“Sivil toplum bitiriliyor, çıtı çıkmayan bir toplum isteniyor”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

(21 Aralık 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar! 

Ali Bilge: Merhaba, nasılsınız? Merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Herkese merhaba, iyi yayınlar!

ÖM: Gayret gösteriyoruz ama o kadar kolay değil tabii!

AB: Duyamadım ne gayreti?

ÖM: İyi olmaya gayret gösteriyoruz!

AB: Maalesef iyi şeyler söyleyebilecek duruma ne zaman geleceğiz bilmiyorum, dinleyicilere bir gün güzel şeyler söyleme imkanımız olur ömrümüz vefa ederse. İsterseniz başlayalım?

ÖM: Evet, lütfen. 

AB: Birkaç konuya kısa kısa değinmek istiyorum. Biri ekonomiyle ilgili, 1,5 ay önce Merkez Bankası yönetimi değişti, yeni başkan geçen hafta da 2021 para politikasının ana hatlarını açıkladı. Bu açıklamada Merkez Bankası’nın geçtiğimiz yıllarda izlediği politikalara değinilmedi. Geçtiğimiz yıllarda özellikle son iki yılda ne oldu, ne bitti değinilmedi, terk edilen politikaların sorumluları kimler? Bunlara ilişkin Merkez Bankası belgesinde açık bir beyan açıklık göremiyoruz. Çünkü sonuçta bugün yapılanlar ve önerilenler, 2018’den itibaren, yani tam teşekküllü başkanlık rejimine geçildikten sonra izlenen para ve ekonomik politikaların tam tersi uygulamalar. Dolayısıyla, biz bu haltı neden yedik? sorusunun cevabı yok. Bunun sorumluları kimler? Sonuç itibariyle 130 milyar Dolar’ı eridi. Ne için eridi bu dövizler? Yanlış para ve iktisadi politikalar tercihler nedeniyle oldu bu enkaz. Döviz kurunu düşük tutmak sevdasına, ‘enflasyonun nedeni faizdir’ takıntısıyla yapıldı, her nasıl olursa olsun iktisadi büyüme olsun amacıyla yanlışlıklar zinciri oluştu. Ayrıca eski sorumlular da ortada yoklar. Dolayısıyla eski politikaların yanlışlarını ortaya koymadan, bugün eskinin tam tersi uygulamalara geçilmesi yeterli değil. Silip atamazsınız, hem politik hem de bürokratik sorumluluklar söz konusu, Çünkü yanlışların bedeli çok büyük. Örneğin bir evvelki ekonomiden sorumlu bakan Berat Albayrak, nam-ı diğer damat, görevinden ayrılması da sonrası da bir acayip, 1, 5 ayı aşkın bir süredir ortalıkta yok, kendisini göremiyoruz. Şu anda nerede olduğu dahi bilinmiyor. Her şeyi onun üstüne yıkmak yeterli bir durum mu? Elbette hayır. Birinci derece sorumlu olan Cumhurbaşkanı Erdoğan yanlış yaptık demiyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı katındaki kişilerin sorumluluğu yok mu? Başkanın danışmanların ya da sarayda ekonomi ile ilgili görev alanların sorumluluğu yok mu? Onların bir tanesi Merkez Bankası başkanı oldu, ekonomiden sorumlu olan bakan da öncesinde zaten bütçe plan komisyonu başkanıydı, bakan oldu. 

Merkez Bankası 2021 için son iki yılda yapılan uygulamaların tam tersini ifade eden politika setini ortaya koymasına karşın, 2018-20 arasında uygulanan yanlış politikalar net bir şekilde ortaya koyulmadı. Merkez Bankası’nın son yılların politikalarına ters uygulamalara geçmesine rağmen, işte faizlerin arttırılmasına, başkanın değişmesine rağmen, yabancı girişleri istenilen seviyede değil. Türkiye’nin şu anda yalvar yakar olduğu sıcak para girişleri çok çok az. Ki dünyada 17 trilyon Dolarlık mevduat, eksi faizde de duruyor. Bundan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler borçlanabilir. Ancak ciddi bir akışın olmadığını görüyoruz, üstelik yerli tasarruf sahipleri de döviz almaya devam ediyorlar. Son 10 günde döviz tevdiat hesaplarında 3 milyar Dolar artış olmuş. İnsanlar yeniden döviz almaya başladılar. Bu şunu gösteriyor; içeride ve dışarıda TL’ye ve ekonomi yönetimine olan güven henüz sağlanmış değil. İç ve dış fon sağlayan çevrelerin Türkiye ‘ye karşı borç vermede isteksiz davranmasından, ekonomi yönetiminde yapılan tahkimatın yeterli olmadığı, tatmin etmediği anlaşılıyor, iç ve dış yatırımcılar eski politikanın birinci derecede sorumlusunu Cumhurbaşkanı olduğunu ifade ediyorlar. Sorumluluğun saray da olduğunu gören çevreler, henüz bu yeni dizilişe güveni oluşturamamış durumdalar. 

