Ali Bilge, Ekonomi-Politik'te Türkiye'nin Paris İklim Anlaşmasını onayladıktan sonra tekrar gelişmiş ülkelere dahil olma talebine, ABD'de iklim krizinin finansal etkileri üzerine yayınlanan rapora ve G20'de vergi oranları hakkında alınan karara değindi.
(1 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal!
Özdeş Özbay: Günaydın!
AB: İyi haftalar, iyi yayınlar ve yeni yayın dönemimiz de kutlu olsun!
ÖM: Çok teşekkür ederiz, evet 54.yayın dönemine girdik ve size sözü bırakmadan bir şey söyleyeyim, bu yayın döneminde 1319 programcımız gözüküyor, bu bizim için bir rekor. Herhalde dünyada da hatırı sayılır bir rekor olabilir. %99’u da gönüllülerden oluşuyor programcılarımızın. 1200’ün üzerinde de program var. Bir de iklimle ilgili üç yeni programımız oldu. Geçen dönemin sonunda başlamışlardı “İklim habercileri” diye cuma sabahları, “Yeşil Havadis” cumartesi sabahları ve “Haftanın Haber Hasatı” da pazar sabahları. Bu iklim meselesine ağırlık vermeye çalışıyoruz elden geldiği ölçüde. Çünkü çok kritik bir dönem oldu, döneme girdik yani apaçık ortada. Son olarak da şunu söyleyeyim, yeni programcılarımız arasında 10 yaşında dört çocuk da yer alıyor. Bu da kendi başına ayrı bir keyif bizim için doğrusu.
ÖÖ: Bu arada bu 1300 dediğiniz başından beri değil mi?
ÖM: Başından beri evet.
ÖÖ: Tamam, sadece bu dönem değil yani?
ÖM: 1995’ten bu yana evet. Bu yayın döneminin programcıları arasında da dört yeni isim yeni var: Durul Kayahan, Kuzey Sarp Levent, Ömer Faruk Dereli ve Zeynep Ece Asar. Hepsi 10 yaşında. “Küçük Düşünürler Topluluğu” programına giriyorlar, felsefe konuşacaklar. Tamam, reklamımız bu kadar!
AB: Madem iklimle başladık, belki değindiniz, bu sabah düşen bir haber var. Paris İklim Anlaşmasını onayladıktan sonra Türkiye’nin yeniden bir talebi olmuş; Türkiye gelişmekte olan ülkeler kategorisinden çıkarın talebini geri çekmiş , gelişmiş ülkelere dahil edin tekrar” diye. Bundan haberiniz var mı?
ÖM: Hayır.
ÖÖ: Ama Türkiye zaten ötekisinden çıkarılmadı. Sadece üç milyar Dolar’lık Dünya Bankası ve Fransa falan desteği verileceği söylenmişti, öyle tamam demişti ama listedeki yeri değişmemişti.
AB: Doğru ama Ek-1 listesinden, yani gelişmiş ülke kategorisinden 1992 Rio’dan bu yana çıkma talebini hep iletiyordu. Cumhuriyet gazetesinde yer alan haber şöyle:
“İklim fonlarından yararlanmak için daha önce Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ndeki “gelişmiş ülkeler” listesinden çıkma talebinde bulunan ve Paris İklim Anlaşması’nı da “gelişmekte olan ülke” olduğu vurgusuyla onaylayan Türkiye, Glasgow’daki iklim zirvesi öncesinde bu talebinden vazgeçti…Türkiye, ilk olarak 28 Nisan’da, daha sonra da 10 Eylül’de Berlin Büyükelçiliği aracılığıyla Bonn merkezli BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası’na yazılı bir nota iletmiş ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin “gelişmiş ülkeler” kategorisini oluşturan Ek-1 listesinden Türkiye’nin çıkarılması ve “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinde yer almasını talep etmişti. Notada, Türkiye’nin konuyla ilgili pozisyonunu belirten belge de yer almış ve Türkiye’nin iklim fonlarından yararlanma imkânı bulunmayan “gelişmiş ülkeler” listesinde bulunmasının, mevcut ekonomik durumuyla tutarlı olmadığı belirtilmişti. Buna karşın 27 Ekim’de Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği’nden BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası’na “çok acil” koduyla iletilen yazıda Türkiye’nin, liste değişikliği talebinin geri çekildiği bildirildi ve bu talebin Glasgow’daki zirve gündeminden de çıkartılması istendi”
ÖM: Evet bu sebeple 5-6 yıl kadar geciktirmişti Paris Anlaşmasını.
