"Türkiye, sistematik bir şekilde ağır insan hakları ihlallerinin olduğu bir ülke haline geldi"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

(15 Şubat 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey merhabalar!

Ali Bilge: Merhabalar Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Günaydın, iyi haftalar!

ÖM: Bugün bir ortaya karışık durumumuz olacak ister istemez herhalde, çok sayıda bölük pörçük haberler var, hepsinin arasında ekonomik ve politik haberler arasında bir dolanalım demiştik. 

AB: Evet, ülkenin iyi durumda olmadığını haftalardır beyan ediyoruz, hiç iyi durumda olmadığını gösteren uygulamaları sıralıyoruz. Bugünde benzer bir program olacak. Geçen hafta; “İktidar tüm enerjisini ayakta kalmaya ve iktidar süresini uzatmaya harcıyor. Bu faaliyeti de ülke yönetmek sanıyor” demiştik. İktidar kontrolü kaybedince de bazı şeylere başvuruyor, başvurduklarını artık çok iyi biliyoruz çokça gördük, işte mucizeler vaat ediliyor, vaatler veriliyor, bunlar öne çıkarılıyor. “Yeni” sıfatı hep bir şeylerin önüne ekleniyor, yeni yapısal reformlar, yeni anayasa, yeni ekonomik program gibi. Bunlarla birlikte muhalifler üzerine de baskı artıyor ve türlü manevralar başlıyor. Zaman zaman yönetimdeki bakanlar bürokratlar değiştiriliyor, ekonomi yönetiminde ve Merkez Bankası başkanında olduğu gibi. Tam tersi uygulamalara, politikalara geçiliyor, geçmişteki yanlış ve bedeli olan uygulamaların hiçbir şekilde konuşulması, sorulması istenmiyor. Eksi döviz rezervleri, faiz tabusu hep böyle geçiştirilen hususlar. S-400 meselesi de böyle, bu konuda geçen hafta sarayın iki önemli ismi İbrahim Kalın ve Hulusi Akar birbiriyle çelişik açıklamalar yaptılar, ayrı tellerden çaldılar. Bir taraftan Türkiye müthiş bir kaynak sıkıntısı yaşıyor Türkiye, Merkez Bankası hâlâ eksi döviz rezervlerinde ve kamu bütçesi çok ciddi açıklar veriyor. Sonrasında vergi oranları artıyor, internet üzerine, cep telefonu üzerine, özel iletişim vergisi arttırıldı. Aslında yeni bunlar oluyor. Bu artışla 1-1,5 milyar liralık bir kaynak yaratılmaya çalışıyor. Yani tüketici üzerine, vatandaş üzerine yükleniliyor, Elektrikli otomobile de vergi oranı artırıldı. Mucizelerden biri olan yerli ve milli otomobilin fiyatı da daha üretilmeden artmış oldu, piyasaya çıkarsa eğer fiyatının üzerine binecek olan bu yüksek vergi ile diğerleriyle rekabet edemez durumda. Ama zaten aylardır ortada yok, kanal İstanbul gibi yerli tanklar füzeler pek çok mucize gibi sunulan fakat gerçekleşmeyen takdimler bulunuyor. 

Bunlar yok ama acayip başka uygulamalar devreye girmiş durumda. Hep durmak istediğim bir uygulamadan bahsedeceğim, o uygulamada faizsiz, peşinatsız kredi uygulaması, son birkaç yılda çığ gibi yayılmış vaziyette. 857 firma bu işi yapıyor, bu firmalar insanlara ev ve araba satın almaları için faizsiz ve peşinatsız modeller öneriyorlar. Önce bu uygulamaya girmek için bir katılım ücreti ödeniyor. Kişiler ödeme planına bağlanıyor. İşte, “annenin altın günü misali “ödemeler oluyor. Belirlenen ödeme grubundaki kişiler arasında belirli zaman aralıklarında çekilişler oluyor, çekilişli çekilişsiz, peşinatlı peşinatsız konut ve araba edindirme şirketleri oluşmuş durumda. Bu bir finansman aracı geliştirilmiş, parayı topluyorlar ama bunlar bir esasa bağlanmış finansman şirketleri değil. Gelişi güzel bir şekildeler, para toplama fonksiyonu bulunmayan bir şekilde faaliyet gösteren şirketlerin bir esasa bağlanması ancak şimdi düşünülüyor. Geçen hafta içinde Cumhurbaşkanı; “Lütfü şu işe bir bak, başımıza bir iş gelmesin, (dolandırıcı) Kombassan Çiftlikbank olayı gibi olmasın!” dedi. Bir şeyler biliyordum ama sonra bende baktım daha ayrıntılı nedir bu diye, Lütfü’de bakıyor tabii…