Elbette yeni yönetimin yaptığı ilk faiz artırımını da yeterli bulmadılar, Merkez Bankasının 24 Aralık’ta yeni bir faiz artırımı bekleniyor. Reel getirisi olan bir faiz oranını görmek istiyorlar, TL ‘de reel bir faiz olursa sıcak paranın eski yıllar kadar olmasa da, minimalde olsa, gelebileceği düşünülüyor. 24 Aralık’ta T.C. Merkez Bankası’nın faiz artırmasıyla Türk lirası faizleri enflasyonun birkaç puan üzerinde bir getiri sağlayabilecek bir banda oturursa, biraz hava değişebilir. Türkiye, Nasreddin Hoca’nın evin kenarına diken dikmesi gibi bir durumla kaynak sorununu çözmeye çalışılacak. Ki gelecek sene uzmanların hesaplamalarına göre Türkiye’nin minimum 120 milyar Dolar taze paraya ihtiyacı var. Bu miktara ithalat kredileri yabancıların mevduatları dahil değil. 2021 yılı cari açığın finansmanı, vadesi gelen dış borçları ve faizleri ödenmek, borçları yenileyebilmek için Bu miktarı sağlamak öncelikle faizleri yükselteceksiniz reel bir faiz vereceksiniz, reel faizle sıcak para gelecek. Yurt içinde bankalarda bulunan döviz mevduatını TL dönüşmesini bekleyeceksiniz. Türkiye’de en son hesaplamalara göre mevduatın %56’sı döviz cinsinden bankalarda bulunuyor. Aralık 15 itibariyle döviz mevduatının 259 milyar Dolar’a ulaşmış durumda. 

İçerideki tasarruf sahipleri güven duymadıkları için de hâlâ döviz almaya devam ediyor. Sadece 2020’de döviz mevduatı 35 milyar Dolar artmış durumda, dolarizasyonu çözmek içinde, öncelikle güven vermek ayrıca reel faiz vermek durumundalar. Peki reel faiz verince ne olacak? Şirketler kesimi büyük bir bunalım içinde yaşıyor, sektörleri anlatıyoruz zaman zaman banka bilançolarındaki zombi şirketlerin durumunu anlatıyoruz. Bu batığın çözümü için de taze paraya ihtiyaç var. Ancak bu şirketler ikinci bir şok yaşayacaklar, faizler yükselince yaşadıkları kur şokundan sonra TL- faiz şokunu yaşamaya başlayacaklar. Bu nedenle, Türkiye’nin taze kaynak bulmaktan başka yolu yok. Ayrıca bu yıl olduğu gibi, döviz kazandıran sektörler 2021 yılında da parlak değil. İhracatta ve özellikle turizmde, 2018-2019 gibi bir performans da beklenmiyor. Zaten reel fiziki sermaye yatırımları kadük olmuş durumda, dipteyiz..

 Eski ekonomiden sorumlu bakan ve Cumhurbaşkanının damadı “Berat Albayrak nerede, neden kamuoyunun önüne çıkmıyor ve açıklama yapmıyor?” sorusunun yanıtı verilmiyor bu ülkede, bu arada ekleyelim duyumlara göre damat Berat Antalya’daymış Düşünün bu kişi cumhurbaşkanına veliahttı cumhurbaşkanı adayı olması düşünülen kişi 1,5 aydır ortalıkta yok. İşte Türkiye böyle bir ülke, başkanlık rejimi denilen, tek adam rejimi denilen otokrasi Türkiye’yi bu hale getirmiş durumda. Eski ekonomiden sorumlu bakan görünmüyor bile, göz hapsinde mi bilmiyoruz, bırakın hesap vermesini kendisini bile göremiyoruz, döneminin gerçek sorumlusu olan kayınpederi ve Cumhurbaşkanın bir açıklamasına dahi şahit olamıyoruz. Son 2 yılda eriyen 130 milyar dolarlık hesabını veren kimse yok. 

