Türkiye çok önemli bir eşikte: Hukuk kırıntıları ile hak ve adalet arayışı içindeyiz

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik'te Ali Bilge, gündeme ilişkin görüşlerini paylaştı. 

(27 Nisan 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhaba.

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş.

Özdeş Özbay: Günaydın.

AB: Günaydın, iyi yayınlar herkese.

ÖM: Bugün gene her zaman olduğu gibi Pazartesi’leri oldukça yoğun bir Türkiye ve dünya gündemi var ama öncelikle bu en büyük adalet ve eşitlik sorununu tartışalım biraz yaratan infaz yasası meselesi. İsterseniz onunla başlayalım.

AB: Evet. İnfaz yasası ile ilgili düzenlemeler TBMM'de kabul edildi. Parlamento da yasasın kabul edilmesinden sonra, 45 gün boyunca kapandı. İnfaz düzenlemesi kamu vicdanını çok inciten bir düzenleme oldu, toplumsal bir yara halinde. TBMM’de kabul edilen yasanın pek çok maddesi de anayasaya aykırı bulunuyor, Anayasa ile uyuşmaz yönleri CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşındı, başvuru yapıldı. İnfaz yasası değişiklikleri Anayasaya ve temel yasalara aykırı bulunduğu gibi aynı zamanda uluslararası yasalara da aykırı bir düzenleme olarak da kabul ediliyor. Demokratik hukuk devleti olan bir ülkede olmaması gereken düzenleme olarak karşımıza çıkıyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararı bu açıdan önemli. Son yıllarda yaşadığımız rejim değişiklikleriyle demokratik hukuk devleti olma özelliğini yitirmiş adeta bir istibdada dönüşmüş ülkedeyiz. AYM’nin bu yasa için alacağı karar, ileriye dönük demokrasi ve hukuk devleti alanında bir beklenti oluşturmuş durumda. Anayasa Mahkemesi’nin bu yasayı ele alış biçimi ve karara bağlaması son derece önemli bir eşik. 

Gezi’den bu yana aşamalarla, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gelen OHAL ve sonrasında Anayasal rejim değişikliğiyle birlikte bir hürriyetsizlik içerisinde yaşamaktayız. Yeni rejimle birlikte iktidar, yeni suç türlerini devreye sokmaya başladı. Yeni düşünce suçlarımız oldu, demokratik hukuk devleti uygulamalarının hâkim olduğu, demokrasinin hakim olduğu bir ülkede düşünce suçu diye bir durum söz konusu değildir, düşüncenin suç olmasının bir karşılığı yoktur. 

Otoriter rejime doğru ilerlerken ve geçtikten sonra memlekette yeni ve çeşitli düşünce ve terör suçları yaratıldı, düşünce ile terör arasında zorlayıcı bağlantılar kuruldu. Bu nedenle son yıllarda gazetecilerin, düşünen insanların, kanaat önderlerinin tutuklamalarına, siyasetçilerin hüküm giymelerine tanık olduk. 

Tutuklamalar ve yargılamaların artması hapishanelerdeki kompozisyonu da etkiledi, yaratılan yeni suçlarla bir tutuklu haznesi geliştirildi. Normal bir ülkede olsa tutuksuz olarak yargılanması gereken insanlar tutuklu olarak yargılanmaya başladı, yargılanmaya da devam ediyorlar. Hapishanelerde çok ciddi bir hacim artışına neden oldu. Türkiye hapishanelerinde bulunan insan sayısı 300 binlere ulaştı, bu sayıyla Türkiye Avrupa birincisi, dünya sıralamasında da onuncu. Hapishane mevcudiyetinin yüzde 30’u tutuklu pozisyonunda biraz önce bahsettiğim kapsam dahilinde, normal bir ülkede tutuksuz yargılanması ya da hiç yargılanması gerekmeyen insanlar.

Salgınlarda hapishaneler öne çıkan mekanlardır. Korunmasız yerlerdir. Bu tür salgınlarda devletlerin düzenleme yapması gereken alanlardandır. Çünkü orada insanlar kendi iradeleriyle durmuyorlar. Dolayısıyla salgınlarda devletlerin hapishanelere bazı tedbirler alması ve düzenlemeler yapması gerekiyor. Ayrıca, bu mekanların zaten yetersizlikleri bilinmektedir, yaşam koşulları ve beslenme koşullarının yetersizliği hep konuşulur, 30 kişilik koğuşlarda 60 kişi kalması gibi nedenlerden dolayı salgının yayılmasına elverişli ortamlar olarak nitelendirilir. Bu yüzden pek çok ülke, hapishanelere ilişkin tedbirler aldı. 

