Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, Türkiye gündemine yönelik yorumlarını paylaştı.
(31 Mayıs 2021 tarihinde Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
AB: Selam Feryal, iyi haftalar! Herkese iyi yayınlar!
ÖM: Teşekkür ederiz. Ne var ne yok, ortaya karışık mı gideceğiz gene?
AB: Türkiye zaten her bağlamda karışık vaziyette, değinmemiz gereken pek çok konu var, isterseniz ekonomi başlıklarından siyasetin son dönemdeki gündemine gelelim. Geçtiğimiz hafta başında ABD’li 20 şirkete Erdoğan başkanlığında bir görüşme gerçekleşti. Ülkemize “yatırım için gelin, Ermeni soykırımının tanınması nedeniyle yaşadıklarımıza aldırmayın, bir kenara bırakın ve çünkü biz de kenara bıraktık” türü mesajlar verdik. İçinde bulunulan çaresizliğin bir tür itirafı oldu. Mali kaynak bulmak için tırmalıyoruz. İki devlet başkanının Haziran’da yapılacak yüz yüze görüşme öncesinde, NATO toplantısı öncesinde bazı arayışlar içinde iktidar çevreleri. Ancak yatırımcılarla yapılan bu görüşme de şeffaf değildi. Katılımcıların soruları ne oldu? Nasıl bir diyalog oldu? Bilgimiz yok. O kısmı bilmiyoruz. Bildiğimiz Türkiye her alanda kaynak arayan adeta tırmalayan, çaresizlik ve sıkıntı içinde olan bir ülke.
Bu arada da ABD mahreçli iki önemli emeklilik fonu Türkiye’den ayrıldı. Biz genelde borçlanmalarımızı gelişmiş ülkelerin emeklilik fonlarının bize yatırım yapması ile sağlarız, onlardan borçlanılırız. Bu iki önemli emeklilik fonun dünyadaki yatırım tutarları 650 milyar Dolar. Bunlar, Türkiye’deki yatırımlarını çekti, tamamen dükkânı kapattı gittiler. Türkiye’deki sıcak para akımları diyebileceğimiz portföy yatırımları türünden yatırımlarının bakiyesini geçen hafta aldılar ve gittiler. Son bakiyeleri 500-600 milyon dolar civarındaymış.
İnşaat sektörü gözde sektörümüz, artık o da alarm veriyor, hem Covid nedeniyle, hem de artan emtia fiyatları, artan maliyetler, girdi fiyatlarının, iç ve dış kaynaklı maliyetlerin artması sonucu zor durumda olan şirketler ciddi sinyaller vermeye başladı. Yıllardır iktidar tarafından korunan, gözetilen inşaat sektörünün bunalımını işaret eden ciddi yayınlar yapıldı, detaylara girmeyeceğim.
Uluslararası kuruluşlardan Dünya Bankası, Türkiye Ekonomisine ilişkin rakamlarını enflasyon gibi tahminlerini yenilediler. Bu arada tabii kıvranan, kaynak sıkıntısı içinde olan Türkiye klasik olan mali affa başvurdu, kamu alacaklarının yapılandırılması gündeme geldi. Yeni bir mali af çıkarıldı, yasa TBMM ‘de komisyondan geçti genel kurula indi sanıyorum. AKP iktidarı aslında en son aftan sonra 2023’e kadar herhangi bir mali af çıkarmayacağı vaadinde bulunmuştu, bildiğim kadarıyla bizzat Erdoğan böyle söylemişti. Son 20 yılda 10. vergi affı, son 10 yılda 6. vergi affı.