ÖM: 130 milyar dolarlık bir açık bulunduğunu söylediniz değil mi yanılmıyorsam?

AB: Evet, yani 2021 yılında dükkanı açmak için, sistemin işlemesi için buna ihtiyaç var ve rezervler de ekside. 

ÖM: Bu nasıl hesaplanıyor 130 milyarlık? Sadece ufak bir detay olarak sormak istedim dinleyicilerimizin de aydınlanması için. 

AB: Bunu şirketler kesiminin, bankaların ve Hazine’nin 2021’e intikal eden dış borç ve faiz ödemelerini topluyorsunuz. Merkez Bankası ve Hazine belgelerinde izlenir. Muhtemel iktisadi büyüme oranınıza göre oluşacak cari açığın finansmanı için de kaynak gerekecektir. Minimum borçlanma gereklerini hesaplamak için denklemler, modeller vardır, elbette verilerin şeffaf ve düzgün olması lazım Aslında Türkiye’nin genel olarak borçlarını özellikle de dış borçlarını, borç verenler ve uluslararası kuruluşlar da takip eder. Çünkü borçlanma dış bankalar üzerinden ve emeklilik fonları üzerinden oluyor, bunlara aracılık eden kuruluşlar da bilir takip eder. Finansal dünya bunu izleyebiliyor. Bankaların şirketler kesiminin, Hazine’nin, Merkez Bankası’nın yükümlülüklerini buluyorsunuz, ekonominin büyüme performansına göre hesap ettiğiniz dış ticaret açığı, tahmini turizm gelirleri üzerinden de toplam dış açık diyebileceğimiz cari açığınızı hesaplarsanız ödemeler dengesindeki bu açıkla birlikte, yani buna kabaca söylüyorum bu 120-130 milyar dolara ihtiyaç var. Borcu döndürmek ve bu şekilde ekonominin büyümesini sağlamak için yeniden borçlanmalara ihtiyaç var. Ayrıca ithalat kredilerine ihtiyaç var, söylediğim rakama bu dahil değil yabancılar kalan “mevduatı aldım gidiyorum!” derse onu da ihtiyaca eklemeniz gerekiyor. 

Dükkanı açtık bismillah 120- 130 milyar dolar filan 2021’de Türkiye’nin temin etmesi gereken dış kaynak ihtiyacı bulunuyor. 

ÖM: Yani Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılası yaklaşık 2018’de 771,5 küsur milyar Dolar olduğuna göre 1/6 kadar bir… 

AB: Evet evet, gittikçe düştü zaten Türkiye’nin 2018’den bu yana yani 2019 daha düşük bir GSMH var, 

ÖM: Bunun en az 1/6’ine ihtiyaç var.

AB: İç borçları da eklerseniz hasılanın neredeyse 2/3’üne ulaşan bir borç tablosuyla karşı karşıya kalırsınız. Borç yükümlülüklerinin garantileri de eklememiz lazım, dolayısıyla manzara çok vahim, Türkiye çok ciddi borç sorunu olan bir ülke, bunun içinde yeni ve taze kaynağa ihtiyacı var. Bunu da sağlayacağı yerlerde belli, içinde bulunduğumuz bu kapitalist dünya içerisinde ve finansal küresel sistem içerisinde gidebilecekleri yerler belli. IMF ‘ye gideceksiniz. Bu işler içinde ülkenin kurumlarının ve yönetiminin kredibilitesi güven çok önemli. Ülkenin rejimine ve yönetimine güven kaybolmuş durumda olunca durum daha da kötüleşiyor. 