Bu tedbirler alınma şekli infaz yasası düzenlemeleri ile yapılıyor. Ceza indirimleri ve cezalarda bazı hususlar gözetilerek salıverilme imkanları gündeme getiriliyor. Türkiye’de de yapılan düzenlemenin amacı sözde buydu. Ancak yasa, Covid19 gözetilerek değil, iktidarın, yeni yaratılan düşünce suçlarıyla kendisine muhalefet edenleri kapsama dahil etmemesi ile yapıldı. Türkiye toplumunu, toplum vicdanını yaralayan bir düzenleme oldu.

Yasa; yargılanması gerekmediği halde yargılanan, üstelikte tutuklu yargılananlardan daha çok, bizatihi suçluların ve ağırlıklı olarak hükümlülerin salıverilmesini sağladı. Mafya çete reisleri, uyuşturucu ticareti yapanlar, şiddet eylemcileri, kadına şiddet, taciz gibi suçlardan hapishanelerde olanlar kapsama dahil oldu. Bu bağlamda da sanıyorum 90 bin kişi salıverildi. Yasada ayrıca cezalarındaki infaz tedbirleri ve karar mekanizmaları yeniden organize edildi. Hakimlerin karar verdiği ceza indirim süreçlerine başsavcılığın karar vermesi gibi pek çok husus eklendi. 

Bu yasanın, pek çok yönüyle mevcut anayasaya, yani 2018’den beri devam eden mevcut otoriter rejimi inşa eden anayasaya bile aykırı olduğu ortaya konuyor. Sözde infaz düzenlemesi olan bu yasa aslında belli suçlara, belli kesimlere bir af yasası haline dönüşmüş durumda. Adı af değil ama içeriği af yasası, tespit edilen önemli bir husus bu. Mevcut anayasa, af yasasının kabulü için TBMM 3/5 çoğunluğu gerekli kılıyor. Ancak yasa bu çoğunlukla kabul edilmedi. Yasa, bu nedenle şekil yönüyle anayasaya aykırı bulunuyor. Ayrıca anayasaya en önemli aykırılık, tutuklu ve yükümlü ayrımı yapılması olarak belirtiliyor. Yasa, eşitliği gözetmemesi, ayrımcılığa yol açması nedeniyle eleştiriliyor, anayasaya aykırı bulunuyor. 

Pandemi nedeniyle çıkarılan bu yasa, rejimin niteliğini göstermesi bakımından önemli bir yasa, otoriter rejim muhaliflerinin hapishanelerde kalmasını itiyor, muhaliflerin pandemiden etkilenmesi iktidarı ilgilendirmiyor. Zaten bu insanlar otoriter rejimin tarafından yaratılan, terör suçları nedeniyle hapishanelerde bulunuyor. İstibdat rejimlerinde rastlanan bir durum, demokratik rejimlerde rastlanmayan bir durum. 

Saygın hukukçularımızın Rıza Türmen’in, İbrahim Kabaoğlu’nun, Köksal Bayraktar gibi hukukçuların işaret ettiği gibi uluslararası sözleşmelere, kurallara, anayasaya aykırı bir düzenleme yapıldı. TBMM’nin kabul ettiği bu kanunu Anayasa Mahkemesi’nin öncelikle gündeme alması gerekiyor,- ki gündeme alması meselesi de önemli. Çünkü örneklerini yaşadık, Anayasa Mahkemesi üzerine yapılan kuşatma ile bazı durumlarda yapılan itirazları gündeme almamayı uygun gördü. Bu nedenle birinci aşama yüksek mahkemenin başvuruyu gündemine almasıdır, - ki almaması için hiçbir sebep yok çünkü mevcut haliyle anayasaya aykırı olduğu çok açık. 