ÖM: Lütfü Elvan’ı kastediyorsunuz değil mi?

AB: Evet yeni ekonomi bakanı, bakınca gördüm ki, bir kara delik daha oluşmuş durumda, bu iş, 1980’lerdeki banker meselesine dönüşebilir kıvama gelmiş. Bu işleri yapan firmalar bir esasa, yasaya, mevzuata bağlanmamış, hiçbir şey belirlenmemiş. Kara düzen gidiyorlar, milyonlarca TL para topluyorlar. Şirketlerden bazılarının üye sayısı 100 binleri bulmuş ve muazzam da şikayetler artmaya başlamış. Ülkeyi kim yönetiyor? Böyle bir uygulama birkaç yıldır devam ediyor, düşünün firmalar akın akın reklam veriyorlar iş raydan çıkmış, maliyeti şu an ne durumda bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı hava limanındaki televizyonda “faizsiz peşinatsız ev araba “reklamını görünce kendisini geçirmeye gelen Hazine bakanına “Lütfü şu işe bir bak!” diyor. Bakanda “pek yakında düzenleyeceğiz efendim” diyor. Ülke bu şekilde yönetiliyor, ciddiyete bakar mısınız? Bana banker skandalını hatırlattı, 1980’lerin başında valiliklere yatırılan üç kuruşluk bir harçla Türkiye’de insanlar banker oldular. Milyarlarca lira vatandaştan çok yüksek faiz verme vadiyle para toplandılar. Sonra dönemin ekonomi bakanı “vatandaş kumar oynamıştır” dedi. Hepsi battı, el konuldu, sonunda yük Hazineye yıkıldı, elbette buharlaşan para, vergi verenler tarafından ödendi. Sarayın uzun süre seyirci kaldığı bu uygulama da banker skandalı dediğimiz olaya benziyor. Gayri ciddi yönetim örneklerinden biri bu.

Bir diğeri haksız fiyat artışı uygulaması. Geçen haftalarda konuştuk, “neden tarım ürünleri fiyatları gıda fiyatları artıyor” diye. 3 hafta önceydi galiba Cumhurbaşkanı kükremişti, esnafa gözdağı vermişti “fiyatları yükseltirseniz hakkınızdan gelirim, mahvederim!” türünden konuşmuştu. Şöyle kontrol, şöyle denetim mekanizmaları işleyecek, vbg konuştu. “Halkımızı esnafa ezdirmeyeceğiz” demişti

Peki vatandaş yüksek fiyat artışından korundu mu, denetimler oldu mu, fiyatlar normal seviyesine mi geldi. Denetim, kontrol mekanizması çalışıyor mu? 3 hafta içinde bir formül bulmuş Ticaret Bakanı. Bakan “fiyat artışının önlenmesi için vatandaşlarımızın devreye girmesi lazım” diyor. HFA (haksız fiyat artışı) uygulamasını hiç duydunuz mu? Bir cep telefonu aplikasyonu, ticaret bakanlığı sitesinden vatandaş bu uygulamayı indirecekmiş, uygulamanın fotoğraf çekme özelliği varmış, vatandaş gıda ve tarım fiyatının fotoğrafını çekip bakanlığa gönderecekmiş. Vatandaş bu işi takip edecekmiş. Vatandaş sorumluluğunu bilecek, fiyatın fotoğrafını çekip bakanlığa gönderecek, fiyatlar seviyesi de bu şekilde düşecek! Vatandaş fiyat polisi olacak! Nasıl ama, ciddi yönetim böyle olsa gerek! Her hafta, her ay bir vaat turu atılıyor, aya çıkılıyor, uzayda liman kuruluyor, müjdeler veriliyor, korku salınıyor. 