Kötü bir gelişme daha yaşandı. Geçen hafta TBMM’de yeni kanun teklifi görüşülmeye başladı. Sendikalar, STK’lar, derneklere kayyum atama üzerine, biraz bundan bahsedelim. Bu nasıl bir düzenleme? Bilindiği gibi Türkiye çok uzun yıllardır OECD ülkesidir, sosyal ve ekonomik göstergelerde de OECD listesinde son sıralarda yer alan bir ülkedir.1990 yılında OECD bünyesinde bir yeni organizasyon kuruldu. Kısa adı FATF olan “mali eylem görev gücü” denilen bir yapı kuruldu. Bu organizasyon, ülkeler için kitle imha silahları, insan kaçakçılığı, uyuşturucu, kara para aklama, terörün finansmanı gibi konularda bazı kriterler geliştirdi. Üye ülkelerin bu kriterlerine uyum sağlaması için gerekli yasal düzenlemeleri yapması istendi. Türkiye uzun yıllardır buraya üye olmakla birlikte söz konusu kriterleri yerine getirmedi. Bu nedenle sürekli uyarıldı, zaman zaman gri listeye düştü 

 2015 yılında Davutoğlu başbakan iken uyarıları gidermek için yasal düzenlemeleri yapmak istedi. Özellikle nüfuz ticareti, yolsuzluk ve rüşvet, imar rantı yolsuzlukları için yapılması gereken düzenlemeleri gündeme getirdiğinde başta Erdoğan olmak üzere AKP yönetiminden büyük bir dirençle karşılaştı. Davutoğlu zaten “benim azil edilmem bundan dolayıdır” diyor. 

Özellikle dünyanın gözü önünde olan 17-25 Aralık 2013’te yaşanan rüşvet skandalları Türkiye’nin siciline muazzam işlendi. Şu günlerde yıldönümünü yaşıyoruz, bu olayların. Bu olayların sonucunda 4 bakanın rüşvet nedeniyle TBMM’den Yüce Divan’a sevk edilmesi söz konusu oldu, sevk dönemin başbakanı Davutoğlu’na rağmen gerçekleşmedi. Bakanları o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan korudu ve AKP milletvekilleri yüce divana sevk için ellerini kaldırmadılar. Tüm bu gelişmeler Türkiye’yi izleyen kuruluşlar tarafından not ediliyor. Rüşvete karışan kişilerin sonrasında ödüllendirilmesi de elbette izlendi. 17-25 olayları çapı itibarıyla, aynı zamanda İran kökenli bir iş adamının merkezinde olması İran ambargosunun delinmesi üzere gerçekleşen bir organizasyon olması nedeniyle dünya tarihine geçen büyük bir yolsuzluk olayıdır. Zaten bu günlere 17-25’ten sonra geldik. OECD’nin istediği bu düzenlemeleri yapmak içinde, rüşvete bulaşan Bakanların yüce divana sevki içinde eli tutuldu Davutoğlu’nun, bu düzenlemeler o dönemde de yapılmadı. 

Davutoğlu 2015 seçimlerinden sonra Siyasi Etik ve Ahlak Yasası, Siyasetin Finansmanı ve Şeffaflık Yasası, Yolsuzlukla Mücadele ile ilgili OECD-FATF’ın istediği yasa tasarılarını TBMM’ye getirdi. Yasa siyasetçilerin mal beyanında bulunmasını, mal varlıklarının kamuoyuna açıklanmasını, yerel yönetimlerin imar değişiklilerinin ve rant artışlarının denetlenmesini kapsıyordu. Ama yapamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Mal varlığı, servet beyanı gibi konuları başbakan, bakanlar, li-ilçe başkanlarına kadar indirirseniz partide yönetici bulamazsınız’ dedi. Bu yasanın gündeme alınmasını engelledi. Bu kriterler yerine getirilmeyince OECD sürekli uyarılarda bulundu. En son geçen sene uyardı “bu düzenlemeleri 2021 yılına kadar yapmazsan seni gri listeye almak durumundayım” dedi. Önce gri listeye sonra kara listeye geçiyorsunuz. Terörün finansmanı, kaçak petrol ve akaryakıt işi yapmak, terör örgütlerine destek vermek, kara para aklamak, rüşvet, uyuşturucu, siyasi nüfuz ticareti vs. hepsi giriyor bu kriterlerin içine. Kara listeye geçtikten sonra da yaptırımlar söz konusu oluyor. Ancak mecliste bugün yapılan düzenlemelerinde kriterleri karşılamaktan çok uzak olduğunu belirtelim. 