"Beş gün önce beş gün sonra, otokraside işler böyle"
AB: Sonuçta “gelişmiş ülke listesinde kalmak istiyoruz” diyorlar. Gelişmekte olan ülke kategorinse alınma talebini gerekçe göstermeden geri çekiyorlar. Bu ülkede kararlar, tavırlar böyle çelişkili bir şekilde oluyor. Geçen hafta bahsetmeye fırsat bulamamıştım, Ankara’da COP26 öncesi yapılan bir toplantıda, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar, Paris Anlaşmasını onaylanmasında yaşanan gecikmesinin nedeni olarak, 1992 ‘den bu yana “Türkiye’nin gelişmiş ülke listesinde yer almasını” gösterdi. Türkiye’nin İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) düzenlediği, İklimce Sohbetler COP26 Özel Oturumunda gecikmenin nedenini bu şekilde anlatmıştı. 22 Ekim 2021 tarihli toplantıya Birleşik Krallık Ankara Büyükelçisi Sir Dominick Chilcott ve UNDP Türkiye Temsilcisi Louisa Vinton’ın katılmıştı. “Paris anlaşmasını onaylıyoruz ancak bizi gelişmiş ülkeler listesinden çıkarın” talebi düne kadar geçerliydi. Bu oturumdan beş gün sonra, 27 Ekim’de acil bir not iletilmiş, “gelişmekte olan ülke listesinde yer alma isteğimizi geri çekiyoruz, gelişmiş ülke kategorisinde kalmaya devam etmek istiyoruz “ diye.
Hep anlatıyoruz, çok uzunca bir süredir kötü, yanlış yönetiliyor bu ülke. İşte başlı başına bir örnek durum. Beş gün önce beş gün sonra, otokraside işler böyle… Çevre ve şehircilik bakan yardımcısı beş gün önce bunu söylüyor, beş gün sonra sekretaryaya “talebimizi geri çektik” deniliyor. Merak edilen husus; Paris Anlaşmasının onaylanmasından sonra devreye girmesi beklenen 3.1 milyar Dolar’lık kredi ne olacak? Partisinin grup toplantısında Erdoğan’ın övgü ile anlattığı bu kredi bundan sonra ne olacak? Ayrıca Bakan yardımcısı aynı toplantıda “Türkiye iklim trenini kaçırırsa, G20'de olamayabilir” tespitinde de bulunuyor! Haber sabah dikkatimi çekti, bununla başlamak durumunda kaldım. Önemli bir haber…
ÖM: Evet, evet önemli. Yani içinde bulunduğu kaotik durumu iyice gösteren noktalardan bir tanesi Türkiye’nin. Hem iç hem de dış politika alanlarındaki karar almasında sorunların ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor sizin bu şeyiniz de.
AB: Birleşik Devletler başkanıyla yapılan görüşmeye ilişkin açıklamalarda bu şekilde. İki tarafın açıklamalarını da okuduğumuzda uyuşmuyor, bir gelişme olmadığı anlaşılıyor. İktidar medyasında görüşmenin başarılı olduğunu ortaya koyan yapay açıklamalar birbirini izliyor. Her alanda dökülüyoruz. Dış politikada, çevre, iklim ve ekonomide, her alanda, dünya faiz arttırırken Türkiye faiz düşürüyor.
Esas konulara girmeden önce değinmek istediğim bir rapor var. Dün gece fark ettim bu raporu, belki sizde yakalamış olabilirsiniz. ABD hükümetine bağlı finans komitesinin yayınladığı bir rapor. Raporun hazırlanmasını Başkan Biden istemiş. Rapor 31 Ekim tarihinde AmerikanHuffPost’ta yayınlanmış. Daha sonra başka yayın organlarında da yayınlanmış.
