Ali Bilge, Ekonomi Politik'e Selçuk Bayraktar'ın yeni "Kızıl Elma" projesiyle başladı ve İsrail-Türkiye yakınlaşmalarına, seneye gerçekleşmesi planlanan seçimlere, ülkedeki siyasi ve ekonomik krizlere değindi.
(4 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal!
Özdeş Özbay: Merhaba!
AB: İyi haftalar, iyi yayınlar herkese!
ÖM: Teşekkürler, her zaman olduğu gibi parça parça pek çok konuya birden değinme durumunda kalıyoruz ama böyle zaten hayat da. Özellikle pazartesileri bu şekilde oluyor.
AB: Evet, konulara derinlemesine değinemeyeceğiz belki ama değinmeden de geçemeyeceğimiz konular var. Bunlardan biri İnsansız Uçak Projesi. Rusya-Ukrayna savaşı devam ediyor, Türkiye sözde barış isteyen, arabulucu, ateşkes sağlama görevi üstlenmiş durumda olan bir ülke ama cumhurbaşkanının damadının geçen hafta silahlı insansız uçak projesi gündeme geldi. İnsansız hava araçlarından sonra yeni bir döneme geçiyormuşuz, artık insansız uçak yapıyormuşuz ve bu uçağın uzun süren çalışmalardan sonra kanadı takılmış. Bu uçağın ismi “Kızıl Elma”.
ÖM: Öyle mi?
AB: Evet, kızıl elma Türk milliyetçiliğinin ve Türklüğün dünya yayılmacılığını anlatan bir ülküdür...
ÖM: Değil mi?
AB: Evet, Ziya Gökalp kızıl elma düşüncesini daha da geliştirmiştir, deyim yerindeyse ete kemiğe büründürmüştür, ancak kızıl elmanın evveliyatına ilişkin efsaneler de vardır. Memleketimizde kızıl elmacı dünya görüşüne sahip gruplar 120 -130 yıldır vardır. Kızıl elmacılar “Dünya Türk Olsun” şiarını güden bir ideolojidir, yaklaşımdır. İnsanlığın kaynağının Türklük olduğuna inanan bir topluluktur. Zaman zaman duvarlara “Dünya Türk’tür”, “Dünya Türk Olsun” sloganları yazan gruplara rastlamışımdır.
Damat Selçuk Bayraktar’ın açıklamaların öğreniyoruz ki, beşinci nesil uçaklar insanlı yani pilotların kullandığı uçaklarmış. Dünyada buna çok fazla yatırım yapıldığı için robot uçaklar-insansız uçaklar, (bunlara platformlarda değiniliyor) 10 yıl gecikmiş. Bu haberlere bakarken robot uçakları tanıtırlarken kullanılan “taşıdığı faydalı yük” cümlesini duydum, “faydalı yük” ne olabilir diye merak ettim. Meğer faydalı yük, uçağın taşıdığı bomba kapasitesiymiş! Faydalı yüke bakar mısınız? Bombalar ve silahlar kanat altına yerleştirildiği için bunları radarlar tespit edemiyormuş. Bu uçaklar ses hızına da ulaşıyormuş… Daha önceki yıllarda silahlı kuvvetler envanterine alındığı söylenen “Akıncı” isimli Silahlı İnsansız Hava Araçları gibi uzun mesafe uçamıyormuş Kızıl Elma’mız! Ses hızında uçması nedeniyle Akıncı dan daha kısa mesafe uçuyorlarmış. Ama ses hızındalar… Kızıl Elma’nın yazılımlarının ve mekanik aksamının yerli ve milli olduğu iddia ediliyor. İlk test uçuşunun 2023’te yapılacağı belirtiliyor. Envantere girmesine daha çok varmış. Neden Kızıl Elma’ya sahip olmalıymışız? Kızıl Elma, Türkiye’nin savaşlarda, muharebelerde geri kalmaması için yapılan bir üretimmiş. Yani savaşmamız lazım, savaş lazım. Damat Bayraktar, Kızıl Elma’yı “bir devrim” olarak nitelendiriyor.