Bu ülkede Valiler kanalıyla muhalif partilerin yönetimindeki belediyelerde çalışanlarının işten çıkarılması isteniyor. Gerekçe yok, herhangi bir soruşturma yok, dava yok, herhangi bir şey yok, sadece görüşleri iktidara uygun değil. Bunlarda yaşanıyor. Cumhurbaşkanı kararıyla orman niteliğini kaybetmiş arazilere el konulması, imara açılması imkanı genişletildi

Geçen hafta Cumhurbaşkanı TBMM’de milletvekilleriyle buluştu. Aslında normal, olması gereken bir durum ama haber oldu. Aylardır vekiller, partili Cumhurbaşkanları ile görüşemiyor olmaktan aşırı şikayetçilerdi. Sarayın partisinden seçmeninden ve milletvekilinden koptuğunu gösteren bir durumdur bu.. O kadar şikayetler arttı ki, sonuçta lider vekillerle lütfen görüştü, görüşmek için mecliste kuyruk oldu milletvekilleri, Cumhurbaşkanı ile her biri 1-2 dakika görüşmüş olmalı, ki toplamı 1 saat sürmüş. İşte sadece bu fotoğraf bile, yani milletvekillerinin kuyrukta bekleyerek Erdoğan ile görüşmesi, bu ülkedeki rejimin halini göstermekte. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yasama örgütünü ve iktidar partisini bile ne hale getirdiğini göstermekte. 

Türkiye’de artık sistematik bir şekilde ağır insan hakları ihlallerinin olduğu bir ülke haline geldi.Günlük hale geldi, gözaltına alınmak, tutuklanmak, saldırıya uğramak, saldırıya uğrandığında yapanların salıverilmesi normal uygulamalar oldu. Gelecek Partisi genel başkan yardımcısı Selçuk Özdağ saldırıya uğradı gazeteciler saldırıya uğradı, hepsi serbest bırakıldı. Faillerinin serbest bırakılması rutin bir uygulama haline geldi. Mafya liderlerinin siyasileri hedef alan beyanatlarda bulunması sıradan gelişmeler oldu. 

Toplantı ve gösteri faaliyetinde bulunmak terörist faaliyet olarak algılanıyor. Muhalifsen teröristsin!Eskiden insanlara, bilgisayar, internet, dil öğrenimi, müzik eğitimi gibi sosyal, kültürel sanatsal ve beşeri alanlarda gelişmeleri için kurslar ve seminerler verilirken, günümüzde ‘tutuklandığınızda ve gözaltına alındığınızda neler yapacaksınız nelere dikkat etmelisiniz’ gibi kurslar verilmeye başlandı. Uluslararası mahkeme ve AYM kararlarına zaten uyulmuyor, ağır insan hakları ihlalleri içerisinde yaşıyoruz. Yaşanan ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle, ağır insan hakları ihlallerine karşı ABD tarafından Global Magnitsky yaptırımlarının gündeme getirilmesi öneriliyor. Magnitsky yasası isimli ABD’nin Rusya’ya uyguladığı bir yaptırım modeli var. 2016'da ABD kongresinde kabul edilmişti. Bu yasa ile insan hakları ihlali ve yolsuzluk nedeniyle ABD’nin kişi ve kuruluşlara yaptırım uygulamasına imkan veriyor. Yasa ismini Rusya'da yolsuzlukları ortaya çıkaran, sonrasında hapiste şüpheli bir biçimde ölen vergi denetmeni Sergei Magnitsky'den alıyor. ABD ‘de Biden yönetimine Kongre üyeleri bunların uygulanmasını öneriyor artık Türkiye’ye. Türkiye ağır insan hakları ihlallerinde artık kategorik olarak küçük Rusya oluyor. Rusya, Türkiye ve Çin’le birlikte üçlü bir algı var. Özellikle ABD ve batı ülkelerinde. Yani ‘küçük Amerika’ olacağız derken insan hakları ihlallerinde ‘küçük Rusya’ olduk. 

