hediyeler verdiği, makamında ağırladığı fotoğraflar gündeme gelmişti. Bu konuda da sanıyorum bir işlem yapılmadı. Üstelik o dönemde Çakıcı Kılıçdaroğlu’na meydan okumuştu, tehdit etmişti. 

Bunları hatırlattıktan sonra, sayın genel başkana, gençlere satılacak otomobil vaadini, gezegende ve ülkede yaşadığımız iklim yıkımını göz önünde bulundurarak yeniden gözden geçirmesini tavsiye ederiz. 

ÖM: Evet. Bu noktada bir ufak ilavede ben bulunayım izninizle. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “sizden çalınanları telafi edeceğim” demiş, vaatlerini gençliğe sosyal medya hesabından yaptığı videoyla tavsiyelerde bulunurken. Burada “sizden çalınanları telafi edeceğim” sözü önemli, çünkü asıl çalınanlar gençlerden, bu genç kuşaktan çalınan şey kendi gelecekleri. Yani iklim değişikliği, iklim yıkımı diyelim, küresel ısıtma ya da neyse… Asıl çaldığı hayatlar oluyor. Bunu çok net olarak artık bilim ortaya koymuş durumda. Bundan haberi olmadığı anlaşılıyor sayın Kılıçdaroğlu’nun. Yani özellikle mesela Almanya’dan iki önemli grup Greenpeace ve Deutsche Umwelthilfe grupları dava açıyorlar otomobil şirketlerine iklim değişikliğine yol açıp gençlerin hayatlarını ellerinden aldıkları için. Bunu da duymamış olabilir ama BMW, Mercedes Benz ve Volkswagen şirketlerine iklim acil durumunu; benzinle gittikleri için, sonrasında dizelle belki; yani kesinlikle satmamaları gerektiğini, 2030’a kadar içten yanmalı motorların kesinlikle durdurulması gerektiğini karbon ayak izinde %65 azaltma yapmalarını, yapmadıkları için de dava edileceklerini söylemişler. Bundan haberi yok herhalde Kılıçdaroğlu’nun.

ÖÖ: Bir de belki de batıda…

AB:İklim sorunları cehaleti yaşayan bir siyasi kuşağın hakim olduğunu belirteyim. Çalınan geleceklere değindiniz, buradan Eski Bakan Bayraktar’ın açıklamalarına geçebiliriz. Türkiye’nin geçen hafta önemli konularından biri de 17-25 aktörlerinden Erdoğan Bayraktar’ın açıklamaları idi.

ÖM: Evet.

“17-25 olaylarının önemli bacaklarından biri Erdoğan Bayraktardı"

AB: 17-25 Kasım 2013 olayları Türkiye tarihinde çok önemli gelişmelerdir. Çünkü Türkiye’de otokrasi 17-25’in üzerinde kuruldu. Bugünkü otokratik rejimin ‘su basmanı’ 17-25 yolsuzluk dosyalarıdır. Yolsuzluk üzerine birotokrasi inşa edilmiştir. O yüzden Bayraktar’ın açıklamaları önemli. 