Şimdi biz, bu şirketi ve uçağını konuşabiliyoruz. Geçen hafta parlamentoya sunulan torba yasa teklif edildiği gibi geçseydi konuşamayacaktık, şirketleri eleştiremeyecektik. Neyse ki torba yasa içinde bu hükümler, genel kurul aşamasında tekliften çıkarıldı. Daha önce malum şirketler üzerine yazı yazan arkadaşımız Çiğdem Toker ve Halk TV hakkında soruşturma ve tazminat davası açıldı. Memleket otokrasi olunca, otokrasinin dayandığı aileleri ve şirketleri de eleştirmekten men ediliyorsunuz.
Artık yakında “Kızıl Elma” insansız uçağımız olacak, ancak şunu da ekleyelim; Türkiye yılda yaklaşık iki milyar dolar civarında cep telefonu ithal ediyor. Uzun yıllardır böyle; son beş yılda 13 milyar dolar civarında para harcamış cep telefonlarına. Hep ithal ediyoruz ama ülke olarak bir cep telefonu markası yaratamıyoruz. Türkiye halkının büyük bir çoğunluğu artık akıllı telefon kullanan bir kitle oldu. Cep telefonu üretemeyen, cep telefonuna yazılım çıkaramayan, bu işe kaynak harcayamayan, marka yaratamayan bir ülke olan Türkiye, insansız uçak yapmaya çalışıyor! Uçağın da kanadını takmış diyelim ve bu konuyu isterseniz kapatalım.
ÖM: Bir tek şey ilave edeyim izninizle; biraz önce baktım Vikipedi’den Kızıl Elma ülküsüyle ilgili. Özellikle şeyi tarif ediyor, yani “Türk mitolojisinde Türkler ve özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşleri simgeleyen bir ifadedir.” demiş, ilginç bir tarif vermişler ve bu özellikle Kızıl Elma’nın ne olduğunu da “özellikle yeniçeriler arasında yaygınlaşmış ama onların savaşma azmini de yüksek tutmak için, yazar ve şair Ziya Gökalp de bu imgeyi turan ülküsüyle birleştirerek ona yeni bir anlam kazandırmıştır.” diyor. Bir de Kızıl Elma ne demek, böyle tam anlamı bilinmiyor ama bir top, yani kızıl elma sembolleştirilmesini elmaya değil eski Türklerde güneş ve ayı anlatan kızıl topa dayandığı düşünülüyormuş. Bu top “muncuk” adıyla bayrak ve tuğranın tepesini süslemiş. Bazen zaferin işareti, bazen hakimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yeri ifade etmiş.
AB: Evet, Havva’nın elması değil bu!
ÖM: Evet, o değil!
AB: Kızıl Elma için 1900’lerin başlarına kadar gidebiliriz. Ama başka bir konuya geçelim isterseniz. Son dönemde gündeme gelen Türkiye-İsrail yakınlaşması var, Türkiye-İsrail yakınlaşmasının arka planına biraz değinelim. Neler var bu yakınlaşmanın içinde? Nereden geldik bu günlere? Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’i önceki yıllarda terörist devlet ilan etmişti. Önce İsrail cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldi, geçen hafta da ikilinin yaptığı telefon görüşmesi yansıdı, hızlı gelişmeler oluyor. Geçen hafta da söyledik, Gazze’yi de Filistin halkının çilesini de Erdoğan unutmuş gözüküyor. Bölgede olan bir saldırıyı, Filistinlileri işaret ederek terörist saldırı olarak nitelendirdi Erdoğan. Gazze’de ölen çocuklar için “çocuklar değil insanlık öldü” demişti daha önce.
Türkiye-İsrail yakınlaşmaları
Merak ettiğim, yakınlaşmanın nerelere uzandığı; 1996 yılında İsrail ile yapılan savunma iş birliği anlaşması vardı. “Mavi Marmara” ve daha sonraki gelişmelerle bu anlaşma askıya alındı. Merak ettiğimiz hususlardan biri bu, askıya alınan savunma sanayi iş birliği anlaşması yeniden yürürlüğe girdi mi giriyor mu? Çünkü İsrail bu anlaşma çerçevesinde Konya Platosunda eğitim uçuşları yapıyordu, anlaşmanın içeriğinde bu vardı. Yakınlaşma, askıya alınan 1996 savunma sanayi iş birliği anlaşmasını yeniden devreye sokuyor mu? Bilmiyoruz!