"İklim değişikliği ilk defa ABD ekonomisi ve finans sistemi için yükselen bir tehdit olarak kabul ediliyor"
Türkiye’de de Görüş isimli bir sitede yayınlandı, orada gördüm. Bu da çok ilginç. Rapor; iklim değişikliği Amerikan finansal sistemine ciddi bir tehdit oluşturuyor tespiti ile başlıyor. İklim değişikliğinin Amerikan finansal sistemine pek çok alanda zarar vereceği/verdiği anlatılıyor. Bankalara, sigorta şirketlerine, emeklilik planlarına, kredi piyasalarına çok ciddi riskler oluşturduğuna dikkat çekiliyor. Bu tespitler, 2010’da, yani kriz sonrasında kurulan Finansal İstikrar Gözetim Konseyi raporunun sonuç bölümünde yer alıyor. İklim değişikliği ilk defa ABD ekonomisi ve finans sistemi için yükselen bir tehdit olarak kabul ediliyor. “Geciktik mi? Geciktik” diyorlar, itiraf ediyorlar. Sonuçta iklim krizinin, felaketlerin Amerikan ekonomisini altüst edebileceğini finansal sektöre bulaştığını/bulaşacağını söylüyorlar. Şiddetli hava koşulları, seller ve felaketler sonucunda harap olan bölgelerin sigortalanmasının çok maliyetli bir hale gelebileceğini belirtiyorlar. İklim krizi ve iklim değişiminin, ülkeyi finansal ve ekonomik güvencesizliğe mahkum edebileceği tespiti yapılıyor. Şiddetli iklim değişiklikleri sonucunda fiziksel zararların gelir sağlayan sektörlerin getirisini yok edebileceği anlatılıyor. Emeklilik planları ve fonlarının etkileneceği, ciddi riskler oluşturduğu ayrıca “çözüm üretmek için ne yapılması gerekiyorsa yapmalıyız” vurgusu da yapılıyor. Rapor, “evet geciktik ama diğer ülkelerle birlikte koordineli bir şekilde bu meselenin üzerine gitmeliyiz” diyor. Durum, kömür ve doğalgaz sektörleri açısından da inceleniyor. İlginç bir rapor...
ÖM: Tam da bu sırada zaten ABD’de de Senato önünde büyük petrol, fosil yakıt şirketleri de bir çeşit hesap verme durumundalar. Soruşturma gibi bir şey oluyor, o tarz müzakereler oluyor fakat tümüyle yalan söylemekte oldukları bir kez daha tescil edildi. Daha yakından takip edeceğiz.
AB: Bazı gözlemciler Wall Street’in konuya uyandığını, düzenleyici otoritenin durumu ciddiye aldığına işaret ediyorlar. Dün gece raporun çevirisi gözüme çarptı, bunu da paylaşmış olalım. Bir şeylerin değişmeye başladığını düşünebiliriz. Bu rapordan yola çıkarak neoliberal düzenin yarattığı tahribatın kendi iktidarını da tehdit etmeye başladığına uyandığını söylemek mümkün mü? Bilemiyorum, bekleyeceğiz gelişmeleri… En önemli tespit bana göre şu : bir sonraki finansal krizin , iklim krizinin sonuçlarından dolayı olabileceği tespiti, çok önemli.. “İklim krizi yeni ve daha büyük bir finansal krize yol açabilir” tespiti çok önemli. Bu nedenle küresel çapta ciddi düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır” şeklinde değerlendirmeler raporda bulunuyor.
ÖM: Evet bu rapora nerede rastladınız?
AB: Bu raporu haberleştiren Alexander Kaufman isimli bir gazeteci HuffPost’ta yayınlanmış. HuffPostu’u kaynak göstererek Mother Johns isimli bir site yayınlamış. Mother Johns esas alınarak da Türkçeye çevrilmiş. Görüş isimli sitede yayınlandı. Akademik çevreleri ve disiplinleri bir araya getiren bir site.
ÖM: Tamam, teşekkür ederiz.