Türkiye çok önemli bir eşikte bulunuyor, serçe kırıntıları haline gelen hukuk kırıntıları ile hak ve adalet arayışı içindeyiz. Hukuk devleti olmaktan çıkan bir ülkede, yüksek yargının hiçe sayıldığı ve tek adama göre şekillendiği bir ülkede, Anayasa Mahkemesi’nin infaz-af yasasına ilişkin vereceği karar, demokratik hukuk devleti özlemleri içinde olan toplumumuzda önemli bir beklentiye yol açıyor. Beklenti gerçekçi midir, değil midir, o ayrı bir konu ama durum budur.

ÖM: Ben de ufak bir ilavede bulunayım. Biraz önce sözünü ettiniz zaten çok sayıda önde gelen hukukçu ve bu işlerle ilgilenen uzman diyebileceğimiz kişilerin de yazılarına sık sık rastlanıyor. Yani AİHM’nin eski yargıcı Rıza Türmen 25 Nisan tarihli T24’deki yazısında CHP’nin yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunu söyledikten sonra bazı önemli hususları altını çizmiş. “Yasanın amacı gerekçede belirtilmiyor ama ceza evlerini boşaltmak iktidar partisi sözcülerinin konuşmalarından anlaşılıyor amacın böyle olduğu. Türkiye’deki ceza evlerinde sizin de söylediğiniz gibi yaklaşık 300 bin yükümlü ve tutuklu var, %70’i yükümlü %30’u tutuklu. Yani her şeyden önce bu aşırı doluluğun nedenlerine eğilmek gerekiyor. Yani geçici bir önlem olmaktan öteye geçemez, zaten kısa sürede aynı doluluğa ulaşır ceza evleri. Daha şimdiden infaz yasasıyla salıverilenlerin yeniden suç işleyerek ceza evlerine döndüğünü görüyoruz ki biz de bunu Özdeş’le beraber bu konunun üzerinde durmuştuk. Sorunun tutuklular bakımından ayrı bir önem taşıdığını yani 90 bin tutuklunun hukuk devletiyle çok bağdaşıp bağdaşmadığını sorgulamak önemli. Bu bir infaz yasası, infazda suç değil suçlu esas alınır, örneğin suçlunun iyi hali nedeniyle ceza indirimine gidilir. Oysa infaz yasasında suç esas alınmıştır. Bence bu son derece önemli bir nokta, suça göre gruplandırma yapılarak cezalarda indirim ve tahliyeler gerçekleştirilmiş, gruplandırma yanlış, o zaman eşitsizlik ve ayrımcılığa kapı açılmış. Yani af yasası olduğu şekil bakımından ve anayasanın 87.maddesi gereğince 3/5 çoğunlukla kabul edilmediği için iptal edebilir bir kere Anayasa Mahkemesi” diyor sizin de söylediğiniz gibi. “Ayrıca anayasanın 10.maddesindeki eşitlik ve 2.maddesindeki hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu için de iptal edebilir en temel insan haklarından biri eşitlik zaten bütün uluslararası evrensel belgelerde olduğu gibi. Bir de tutukluluğun özellikle geçici 9.maddenin 5.fıkrasında açıkça kaygı ifade edilmiş; koronavirüsün doğurduğu sağlık sorunları, böyle bir sağlık riski hükümlü bile olmayan tutuklular için de geçerli değil mi? Bu nedenle tutukluların yasa kapsamına alınarak öncelikle serbest bırakılmaları gerekirdi” diye son derece hem hukuk hem de evrensel mantık açısından, normlar açısından net bir şey söylemiş. Bir de şunu söylüyor “yasanın geçici 9.maddesi 5.fıkrası hükümlüler açısından da ayrımcılığa yol açıyor, yani Covid-19 salgın hastalığın ülkemizde görülmüş olması sebebiyle açık ceza infaz kurumunda bulunan kişiler ya da hak kazananlar denetimli serbestlikten yararlanıyorlar. 3 kez de uzatılabiliyor adalet bakanlığı tarafından. Oysa bu madde kapsamına girmeyen hükümlüler ise koronavirüse yakalanarak ölmekte serbestler” diye bir değerlendirme yapmış. Sonuç olarak Milli İstihbarat Kanunu kapsamına giren suçlarda, terörle mücadelede, koşullu salıverilme oranı değiştirilmemiş. Yani 2/3 oranında ceza infaz süresi aranırken koşullu salıvermede yeni yasada bu %50 oranında indirilmiş ama terörle mücadele dedikleri ve Milli İstihbarat Kanunu kapsamına giren suçlarda 2/3 olarak kalmış, bu da büyük bir eşitsizlik. Yani sonuç olarak diyor ki aynı miktar cezayı alan 2 hükümlüden 1’i suçunun türü nedeniyle infaz yasasındaki koşullu salıverme ve denetimli serbestlik gibi değişikliklerden yararlanıp tahliye olurken başka bir gruptaki hükümlü cezasını çekmeye devam edecek, bu da hem anayasanın 10.maddesindeki eşitlik ilkesine, 2.maddesindeki hukuk devleti ilkesine, AİHM sözleşmesinin 14.maddesindeki ayrımcılığa aykırıdır. Makul gerekçesi de yoktur, iptal etmesi gerekir Anayasa Mahkemesi’nin” diyor. “Ayrımcılığa, adaletsizliğe son vermek ve hukuk devletinin hâlâ var olduğunu göstermek bakımından önem taşıyacak” diye bitiriyor. Önemli bir yazı, bunu internet sitesinde de yayınlayacağız.