Kısaca “17-25” olarak adlandırılan gelişmeler ve bu gelişmelerin merkezindeki isim Reza Zarrap’ı hatırlayalım. İran asıllı, aynı zamanda T.C. vatandaşı olmuş bir kişi. Kayıtlara göre 2008 yılında babasıyla birlikte kara para aklama iddiaları üzerine polis takibinde yer alıyor, izleniyor. 2010 yılında yine babasıyla birlikte kapalı çarşıdaki döviz büfelerinde kayıt dışı para girişi yaptığı, para aklama yaptığı ihbar ediliyor. Adam ve çevresi takibe alınıyor. Zarrap ve ekibi tarafından müthiş bir organizasyon kuruluyor. Organizasyonda bakanlar, vekiller, bakan çocukları ve kamu bankası yöneticileri, bürokratlar yer alıyor. Bu organizasyon ve yaptıkları, ilişkileri epey bir zaman izleniyor. Fezlekelere göre Zarrap’a ve bu organizasyona yöneltilen suçlama şu şekilde: ABD öncülüğünde uluslararası ambargo nedeniyle İran Dolarla ihracat ve ithalat işlemi yapamıyor. İşte İran’ın yaptırım darboğazını aşmak için Türkiye’de bir tezgâh-yapı kuruluyor. Çeşitli yasal olmayan yollarla işlemler yapılıyor. Türkiye ile İran arasındaki petrol ve doğalgaz ödemelerini altın karşılığı İran’a sokulma işlemleri Reza Zarrap’ın şirketleri ve Halk Bankası organizasyonuyla gerçekleştiriliyor. Bu işlerin çeşitli evreleri var, yıllar sürüyor bu. Sonuçta Zarrap ve onunla bağlantılı olan bakan babalar ve oğulları, diğer siyasi bağlantıları üzerine 17 Aralık’ta operasyon yapılıyor. Çok sayıda bakan oğlu, Halkbank yöneticisi, bakanlık bürokratları, AKP‘li göz altına alınıyor. Bakanların dokunulmazlıkları olmasa muhtemelen onlar da alınacaktı. Operasyonun ikinci ayağı 25 Aralık’ta yapılıyor; bu da iktidara yakın havuz şirketleri olarak adlandırılan şirketlerin yöneticilerine düzenlenen operasyon. Türkiye bu operasyonlarla ve ortaya saçılan dinleme kayıtları ile tapelerle sarsıldı. AKP iktidarı deyim yerindeyse gitti geldi.

Daha sonra tüm bu iddialara ilişkin soruşturmalar takipsizlikle sonuçlandırıldı. Bütün bu soruşturmalar, AKP’nin en önemli iktidar ortağı olan Gülen cemaatinin polis ve yargı içindeki uzantılarına yıkıldı, Fetö düzmecesi olarak ilan edildi. Şimdi “17-25” olaylarının önemli bacaklarından biri Erdoğan Bayraktardı. Bayraktar TOKİ’den sorumluydu. Bayındırlık, Şehircilik ve İskan Bakanlığı’nı yürütüyordu. İnşaat faaliyetlerinden sorumlu bakandı. Dediği doğrudur, düzenlenen fezlekelere göre Bayraktar’ın Zarrap operasyonu ile bağlantısı yoktur. Ona yöneltilen suçlamalar, imar, inşaat ve ihale konularıdır. Bugün Kanal İstanbul’un etki alanında bulunan bölgenin imara açılması gibi İmar düzenlemesiyle rantların oluşması üzerine iddialar vardı. Bayraktar, suçlamalara konu olan her işi, başbakan Erdoğan’ın talimatıyla yaptığını söyledi. Nitekim Bayraktar, bu olayların patlak verdiği zamanda bunları canlı yayında söylemişti zaten. “Ne yaptıysam başbakanın talimatıyla yaptım” dedi. Gümüşdere Kısırkaya bölgesinin imara açılması hikayesi bunlardan bir tanesidir. Erdoğan Bayraktar, Zaarap dosyasından ayrıdır. Yöneltilen suçlamalar farklıdır. Ancak kendisine yöneltilen suçlamalara ilişkin açıklığa kavuşturması gereken pek çok hususta bulunduğu belirtilmektedir. 

 “17-25” soruşturmaları dünya tarihine geçen nitelikte ve büyüklükte, ambargo delme, yolsuzluk ve rüşvet olaylarıdır. Halen uluslararası alanda da uzantıları olan davalarla devam etmektedir. ABD’de devam eden Halk Bankası davası bu operasyonun devamı kapsamındadır. Türkiye içinde bu dosyalar mecliste ve yargıda kapatılmıştır. Ancak ambargo delmek suretiyle finansal sistem içinde yasal olmayan bir biçimde para aklamak, parayı dolaştırmak, bu işlemlerden dolayı rüşvet vermek, ABD kanunlarına göre suç olmaktadır. Operasyonun kamu ayağını yürüten banka bir kamu bankası olan Halk Bankası ve onun genel müdürüydü. Organizasyon içinde yer alan ancak şu anda ödüllendirilmiş olanlar o dönem istifa ettirildi. Erdoğan Bayraktar da Başbakan tarafından kendisinin istifasının istenmesi üzerine o gün NTV’de tepkilerini ortaya koymuş , istifa ettirilmesi istemine karşı çıkmış,” buna razı değilim” demişti. 8 yıldır Türkiye’de bu mevzu üzerine yatılıyor, kalkılıyor, bu durum uluslararası alanda da devam ediyor. 