"Ülkelerde ve kürenin tamamında yeni vergileme rejimine ihtiyaç var"
AB: Benim değineceğim hususlardan bir diğeri küresel kurumlar vergisi meselesi. Bu konuda G7 bakanları haziran ayında bir anlaşmaya varmıştı. Biz o zaman da bunu konuşmuştuk Roma’da G20 de bu vergi ve oranı onaylandı. Haziran ayında küresel kurumsal vergi oranı %15 olarak tespit edilmişti. Roma’da sonuçlandı, katılan ülkeler onayladılar. Peki bu ne demek? Google, Amazon, Facebook gibi şirketler vergi ödememek için -geçen haftalarda bahsettiğimiz Pandora belgelerinde ortaya dökülen- vergi cennetlerine, adalara, vergi oranlarının çok düşük olduğu ya da verginin alınmadığı ülkelerde faaliyet gösteriyorlar. Bunlar merkezlerini oralara taşıyorlardı. Avrupa’da da Lüksemburg gibi, Polonya gibi, İrlanda gibi ülkelere taşıyorlardı. Sonuçta bu karar, vergi cenneti olan ülkelerin hareket kabiliyetini belli bir ölçüde sınırlamaya dönük bir hamle. Küresel çapta önemli bir gelişme. Ayrıca merkezlerini vergi cennetlerine taşıyan şirketler bu ülkelerden diğer ülkelere mallarını ve hizmetlerini sattığında durum vergi ödenmeyen ülke lehine çalışıyordu. Bundan sonra malın satıldığı ülkeye de vergi ödemek durumunda kalacaklar. Satışın olduğu ülkenin vergi kaybını önleyen bir önlem de var.
Yapılan araştırmalara göre, uluslararası kurumlar vergisinden kaçınma nedeniyle ülkeler her yıl toplam 427 milyar dolardan fazla gelir kaybı yaşanıyor.
Bu karar ve onay önemli olmakla birlikte, çokça abartılı bir yaklaşım da sergileniyor. Bu çokuluslu şirketlere karşı bir devrim sanki. Öyle değil, abartılı yaklaşmamak lazım. Evet, bir anlamda çokuluslu şirketler zapturapt altına alınmak isteniyor. Böyle bir hamle mi? Evet.
Çok uluslu şirketlerin dünyaya egemen olduğu bir devir yaşıyoruz. Buna yönelik bu karar ama maalesef bu kararın yaptırımları yok. Ayrıca bu anlaşma her ülkenin meclisinde de onaylanacak. Ayrıca uymayanlara yaptırımlar da söz konusu değil. AİHM’e uymazsan askıya alınıyorsun. Böyle bir durum yok. 2023’de devreye girecek. Ülkeleri karara zorlamayı, itmeyi amaçlıyor. OECD bünyesinde uzun süre bu çalışmalar yapılmıştı. Bir anlamda şirketleri ve ülkeleri tutum almaya zorluyor. Ayrıca pek çok ülkede kararlaştırılan %15 olan kurumlar vergisinin üzerinde vergi oranları zaten var.
Bir de yani ülkeler bu kararın arkasından dolaşma imkanına sahipler. İsviçre başlamış örneğin; sübvansiyonlar vererek oranları düşürmek bilinen bir yoldur. Bizde de öyledir; kurumlar vergisi yüksek tutulur anacak muafiyet ve istisnalarla oranlar düşürülür. Tabelada yüksek oran vardır ancak gerçekte düşüktür. Bu verilme oranı, yıllık 750 milyon Euro’nun üzerinde geliri olan çok uluslu firmalara uygulanacak. Onun altında olanlara uygulanmayacak. Ayrıca enerji, madencilik ve finans sektörleri dışarda kalıyor. 20 milyar Euro’nun üzerinde ciro yapan, geliri olan şirketlerin karlarının %10’un üstündeki kısmının %25’i, firmaların ürünlerini sattığı ülkelere ödenecek.
Örneğin şirket Lüksemburg’da ama Türkiye’ye satıyor, Türkiye’de herhangi bir vergi ödenmiyor. O meseleyi çözümlemeye çalışıyorlar. Başka sektörlerin de özellikle finans sektörünün kapsam içerisinde yer alması gerekiyor. Servetlerin nelerde ve nerelerde toplandığı belli.
