“Demokrasisizlik, hürriyetsizlik, laiksizleşme olağan karşılanmamalı, olağanımız demokrasidir”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

(6 Temmuz 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey.

Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Özdeş, iyi haftalar herkese.

Özdeş Özbay: Günaydın.

ÖM: İyi haftalar. 1 hafta aradan sonra tekrar beraberiz. 

AB: Evet. 

ÖM: Nedir konularımız?

AB: İktidarın iki ortağı AKP Genel Başkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin bazı açıklamaları oldu, o açıklamalar çerçevesinde siyasi ve iktisadi meselelerimize bakabiliriz. Epey zamandır Türkiye’de rejimin, yani otokratik rejimin olağanlaştırılması algısıyla karşı karşıyayız. Bu rejimin olağan bir rejim olduğu, olağandışı rejim olmasını eleştirmenin suç gibi algılandığı, korkulduğu, olağandışılığın sözünün edilmemesine herkesin alışmaya çalıştığı bir ülke pozisyonundayız. ‘Otoriterlik olağandır, sıradandır, otoriterlik normaldir, kabul edilmesi gereklidir’ gibi bir atmosfer içinde bulunuyoruz. Belki bunda, Covid19 şartları nedeniyle alınan kısıtlama önemleri ve sonrasında ilan edilen sözde normalleştirme uygulamalarının katkısı var. Covid19 kısıtlamalarının sözde normalleştirmesi ile otoriterliğin normalleştirilmesi adeta paralel gidiyor. Rejimin anormalliğinin konuşulması istenmiyor, rejimin normal rejim olduğu algısı hâkim kılınmaya çalışılıyor. 

Otokrasi normal bir rejim değil, bizim normalimiz demokrasi ve parlamenter rejim, hukuka dayalı bir rejim bizim normalimiz, hiçbir otokrasi ve diktatörlük biçimi Türkiye’nin normali olamaz. 

Bu sabah bu duruma başka bir şekilde işaret eden Kemal Gözler’e ait ders notlarının içinde yer alan bir sayfalık yazı geldi, 

ÖM: Evet Türk Anayasa Hukuku Dersleri kitabının 25. baskı da yapmış kısa süre içinde, 400. sayfasından bir alıntı evet, “koronavirüs salgınıyla mücadele için alınan tedbirler hukuka uygun mu?” diye soruyor. 

AB: Siz onu işlediyseniz mükerrer olmasın.

ÖM: Yok hayır girmedik, 

AB: Ben de bu sabah gördüm, Gözler diyor ki “bütün alınan tedbirler sağlık nedeniyle alınması gereken tedbirlerdir ama bunlar anayasaya göre olağanüstü hal gerektiren, OHAL düzenlemesi yapıldıktan sonra alınabilecek tedbirlerdir. Anayasaya göre idarenin, OHAL çıkartmaksızın, bir kanuna dayanmaksızın, bu tedbirleri alması yasal değildir, anayasaya aykırıdır. Covid19 nedeniyle alınan tüm tedbirler ve yasaklamalar, maske takma zorunluluğundan tutun, sınav ertelemeye kadar uzanan, son 5 ay içinde yaşadığımız tüm uygulamalar, kişi hürriyetini yasaklanması, sokağa çıkma yasakları, seyahat, yerleşme, camilerde namaz kılınması, ibadet, sözleşme hürriyeti, eğitim hakkı gibi tüm kısıtlama ve düzenlemeler, bunların hepsinin olağanüstü hal yasasına dayandırılması lazım. Diğer ülkeler Covid19 sonrası yaptıkları düzenlemeleri, kısıtlamaları Anayasalarına ve yasalarına dayandırarak yaptılar. Ancak Türkiye’de, Anayasaya göre olağanüstü hâl ilan edilmeden anayasanın ilgili hükümlerine aykırı bir şekilde pandemiye ilişkin tasarruflarda bulunuldu. Anayasaya dayalı çıkarılacak bir kanunla ve cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yapılabilecek düzenlemeler olması gerekirken bunlar olmaksızın kararlar alındı. 

 Gözler, Türkiye’nin halen devam eden pandemi döneminde iktidarın yaptığı tasarrufların tamamı, külliyen mevcut anayasaya da aykırıdır” diyor. “Elbette sağlık nedeniyle bu tedbirlerin alınması gerekir ama bunların anayasaya ve bağlantılı şekilde çıkarılacak yasaya dayanması gerekir” diyor. 

ÖM: Pardon burada bir ufacık ilavede bulunabilir miyim?

AB: Tabii, lütfen.