Bir yandan gök kubbede bunlar olurken ABD’yle olan ilişkilerdeki belirsizlik ve ilişkilerin nasıl evirileceği merakla bekleniyor. 25 Şubat’ta bildiğim kadarıyla NATO zirvesi yapılacak ve ilk defa Erdoğan ve Biden orada karşı karşıya gelecekler. Blinken’le Çavuşoğlu görüşmesinin bugün olacağı söyleniyor. Hatırlayın Obama ilk ziyareti Türkiye’ye yapmıştı Mısır’la birlikte ve TBMM’de konuşmuştu. Yani ABD ile ilişkilerde nereden nereye geldiğimizi görüyoruz. 

ÖM: Evet.

AB: Biden’ın Erdoğan’la şu ana kadar bir teması olmadı, görüşmesi olmadı, Erdoğan’ın gecikmeli tebrikine henüz bir yanıt bile vermedi. Bir de Netanyahu ile görüşmemiş bildiğim kadarıyla Biden, onunla da problemleri var. Obama Türkiye’ye gelip parlamentoda konuştu, Trump’la zaten ballı lokma tatlısı olunmuştu, seçimine bile destek verilmişti, seçimi kazandıktan sonra Trump oğlunu Türkiye’ye göndermişti, ava göndermişti. Zaten Trump, Türkiye’de yatırımı olan il Amerikan Başkanıydı. Biden’da hiçbir ses yok. Aradaki farkı anlamak lazım, bize sunulanın çok ötesinde ilişkilerin gergin olduğu anlaşılıyor. Türkiye yakın bir gelecekte bir tercih yapmaya zorlanacak, Türkiye arafta bir ülke, ABD ve Batı ile olan ilişkiler bakımından uçurumun kıyısında bir ülke pozisyonunda.

Tüm bunlar olurken Türkiye’deki muhalefet dış politikada dörtlü tavırda bulunma alışkanlığını devam ettiriyor. ABD’nden gelen açıklamalar, senatörlerin bildirisi üzerine 4 parti yine bir araya geliyor, karşı açıklamada bulunuyor. 4’lü muhalefet, 4’lü tavır alma meselesini çokça konuştuk malum. Bu tavır, muhalefet etme tekniği açısından doğru bir tavır değil ve muhalefet algısını da çok olumsuz etkiliyor. Dış politika tavrında özgünlüğünü ortaya koyamayan bir muhalefet var. Soruyoruz muhalefete iktidar olduğunuzda Suriye politikanız ne olacak? Irak, Libya, Doğu Akdeniz nasıl politikalar takip edeceksiniz? Bunları deklare edin, etmesi gerekiyor ama bakıyoruz ki muhalefet, dış politikada iktidarı takip eden bir zihniyette inatla devam ediyor. 4’lü tavır ve karar almayı dokunulmazlıkların kaldırılmasından bu yana devam ettiriyor. Defalarca üstünde durduk dörtlü karar alma tekniği muhalefeti eksiltiyor. 

Hafta sonunda yaşadığımız bir diğer gelişme var ekonomiyle ilgili. Türkiye Varlık Fonu’na benzer bir operasyon yapıldı, Botaş ve TPAO’ya bağlı ortaklıklar üzerinden yeni şirketler kuruldu. Nedir bu iş diye bunu o anlamaya çalıştık. Açıkçası tek bir kararnameyle Türkiye’nin kamusal varlıklarına istedikleri gibi yön verebiliyorlar. Bunlar yasama örgütünde görüşülmüyor, kamuoyunda açık bir şekilde cereyan etmiyor. Türkiye’nin yıllar boyunca biriktirdiği varlıklar bunlar, nasıl Varlık Fonu’ndan haberdar olmadığımız gibi buda aynı şekilde. Biliyorsunuz geçtiğimiz haftalarda Varlık Fonu’na ilişkin bir görüşeme zaptı meclis tutanaklarından silindi. Artık bu hallere gelmiş durumdayız. Kamusal varlıklar üzerinden yeni şirketlerin kurulması, yeni yapılanmanın varlıkların herhangi bir yasaya, denetime bağlı olmaksızın sadece tek kişinin direktiflerine göre çalışmasının yeni bir örneği ile karşı karşıyayız. Böylece yeni şirketler normal yasal süreçlerden çıkarılmış oluyor, Varlık Fonu şirketlerinde, Varlık Fonu uygulamasında olduğu gibi. Varlık Fonu kaç yıldır var? Ne yaptı bugüne kadar? Bunlar meclis denetiminden Sayıştay denetiminden çıkarıldı, bütçe dışına çıkarıldı. Peki bu varlıklar gelişip serpildi mi? Dışarıdan kaynak buldu mu? Hayır! Sarayın söylediği gibi bir fayda olmadı. Olmadı varlıklar eksildi, çürüyor. Borç mu buldu? Sermaye mi getirdi? Hayır. Çünkü Türkiye’ye ilgi yok. 