"Keynesyen kamusal politikalar ile eşitsizliğin, uçurumun önlenmesi bekleniyor"
İktisatçıların bu konuda geçmişte yaptığı öneriler ve tartışmalar akla geliyor. Tobin vergisi ilk akla gelen. Döviz hareketlerinden, sermaye hareketlerinden vergi kesilmesini önermişti Nobel iktisat ödüllü ünlü iktisatçı Tobin. James Tobin’in teorisi ve önerisi vardı. Son yıllarda da önemli bir iktisatçısı Thomas Piketty, ünlü kitabında sermaye ve servet vergileri meselesini gündeme taşıdı. Çünkü çözüm burada, dünyanın girdaptan çıkışı, iklimde olsun, ülkeler arasındaki eşitsizliğin giderilmesinde olsun burada, Türkiye için de aynı şekilde geçerli. Ülkelerde ve kürenin tamamında yeni vergileme rejimine ihtiyaç var. Bu tabii aynı zamanda emek piyasaları için de geçerli. Durum bundan ibaret. Roma’da alınan en önemli kararlardan biri buydu, küresel kurum vergi meselesi…
ÖM: Bir beklentiniz var mı? Nasıl gelişmelere yol açabilir, nasıl karşılanacaktır bu?
AB: Valla bu durum çokuluslu şirketlerin egemenliğine son verecek karşı bir adım mı? Sanmıyorum ama önemli bir adım.Şöyle bir değerlendirme vardı hatırladığım kadarıyla söyleyeyim. Yıllar öne BİRGÜN gazetesinde yazarken değinmiştim. AOL Başkanı Richard Parsons’a ait “bir dönem kiliselerin hayatımızda çok önemli bir rolü vardı, ardından bu rolü devletler üstlendi, şimdi ise sıra, çok uluslu şirketlerde.” Bu cümle vahşi küreselleşmenin, neolibralizmin özetidir.
Evet bir anlamda çok uluslu şirketlere elbette sarı kart gösteriliyor, onların vergi kaçırmalarına dair; yeterli mi? Hiç değil. Tam “yetmez ama evet” denilebilecek bir durum. Daha da uğraşılması gereken pek çok husus var. Esas mesele silah sanayinin, savaş sanayinin, finans egemenliğinin geleneksel endüstrilerle finans arasındaki ilişkinin nasıl yeniden örüleceği. Asıl beklenen, arzulanan neoliberal kapitalizmin üzerine, Keynesyen formatların atılması. Keynesyen kamusal politikalar ile eşitsizliğin, uçurumun önlenmesi bekleniyor. Bu şekilde kürede çokuluslu şirket egemenliğine son verilmesi, dizginlemesi... Evet olumlu bir yaklaşımdır, evet iyi bir gelişme ama önemli açıkları da olan ve yaptırım mekanizması olmayan bir karar. Bu kararla şirketrosiden kamusal politikalara dönüldü hiç denemez, erken ve yetersiz bir değerlendirme olur.
ÖM: Evet.
"İdari ve mali yapılanma keyfe keder bir durumda"
AB: Son dakikalarda bir konuya daha geçelim; geçen haftalarda değinmiştik OECD-FATF, Türkiye hem kara ve kirli para aklanmasında hem de terörün finansmanında ciddi kararlar almıyor, konunun üzerine gitmiyor gerekçesiyle gri listeye alınmıştı. Bu gri listeye giren ülkelerin kayıpları hesaplanmış, gri listeye geçen ülkelerin GSYİH’larından ne kadar azalma olduğuna bakmışlar.
