Ekonomi Politik programında Ali Bilge, partilerin kongre süreçlerinde ittifak çalışmalarına hız vermesi gerekliliğinden bahsetti.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey.
Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Can, bütün arkadaşlara merhaba, herkese iyi haftalar, iyi yayınlar.
Can Tonbil: Günaydın Ali Bey, sabah şerifleriniz hayır olsun efendim.
AB: Bu şerif lafını duyunca aklıma kasabanın şerifi geliyor hep! Trump geliyor gözümün önüne!
CT: Kasaba ABD oluyor?
ÖM: Kovboy kasabası.
CT: Bizde muhtar var efendim.
ÖM: Biz başka kasaba bilmeyiz.
AB: Bir de Kanal İstanbul çevresindeki kasaba var değil mi?
ÖM: Evet, bir de onlar, yeni konut alanı içinde. Buyurun Ali Bey, başlayalım?
AB: Şimdi... 2020 yılında, Saadet Partisi dışında mecliste bulunan siyasi partilerin kongresi yapılacak. Erdoğan’ın başında bulunduğu iktidar partisi AKP, kongresini bir yıl önceye çekti, o da kongresini yapacak. Nisan ayı başında bildiğim kadarıyla CHP’nin olağan kongresi var, HDP’nin kongresi önümüzdeki şubat ayında olacak. İyi Partinin kongresi de haziran ayı içinde. Kurulan yeni bir parti var, AKP’den ayrılan eski Başbakan Davutoğlu’nun başında olduğu muhafazakâr nitelikte Gelecek Partisi. Ayrıca önümüzdeki günlerde kurulumunun gerçekleşmesi beklenen yine AKP kökenli eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteğini aldığı söylenen, başında AKP’li eski Başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın olduğu parti. Bu partinin ismi henüz belli değil. Yeni kurulan ve kurulacak partilerin kuruluş bildirgeleri ve programları bir anlamda kuruluş kongreleri olarak görmek mümkün.
Bugün, yıl içinde yapılacak tüm kongreleri ve yeni parti gelişmelerini tarihsel bir bağlantı içerisinde analiz edelim istiyorum. Siyasi partilerin kongreleri nasıl bir siyasal ortamdan geçilerek yapılıyor? Birazda ona bakalım. Yeni parti kuruluşları ve siyasi parti kongreleri, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden tek adam rejiminden şikâyet edilen bir ortamda yapılıyor/yapılacak. Martta yapılan yerel seçimleri, 2 kez tekrarlanan İstanbul seçimlerini, 23 Haziran seçimini hatırlayalım. Demokrasinin kızağa alındığı bir ülkede olduğumuzu, yargının bağımsız olmadığını, yasamanın güçsüzleşmesini , seçilmişler yerine kayyım atamalarını, yok sayılan HDP’yi, laiklikten uzaklaşan, dış politikada yalnızlaşan, ekonomisi girdap içinde olan Türkiye’nin, siyasal rejiminin yarattığı hürriyetsizlik ortamını düşünelim. İşte bu çerçevede geriye dönük bir bağlantı kuralım.
74 yıl önce Ocak 1946’da Türkiye, “çok partili rejim” diye adlandırılan bir döneme geçti. Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin kurulmasından sonra, San Francisco toplantısından sonra, yani İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra, Demokrat Parti 7 Ocak 1946’da kuruldu. Unutmayalım, Demokrat Parti, tek partili rejimin partisi CHP’nin içinden çıkan kişilerle tarafından kurulan bir partidir. Demokrat partinin kuruluşundan tam bir yıl sonra 1947 yılının yine ocak ayında birinci kongresi gerçekleşti. Bu gelişmeler Türkiye siyasi tarihi açısından son derece önemlidir. Çünkü memlekette, 22 yıl cumhuriyetin ilanından itibaren süren, otoriter bir tek parti rejimi vardı, tek parti rejimi özgürlük ortamını tamamen ortadan kaldırmıştı. Ebedi şef, tek şef, milli şef dönemleri demokrasinin ve hürriyetin yok olduğu zamanlardı. 2. Dünya Savaşı’nı da içine alan bu dönem, aynı zamanda çok ciddi ekonomik sonuçlar ve sorunlar yaratmıştı, yokluk, yoksulluk, açlık vardı, hürriyet yoktu, geniş kitleler hoşnutsuzdu.