İkinci önemli husus da enerji meselesi. Saray iktidarı sanıyorum “mavi vatan” ve Doğu Akdeniz projelerinin olmayacağını gördü. Onca gerilimler yaşandı bu meselede, yaptırımlar söz konusu oldu. İsrail’de -ki Filistin topraklarında çıkan doğal gaz olduğu biliniyor- bu gazın Avrupa’ya iletilmesinin de konuşulan projelerden olduğu anlaşılıyor. İsrail vatandaşlarına gayrimenkul satılmasına ilişkin teşvikler de gündeme gelmiş olabilir. Ayrıca biliyorsunuz, Türkiye’nin iki büyük turist kaynağı bu yıl için kurumuş gibi. Türkiye’ye, Rusya ve Ukrayna’dan çoğunlukla turist geliyor. Her iki ülke de ilk 5 içindeler ama bu ülkelerden turist gelemeyeceği ya da istenilen sayıda olmayacağı anlaşılıyor. İsrailli turistleri Türkiye’ye çekebilir miyiz ki bu şekilde de “döviz girdisini arttırabilir miyiz” çabasının da ilişkilerin yeniden canlanmasının nedenlerinden olduğunu da tahmin etmek zor değil. Gayrimenkul satmak hem döviz sağlamaya hem de inşaat stoklarını eritmeye dönük hamlelerdir.
Askıya alınan İsrail ilişkisinin düzeltilmesinin aynı zamanda askıya alınan ABD ilişkisinin de alt yapısını teşkil edebileceğini pekâlâ düşünebiliriz. Türkiye-ABD ilişkisinin iyileşmesinin, İsrail’le ilişkinin iyiliğinden geçtiğini daha önce yaşadığımız pratiklerden pekâlâ biliyoruz. ABD ile ilişkilerin düzelmesinin yolunun İsrail’den geçtiğini Erdoğan çok iyi bilir. Elbette savunma iş birliği anlaşmasının yeniden canlanması önemli. İsrail’le iyi ilişkiler Rusya, Ukrayna ve ABD ilişkileri açısından önem teşkil ediyor.
İktidar, askıya alınan ilişkileri askıdan indirmeye mi başlıyor? İktidar, askıdaki ilişkileri düzeltecek yeni programlar mı devreye sokmaya çalışıyor? Anlaşılan bir tek ekmeği, askıdan indirecek programlar üretemiyor! Birazdan ona da değineceğiz.
Biliyorsunuz, Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz de askıda; acaba iktidar bu askıya da mı müdahale edecek? Geçen hafta Kavala ve Demirtaş hakkında yapılan iki açıklama dikkatimi çekti, bunları paylaşmak istiyorum: Biri, Adalet Bakanı Bozdağ’ın açıklaması; Türkiye’nin, Kavala davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’in verdiği karara uyduğunu söylüyor Bozdağ, “Sorun başka bir davadan” diyor, halbuki AİHM’in verdiği karar ikisini de kapsıyor, hepsini kapsıyor. AHİM kararı hem Demirtaş’ı hem Kavala’nın tüm davalarını kapsıyor. Aslında Bozdağ da durumun farkında ama “Patron böyle istiyor” demeye getiriyor…
Uzun yıllardan bu yana, belediye başkanlığı öncesinde bile, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında olan AKP Genel Başkan Yardımcısı Avukat Hayati Yazıcı, “Türkiye’nin AİHM yargılamasını kabul ettiğini, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın durumuyla ilgili bir formül bulunması gerektiğini” söyledi. Bu iki açıklama da dikkat çekiciydi.
Tüm bu gelişmeleri, iktidarın seçim sürecine girerken -bölgedeki gelişmeleri de kapsayacak şekilde- içinde bulunduğu iç siyasal ve iktisadi zor durumu çözmek, hafifletmek üzere askıya aldığı bazı hususları askıdan indirme çabası olarak yorumlamak mümkün mü? Böyle yorumlamak mümkün. Türkiye-İsrail, Türkiye-ABD ilişkileri, aynı zamanda AB ilişkilerini düzetmeye yönelik önümüzdeki dönemde bazı hamleler gündeme gelebilir. Yeter mi? Onu ayrıca konuşabiliriz. Seçim yasası değişiklikleri…
ÖM: Pardon, ona geçmeden bir de şunu sorayım; İsrail’le yeni ilişkilerin gelişmesi üzerine Mavi Marmara saldırısında özür…
AB: Yargılandılar, biliyorsunuz, Türkiye’de gıyaben İsrail hükümeti, genel kurmay başkanı ve bakanı yargılandı, mahkum da oldular hatırladığım kadarıyla.