Türkiye Varlık Fonu diğer otoriter ülke varlık fonlarında görüldüğü gibi rezerv bir madene, petrole, doğalgaza, akar bir varlığa bağlı değil Türkiye’nin bizzati kamusal mallarına, varlıklarına dayalı. Onların da bilançoları iyi değil. Özellikle kamu bankalarındaki tahribatı doğru dürüst bilmiyoruz. Son 3 yılda Merkez Bankası, kamu bankaları aracılığıyla döviz kurunu düşük tutmak için, faiz/kur meselesini kast ediyorum, Cumhurbaşkanı’nın “enflasyonun sebebi faizdir” takıntısı üzerine kurulan modelde döviz rezervlerin nasıl eritildiğini biliyoruz. Ayrıca varlık fonuna bağlı bankalar üzerinden verilen krediler kamuoyu önünde tartışılmıyor, görüşülmüyor, bilmiyoruz, yasama devreden çıkmış durumda. Türkiye de bu haliyle Türkiye’yi eksi döviz rezervlerinde bir ülkeye doğrudan yabancı sermaye gelmiyor. Yani “babayiğit sermaye arıyorum” diyordu Cumhurbaşkanı, babayiğit sermayenin yerlisi de yabancısı da şu anda perişan, Türkiye’ye en son gelmeyi düşünen yabancı sermaye Volkswagen’di, o da gelmedi. Yatırım koşulları uygun olmadığından Türkiye’nin hukuk düzenine güvenilmediğinden gelmiyorlar. Türkiye’nin seçme lüksü yok, yabancı sermayeye çok ihtiyacı var, kendi kaynakları bitti, aşısını bile çözememiş bir ülke durumunda

Diyelim ki doğalgaz araştıracaksınız, tamam mucize gerçekleşti bulundu doğalgaz! Türkiye’nin çıkışı doğalgazla olacak filan. Peki bunlar için kaynak lazım, araştırma gemisini bile kiralıyorsunuz, yabancı uzaman çalıştırmak zorundasınız. Türkiye’nin tarzı idaresi kapalı bir şekilde işliyor, otoriter rejime uygun bir şekilde karar mekanizması çalışıyor, o da iyi çalışmıyor. Bir gece ansızın toplumun önüne getiriliyor. Bilgi edinimi gerçekten sınırlı, bu konuların içlerine girilemiyor, milletvekilleri de giremiyor, basın da giremiyor, medya soru soramıyor, soru önergesi, meclis araştırması, vb. kavramlar, enstrümanlar da değerini yitirmiş bir durumda. Bunlara yanıt bile verilemiyor büyük çoğunluğuna. 

ÖM: Ben de bir iki şey ilave etmek istiyorum izninizle. Bu NATO’nun toplantısı önemli bir toplantısı 25 Şubat dediniz değil mi?

AB: Öyle biliyorum.