Tek parti rejiminin milli şefi, tek şefi İsmet İnönü’nün; “Harp zamanı koşulları yavaş yavaş kaldırılacaktır” demesi değişimin ilk sinyali oldu. Ardından 1945 yılı bütçe kanununa ve çiftçiyi topraklandırma kanununa 4 CHP’li karşı vaziyet aldı. CHP’nin içinde karşı vaziyet alan milletvekilleri Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’dı. Emin Sazak ve Hikmet Bayur’u da bu ekibe eklemek lazım. Tek partiye muhalif olan milletvekilleri, CHP’nden ihraç edildiler ya da istifa ettiler. Ayrılanların öncülüğünde 7 Ocak 1946 Demokrat Parti kuruldu, 7 Ocak 1947’de de Demokrat Parti’nin birinci kongresi toplandı. İşte bu kongre çok önemli…
ÖM: 3 çeyrek yüzyıla yakın bir geçmişten bahsediyoruz, 73-74 yıllık bir geçmiş.
AB: Evet, çeyrek yüz yıl önce de Türkiye’de hürriyetsizlik hakimdi, özgürlük ortamı, demokratik hak ve özgürlükler o zaman da yoktu ve kısıtlıydı, bugün de benzer ortam içerisinde yaşadığımızı görüyoruz; Türkiye tek adam rejimini, yani ikinci milli şef dönemi yaşıyor Türkiye aslında. Tek adam rejimleri, parlamentonun inisiyatifinin, gücünün az olduğu dönemlerdir. Bu aşamada ikinci meşrutiyeti hatırlamak, bağlantı kurmakta yarar var. İkinci meşrutiyeti ilan eden küşadında “meclis istibdadın oyuncağı olmayacak” diyor. Meşrutiyette de meclisin öne çıkması öngörülüyor, önemseniyor meclisin, yürütmenin ve tek adamın oyuncağı olmayacak meselesi çok önemli.
1947 yılı ocak ayında yapılan Demokrat Parti’nin birinci kongresine gelelim; kongrede ülkenin demokratikleşmesi için demokrasi ve özgürlük talepleri ortaya kondu. Bu özgürlük taleplerini sıralayalım, anayasanın değiştirilmesi, anayasanın önce bazı hükümlerinin değiştirilmesi, demokratik olmayan yasaların kaldırılması, yeni bir demokratik seçim yasasının hazırlanması ve en önemlisi vurgu yapılan taleplerden bir tanesi cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığının birbirinden ayrılması isteniyordu.
Sıralanan bu taleplere “özgürlük andı hürriyet misakı” dendi ve ilan edildi, özgürlük sözleşmesi, hürriyet bağdaşması anlamına diyebiliriz. Bu sözleşme Demokrat Parti kongresinde kabul edildi. Kongreden sonra bu taleplerin mücadelesi parlamento içinde ve dışında başladı. O sırada Demokrat Parti’nin 3 milletvekili bulunuyordu. Mücadele ve değişen koşullar kısa sürede meyvesini vermeye başladı, 1946 seçimlerine giderken pek çok yasada düzenlemeler yapıldı. 1946-50 arası da “hürriyet misakı” paralelinde mücadelelerle demokrasinin genişletilmesi, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi mücadelesiyle geçti. CHP’nin o zamanki genel başkanı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü parti başkanlığı görevini fiilen genel başkan vekillerine bırakacak bir düzenleme yaptı, iki görevi yasal düzenlemeyle ayırmadı ama cumhurbaşkanlığı süresi içerisinde parti içerisindeki görevlerini genel başkan vekiline bırakan bir düzenleme yapıldı.