Çok büyük hacimli para aklama ve İran ambargosunu delme operasyonu olduğu için uluslararası finansal sistem ve uluslararası istihbarat açısından da dikkat çeken, izlendiği anlaşılan bir husus olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim ABD’de davanın açılması ve devam etmesi bunu gösteriyor. Çok labirentli bir olay. Olayların olduğu zamanlarda ve sonrasında çok üzerinde durduk. Bu meselede o dönem yayınlanan dinleme kayıtlarına, tapelere bakmak lazım. O zaman yayınlanan tapelerde neler vardı ve bu kayıtlar için neler söylendi? 

Peki o günlerde öncelikle neler yapıldı. O günlere ilişkin önemli hususlardan biri kolluk yönetmeliğindeki değişikliktir ki o günden bugüne Türkiye’de adli yargının, idareye, mülki idareye bağımlı olması sağlandı. Herhangi bir kovuşturmada kolluk, yani polisin, emniyetin savcılara değil, direkt mülki idare amirine bilgi verme zorunluluğu getirildi. Ondan sonrada hukuk sisteminde alt üst oluş başladı, yargının iktidara bağımlı olduğu bugün yaşadığımız sürece girilmiş oldu. Gezi öncesi alınan anti demokratik tedbirler de var, onları da bir kenara not edelim. Döneme ilişkin olarak bakılması gereken diğer bir husus, HTC telefon kayıtlarının silinmesidir, çok önemlidir. Başka bir husus demokrasi denetçileri tarafından yürütülen incelemelerdir. Dinleme kayıtları analizine ilişkin raporlardır. Kayıtların doğru olduğuna dair raporların FETÖ düzmecesi gerekçesi ile unutulmasıdır. Bunlar önemli, ayrıca bahse konu olan siyasi aktörlerin ve bürokratik aktörlerin daha sonraki faaliyetleri de son derece önemli. 

Bayraktar kendisinin diğerleri ile birlikte tutulmasından rahatsız. Kendisine yöneltilen suçlamaların da adresini vermiş olduğunu söylüyor. Ancak tüm bildiklerini de açıklamak durumunda. Belli ki siyasal ortam uygun olduğunda, yargının bağımsız olduğu ortamda, söyleyecek sözleri var. Çünkü haklı olduğunu, suçu olmadığını, talimatla yaptığını söylüyor. Arzu Yıldız ve Fatih Yağmur’un kaleme aldıkları kitaba göre Bayraktar dönemin savcısı Zekeriya Öz’e de bir elçi gönderiyor “bazı dosyalar var elimde onu paylaşmak istiyorum” diyor.

 Mesela bunlar aydınlığa kavuşmuş değil. Üstünde durmak istediğim hususlardan biri şu: Aynı kabinede yer alan şu anda muhalefette bulunan sayın Ali Babacan ekonomiden sorumlu bakandı, Halk Bankası kendisine bağlıydı. Mutlaka bildikleri olmalı. Sayın Davutoğlu dışişleri bakanıydı, mutlaka bildikleri olmalı. Dönemin Merkez Bankası yöneticilerinin, hazine ve maliye bürokratlarının mutlaka bildikleri olmalı. Dönemin adalet bakanı Sadullah Ergin şu anda Deva partisinde kurucu ve yönetici. 2013 Aralık 17’yi 18’e bağlayan gece, soruşturmaya konun olan üç bakanla Güler, Çağlayan ve Bağış’la ve Binali Yıldırım’la Ankara’da gece yarısı bir araya geliyor. Kendisinin istemeyerek katıldığı anlaşılıyor. Ancak bildiklerini açıklamak durumunda. 

Sözcü gazetesine göre mecliste devam eden yüce divan sürecinde Binali Yıldırım, üç bakan Cumhurbaşkanına gidiyorlar; “bizimle birlikte yüce divana Binali Yıldırım’ın da gitmesi lazım” diyorlar. Tüm bunlar yakın tarihimizin aydınlanmamış bölümleri… Özellikle o dönemde iktidar koltuklarında bulanan, bugün muhalefette olanların bildiklerini kamuoyuna açıklamak durumunda olduklarını belirtelim.  