475 milyar dolarlık devletin- alacağı bulunuyor, 75 milyar lirası sosyal güvenlik kurumuna ait. Bugüne kadar mali aflara yapılandırmalara baktığımızda, alacağın sadece %20’si tahsil edilebiliyor. En son yapılandırmada 91,5 milyar dolar tahsilat yapılmış. İnsanlar afla sunulan imkândan bile yararlanmıyorlar. Ödemeleri gereken cüzi paraları bile ödemiyorlar ya da ödeyemiyorlar. Türkiye’de evvel ezel, SGK’da dengesizlik hakimdir zaten, ama bu dönemde daha da feci durumda. Şu anda 16,8 milyon kişinin SGK’ya borçlu olduğunu, SGK’nın da batak bir kamu idaresi olduğunu belirtmeliyiz. Biz eskiden beri SGK’nın aktöryel dengesine bakar ve analiz ederiz, kurumun aktöryel dengesi çok ciddi bozuk, hali hazırda çalışanlardan kesilen primlerin emekli kitleyi finanse etmesi, emekli maaşlarını ödemesi mümkün olmuyor. Mümkün olmayınca ne oluyor? Emekliler için hazineden kaynak alınıyor, Hazine ne yapıyor? İç ve dış borçlanma yapıyor, borç imkanları dara girdiğinde, kaynak sıkıntısı çekildiğinde zora düşüyorsun. Zaten vergiyi alamıyorsun, kamu alacakları devasa boyutlara ulaşmış, bunları tahsil edemediğin içinde borçlanıyorsun, ancak şimdi borçlanamıyorsun. Borçlanman zora girdi. Sonrasında gelsin aflar, ama aflar da sonuç alınamıyor dediğim gibi %20’lik tahsilata ulaşabiliyorsunuz. Şirketlerin durumu iyi olmadığı için ve etkin vergi denetimi yapılmadığı için vergi gelirleri yeterince toplanamıyor. SGK prim tahsilatı da yeterince gerçekleşemiyor.
Peki hep dile getirdiğimiz bir husus var, ona değinelim biraz kamu ihalesi alan şirketlerin rakamları açıklandı, sadece son 10 yılda 204 milyar dolarlık hacme ulaşan müteahhitlik şirketleri var. Bu şirketlere hem bu ihaleler bol keseden veriliyor, hem de vergi afları sağlanıyor, vergi borçları siliniyor ve ayrıca garanti ödemeleri yapılıyor, pek çok, pek çok ayrıcalıktan yararlanıyor yandaş - havuz şirketleri, iktidar tarafından gözetilen, iktidarla yan yana çalışan, isimleri belli bunların, hepimiz ezberlemiş durumdayız. Şimdi bu 5 şirkete 2010-2020 yılları arasında 128 kez vergi, resim ve harç istisna belgesi ile indirim sağlanmış. Garantiler hariç bunlar, garanti alımları hariç, ihaleler bunlara pay ediliyor ve bunlar vergi vermiyor, verecekleri vergi siliniyor açıkçası. Bu şekilde yıllardır kamu kaynaklarının özel servete dönüşmesi olayını yıllardır yaşıyoruz. Kamu varlıklarının ve kamu kaynaklarının özel servete dönüştüğü bir rejim içindeyiz.
Tabii buna son dönemde daha da açığa çıkmış kara ve kirli servetlerde eklendi. Literatürde kara ve kirli para ayrımı vardır, kara para vergi kaçırmada kullanılır, kirli para uyuşturucu, silah, insan ticarete gibi yasa dışı işlemler için kullanılır. Kara ve kirli paranın servetler ve akımlarla ilgili uluslararası tanımlar, düzenlemeler vardır. Bizde kara ve kirli servetlerle iktidar- devlet ilişkisi çok iç içe geçmiş bir durumda. Canlı izliyoruz, dün 8. diziyle de gördük. Sabahleyin göz ucuyla baktım bir haberde, organize suç örgütü lideri olarak tanımlanan Sedat Peker’in, devletin tepesiyle sürekli bir ilişki halinde olduğu bizatihi açıklayan, yakınlığını ortaya koyan kişinin açıklamaları vatandaşlarımızın %75’i tarafından inandırıcı bulunmuş. Avrasya araştırma kuruluşunun yaptığı bir araştırma sanıyorum.