Başa dönersek saray OECD’nin istediklerine ilişkin düzenlemeleri torba yasa ile yapıyor. İşte bu torba yasanın içine dernek ve STK’ların, vakıfların yönetimine el konulmasını da koyuyor. İçişleri Bakanlığına terör bağlantısı iddiası bulunan ya da soruşturma açılan sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmaksızın yöneticilere görevden el çektirmekten, kayyum atanmasına, dernek-STK-Vakıfları kapatmaya varana kadar işlem yapma, karar alma, uygulama yetkisi veriliyor. Malum terör şüphesi, iltisaklı olmak şüphesi, gizli tanık vs ile insanlar yıllardır hapiste yatıyor. Bu düzenleme ile birlikte ülkede nefes alma imkanı kalmıyor. Bu düzenleme sivil toplumun hareket kabiliyetini ortadan kaldırıyor, sivil toplumun kendini ifade edebileceği bir alan kalmıyor. Otokrasi ile yok olan hak ve özgürlükler listesine bunlarda ekleniyor. Sivil toplumun kendini ifade edebilme alanlarının kapanması demokratik hak ve özgürlüklerde kalan kırıntılarında gitmesi demek. Barolar, mühendis ve tabip odaları için yapılan düzenlemelere ve baskılara kaç kez bu sene şahit olduk. İktidar onları da ortadan kaldırmak için elinden geleni yaptı. Sivil toplum bitiriliyor. Çıtı çıkmayan bir toplum isteniyor. Uluslararası hukuk çiğneniyor, kararlara uyulmuyor. Gri listelere kara listelere düşmek umurlarında bile değil. Bu listelere düşünce yaptırımlarla karşılaşıyorsunuz. İran gibi bir ülke oluyorsunuz, Kuzey Kore gibi bir ülke oluyorsunuz. 

ÖM: Evet önemli bir gelişme. Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun da bir toplantıda “seçim olsa da vermeyeceğiz” tarzında bir yorumu da olmuştu, yani “seçimi kazansanız bile” diye. “Gene de vermeyeceğiz” şeklinde bir açıklamasını Aydın Engin T24’te geçen gün yazıyordu. 

AB: Bu daha önce pek çok kez konuştuğumuz konu; Türkiye’de demokratik, şeffaf, açık bir seçim yapılma imkanı hukuksuzluk içinde mümkün mü? Avrupa Birliği ve pek çok uluslararası kuruluş de geçen seçimlerde öncesinde olamayacağını söylemişti. Yüksek Seçim Kurulu bir yargı kurumudur. İdarenin isteklerini yerine getiren bir hale dönüşmüştür. Unutmadan söyleyelim adres kodu sistemi de gündeme getiriliyor. Adres kodu sistemiyle seçmen kütükleri de ortadan kalkacak. İçişleri Bakanlığı 9 rakamlı adres kodu sistemine geçilmesi hazırlıklarını yapıyor. Yapıldığı taktirde seçmen kütüklerinin denetlenmesi imkanı kalmıyor. Yani binamızda oturan seçmenlerin kimler olduğunu bilemeyeceğiz.

Türkiye’de doğru dürüst demokratik bir seçim yapılmadığı bilinen bir gerçeklik. Özellikle 2015’ten bu yana yapılan seçimlerde hukuksuzlukları çok canlı yaşadık. Seçimlerin adil yapılması ve adil seçimlerin muhalefet tarafından kazanılması sonucunda yaşanabilecek iktidar değişimi aynı zamanda otokratik rejimin değişikliği anlamına gelir. İktidar değişikliği aynı zamanda bazı sorumluların hukuk önünde hesap vermesini gerektirir. Mesela biraz önce söz ettiğimiz “merkez bankasının 130 milyar Doları nasıl eridi? Bunu bir anlatın!” demeyi gerektirir, 17-25’i açıklamayı gerektirir. Keyfi bir şekilde hapishanelerde yatanları orada tutanların hukuk önünde hesap vermesini gerektirir.Otoriter rejimlerin seçimler yoluyla değişmesi çok zordur, seçimler yoluyla, iktidarın değişimine karşı çıkmaları, direnmeleri hesap verme korkusu nedeniyledir. O yüzden muhalefetin ....

ÖM: Evet yani 15 Aralık günü Dışişleri Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi sırasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şeye cevap vermiş, İyi partili bir milletvekilinin “bütçeyi iktisatlı kullanın, yılın ikinci yarısı geri alacağız” deyince ona cevabı şöyle vermiş “ülkede seçim yok, seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz” bu çok tabii önemli bir laf yani söz.