Türkiye 2019’da yapılan yerel seçim sonuçları iktidar için yenilgi oldu. Seçimlerde başarı gösteren muhalefet ittifak içerisindeydi ancak bu ittifak çerçevesi iyi çizilmemiş, bir “hürriyet misakı” ortaya koymamış bir ittifaktı. Bu haliyle de ittifak, önemli bir başarı elde etti, ancak devam eden ve iyi tanımlanmış bir ittifakla Türkiye’nin yeniden gerçek demokrasiye dönüşmesinin mümkün olduğuna işaret eden bir başarı elde edildi.
Seçimlerden sonra yaptığımız ilk programda bu hususun altını çizdik, birincisi Türkiye demokratik bir ittifakla demokrasi cephesiyle yeniden demokrasiye kavuşabilir. Demokrasi cephesinin ilk adımı da bir ön kabuller sözleşmesi olmalıdır, demokratik ittifak tarafından kabul ve ilan edilen ilkeler gereklidir. İttifakın seçim sonrasında ön kabuller sözleşmesi çerçevesinde devam etmesi gerektiğini, ittifakın HDP’siz olamayacağını, seçim başarısında büyük katkısı olan HDP’nin dahil edilmesi gerektiğini söyledik. İttifaksız bir başarı elde edilmesinin önümüzdeki dönemde mümkün olmadığını, aynı zamanda ittifakın tahkim edilmesi gerektiğini ve yeni kurulacak muhafazakâr partilerin de bu tahkimatın içinde yer alması gerektiğini, ittifakında bir hürriyet, özgürlük sözleşmesini ülkenin önüne koyması gerektiğini vurguladık.
Sonra büyük bir hatalar zinciri başladı, HDP’li belediyelere kayyım atamalarına karşı özellikle ana muhalefetin sessiz kalması, daha sonra iktidarın Suriye’ye askerî harekâtı için tezkereye muhalefetin desteği büyük bir kırılganlığa yol açtı. Hep söylüyoruz, iki temel ihtiyacı var Türkiye’nin, birincisi özgürlük, hürriyet, diğeri iş. İnanılmaz sorunlar içinde bir ülkeyiz, dış politikada yaşadıklarımız, Kanal İstanbul gibi projeler, ekonomide içinden çıkılması çok zor sorunlar, demokrasi ve yargının tek adama bağlanması… İşte bu sorunları ve aşılmasını özetleyen temelde slogan budur; “hürriyet ve iş”. Hürriyetin kazanılması için partilerin zayıflayan ittifakı kuvvetlendirmeleri gerekiyor, bunun için de bu yıl yapılacak kongrelerin çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor, ittifakın kuvvetlenmesi için bir fırsat sunuyor kongreler, aynı zamanda ön kabuller sözleşmesi, hürriyet misakı, özgürlük sözleşmesi için de bir toplumsal çağrının da arenası bu kongreler.
ÖM: Evet. Ben de iki şey ilave edeyim izninizle, bir tanesi HDP’den özellikle Selahattin Demirtaş’tan da eski eş genel başkanı, bu bütün taviz vermeden ana ilkelerden, özgürlük ilkelerinden filan bu koalisyon yani “ittifak muhakkak yapılmalıdır, devam edilecektir” şeklinde açıklamalar geldi hem Demirtaş’tan hem de HDP’nin diğer yetkililerinden. Bir de bu doğrultuda Hasan Cemal’in yazdığı bir yazı var T24’te 20 Ocak tarihli, “Kılıçdaroğlu ile Erdoğan” diye, yani “T24 yönetici ve yazarları olarak geçen cumartesi günü CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile bir araya geldik, Tarabya Oteli’ndeki akşam yemeğinde” İmamoğlu, Kaftancıoğlu, Faik Öztrak, Tuncay Özkan ve basın danışmanı Okan Konuralp’in de bulunduğu Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç ve CHP Sarıyer ilçe başkanı Sevim Yalınkılıç da varmış. 