Yüksek borçluluk, otoriter rejim, havuz sistemi ve suç örgütleri ilişkisi üzerinde 4 haftadır duruyoruz. Geçen haftalarda işaret ettiğim bir yapılanma vardı. SADAT’a ve Suriye’ye dikkat çekmiştim. Eski ve derin yapılanmalar üzerinde durmuştum. Kütüphanelerimizde pek çok raf derin devlet, gladyo, gayri nizami harp, Susurluk, JİTEM, MİT raporları kitaplarıyla, dökümanlarıyla dolu. Türkiye’de gazeteciliğin önemli bir kısmını buna hasrediyorsunuz
Sonuçta Sedat’tan Sadat’a geldik. Sedat Peker Sadat’ı işaret etti. Sürekli işaret ettiğim bir yapılanma, AKP dönemi derin yapılanmaların gözden ırak tutulmadan bu meselelere bakılmaması gerektiğini ifade ediyordum. Suriye meselesi, cephelerdeki hususlar, yüksek borçluluk, kaynak sıkıntısı, cephelere kaynak yaratım metotları üzerinden bakmak gerekir. SADAT denilen yapılanmayla ilk nasıl karşılaştım onu aktarmaya çalışayım. Sevgili Ömer Madra’yla yıllardır yayın yapıyoruz, 2000’li yıllar Türkiye’nin askeri vesayetten kurtulmasına ilişkin demokratikleşme hamleleri ve derin yapılanmaların -hikayelerin, darbelerin, darbe arkalarının, altlarının, üstlerinin analiz edildiği yıllardır. Bu yıllarda doğrusu hemen hemen her programda değinmeye çalışırdık, vesayetin unsurlarını, kurumlarını ve mevzuatını incelmeye çalışırdım. Bir keresinde Yüksek Askeri Şüra hazırlığı yapıyordum yine Açık Radyo için, Ekonomi Politik için, YAŞ nedir, ne değildir? Araştırma sırasında takıldığım bir şey oldu, aslında YAŞ tüzüğünü araştırıyordum uzun zamandır, bulmaya çalışıyordum nedir bu YAŞ tüzüğü? Gizli bir belge olduğunu öğrendim.
ÖM: Yüksek Askeri Şüra.
AB: Evet, bu arada MGK tüzüğü de araştırılıyordu. Nitekim Radikal gazetesi sanıyorum Deniz Zeyrek onu yayınladı, karıştı ortalık. Bu araştırma sırasında bir dernekle karşılaştım Adaleti Savunanlar Derneği, baktım orada bir Tuğgeneral bu derneğin sözcüsü, kurucusu, başkanı. 2008 yılıydı, bunların yayınlarını takip ettiğimde gerçekten çok şey öğrendim, bilmediğim alanlara girdim. Daha sonra bu hususları programlarda gündeme getirdim. Bu yapıyı sürekli incelemeye ve izlemeye aldım, 2011 yılına geldik sanıyorum, bir gün baktım ki, ASDER önce bir ASSAM’ı kurdu, ASSAM da ASDER’e bağlı uluslararası savunma araştırma merkezi, Adaleti Savunanlar Araştırma Merkezi. ASSAM’ da Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi Ticaret A.Ş. SADAT’ı kurdu. Tüm bunları o zaman Açık Radyo’da Ekonomi Politikte gündeme getirmiştim. Ana sözleşmesini şirketin okumuştum, çok ilginç bir gelişmeydi çünkü, tüm bunlar basın toplantısıyla duyuruldu, yasak değildi. Sadece medya bunları o zaman yeterince üstünde durmadı. 2012 yılından itibaren SADAT’ı adeta gözümün önüne koydum. Aslında ASDER’in kuruluş amacı darbelerde mağdur olan emekliye sevk edilen askerlerin, subayların özlük haklarını savunmaktı. Nitekim bu özlük hakları sonraki yıllarda alındı, siyasi nedenlerle ordudan atılan subaylar, teğmenler albay rütbesiyle emekli oldular, emeklilik haklarına kavuştular, askeri garnizonların sosyal haklarından, hasta hanelerden yararlandılar.