AB: Anayasa Mahkemesi’nin infaz-af yasasını inceleyip aykırılığı gören bir kararı vermesi, Türkiye’nin demokrasiye yeniden kavuşma mücadelesi açısından çok önemli bir gösterge olacaktır. Dünya çapında bir salgında hapishaneler için yapılan infaz-af düzenlemesi, rejimin niteliğini doğruladı, AYM kararı da rejimin daha nereye evirileceğini göstermesi açısından çok önemli. AYM kararı önümüzdeki döneminin nasıl gelişeceğine ilişkin fikir verecek. 

Tek adama dayalı otoriter rejim muhaliflerinin hapishanelerde Covid19’la karşılaşmasını problem etmiyor. Anayasa Mahkemesi ciddi bir karar eşiğinde. 

Ayrıca, Covid-19 salgınının hapishanelerde nasıl seyrettiğine dair doğru dürüst bilgimiz yok, şu ana kadar 17 vakadan söz ediliyor ama hapishanelerin durumu, hapishanelerden salıverilenlerin Covid-19’la ilgili durumları hakkında da bilgi sahibi değiliz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin 58. kuruluş yıldönümü nedeniyle bir mesaj yayınlamış; “Bundan önce olduğu gibi 2023 hedeflerimize yürüyüşümüzde Anayasa Mahkemesi’nin ülkemizin ve milletimizin ufkunu genişleten bir misyonla hareket edeceğine inanıyorum” diyor. Son olarak bu mesaja ve bu cümleye dikkat çekelim ve birazda Covid-19 nedeniyle yaşanan ekonomik meselelere değinelim.

ÖM: Evet lütfen.

AB: Pandemi ve yoksulluk -açlık ilişkisine değinmek istiyorum. Salgın nedeniyle işsizlik korkunç boyutlarda. İşsiz insan bir süre sonra yoksullaşıyor, kategori değişiyor, yoksullar açlık sınırına geliyor, açlık sınırındakiler bir süre sonra açlığa geçiyor. Birleşmiş Milletler Program Direktörü David Beasley, “Bugün Covid-19 yüzünden sadece küresel bir sağlık pandemisi değil ayrıca küresel bir “açlık salgınıyla” karşı karşıyayız” değerlendirmesinde bulundu. Küresel ateşkes çağrısında bulunan Beasley, “821 milyon kişi her gece yatağa aç giriyor ve kronik açlık çekiyor” dedi. BM’nin yan örgütü Dünya Gıda Programı (WFP) “Dünyayı Eski Ahit’te yazılan türden bir kıtlık bekliyor” uyarısında bulundu. Covid-19 pandemisi gıda kıtlığını iyice artıracağı ifade edildi. 2020’de 265 milyon insanın açlık sınırında yaşayacağı belirtildi. Bu rakam 2019’da 135 milyonmuş 

İklim değişmeleri, çekirge istilaları, tarıma verilen zararlarla birlikte ve Covid-19’un büyüttüğü ekonomik buhran inanılmaz boyutlara yükseliyor. İşsizlik, yoksulluk ve açlıkla birlikte ilerliyor. 

ÖÖ: Sanırım bu eklemelerin ciddi bir kısmı artık zengin kuzey ülkelerinden gelecek gibi duruyor. Mesela Amerika’da ilk kez bir dizi belediye gıda yardımı yapmaya başladı yoksul mahallelere. İngiltere’de zaten ‘food banks’ denilen gıda bankaları var, bunlara destek açıklamak durumunda kalmıştı hükümet.