AB: Bu aslında bir itiraf “gitmeyiz!” itirafı, iktidardan gidince hukuk önünde nelerle karşılaşılacak, bunları düşünerek gitmek istemezler Bu nedenle çok güçlü bir muhalefet organizasyonuna ihtiyaç var. Hem parlamento içinde hem de parlamento dışında ittifak örgüsüne ihtiyaç var. Türkiye’de otokrasinin yerini demorasiye bırakması, bir ‘Türkiye Bahar’ının yaşanması için demokrasi cephesinin kurulması gerekiyor. Bunun için de, özürleri, teşekkürleri, eleştirileri bir kenara bırakıp bu mesele üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. Ülkenin hukuksuzluğu, yönetilemediği ekonomik verilerle de siyasal verilerle de ortada. Dünyadan kopuyor ülke, Türkiye’yi dünyadaki yerinin nerede olduğunu tanımlamakta büyük bir güçlük çekiyoruz. 200 yıllık batıyla olan temasını önemli ölçüde zayıflatmış durumda. Dostu yok, düşmanı çok bir ülke haline geldik. 

Son olarak muhalefete de birkaç söz söylemek istiyorum. Özellikle CHP’ye, ana muhalefet partisi olarak, muhalefet etme tekniklerini gözden geçirmek durumunda. Bu konuya da pek çok kez işaret etmiştik. Dokunulmazlıklardan itibaren devam eden Türkiye’nin iç ve dış meselelerinde 4’lü tavır alma politikasını gözden geçirmeli. İktidar nasıl bir nirengi noktası ise ana muhalefette kendi başına bir nirengi noktasıdır. Siz 4’ lü açıklamalarla, nirengi olma durumunuzu ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Elbette yaptırımlara karşı olabilirsiniz, ancak bunun için iktidarla ortak açıklama yapmak durumunda değilsiniz.  Suriye tezkeresinde “İçimiz ağlaya ağlaya! Dokunulmazlıklar anayasaya aykırı, aykırı!” diyerek destek vermek, sürekli ülke meselelerinde 4’lü tavır almak, ana muhalefet olma özelliğinizi aşınması, yitirilmesi anlamına gelmektedir. Bu tür tavırlar muhalefet etmek değil. Ana muhalefet ve muhalefetin demokratik cepheyi oluşturacak unsurlarla bir arada ortak hareket etmesi gerekir, iktidarla değil. Siz ABD yaptırımlara karşı olabilirsiniz ama ülkenizi yaptırımlar kuşağına sokan bir iktidarı da ortaya koymak durumundasınız. Onun için zaman zaman üzerinde durduğumuz bu nirengi noktası olma özelliğini, 4’lü açıklamalarla bu muhalefet tekniğini CHP’nin ve İyi partinin gözden geçirmesi gerekiyor. 

Bir de son olarak gerçekten geniş bir kitleyi üzüntüye boğan bir ziyaret oldu. CHP Genel Başkanı, İstanbul İl Başkanı, İstanbul Belediye Başkanı’nın MHP Genel Başkanı merhum Alparslan Türkeş’in eşini ziyareti ve de bu ziyaretin 19 Aralık’a rastlaması. 19 Aralık 1978 ‘de gerçekleşen Kahramanmaraş katliamı Türkiye’nin yaşadığı çok kanlı, derin izler bırakan bir katliamdır. Ki bir Alevi katliamıdır. 1970’lerin ortasında MHP’nin bir sloganı vardı, o da 3K idi: Kızılbaş, Kürt ve Komünist. Anadolu’nun bunlardan temizlenmesi istendi. Anadolu’yu 1915’lerden itibaren Sünni Müslümanlaştırma ve gayri müslimleri ayıklamanın bir devamıdır bu katliam. Kızılbaş, Kürt, komünistlerin 70’lerde etkisizleştirmesi istendi ve uygulandı. Üstelik de bu olaylar, ABD gizli istihbarat teşkilatının kontrgerilla faaliyetleri olarak karşımıza çıktı ve onun paramiliter güçleri olarak karşımıza çıktı. Böyle bir durumda insan üzülüyor, kahroluyor, Maraş katliamının yıldönümü 1. derece siyasal sorumlularının..