ÖM: Evet, ben de şunu ekleyeyim hemen yani 17-25 Aralık dedikleri şey 2013 yılında yolsuzluk ve rüşvet operasyonu. Yani Türkiye’de, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük yolsuzluk skandallarından bir tanesi, belki birincisiç 2013-2014 yıllarında yürütülen ve bazı kamu kurum ve kuruluşlarıyla aralarında dört bakanın da yer aldığı kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma ve rüşvet, yolsuzlukla suçlandığı soruşturmalar. Yani bunu Wikipedia’dan da okumak mümkün bu şekilde. 8 sene önceki bir şeyden bahsediyoruz ve aynı zamanda Euronews da bunu Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu olarak nitelendiriyor, uluslararası boyutları da olan. Bunu da eklemek istedim.

AB: Bir sıralama yapmadım ama dünya tarihinde de yer alacak olan çok önemli ambargo delme operasyonu ve çevresinde gelişen yolsuzluk, rüşvet organizasyonudur.  17-25 mevcut otokratik rejimin en zayıf yeridir, rejimin su basmanıdır, otokrasi bunun temelleri üzerine yükseldi. Tabii iki ortağın kapışmasının sonucu ortaya çıkan şeyler. Dolayısıyla sırlarla ve labirentlerle dolu. Düzgün bir yargı ortamında ve demokratik rejimde aydınlığa kavuşması mümkün. Bayraktar açıklamalarından sonra şu soruyu sorabilir miyiz : Otoriter rejimin paydaşları, bileşenleri içinde çözülme mi var? Evet var, ancak çözülme için Bayraktar’ın açıklamaları yetmez. Bayraktar zaten o devirde de bu tavrını ortaya koymuştu. 

Dikkat çeken isimlerden biri -şimdi aklıma geldi- son dönemde Sedat Peker açıklamalarında gündeme gelen Sadık Soylu. O zaman Bayraktar’ın danışmanı ve tapelerde “Sadık polis geliyor evden çık!” diyor Bayraktar, “anlamadım niçin bunlar geliyor” diyor. Sadık Soylu, Sedat Peker açıklamalarında da gündeme gelen bir isim, imar ve inşaat işleri nedeniyle. 

Dikkatlice izlenmesi gereken bir konu da 17-25 olaylarının odağındaki kurum olan kamu bankası Halk Bankası’nın durumu. ABD’deki dava sonucuna göre bu bankanın kaderi belli olacak. Halk Bankası’nın ve diğer kamu bankalarının gerçek hesaplarını bilemiyoruz, bilançolarını bilemiyoruz. Bugün kamu bankalarının Türkiye Varlık Fonu’na bağlanmış olması gerçek denetleme ve inceleme olanağını ortadan kaldırıyor. Ziraat Bankası’nın son haline bakın. Almanya’daki bankasına kayyum atanıyor, sürekli cezalar yeniyor; çünkü yanlış işler yapılıyor. Kamu bankalarımız ağırlıklı olmak üzere bankacılık sektörü üzerinde çok sorunlu krediler var. Ziraat Bankası’nın kredileri örneğin geçen sene 48 milyar ki bunlar yapılanmaya bağlanmamış krediler 68 milyara TL ye çıktı. Sorunlu kredilede yapılanmaları saymıyoruz bile. Onlardan da ödenmeyenler var. Kamu bankalarının durumu feci ve hâlâ bu bilançolardan kaynak yaratılmaya çalışmak suretiyle tencerenin dibi kazınıyor. Enerji sektöründen turizm sektörüne kadar bankalara olan borçları var. Çöpler gizleniyor, halının altına süpürülüyor. Bu mesele üzerine saatlerce konuşulur, ancak süre nedeniyle hızlı geçmek zorunda kaldım.