ÖM: Buna karşılık bir de ILO’nun yani Dünya Çalışma Örgütü’nün biraz önce Selim Badur’la da konuştuk o söyledi, 2 milyar kişinin yaklaşık, yani dünyanın çalışan nüfusun neredeyse yarısının aslında açlık tehlikesi içinde olduğunu “Afrika’da %85, Asya’da da %62” dedi yanılmıyorsam. Yani böyle bir açıklama da var, durum fevkalade kaygı verici yani. 

ÖÖ: Bu sigortasız işlerde çalışanların oranı. Tabii bunlar aynı zamanda güvencesiz oldukları için açlık riskine de en açık kesim.

ÖM: Maruzlar evet.

AB: Dünya Bankası’nın yoksulluk tanımına göre yoksullar günde 1,25 doların altında geliri olanlardır. 

ÖM: Yayını biz alamıyoruz. ILO’nun 2 milyara yakın dünya nüfusunda insanların güvencesiz çalıştığını, bunun Afrika’da %85, Asya’da da %62 olduğundan bahsediyorduk. Yayında bir sorun var sanıyorum o yüzden Ali Bilge’yi duyamıyoruz.

ÖÖ: Şu anda yeniden bağlamaya çalışıyor Robi. Biz devam edelim, bağlandığında duyarız herhalde Ali beyi.

ÖM: Nedir durum? Bizim üzerinde duracağımız en önemli konulardan bir tanesi de 

AB: Beni duyuyor musunuz?

ÖM: Şimdi duyabiliyoruz, bir kesinti oldu Ali Bey. Son birkaç cümlenizi de rica edersek.

AB: İşsizlik, yoksulluk ve açlıkla ilgili Türkiye’deki duruma geçiş yapmak istiyordum, ancak vakit kalmadı. Türkiye’de de orta sınıf yoksulluğa ve yoksullarda açlık sınırına ve açlığa geçiş yaptığını söylemek pekâlâ mümkün. Türkiye de yaşanan ekonomik buhran bu sınırları zorluyor. 

Son olarak şunu ekleyelim, koronavirüs salgını süresinde ABD’de bazı insanlarının servetleri toplam 282 milyar dolar artmış, şirketlerinin toplam değeri 3,2 trilyon dolara ulaşmış.

ABD’de dolar milyarderleri Covid-19 günlerinde servetlerini ortalama yüzde 10 oranında artırırken, ülkede 26 milyondan fazla kişide işini kaybederek işsizlik fonuna başvurmuş durumda. Bunun da altını çizerek programı kapayalım isterseniz. Kesilmelerle biraz kayıplarımız oldu ama süreyi doldurduk.

ÖM: Evet gerçekten henüz şeyin ucu, ufukta bir aydınlanma durumu görüldüğüne dair iletişimler erken olabilir. Özellikle çeşitli yetkililerin gerek ABD’de gerekse Türkiye’de de “bu işin sonu göründü” şeklindeki açıklamaları, özellikle mesela turizm meselelerini ayrıca konuşmamız gerekiyor herhalde. 

AB: Evet, evet, yangına körükle gidiyorlar.

ÖM: İtalya açmaya karar vermiş ama çok kısıtlı bir turizme açılış olabileceğini söylüyorlar İtalya’dan yapılan açıklamalarda. Almanya’dan baş uzman ikinci bir dalga gelmekte olduğunu söylüyor mesela, gelmesinin çok muhtemel olduğunu söylüyor Viroloji Enstitüsü’nün Berlin’deki müdürü kendisi. Pek çok ölüm tehdidi aldığını söylüyor bunları söylediği için de sadece, Almanya’da bile böyle bir durum var. İtalyan bakan da “2020’de uluslararası turizm olmayacak, vatandaşlara tatil ikramiyesi ödemeyi planlıyoruz” demiş. Yunanistan’da da ayın şekilde yeni turizm kuralları koronavirüsüyle ilgili uygulanacağı belirtiliyor ama durum kritik olmaya devam ediyor. Peki böyle bu şekilde bitirebiliriz Ali Bey, çok teşekkür ederiz.

AB: İyi yayınlar, hoşça kalın.

ÖÖ: Görüşmek üzere.