Sonuçta bu öykü SADAT’ı kurdu. SADAT, tam Arap dünyasındaki direnişlerin eylemlerin başladığı dönemde kuruldu. Dolayısıyla gözümüzün radarına girdi, gazeteci olarak takip edilmesi gereken bir kurum olarak karşımıza çıktı. ASDER den SADAT’a tüm açıklamaları, ziyaretleri, konferansları çoğunlukla kendi web siteleri ve açıklamaları izlemeye çalıştım. İslam ülkeleri arasında safları sıklaştırmaktan, İslam ülkeleri arasındaki askeri işbirliklerine önem verdiklerinden söz ediyorlardı, Arap dünyasında direnişleri orduları eğitmek- yönetmek gibi yaklaşımları vardı. Uzun uzun girmeyeceğim, ana sözleşmesinde hem yurt içinde hem yurt dışında bu tür danışmanlık hizmetlerinin verilmesine ilişkin pek çok dikkat çekici açıklama bulunuyordu. Sonra başında İslam olan çeşitli kongreler düzenlediler daha sonraki yıllarda, İslam Savunma İşbirliği Teşkilatı, İslam Parlamentosu, İslam Ordusu kurulması gerektiğini söylediler. Özel ordu meselesi de hep gündemdeydi. Bu kurumların başında bulunan emekli general Tanrıverdi’nin uzmanlık alanı da buydu, kontrgerilla diye bilinen özel harp dairesinde çalışmış bir kişi, özel kuvvetler dairesinde çalışmış ve gayri nizami harp konusunda oldukça bilgili olan, İslamcı görüşlere sahip bir kişi. Dolayısıyla bunları Açık Radyo’da Ekonomi Politik programlarında tarihlerini hatırlamıyorum ama ilk olarak 2010 civarında, önceleri askeri mevzuat üzerinden edindiğimiz bilgileri daha sonra da bu yapılanmaları aktarmaya çalıştık. 2014’ten bu isimler ve bu işler sonra popülerleşti, hükümetten bu şirket için özel izin çıkarttılar, Suriye’nin iç işlerine Türkiye’nin aktif katılımından ve karışmasından sonra SADAT’ın ismi çokça duyurulur oldu. Nitekim sonunda SEDAT’tan SADAT’a geldik.
Sedat Peker son konuşmasında kendisinin Suriye’deki Türkmenlere bir yardım konvoyu hazırladığını ama devletin başına danışarak hazırladığını söylüyor. Yardım konvoyunda İHA bile var, silahlar da var. Sedat bunları gönderirken SADAT tırlarının da kendi konvoyuna eklendiğini söylüyor. Peker kendisinin Turancı Türkçü olduğunu söylüyor. Peker daha sonra Türkmenlere yardım ediyorum diye gönderdiği konvoyun aslında El Nusra’ya gittiğini öğrendiğini açıklıyor. Ki biz bunu yine duyarlı gazeteciler ve kamuoyu olarak, Türkiye’nin Suriye meselesinde çok yanlış işler yaptığını ortaya koyan yayınlar yaptık. Bu yayınlar nedeniyle (MİT tırları) Can Dündar, Enis Berberoğlu, Erdem Gül arkadaşlarımızın çektiklerini gözümüzün önünde yaşadık. Daha sonra bu konu iktidar tarafından “devlet sırrı” olarak nitelendirildi. Şimdi bu sırrın gerçeğinin organize suç örgütü lideri tarafından afişe edildiğine şahit olduk. Bir özet vermeye çalıştım ama bu mevzu uzun.
ÖM: Ben de bir ilavede bulunayım, yani bu sıralarda çok yazı çıktı çeşitli internet gazetelerinde de, mecralarda da, özellikle de Gökçer Tayincioğlu’nun ‘Suç itirafları ve sahte kahramanlar’ başlıklı yazısında yani “çeşitli insanların 40 yıldır terörü bahane edip, sizin de söylediğiniz gibi, üstelik terörün boyutlanmasına zemin hazırlayarak topluma yalan söylüyor. Milliyetçileri, hassasiyetleri olanları da kahramanlık masallarıyla aldatıyor, asıl ayıp 40 yıldır bu çetecilerin cezalandırılmamasıdır. Gerisi boş laf ve çetelere teslim olmuşluğun itirafıdır. Memleketin organize suç örgütü lideri Sedat Peker, Kutlu Adalı cinayetinde kendisinin de kardeşinin rol oynadığını ve gönüllü savunucular hemen devreye giriyor” demiş. Zeynel Lüle de çok sadece Kutlu Adalı cinayeti üzerinde duran bir çarpıcı analiz yazısı yayınlamış gene T24’te. “6 Temmuz’da bir anda sokaktaki ışıklar söner, karanlıkta