ÖM: Şeyi hatırlatayım, 1978 yılında 19 Aralık’la 26 Aralık tarihleri arasında 1200 insanın öldürüldüğü, komşuların da öldürülmesi dahil olmak üzere TC tarihinin hatta Osmanlı’dan başlayarak tarihin en önemli katliamlarından biri ve aydınlatılamayan, sizinle 2005 Ocak’ında da yaptığımız bir program da var, tarihimizde pek çok aydınlanmamış facia bulunuyor diye. 

ÖÖ: Ömer Bey yanlış rakam ermiş olabilir misiniz? 1200 ölü dediniz!

ÖM: Benim bildiğim 1200.

AB: Kaç dediniz?

ÖÖ: Şu anda ben de bakıyorum sanırım 120.

AB: Şöyle söyleyeyim 111 resmi rakamdır Maraş olaylarında ölü sayısı 150’ye kadar çıkar. Olaylar sırasında üniversite öğrencisiydim, tam bunun akabinde de sıkıyönetim ilan edilmişti. Bir de o dönemde gerçekleşen katliamlarda insanlar ölülerini kendileri gömüyorlardı köylerde özellikle. O yüzden gerçek rakamları bilmiyoruz. Yalnız şunu söylemem lazım, olaylar esnasında ve sonrasında Alevi vatandaşların -ki önceden evleri tespit edilmiş ve kırmızı işaret de konulmuştur-, %80’i göçtü oralardan. 

ÖM: Evet.

AB: Resmi rakam 111 diye biliyorum, çeşitli rakamlar var ama dediğim gibi o dönemlerde köy basılıyordu mesela, o zaman bugünkü gibi iletişim de yok, daha sonra fark ediliyordu. İnsanlar ölülerini gömüyorlardı. 70’lerin katliamlarındaki rakamları, toplamını gerçek rakamları bilmiyoruz diyebilirim. Yuvarlıyoruz 5500 kişi katledildi toplamda diyoruz. Ziyaretin neden olduğunu anlamakta zorlanıyorum, neden Türkeş’in eşi ziyaret ediliyor? Churchill “Hitler cehennemi işgal edecek olsa şeytan için avam kamarasında bir iki güzel laf ederim!” der “Hitler’i yenmek için şeytanla bile ittifak kurarım” diyor. Tamam Türkiye çok kötü bir durumda en geniş ittifakı kurmak zorunda ama bu duyarlılığı da görmek lazım. Evet, 42 yıl küsur yıl geçmiş üzerinden ama acısı hala taze, katliamların ardındaki gerçeğin ortaya konması ve barış içinde yaşamayı savunan insanların hassasiyete dikkat etmek lazım. Nitekim yurt dışındaki Alevi federasyonları CHP’den bir açıklama bekliyor. Yurt içindeki Alevi federasyonlarından ses var mı onu görmedim.

ÖM: Var, var!

ÖÖ: Var.

ÖM: Ortak bir açıklama yapıyorlar. Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Alevi Vakıfları Federasyonu, Hacı Bektaşı Veli Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Kültür dernekleri ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği CHP yönetimine açıklama yapmaya çağırmış. Independent Türkçe’de var bu ayrıntılı olarak…

AB: Yurt dışı ve yurt içi değil mi bunlarda?

ÖÖ: Evet.

ÖM: Yurt dışı da yurt içi de, Alevi Birlikleri Federasyonu da, ikisi de var.

AB: Bu açıklamaya muhtaç bir konu, CHP açısından yine bir defo, böyle defolar yapmamaları lazım. CHP’lilerin gerçekten kendi partilerini iyi tanımaları lazım, tarihini iyi tanıması lazım. Uzun yıllardır bu işlerle uğraşan bir kişi olarak yeni nesil CHP’lilere baktığımda kendi parti tarihlerinden ciddi eksiklikleri olduğunu tespit ettiğimi belirteyim. Muhafazakâr ve milliyetçilerle ittifak gerekiyor çeşitli eksenlerde ama kendi kimliğinizi de korumanız gerekiyor.

ÖÖ: Bunu nasıl yapacaksınız bilmiyorum ama herhalde daha sonra…

ÖM: Bunu bir sonraki programlarda konuşalım isterseniz, süreyi biraz aştık. Biraz geç girmiştik ama telafi etmeye çalıştık. Şimdi Haftanın Karikatürleri’ne geçeceğiz.

AB: Peki kolay gelsin!

ÖM: Ali Bey çok teşekkür ederiz.

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

AB: Hoşça kalın!