ÖM: Ama daha sonra özür dileme olayı oldu. Uluslararası hukuka tamamen aykırı bir saldırıydı Mavi Marmara’da aktivistlerin şeyi de, hatırlatalım.
AB: Tabii.
ÖM: 12 yıl mı oldu? Kaç yıl oldu?
AB: 2009-10’du galiba, öyle hatırlıyorum?
ÖM: Yok, galiba 12 yıla yakın bir zaman ve 10 yolcu öldürülmüştü uluslararası sularda, yani tam bir ihlaldi. Mavi Marmara’da İsrailli komandoların öldürdüğü 10 yolcu vardı, bir sürü de aktivisti. 60 aktivist yaralanmıştı, birtakım İsrail komandoları da yaralanmıştı ama hallolmuş gözüküyor bütün meseleler. Özür dilediğini de hatırlıyorum İsrail’in.
AB: Evet, her şey ortada; sonuçta “Gazze’de namaz kılacağız”, “Mescid-i Aksa’da namaz kılacağız” diyenler, tam tersi bir pozisyondalar. En son orada Süleyman Demirel kılmış namazı... İsrail’le ilişkileri canlandırmak için Filistin meseleleri ve halkı unutulmuş, terk edilmiş gibi gözüküyor. Geçen hafta yapılan telefon görüşmesinden sonra yapılan cumhurbaşkanlığı açıklaması bunu gösteriyor. İsrail’le olan ilişkilerin merkeze oturtulmaya çalışıldığını anlıyoruz. Bunun arka planına bakmaya çalışıyoruz. 1996 yılında Refah-Yol hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan imzalamıştı İsrail ile savunma iş birliği anlaşmasını. Anlaşma meclisten de geçmişti. Şimdi bana göre, askıya alınan savunma iş birliği anlaşması askıdan indiriliyorsa çok önemlidir. Askıdan anlaşma inmişse bunu diğer yansımaları da olabilecektir.
Seçim yasasında 20 yılda 190 değişiklik yapıldı
Seçim kanununa geçen haftalarda değinmiştik. Bugün Bartın Milletvekili Aysun Bankoğlu’nun 31 Mart 2022’de mecliste yaptığı konuşmada öğreniyorum ki 2002’den bu yana seçim yasalarında AKP’nin yaptığı 190. değişiklikmiş.
ÖM: 190 mı?
AB: Evet, böyle bir durum, ülkede hukuk devletinin olmadığının başlı başına göstergesidir. Hatırlayalım bir o kadar da ihale yasasında değişiklik olmuştu. Her seçime, seçimi nasıl ve hangi şekilde kazanabilirim diyerek seçim kanununda değişiklikler yaparak giren bir iktidar bulunuyor. 20 yılda yerel seçimleri, genel seçimleri, referandumları, hepsini üst üste koyduğumuzda çok fazla seçim oldu. Seçim kanunlarında 190 değişiklik olduğunu söylüyor vekil. Açıkçası vekilin konuşmasının tutanağına bakmadım ama 190 kere madde değişmesi haber oldu. Bu tablo Türkiye’nin nasıl bir rejim içinde olduğunu ortaya koyan bir göstergedir. Eriyen bir iktidar var, eridikçe başka yöntemlere sarılıyorlar.
Erdoğan ve AKP’nin güçsüzleştiğini, pek çok alanda eridiğini gösteren hususlardan biri de yaptığı mitingler. 2019’a kadar, Yenikapı açıldığından (sanıyorum 2014) itibaren AKP hemen hemen her yıl bir ya da iki kez Yenikapı’da mitingler yaptı. AKP ve Erdoğan 2019’dan bu yana miting yapmıyor. En son mitingi kim yaptı? HDP yaptı.
ÖM: Evet.