işlenen cinayet başlığında, aydınlandığındaysa Adalı’nın sol şakağından vurularak infaz edildiği anlaşılır. Cinayetten 1 ay sonra da komutan Galip Mendi sivil savunma teşkilatı başkanlığı görevinden ayrılarak Ankara’ya döner. Mendi 15 Temmuz sonrası tutuklanan orgeneraller arasında yer alır. Sonra da jandarma genel komutanı yapılır” diye çok ayrıntılı bir analiz yapmış. Yani çok acayip şeyde yani, Kutlu Adalı mesela bir şey olayının üzerine gitmiş Kıbrıslı gazeteci, 1996’da bir silahlı baskından bahseden beyaz Renault Toros’lar, biri kırmızı İsuzu Jeep, bir de Vitara marka bir şey. Baskının ertesi gün sabah 9’da ortaya çıktığı, Kutlu Adalı’nın da bu olayın üstüne gidip şöyle bir iddiayı ortaya attığı belirtiliyor. Yani bir binbaşı Rumların evinden, kilisesinden, bankasından, kuyumcusundan ganimet olarak toplanan altın, gümüş, elmas, pırlanta gibi mücevherleri St. Barnabas mezarının olduğu mağaraya gömdürmüş, savaş bitince gelip almayı amaçlamış, bu arada generalliğe yükselip emekli olmuş, aradan 21 yıl geçtikten sonra Kıbrıs’ta bulunan güvendiği kişilere durumu anlatmış ve silahlı baskın operasyonu gerçekleştirmişler. Mücevherleri de alıp aynı gece uçakla Türkiye’ye kaçmışlar diyor. Adalı bunları yazıyor, sonra araçların sivil savunma örgütüne ait olduğunun saptandığını da yazıyor. Ondan sonra tehditler başlıyor, takip altına alınıyor, köpeği öldürülüyor, tehdit ediliyor ve sonunda da kendisi öldürülüyor. Karanlıkta işlenen cinayet karanlık kalır diyor. Mendi de cinayetten 1 ay sonra sivil savunma teşkilat başkanlığı görevinden ayrılıp Ankara’ya dönüyor. Tutuklanan orgeneraller arasında yer alıp sonradan da jandarma genel komutanı yapılmış. Yani “karanlıkta işlenen cinayete karanlıkta kalır” diyor Zeynel Lüle de çarpıcı bir yazı.
AB: Kıbrıs’ta kara- kirli para, kumarhaneler, uyuşturucu işleri, para aklama için kurulan dükkân bankalar ve derin devlet olayları, Susurluk döneminde de etraflıca konuşuldu ve Kutlu Adalı cinayeti de bunlardan biriydi. Sanıyorum Galip Mendi ismi yeni ortaya çıkan isim. O dönemde yine bugün konuşulan aktörler Korkut Eken dahil gündeme geldi, bugün konuşulan isimler o günün raporlarına girdi Kutlu Savaş raporlarında, meclis soruşturma raporlarında yer aldı. Ancak sonuçta şöyle bir şey oldu, hatırladığım kadarıyla Mehmet Ağar “ne yani, 1000 operasyon yapıldı, 1000 operasyonu ben tek başıma mı yaptım?” dedi. Onun sonrasında genelkurmay ikinci başkanının, o gün, Ankara’da Ağar’ı ziyarete gittiğine tanık olduk!
Dolayısıyla bu mevzuları önce veçhelerini ayırmak ve sonra toplayarak bakmak lazım. Bugünün karanlık, kirli, derin ilişkilerine eski gözlüklerle bakmak yeterli olmaz. Adım adım geçilen otoriter rejimle derin süreçleri ve yapılanmaları ilişkilendirmeden analiz yapmak yeterli olmaz. Özellikle Suriye savaşını, diğer cepheleri, bunlar için harcanan kaynaklar için yapılanları, o bölgelerde yapılan ticareti ekleyerek bakmak lazım. Karşımıza SADAT gibi kuruluşlar bazı yeni ordular çıkıyor.
Zaman zaman Türkiye takas odasına girer, takas odasında bazı tasfiyeler olur, bazıları harcanır, bazıları yeni biatler belirler. Hukuk devletin işlediği zamanlarda bu tür yapılanmalardan hesap sormalar, parlamento soruşturmaları söz konusu olabiliyor. Susurluk döneminde önceki JİTEM araştırmalarda, faili meçhul cinayetlerin araştırmalarında bunlar gerçekleşti. Çok çabuk unutuyoruz ve çok kıymetli raporlar yayınlandı, gerçek bulgulara ulaşıldı, saptandı. Ancak sonuçta devlet kirli işleri yapanları korudu. Pislik ortaya döküldü fakat asıl sorumlular, askeri vesayet hesap vermedi.