3 saate yakın bir sohbet sürdü, 3 saatlik sohbetin bir bölümünün yazılmaması kaydıyla yapıldı. Yanıtını merak ettiğim sorular ve sorularla ilgili olarak Kılıçdaroğlu’ndan elde ettiği izlenimleri de yazmış, bazıları yazılmaması kaydıyla diye. Yani şunları söylüyor özellikle, “AKP’nin tepelerinde Erdoğan’dan şikayetler duyuluyor mu?” sorusuna “evet öyle”, “bu kadarı olmaz sesleri mi yükseliyor?”, “Evet bu konuda epeyce belirti su yüzüne vurmuş durumda”, “Erdoğan’a hadi sana artık güle güle dedirtecek bir seçim yaşanacak mı bu ülkede?”, “Evet yakındır” demiş Kılıçdaroğlu. Bunu gerçekleştirmeye dönük olarak özellikle şimdi sizin sözünü ettiğiniz konunun da altını çizmek için bunu aktarıyorum, “Muhalefet cephesinde bazı kıpırdanmalar var mı?”,“Evet var” demiş Kılıçdaroğlu. “Bütün muhalefet partileri arasında bir seçim ittifakı, demokrasi ittifakı yakın ihtimal mi?” sorusunaDPHD “yakın ihtimal” demiş Kılıçdaroğlu. “Bir demokrasi koalisyonu görecek miyiz?” sorusuna “uzak ihtimal değil” demiş. “Bir demokrasi ittifakı konusunda kapalı kapılar arasında sessiz ve derinden bir çalışmanın ayak sesleri duyuluyor mu?” sorusuna “eli kulağında” demiş. “Zihinsel egzersizler, nabız yoklamaları, yapılıyor mu?”, “Elbette” cevap olarak ve başkanlığını bırakıp parlamenter seçime geçme konusunda geniş bir mutabakat olduğunu da söylemiş, yani “fazla ayrıntıya girmeyen ortak bir seçim programının altına imza atabilirler mi muhalefeti oluşturan bütün partiler?”, “Sadece demokrasinin yani asgari müşterekleri kapsayan uzak ihtimal değil” demiş. Yani böyle bir şey diye bitiriyor “Türkiye’nin bir numaralı sorunu olan Tayyip Erdoğan’ı etkisiz kılmak ve siyaset sahnesinden bir an önce indirmek için CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun çizmekte olduğu çerçeve hayali değil gerçekçi, ayakları yere basıyor” diye bir yorumla bitirmiş Hasan Cemal yazısını.
AB: Demek ki radyoda yaptığımız yayınların yararı olmuş, CHP’de karşılık bulması beni mutlu ediyor, yıllardır ittifak meseleleri üzerine yazıyorum, konuşuyorum, ama mesele kuvveden fiile çıkartmak denir eski değimle, meseleyi hayatın içerisine sokmak, kongreler bunun için fırsat... Madem CHP genel başkanı böyle söylüyor, Kılıçdaroğlu parti kongresinde hürriyet misakı çağrısında bulunsun, muhalefet partileri kongrelerinde hürriyet sözleşmesi, ön kabuller sözleşmesi, ittifak sözleşmesi ilan edilsin. Madem öyle, CHP öncü olsun. Bizim çağrımız da bu.
7-8 yıldır demokratik cephe diyen kişi olarak söylüyorum bunları ancak Kılıçdaroğlu bundan böyle Suriye tezkeresi geldiğinde “içimiz ağlaya ağlaya oy vereceğiz” demesin, ittifakın sürmesini istiyorsa, gerçekçi bir ittifak olmasını istiyorsa kayyumlara ses çıkartsın, aynı zamanda dokunulmazlıklar konusunda bir öz eleştiriye kendisini davet edelim. Türkiye’nin içinde yaşadığı duruma, hürriyetsizliğe nasıl gelindiğine dair öz eleştiriye ihtiyacı olan en büyük parti ana muhalefet partisidir.
Churchill’in bir lafı var, diyor ki “Hitler cehennemi işgal edecek olsa avam kamarasında şeytan için en azından bir iki iyi laf ederim”. Yani Hitler’e karşı Stalin’in yanında yer almak meselesi, radikal kötüye karşı kötüyü tercih etmek. HDP’nin fedakarlığını ciddi incelemek lazım. İttifak meselesi çok ince bir iştir ve politik sanattır, bu meseleyi maalesef “Basra yıkıldıktan sonra” ele almak ayrı bir hicaptır. Bugün CHP genel başkanı ve partinin üst yönetimi eğer kuvvetli bir ittifak kurmak istiyorlarsa, bu hususta yapılması gerekenleri yapmak durumundadırlar. Kongre de bu anlamda bir fırsat sunmaktadır, sadece CHP için değil HDP için de geçerlidir, diğerleri içinde geçerlidir.