ÖM: Çok önemli bir nokta sizin de sözünü ettiğiniz şeyin uzantısını söyleyebiliriz Prof.Dr. Kemal Gözler’in anayasa.gen.tr internet sitesinden aldığımız bu yazısında diyor ki “normalleştirmeye geçti” dediniz ya yani “olağanüstü durumun normalleşmesini yaşıyoruz otoriter rejimin artık” gibi bir ifade kullandınız yanılmıyorsam. O da aynı şeyi söylüyor, yani “15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen olağanüstü hal siyasi iktidar tarafından mükemmel bir şekilde suistimal edilmiştir, bu sürekli olarak uzatılarak Türkiye’de gereksiz bir olağanüstü hal korkusu yaratmıştır. Korku hayalet gibi gerek iktidarın gerekse muhalefetin üzerinde dolaşıyor ve onların anayasanın tanıdığı imkanları görmesini engelliyor” diyor, bu çok önemli.

AB: Hatırlayın, 15 Temmuz 2016’dan sonra ilan edilen olağanüstü hal döneminde çıkarılan kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlayan, kaldıran düzenlemeler yeni anayasanın içine katıldı. Olağanüstü hal yasaları, yeni anayasa ve ona bağlı yasaların içine aktarıldı. Yani, olağanüstü hal sözde bitti ama OHAL dönemindeki hürriyetsizlik, yeni anaysa ve yasaların ve yetkilerin içine yerleşti. 

Gözler, salgın ortamında yapılması gerekenin, durumun olağan üstü olmasından dolayı alınacak tedbirler için önce yasa çıkartmalısın diyor! Mevcut Erdoğan Anayasası bile diyor ki, önce yasa çıkar sonra salgın için bu kararları al. İktidar kendisinin kabul ettiği anayasaya bile aykırı hareket etmiş oluyor.

Ülkede otoriterlik normalmiş, mevcut otoriter anayasaya bile uymamak olağanmış gibi bir anlayış sürüyor. Otoriterlik kaderimiz sanki, otoriterlik kesinlikle kaderimiz değildir. Mevcut rejim kabullenilmesi gereken, itiraz edilmemesi gereken normal bir rejimdir sanki. Şöyle bir hava estiriliyor: “Çağımız bir otoriter rejimler çağıdır, dolayısıyla otoriter rejime karşı vaziyet almamak gerekir” fikri, teması, algısı, duygusu yaratılmaya ve hâkim kılınmaya çalışılıyor. İktidar ortaklıklarının sadece son 2 günde yaptıkları değerlendirmelere bakalım. Recep Tayyip Erdoğan; koronavirüs ve sonrasındaki gelişmelerden Türkiye hem ekonomik olarak hem de sağlık açısından olumlu ayrışmıştır, ülkemiz çok güçlü hale geldi” diyor. 2023’e muazzam güçlü bir şekilde ulaşacağız” diyor.

Ancak biz iktisatçılar olumlu bir ekonomik ayrışma görmüyoruz. Mesela bütçe gerçekleşmelerinde, ekonominin tüm temel ve yan göstergelerinde, bunları hiçbirini görmüyoruz. Hani biz görmüyoruz da, dünya görüyor mu? Uluslararası hiçbir rapor bu dediklerini doğrulamıyor. Ekonomik ve siyasal olarak çok olumsuz ayrışan ülke olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. 

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin demokrasi dışı bir ülke olduğu uluslararası raporlarda teyit edildi, otoriter ülkeler kategorisine girdi. Ayrışma bu şekilde oldu. Mesela, iki gün önce Belçika hükümeti bir rapor yayınladı, o rapor daha da kötü. Erdoğan ve partisi tarafından yaratılan Türk İslamcılığını tehdit olarak görüyor Belçika hükümeti, Erdoğan rejimini Müslüman Kardeşler’e yakın buluyor, AKP’nin toplumu siyasi yolda İslamlaştırılmasını amaçladığını ileri sürüyor. Şimdi, böyle bir ülke, olumlu mu ayrışıyor!

Sekülerliği önemli ölçüde yitirmiş bir ülke konumundasınız, demokrasi dışı bir ülkesiniz, iktisadi olarak uçurumda bir ülkesiniz, borç bulma kabiliyetinden yoksunsunuz, borç bile vermiyorlar, güvenmiyorlar, borcu ve enflasyonu çok yüksek orta gelirin altına düşmüş bir ülkesiniz. Şimdi ekonominiz olumlu mu ayrışmış oluyor! 