Sedat Peker içeriden biri, son dönemin aktörlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor, sır küplerinden biri konuşuyor. Otokratik rejimlerde sır küpleri, servet küpleri, suç küpleri yan yana dururlar. Bunlardan kolay kolay vazgeçemezsiniz. İç içe geçmiş bu küpleri yönetmek işiniz olur. 17-25’te sır küplerinden bazısı ödüllendirdi, bazıları büyükelçi oldu, bazılarının ismini bile hatırlamıyoruz. 15 Temmuz’a da bakmak lazım, Gezi’den bu yana -bugün de Gezi’nin yıldönümü, direnişe merhaba diyerek devam edeyim- bakmak lazım. 2015’ten yapılan tüm referandumlara, seçimlere, Suriye’ye ait tüm cephelere, Somali’ye ve Katar’a, Venezuela’ya bakmak lazım. Uzun süren otokrasiler servet, sır ve suç küpleri üretiyorlar. Bugün iktidar uzun yıllardır yönettiği servet, sır ve suç küplerini yönetme aczi içerisinde. Çünkü kaynak da bitmiş durumda ve pasta küçülmüş durumda. Son bir konuya dikkat çekeyim, aynı zamanda uluslararası planda zor durumda kaldığımız şu günlerde, Biden’le Erdoğan’ın 14 Haziran görüşmesi öncesine, bu açıklamaların, kapışmanın denk gelmesi önemli. Türkiye uluslararası alanda çok zor durumda, Biden’in telefonuna bekledi baktı uzun süre, şimdi Biden’le görüşmesine takılıp kalmış durumda, Halkbank sarkacı hâlâ sallanıyor kafasının üstünde Türkiye’nin. Ayrıca kirli ve derin işlerin uluslararası boyutu da bulunuyor. Mesele uluslararası mahkemelere intikal edebilecek başlıklar içeriyor, hem cepheler, hem de cephelerin finansmanı. Kirli ticaret ve savaş. NATO toplantısında ve sonrasında daha farklı güç durumlarla karşı karşıya kalabiliriz.
ÖM: Ali Bey süre biterken ben de bir şey daha ilave etmek istiyorum. Yani siz de sözünü ettiniz ama çok önemli görünüyor, Gazete Duvar’dan bir şey, yani Sedat Peker’in son açıklamalarında Suriye’deki El Nusra örgütüne SADAT şirketi eliyle silah gönderildiğini söylemesinin ardından MİT tırlarıyla ilgili haber nedeniyle geçmişte cezaevine konan gazeteci Can Dündar, Peker’in kendisini tehdit ettiğini de açıklamış, yani genel yayın yönetmeni olduğu Özgürüz Radyo’nun Youtube kanalından açıklama yapıyor Dündar, kendisine hapisteyken suç örgütü lideri Sedat Peker’in not yolladığını ve bu notta “vatana ihanet ettin, asılmayı hak ettin!” şeklinde bulunduğunu dile getirmiş ve şunları söylemiş “ne diyor şimdi Sedat Peker? ‘Beni Türkmenler’e yolladığım tırların arasına SADAT kendi tırlarını ekledi, benim üzerimden El Nusra’ya silah gönderdiler’ biz bunu yazdık diye başımıza gelmedik kalmadı2 diyor Dündar. “Sorgulandık, yargılandık, hapsedildik, kurşunlandık, ailemizden ayrı kaldık, sürgüne geldik, bütün malvarlığımıza el kondu, ne vatan hainliğimiz kaldı ne cemaatçiliğimiz, infaza da az kalmıştı. Cezaevinden gelen yazılı mesajı hiç unutmuyorum. ‘Sen vatana ihanet ettin, asılmayı hak ettin’ diyordu. Kimdi yazan biliyor musun? Sedat Peker. Sonunda o haberden dolayı 27 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bugün doğruluğu birinci ağızdan tescillenen haberin bedelini sadece ben değil o tırları yakalayan savcılar ve yargıçlar da ödedi. Araştıran milletvekilleri de haberi yayınlayan Cumhuriyet gazetesinin bütün yöneticileri de” demiş.
AB: Tevfik Fikret’in ‘Sis’ şiiri aklıma geliyor, şiirin bir dizesi, Tevfik Fikret şöyle sesleniyor, “örtün evet ey felaket, ey facia, örtün artık ey şehir, örtün ve sonsuza kadar uyu” bununla bitirelim hocam.
ÖM: Evet, çok teşekkür ederiz Ali Bey, görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!
ÖÖ: Görüşmek üzere.