Türkiye’de ittifak seçimler algısıyla gerçekleşecek bir olgu değildir, eğer Türkiye tek adam rejiminden demokratik rejime geçmek istiyorsa sadece siyasal partilerin iş birliği de yetmez, bir o kadar demokratik toplum, kitle örgütleri, sivil toplum, sendikalar, gençler, hepsini kapsayacak topyekûn bir yaklaşımla ve bağlantılarla ittifak sergilenmelidir.Yeni kurulacak muhafazakâr partinin kuruluş sürecinde de bu konuya yaklaşımı son derece önemlidir. Önümüzdeki süreçte yapılacak kongreler; hürriyet ve demokrasi taleplerinin, hürriyet sözleşmesinin, ön kabullerin ele alınması için, kuvvetler ayrılığına dayalı bir rejime geçilmesi için bir dinamizm, bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsatları değerlendirmek açısından kongreler gerçekten önemli mecralardır. Kongreler bu şekilde işlenmezse, desen bu şekilde dokunmazsa, seçimlerde elde edilen başarılar heba olmaya devam eder. Yerel seçimlerde elde edilen başarıdan sonra yaşanan kayıplarını düşünün, yerel seçim başarısı ile büyük bir siyasal mücadele alanı açıldı, ama bu alanı muhalefet ve ittifak yeterince değerlendirebildi mi? Hayır, dolayısıyla kongreler ittifakın kuvvetlenmesi açısından partilerin toplumsal kesimlerin bir araya getireceği ön kabuller sözleşmesi için önemli imkanlardır. Öncelikle ön kabuller sözleşmesi, hürriyet misakı, bugün yaşadıklarımız ile 1946 benzerliği işte böyle
Tavsiye edeyim, tüm kongrelerini düzenleyen siyasi partilerimize, 1945 ile 50 arasındaki sürece baksınlar, o dönemdeki siyasal gelişmeleri, o dönemde demokrat partinin sosyalistlerle, liberallerle olan ilişkilerine de baksınlar, incelesinler, ilham alsınlar 1946 üzerinden bugünü analiz etsinler.
Demokratik düzen ve demokratik ortamda gazetecilik yapmak isteyen kişiler olarak önerimiz şu: Türkiye’nin önüne öyle alelacele sözde ittifaklar konulmasın, güçlü, hedefe ulaşması mümkün ittifaklar koyulsun. Kongreler, partilerin ittifak kültürünü geliştirmek açısından önemli bir fırsattır. İttifak kültürü hürriyet sözleşmesini ortaya koyarak gelişir. Dolayısıyla, siyasal partiler kongrelerini ittifak perspektifi üzerinden bakar ve bir sözleşme de ortaya koyarsa, demokraside kaybettiğimiz toprakları yeniden kazanabilme imkanı artar, yeniden dönüş yaşanabilir, önemli bir merhale aşılmış olur, diye düşünüyorum.
ÖM: Evet ilginç, yani bu kongrelerin tarihleri netleşti mi?
AB: Geçen yıldan beri takip etmeye çalışıyorum CHP için önce şubat denmişti sonra nisan ayına galiba sarktı, HDP’nin, 25-26 Şubat’ta gerçekleşecek sanıyorum HDP kongresi, ön toplantılarını yapıyorlar, 24-25 Ocak’ta da bir toplantıları var. Elbette bu gelişmeleri izleyeceğiz. Bu programda, kongreler sürecine tarihten bir paspartu koymak istedim. Ocak ayı Demokrat Parti’nin kuruluş ve hürriyet misakının kabul edildiği birinci kongresinin olduğu bir aydır. Bu döneme bakmak, ilham almak önemli analoji kurmak önemli. Meslektaşlara ve siyasi partilerin bu döneme yakından bakmalarını tavsiye ederim.