"Diyanet İşleri Başkanlığı devlet yönetiminin, eğitimin ve yargının en önemli odağıdır"

Önemli bir konu bugün okullar açılıyor, yeni eğitim yılı başlıyor. Geçen gün de adli yıl açıldı. Okulların eğitim kalitesi, Covid’le ilgili bağlantısına girmeyeceğim dün galiba Covid ile ilgili bir genelge yayınlamışlar, okullar açılmadan 12 saat önce. İnanılır gibi değil. Aslında üstünde durmak istediğim konu diyanet işleri başkanlığının pozisyonu, adli yılın açılışındaki görüntü malum. Bağımsız bir yargıya sahip olmadığımız gibi laik bir hukuk sistemine de sahip değiliz. Daha öncede belertmiştim; Türkiye’ de laik bir eğitim sitemi de yok. Epeydir söylediğimi tekrar etmiş olacağım; evet Türkiye’nin adında ‘İslam cumhuriyeti’ yazmıyor ama laiklik unsurlarının önemli ölçüde yitiren bir cumhuriyet olduk. Yarı İslam Cumhuriyeti demekle yetinelim. Sadece başında ‘İslam’ kelimesi yok. Adli yılın açılışı da bunu gösteriyor. Ayrıca defalarca söyledim, milli eğitim bakanlığı ile diyanet işleri başkanlığı arasında sayısını bilmediğimiz protokoller var. Milli eğitim bakanlığı diyanet gücüyle yönetiliyor. Nitekim protokoldeki durumu da değişti. 30 Ağustos törenlerinde devlet protokolündeki yeri 40 basamak yükseltildi. Diyanetin kamu kurumlarıyla, adliye bakanlığıyla, milli eğitim bakanlığıyla diğer bakanlıklarla olan protokolleri bulunuyor. Düşünün, ilçe müftülükleriyle ilçe milli eğitim müdürlükleri arasında dahi protokoller var. Diyanet eğitimin çok içinde, merkezinde.

Laiklik dünyada kiliselerden eğitimin çıkarılması kavgasıyla başladı. Bizde de öyledir. Bugün okulların açılışına diyanetin ve dini müesseselerin kamusal hayatın içindeki pozisyonunu göz önünde bulundurarak bakmamız gerekiyor. Hem adli teşkilata hem eğitim teşkilatının içerisinde, diyanet işleri başkanlığı merkezdedir. 2018 yılından sonra DİB, devlet yönetiminin, eğitimin ve yargının en önemli odağıdır. Bu protokollerin tamamına ulaşamadım, çünkü bunların çoğu yayınlanmıyor. İlçe düzeyinde de yapılabiliyor; mesela tutukevleriyle, adli bakanlıkla, milli eğitim bakanlığıyla sayısız protokoller yapıldığı söyleniyor. Diyanet otoriter rejimin merkezinde ve kamusal hayatı belirliyor. Bunların başında adli hayat ve milli eğitim hayatı geliyor. 

ÖM: Evet, muazzam da paralar kullanılıyor tabii diyanette filan.

AB: Evet “paralar kullanılıyor” dediniz de iki şeye dikkat çekelim ve programı kapatalım. Ankara’da bir pentagon yapılıyor: “Ay yıldız projesi”. Bütün komutanlıklar, silahlı kuvvetler, genelkurmay, milli savunma bakanlığı bir arazide toplanıyor. Bağlıca -Etimesgut Ay Yıldız projesinin temeli atıldı. Peki bu proje ne kadar bir alan üzerinde yapılıyor?

ÖM: Ne kadar?

AB: 12 milyon 600 yüz bin metrekare. 

ÖM: Tabii hektar olarak tabii tam ölçmek…

AB: Hektar olarak 1260 hektar.

ÖM: 1260 hektar evet.

AB: Hemen yanında MİT Bağlıca kompleksi yapıldı, bitti, MİT oraya geçti. Peki MİT kaç metrekarede? 5 milyon metrekarede. 

ÖM: O daha büyük.

AB: Yok daha küçük. Otoriter rejimin fiziki yapılanması olarak sayabileceğimiz, Beştepe sarayı ile başlayan yapılaşma süreci bakalım nasıl devam edecek? Bu komplekslerin arasında, unutmayalım, Etimesgut havalimanımız bulunuyor. 12 Eylül rejimi milletvekillerine toplu otursunlar diye milletvekili villaları yapmıştı Oran sitesinde. Toplamak kolay olsun diye herhalde. Güvenlik bürokrasisinin rejimle fiziksel olarak da entegre olmasını toplulaşmasını önemli görüyorum. Ölçü hepsinin kocaman olması elbette.. Ancak inşaat sektörü açısından yeni ihaleler de önemli. Yeni inşaatlar bu projelerle ekleniyor. Ay yıldız projeniz hayırlı olsun!

ÖM: Hayırlı olsun evet, peki çok teşekkür ederiz.

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.