IMF, bu listeye girenlerin hasılasından % 7.6’lık bir kayıp olduğunu hesaplamış. Elbette Türkiye’de hesaba girmiş. Bildiğiniz gibi 2022 bütçesi görüşülüyor, -değinemiyoruz bile – 2022 bütçe rakamlarına göre 2022 yılında GSYİH 850 milyar Dolar olacak. Buna göre Türkiye’yi 64.6 milyar Dolar’lık bir kayıp bekliyor. Gri listeye girmenin bir bedeli bu şekilde karşımıza çıkıyor. Bu listeye giren ülkelerin borçlanma maliyetleri yükseliyor, portföy akımları ve krediler azalıyor, güçleşiyor, faizler artıyor. Dolayısıyla gri listeye geçmenin çok ciddi bir bedeli var. İklim mevzusunda gelişmiş ülke listesinden gelişmekte olan ülke listesine, tekrar gelişmiş ülke listesine geçişler, zikzaklar yaşanırken, kara para, kirli para, terörün finansmanı hususunda gerekeni yapmamanın da fahiş bir bedeli var efendim. 64.6 milyar Dolar’lık! Bunu da derkenar etmiş olalım.
ÖM: Evet, yani burada şimdi Julian Assange davası da konuşulurken WikiLeaks kurucusunun ABD’ye iade edilip oraya gönderilip sonra yargılanması filan had safhada basın özgürlüğüne vurulmuş en önemli darbe olarak görülürken bir yandan da bu WikiLeaks’in bugüne kadar iklim değişikliği konusunda devletlerin ve büyük şirketlerin oynadığı rolleri açığa çıkaran ilginç bir raporu da yayınlandı. Onu da bu vesileyle belirtmek istedim. Yani kara para derken böyle büyük bir faaliyeti ortaya koyan müthiş bir rapor yayınladı.
AB: Raporlar bütün her şeyi ortaya koyuyor. Raporlar itirafnameler halinde. En son olarak bütçeye ilişkin çarpıcı bir rakam vereyim: Sağlık bütçesinin %19’u 13 şehir hastanesine ayrılmış. Geri kalan %81 de yaklaşık 1000 hastaneye, sağlık merkezi, diğer sağlık kuruluşlarına ayrılmış. Şehir hastaneleri için bütçeye koyulan garanti ödemeleri de son yaşanan kur artışlarından çok yükseldi, inanılmaz mertebelere ulaştı.
Bakın bütçenin muhasebe kısmını Muhasebat Genel Müdürlüğü tutuyor ama bütçe kimin? Bütçeyi Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı yapıyor. Böyle yapılanma olur mu? İdari ve mali yapılanma keyfe keder bir durumda. Bu ancak otoriter rejimlerde yaşanıyor. Herhangi bir tanıma sokamadığımız cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen rejimde bunlar yaşanır.
Yeni yayın dönemine girerken yine dünyada ve Türkiye’de yaşadığımız absürtlüklere işaret etmiş olduk. Bununla yetinelim isterseniz?
ÖM: Evet, yeterince absürdite mevcut zaten. Bugün bir de şunu da hatırlatarak bitirelim, bugün Dünya Vegan Günü.
AB: Aaa!!
ÖM: Evet. Böyle bir şeyi de bilgi olarak verelim.
AB: Bir de değindiniz mi bilmiyorum, Akkuyu Nükleer Santrali’nde yine yangın çıkmış.
ÖM: A, evet değinememiştik ona. Evet, çok önemli aslında. Söndürülmüş mü, nasıl olmuş? Onu bile takip edemedik. Bir son dakika haberiydi evet dün gece itibariyle.
AB: Orada çökmeler, yangınlar, patlamalar, yaşanıyor. Galiba fay hattı üzerinde değil mi Akkuyu santrali? Sanki öyle hatırlıyorum.
ÖM: Evet yani öyle bir kaygıdan sık sık bahsediliyordu. Buna rağmen de oraya nükleer santral yapılmasında yıllardan beri ısrar…
AB: Kanal İstanbul hattı da herhalde böyle… Suriye’ye yeni bir harekat başlaması da konuşuluyor. Muazzam bir asker sevkiyatı olduğu, savaş araç gereçlerinin gönderildiğine ilişkin hem iç basında hem dış basında haberler var. Efendim size iyi yayınlar ve yeni yayın dönemi diliyorum.
ÖM: Çok teşekkür ederiz Ali bey.
AB: Kolay gelsin.
ÖM: Görüşmek üzere.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
ÖM: Hoşça kalın!