AB: Newroz münasebetiyle. Yapamıyor, çünkü o mitinglere bindirilmiş kıtalar getiriliyordu. Eski bir programda gündeme getirmiştim, sanıyorum AKP genel başkan yardımcısı ya da bir yetkilisiydi, İstanbul’u kaybettikten sonra, “Artık bizim için beş milyonluk Yenikapı mitingleri hayal oldu.” demişti. Miting yapamıyor, bu büyüklüğe ulaşamayacağını görüyor, çünkü beş milyonluk mitingler belediye imkanları ile devlet imkanlarıyla gerçekleşen mitinglerdi. Artık bunlara ulaşamıyor, bu nedenle de intikam alıyor kaybettiği belediyelerden. Büyükşehir belediyelerini engelliyor, çalışmaz duruma getiriyor. En son Yeni Kapı da mitingini HDP gerçekleştirdi, yüksek bir katılımla gerçekleşen bir miting oldu.
Geçen hafta altılı muhalefet ittifakının eksikliklerine de değinmiştik. Bu eksikliklerden bir tanesi HDP’nin ittifaklar formülündeki yeriydi, “ittifaklar arasındaki ittifak” konusunu işlemiştik. Aynı zamanda siyasi partilerin dışında kalan alanların, demokratik kitle örgütleri, sivil toplumun ittifak manzumesine katılım süreçlerinin yapılandırılmasına değinmiştik.
Bugün de başka bir eksikliğe değinelim; muhalefetin sivil toplum ve demokratik kitle örgütleriyle buluşmasını sağlayacak toplantılar yapması lazım. Bu eksiklikleri giderecek hazırlıklar içinde olması lazım. Yenikapı bu anlamda semboldür, bir göstergedir. Yenikapı mitingini yapamayan bir iktidar var. Olanakları kısıtlı olsa da Yenikapı’da miting yapan, bahar kutlaması yapan bir HDP var. Kitlelere ulaşması gerekiyor altılı ittifakın, ciddi bir eksiklik. Araştırmacı Özer Sencar’ın dikkat çektiği hususlar oldu birkaç gün önce. Sencar; “hafife almayın, Erdoğan ekonomiyi kaybetti ama seçimleri iyi yönetir, o bir seçim kazanma makinasıdır, rehavete kapılmayın” diyen, dikkat çeken bir yaklaşımı oldu. Erdoğan’ın şapkasında daha çok tavşan var. Seçim yasası değişiklikleri tavşanlardan bir tanesi. Yüksek Seçim Kurulu’nun durumu çok önemli, bir iktidar organı halinde. Türkiye’nin içinde bulunduğu otokratik rejim, otokratik rejiminin kuşattığı hukuk sistemi zaten başlı başına normal bir seçimin yapılmasının önünde engel.
İktidarın kaybettiğinde seçim sonuçlarını kabullenmesi çok daha önemli. Bu nedenle ittifakların ve demokrasi cephesinin çok sağlam bir şekilde kurgulanması gerekiyor. İttifak çalışmalarındaki eksiklikleri dikkat çekmeye hep çalışacağız. Elbette HDP’nin kapatılması durumunda doğacak sonuçların da nasıl telafi edileceği önemli. İttifaklar politikası üzerine ciddi enerji sarf edilmesi gerekiyor, entelektüel üretim gerekiyor.
İç ve dış borçlar, yoksullaşma, açlık, işsizlik
Çok zor bir dönem; askıya alınan konuları “mış gibi” askıdan indirmeye çalışan bir iktidar var. AİHM’le, AB, ABD, İsrail ile dış politikada askıda olan ilişkileri indirmeye çalıştığı izlenimi veren iktidarın askıdan ekmeği indirmesi pek zor gözüküyor.Türkiye iflas etmiş durumda; ayakta gibiyiz ama tükenmiş bir ülkeyiz.Ülkenin ayakta duruyor hali sadece görüntüde. Seçimlere kadar durumu idare etmek isteyen, seçim sonrasını iktidarda kalsa da kaybetse de dert etmeyen sorumsuz bir iktidar var. Enkaz ve tükenmişlik durumuna son verecek kararlar alınamıyor. Ülkenin iç ve dış hesapları çok kötü. Bugün, yaklaşık yarım saat sonra enflasyon rakamları açıklanacak. Güvenilmeyen resmi rakamlar bile %60’ları aşacak. Aynı zamanda dış ticaret açıklarına ilişkin veri açıklanacak. Dış açıklar da artıyor, iç ve dış denge yok. İç ve dış borçlar, yoksullaşma, açlık, işsizlik dertleri değil. Bir dertleri var, çok az kalan kamusal servetlerin kişisel servetlere dönüştürülmesinin devamı…
Elbette pasta küçülüyor. Genelde pasta küçülünce kavga çıkar. Pasta azalınca, pasta kalmayınca çatışmalar başlar, Brütüs’ler ortaya çıkar. Ethem Sancak iktidara çok yakın bir isim, savunma sanayiinde özellikle yeri olan bir kişi. Erdoğan’a ve AKP’ye çok yakın, en önemli ayaklardan biri de birkaç gün önce kaydı, ayrıldı. Geçen haftadan intikal eden dikkatle çözümlenmesi gereken bir gelişme. Siyasi ve iktisadi iflas, ayrışmaları beraberinde getirir. Tüm bunlar sarayda ve Enderun’da uzunca süredir devam eden kavgaların, ilişkilerin arapsaçına döndüğünü bize gösteriyor.