 Ülkede enflasyon çok yüksek vaziyette, negatif faiz 5’lere ulaşmış, elbette böyle bir ülkeye fiziksel ve finansal yatırım gelmiyor. Yatırım gelmediğini şundan görüyoruz, neredeyse 8 çeyrektir yani 2 yıldır, özel sektör yatırım yapmıyor, istihdam yaratıcı yatırım göremiyoruz. Neden? Çünkü bu şirketler çok borçlu, borç ödemeye çalışıyorlar, eline ne geçerse ne bulursa borç ödemeye çalışıyor, çünkü devasa özel sektör borçları var, özel bankalar da aynı durumda onlarda net döviz borcu ödeyici pozisyonunda. Biçare vaziyettesiniz, faizi düşürdüğünüzde faizle enflasyon arasındaki fark negatif oluyor ne yerlinin ne de yabancının TL’ye dönmesi, TL enstrümanlarına dönmesini sağlayamıyorsunuz, ne de kaynak bulabiliyorsunuz. Küçülme daralma pandemi nedeniyle zaten tüm dünyaya hâkim durumda. Pandemi öncesinde olumsuz ayrışan ülkeydiniz, şimdi dert daha da arttı. Erdoğan’ın açıklamaları gerçeklerle örtüşmüyor.

Biraz turizm sektörüne bakalım: geçen hafta biliyorsunuz Dışişleri Bakanı, Turizm Bakanı ve Sağlık Bakan Yardımcısı Almanya’ya turist gönderilmesini sağlamak için gittiler, kapılarını çaldılar, elleri boş döndüler. AB’nin Türkiye’ye turist gönderme yasağının, kaldırılmasına dönük girişimlerde bulundular. Bu girişimler sonucunda bir şey çıkmadı, hemen sonrasında Erdoğan dedi ki “bizi engellemeye çalışıyor AB” 

Halbuki şöyle bir gerçeklik var, pandemi öncesinde, 2019’da turizm sektörü dünya genelinde rekor seviyeye ulaşmıştı, tarih boyunca yaptığı en yüksek ciroya ulaşmıştı, 1,5 trilyon dolarlık bir ciro yapmıştı, 1milyar 200 milyonluk bir seyahat/turist akımı olmuştu. 2018’e göre sektör çok büyümüştü. 2020 ilk üç ayı geçip pandemi tüm dünyada kendini gösterince, BM Dünya Turizm Örgütü bir rapor yayımladı. Olumsuzluğun ne boyutlara varabileceği üzerine, 2020’de dünya turizmi nasıl etkilenir diye. Rapor, 3 kademeli bir senaryo ortaya koyuyor. Geçen yıl 1,5 trilyonluk hacim yaratan sektörün, bu yıl en kötü senaryoda, %78’inin gerçekleşmeyeceğini öngörülüyor. Bu ne demek? Tüm ülkeler, Türkiye dahil bu daralmadan payını alacak demek. Biraz ılımlı olan ikinci senaryoda %70, en olumlu senaryoya göre %58, dünya turizm sektörü daralacak diyor rapor. En fazla %78, en az %58 kayıp olacak diyor. 

Ki bu tahminler, IMF ve pek çok uluslararası örgütün yaptığı araştırmalara da uygun. Ülkemizde özel sektör devlet baskısı yaşadığı için, olumsuzluğu örtün talimatları ile çalıştığı için, bizimkiler gerçeği göstermekte zorlanıyorlar, ancak buna rağmen turizm sektörüne ilişkin raporlamalar, sesli- sessiz durumun vahametini teyit ediyor. Hiçbir ülke bu yıl turizm sektöründe olumlu ayrışmıyor ki Türkiye ayrışsın. Durumu Almanya ve AB düşmanlığına bağlamak acayip oluyor. Hem adamlara yalvar yakar oluyorsun hem de düşmanlık ediyorlar diyorsun. 

Ekonominize güvenilmediği gibi sağlık önlemlerinize de güvenilmiyor, pandemi rakamlarınıza da güvenilmiyor. Mesela “İngiltere’ye 84 ton sağlık yardımında bulunduk” diyorsunuz ama geri iade ediliyor, çünkü uluslararası standartlara uygun değil. 

Turizm sektöründe büyük zincirler otellerini tümünü açmadı 10 otelinden 1 tanesi çalışıyor, o da yarım kapasiteyle veya çeyrek kapasiteyle çalışıyor. Talep yok, talep olmayacağını, dünya da turizmin en zor yılı geçireceğini raporlar zaten ortaya koydu. 