ÖM: Ondan önce de bu 23 Şubat tarihine kadar AB ülkelerinden 27’sinin ayrıca da Norveç, Rusya, İsviçre, İngiltere, Ukrayna ve Türkiye’nin de açılmış olan bir davaya cevap vermeleri gerekiyor en geç 23 Şubat’a kadar önümüzdeki haftaya ve ciddi bir dava var AİHM önünde. O da Portekizli genç aktivistlerin açtığı ama çok büyük bir dava haline geldi, yani ülkelerin özellikle Türkiye şimdi ABD’nin Paris anlaşması bünyesine dönmesiyle birlikte Türkiye dünyada toplam 6 ülkeden biri Paris anlaşmasının şartlarını yerine getirmeyen, daha doğrusu ona taraf olmayan, meclisinden geçirmeyen. Şimdi cevap vermek zorunda yani hem ticaret hem ormansızlaştırma hem de bu hafriyat madencilik endüstrisiyle ve biraz önce de sözünü ettiğimiz doğalgaz ki en temiz enerji gibi geçiyor ama aslında tam tersine küresel iklim değişikliğinin en büyük sebeplerinden biri olan fosil yakıtlardan biri. Doğalgaz için de yatırımların arttırılması filan söz konusu. Bu durumda hiçbir ses seda çıkmıyor iklim zirvesi de Glasgow’da Kasım ayında yapılacak. Tek kelime söylenmiyor iklim meselesiyle ilgili ama bakalım AİHM’de aleyhte bir karar çıkarsa ki “gençlerin hayatını karartıyor” diye bir iddia var, yani üçüncü maddesi, en önemli maddelerinden birisi AİHS’nin 3. Maddesinde insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye maruz kalmamak. Bu en büyük suçlarından bir tanesi ve gençler diyorlar ki “bizim geleceğimizi aşağılayıcı muamele yapıyorsunuz. İnsanlık dışı bir duruma sokuyorsunuz” diye. Bakalım ilginç bir noktaya doğru gidiyor, aynı anda da Avrupa’da hava limanı raporunda 2020’de en yoğun trafik İstanbul havalimanında kaydedilmiş, o da tabii büyük ölçüde iklime büyük zarar veren bir şey. Son olarak da sizin sözünü ettiğiniz Cumhurbaşkanı’nın kararıyla 11,7 milyar TL’lik dev sermayesi bir tanesi 3 yeni şirket kurulup hiçbirinin denetimine de başka yetkinin süper, denetimin hiç olmadığı bir durumdan bahsediyor Mustafa Çakır’ın haberi Cumhuriyet gazetesinde. Dev sermayeli 3 yeni şirket de birçok yasadan muaf olacak ama küresel ısıtma konusunda müthiş bir ek faaliyet gösterecekleri anlaşılıyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. 

AB: İklim meselesi iktidarın umurunda değil. Uluslararası mahkeme kararlarına da uyulmuyor, ortada böyle bir durum var. Türkiye Batı dünyası ile ilişkileri çok sorunlu. Önümüzdeki aylarda bu pozisyonunun nasıl şekilleneceğini göreceğiz.

Hafta sonuna öne çıkan konu pençe kartal harekatı ve rehin alınan vatandaşların öldürülmesi, biraz da bu önemli konuya değinelim Önemli büyük bir askeri operasyon oluyor, bu operasyondan ne kamuoyunun, meclisin haberi yok. Çok önceleri PKK tarafından 2015 ve öncesinden bu yana rehin/esir alınan güvenlik güçleri, asker, polis ve kamu görevlisi olduğu söylenen kişiler bulunuyor. Yıllardır bu insanlar PKK’nın elinde bulunuyor. “Bu insanlar bugüne kadar niye kurtarılmadı?” sorusu hiç sorulmuyor, daha önce örneklerini yaşadığımız, görüşmeler yoluyla esir/ rehineler için neden girişimde bulunulmadı sorusu sorulmuyor! Harekat nasıl gerçekleşti bilgi yok, bu esirler nasıl öldürüldü, muhalefetin herhangi bir kimsenin bilgisi yok. Bu büyük bir ihtimalle müjdelerin bir tanesi de bu olacaktı. Erdoğan “Çarşamba’ya müjde vereceğim!” diyordu. Yıllardır memlekette müjdelerin önemli bir kısmı hep PKK üzerinden verilir. “Apo’nun kellesini getirin “hikayesi taa Özal’dan beri, Tansu Çiller’den beri devam etti, sonunda Öcalan Ecevit’e teslim edildi, o da “niye teslim ettiler anlayamadım?” dedi. Ne söylüyorlardı son aylarda “PKK bitirildi, 150 kişi kaldı, en fazla 15 kişi kaldı, kamplar sayısız vuruldu.” 