Hem enerji hem de döviz krizi yaşıyor, ikiz krizler diyoruz buna. Türkiye’nin her gün hesabına bakıyoruz; borçlarını nasıl döndürebilir, ne kadar maliyetle yeni borç alındı, bunlara bakıyoruz. Bir-iki rakam vereyim; Türkiye’nin 350 milyar dolar civarında dış borç stoku var ama buna döviz cinsi diğer borçları eklediğimizde, şirketlerin döviz cinsinden yurtiçindeki bankalara olan borçlarını eklediğimizde Türkiye’nin 2021 sonu itibarıyla 608 milyar dolar döviz cinsi borcu olduğunu görüyoruz. Ülke içerisindeki döviz borçları da bir dış borçtur. Ülke içindeki (170 milyar dolar) döviz borçlanmasını dış borç stokuna eklediğimizde toplan döviz borcumuz, milli gelirimizin 76%’sına tekabül ediyor. Bu, ayakta kalmak değil, çökmektir, “mış” gibi ayakta kalmaktır.
Türkiye’nin döviz rezervlerinin yıllardır nasıl eritildiğini konuşuyoruz. Kur korumalı mevduat denilen eksantrik, sözde çözümlerle fakirden zengine kaynak transferi olan uygulama ile hem Merkez Bankasına hem de Hazineye ciddi bir yük binmiş durumda. Bu borç yüküyle, bu enflasyonla ve kapatılması gereken, sürdürülmesi gereken dış açıklarla ve bozulan kamu dengeleriyle Türkiye’nin başa çıkması çok zor. “Benden sonra tufan” diyen iktidarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, rejimi yeniden demokratik ayarlar üzerine getirme gayreti ile enkazdan yeni bir ülke inşasını birlikte ele almak gerekiyor. İttifaklara, siyasal oluşumlara bu şekilde bakmak lazım. Konuları hızlıca geçtim ama son olarak dikkat çekeceğim husus mayınlar; mayınlar Karadeniz’e, Boğaz’a geldi. Bunları görünce aklıma Türkiye’nin mayınlı arazileri geldi. Önceki yıllarda bu konulara değindiğimizi hatırladım. Kara mayınları ne durumda diye tekrar baktım; biz, Ottawa Sözleşmesi’ni 2004’te imzaladık. 2004’te mayınları temizleme sözü vermişiz. Türkiye’nin kara mayınlarının adedi bir milyon, tam da bilinmiyor açıkçası. Sınırlara duvar örülmesi nedeniyle doğu ve güneydoğuda mayınların bir kısmı sözde toplatılmış. Ancak Türkiye, anlaşmada söz verdiği tarihlere hiç uymadı; önce “2014’te bitireceğiz” dedi, sürekli erteledi, “2022’ye kadar bitireceğiz “dedi, son tarih 2021 sonuydu -yeni öğrendim- bu tarih 2025’e çekilmiş. Yani mayınlar hâlâ toprağa gömülü duruyor, insanlar parçalanıyor. Süremiz doldu galiba?
ÖM: Evet, doldu, çok teşekkür ederiz.
AB: Ama bir şey daha söyleyeceğim: Gelecek hafta Açık Radyo Dinleyici Destek Programı var, bu şenlikleri, bu destek programını, bu özel yayını, tüm izleyiciler, dinleyiciler, hepimiz, aklımızın bir kenarına “derkenar” ederek, haftaya başlamış olalım. Size iyi yayınlar diliyorum!
ÖM: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!