2013 Gezi olaylarından itibaren Türkiye’nin anti demokratik sürece girmesinden itibaren, baskıcı rejimden ancak bir ittifakla çıkılabileceğini savunan bir kişi olarak ve bunun nasıl olabileceğine ve örülebileceğine ilişkin pek çok kez bu mikrofonlardan yayın yapan bir kişi olarak, kongreler ve siyasi partilerin ittifak süreçlerine katkıda bulunabileceğinin, bir imkân sağlayabileceğinin altını çizmek istiyorum. Kongrelerde umarım ittifak sözcükleri, hürriyet misakı ön kabuller sözleşmesi, demokratik kabuller sözleşmesi, adını değiştirebilirsiniz, benim şu anda aklıma gelenler, kullandığım terminoloji böyle, yeni tanımları ve sözcükleri bulabiliriz. Siyasi tarihimizde de ders alınacak, bakılması gereken dönemler var, günümüzle böyle bir tarihsel bağlantı kurmak pekâlâ mümkün. Ben bunların altını çizmek istedim.
ÖM: Ben iki küçük soru sorayım, CHP ve HDP dışında İyi Parti ve Saadet Partisi gibi
AB: Onların da Haziran’da kongresi İyi Parti’nin, Saadet bu sene yaptı, o yüzden Saadet’in yok kongresi.
ÖM: Ama bu 3 kongre, belki Saadet de bir daha yapabilir.
AB: Neden yapmasın bu konuda olağanüstü kongre yapar, “ittifak sözleşmesine” varız der.
ÖM: Evet.
AB: Bu arada yeni partilerin kurulmasını da kongre gibi düşünün, Babacan’ın kuracağı partiyi kongre gibi düşünün.
ÖM: Evet 2 de onlar var Babacan’a Davutoğlu’nun partileri, birisi Gelecek Partisi, ötekininkini unuttum Babacan’ınkini.
AB: Onun adı açıklanmadı.
CT: O açıklanmadı galiba daha.
ÖM: Açıklanmadı galiba, evet.
AB: Yani Ankara havası verdik bu kongre dönemine ilişkin.
ÖM: Evet. İkinci sorum da bu kongreleri Açık Gazete muhabiri olarak izleyeceğinizi ümit ediyoruz Ali Bilge.
AB: Kalp damarlarımız el verdiği takdirde olabildiğince izleyeceğiz tabii! Gazetecilere, genç gazetecilere birkaç tavsiyem olmuştur. Birincisi, siyasi parti kongrelerini izlemek, müthiş bir deneyim kazandırır, üstelikte böyle bir siyasal iklimde, hürriyetsizlik ikliminde. İkincisi, meclis komisyonlarını izlemelerini hep tavsiye ederim. Bu ikisi de gazeteciliğe katkıda bulunur, elbette özgür gazetecilik özgür bir ülkede olabilecek gazeteciliktir. Parlamentonun kadük olduğu, kısıtlandığı, gazetecinin kısıtlandığı ortamda, demokrasi mücadelesiyle gazetecilik mücadelesi de iç içe geçen alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette izleyeceğiz ama AKP’nin bir ya da iki kongresini izledim, ondan sonra akredite etmediler, onları izleyemeyeceğiz, mahrum kalacağız!
ÖM: Belki eder bu sefer, yeniden başvurabilirsin.
AB: Bilmiyorum artık. Siz de gelin birlikte izleyelim.
ÖM: Biz sizin cebinize öksürürüz o zaman verirler!
CT: Cebe öksürmek ne demek efendim, böyle bir değim mi var?
ÖM: Evet, böyle bir değim var ama genç nesiller bilmiyorlar; cebe öksürünce cesaret kazanıyorsunuz, büyüklerden cebe öksürme gelince.
AB: Öyle mi? Bunlar bizim cebimize başka bir şeyde yapabilirler!
ÖM: Peki çok teşekkür ederiz.
CT: Görüşmek üzere efendim.
AB: Kolay gelsin, hoşça kalın.