Bu harekat ve esir/rehinelerin katledilmesinde açıklanmaya muhtaç çok husus bulunuyor. Bu gelişmeler nedeniyle 6 milyon seçmenin oy verdiği zaten yıllardır muazzam baskı altında olan HDP ‘ye ilave baskıların geleceği, öldürülen insanlar ve operasyonun baskıyı artırmak için kullanılacağı görülüyor. Olayın muhatabı olarak sürekli bürokrat bakanlar olduğunu görüyoruz. Siyasi muhatabı ortalıkta yok. Çok karışık açıklanmaya muhtaç bir durumla karşıyayız. Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı Kuzey Irak yönetimini ziyaret etti. Bu ziyaretlerin bununla ilgisi de önemli. 

Ayrıca dikkat çeken bir hususta, yeni ABD yönetimin Suriye demokratik güçleri ile temasları. Joe Biden Erdoğan’ı aramıyor ama annesi vefat eden Suriye Demokratik Güçleri (YPG) Komutanı Mazlum Kobani’yi 10 gün önce telefonla arayıp başsağlığı diliyor. Bütün bunlar 25 Şubat NATO zirvesi öncesinde oluyor, bu arada ABD’nin bölgede havaalanı inşaatına başladığını öğreniyoruz. ABD tercihini açıkça söylüyor, “bölgede Suriye Demokratik Güçleri ile işbirliği içindeyim ve sana değil bunlara güveniyorum” diyor. “Senin terörist dediğinle işbirliği içinde olacağım” diyor. Masaya gelmek için önce “S400’den vazgeç, bu meseleyi çöz, sonra masaya otururum” diyor.

Ülkenin meseleleri çözülmüyor, hem iç hem de dış sarpa sarmış durumda. Fahiş fiyatlarla mücadele için vatandaşa uygulama indirmesini önereceksin, almış başını yürümüş yasal olmayan korsan bir para toplama uygulamasına ayak üstü “önlem al Lütfü!” diyerek yaklaşacaksın. Memleketin idare ediliş tarzı böyle maalesef. Diğer taraftan aslı astarı olmayan işte müjdeler, boş vaatler. “Karayılan’ı getireceğiz, Apo’yu getireceğiz!” idam istekleri. Yok kurucu yeni anayasa gerekiyormuş. Dibe vurmuş bir ülke Türkiye, ekonomik ve siyasal anlamda kıvranan bir ülke haline geldi. Toplumdaki kutuplaşma artık sınırlarını zorluyor. Otoriter saray iktidarında muazzam bir gayri ciddilik hakim çünkü keyfiyete tâbi bir rejim halindeyiz.

Muhalefet üzerindeki baskı artmaya devam ediyor. Esir / rehin alınan vatandaşların öldürülmesi sonucunda 6 milyon oy almış partinin daha fazla üzerine gidileceği anlaşılıyor. Her gün, sanki hava durumu raporu gibi HDP’de şu kadar kişi gözaltına alındı, tutuklandı haberleri duymakla güne başlıyoruz. Açıklama, bildiri, toplantı gözaltı ve tutuklamaları ile günü sonlandırıyoruz. Her türlü hürriyetin baskı altına alındığı bir toplum haline geldik. 

Önümüzdeki günlerde muhtemelen bütün bu meseleler dış ilişkilerle bağlantılı olarak şekillenecek, ülkenin araftaki durumu ülkenin rotasını nereye yöneleceğini analiz etmeye çalışacağız. 

ÖM: Konuşmaya devam edeceğiz. Süreyi de bitiriyoruz.

AB: Bu arada yine bir Açık Radyo muhabirliği yaptım. Gelecek Partisi’nin temiz siyaset belgesi toplantısını sizlerin adına izledim. Sonraki programlarda bakmamız lazım. 

ÖM: Evet bir değerlendirmeyi yaparız, şimdi maalesef süreyi bitirdik ama ilginç muhabirliğe devam. Bunu internet sitesine de ayrıca koyabiliriz gelişmeleri o konudaki.

AB: Evet evet. İyi yayınlar.

ÖM: Peki çok teşekkür ederiz.

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.