Türkiye’de de olacağı buydu, aylardır seyrettin manzarayı, sektörü ayakta tutmak için para lazım, ancak para kalmadı, pandemide insanına bile para veremeyen yegâne ülkelerden biridir Türkiye. Sektör inliyor ama çabalıyor, yeni pazar arayışları, devam ediyor, zorluyor sektör kendini. Geçen gün anlatıldı bana, galiba Kazakistan’dan 180 kişilik bir uçak 170 kişiyle geliyor, otele giriş yapılıyor, 170 kişinin 14’ü Covid19 çıkıyor, zincirleme herkes şirket zarar ediyor. Tur şirketi uçak şirketi, otel vs.. Çünkü 14 gün karantinada bulunacaklar, turlar 7-10 günlük, devam edemiyor, aksıyor uçaklar, vs. Kimsenin Türkiye ile uğraşmasına gerek yok ki, pandemi zaten dünyada turizm sektörünü olağanüstü etkilemiş durumda.

ÖM: Evet, ben de şunu ekleyeyim, bu Hakan Aksay T24’te özellikle Rusya üzerinden Türkiye’ye en çok gelen turist geliyordu, fakat onlar da uzattılar ve Hakan Aksay’ın söylediğine göre bu sene Rusya’dan pek turist gelmeyeceği yolundaydı, ortaya çıktı. Bu tabii çok büyük bir kayıp, ikinci olarak da Almanya’dan işte biraz önce sizin sözünü ettiğiniz gibi haykoma hastalığı, Almanya’nın Dış İşleri Bakanı ile Türkiye Dış İşleri Bakanı ortak basın toplantısı yaptılar ama Almanya’dan da çıkmadı, AB’den de, serbest bırakılmadı yani, Rusya’nın da 1 Ağustos’a kadar turist göndermeyeceği haberleri vardı. Dolayısıyla bir tek İngiltere serbest bıraktı yanılmıyorsam değil mi?

AB: Evet Türkiye’ye gelen turistlerde ilk 5’te sadece İngiltere serbest bıraktı. Türkiye turizmden 34,5 milyar Dolar geçen sene döviz elde etmişti, bu yıl 40,5 milyar dolar bekleniyordu. 2018’den bu yana, ciddi dış kaynak sıkıntısı içinde olan bir ülke için çok önemli bir döviz geliriydi, şimdi bu imkandan yoksunsunuz. Evet Türkiye ayrışan bir ülke ama olumsuz ayrışan bir ülke.

Türkiye, son yıllarda büyüme performansı sağlayabilmek için kazanın dibini sıyıran bir ülke. Merkez Bankası ve kamu bankaları kaynaklarını zorlayarak, görev zararı yaratmak suretiyle büyüme için kredi pompalama politikası benimsemiş durumda. Bunun için kuru baskı altına alıyorsunuz, pek çok kez bunları anlatmaya çalıştık. Dış kaynak gelişi minimal, yok derecede, fiziki yatırım yok, ülke için özel sektör çok yüksek döviz borçlanması nedeniyle döviz borcunu mümkün mertebe borcunu kapatmaya çalışıyor. O yüzden dövizde baskı artıyor. TL’de negatif bir faiz olması nedeniyle tasarruf sahibi de dövize gidiyor. Dolayısıyla dövize baskı oluyor. En son Fitch’in açıklamasına göre Merkez Bankası rezervlerinin sınıra dayandığı, brüt rezervlerin sınırda olduğu ve Türkiye’nin 35 milyar Dolar seviyesinde olduğu açıklandı. Bu çok tehlikeli bir durum, brüt rezervlerin normal şartlarda bir ülkenin bir yıllık borç geri ödemesi kapasitesinde olması lazım, 1 yıllık borç geri ödeme kapasitesinin çok çok altında bir brüt döviz rezervine sahip Türkiye. 

Dolayısıyla, iktidar ortaklarının genel başkanlarının yaptıkları açıklamalar gerçekle örtüşmemekte. Gerçek rakamlar iktidar anlatılarını doğrulamıyor, gerçek durumu teyit etmiyor. Türkiye bütün sektörlerde ve genel ekonomik durumda olumlu ayrışmıyor. Ayrıca Türkiye şahlanmıyor da, 

Suriye’de 3 cephe açmış durumdasınız, Irak’ta askeri faaliyet, Suriye’de askeri faaliyet, Libya’da askeri faaliyet, kaynak girişi olmayan bir ülkenin bu kadar ağır yükleri kaldırması da mümkün değil. Üç ülkede asker bulundurmanın, savaşmanın yükünü kaldıracak bir ülke değil. Ayrıca, bu ülkelerde neden bulunduğunu da dünyaya anlatmıyor, işgalci ülke konumunda değerlendiriliyor, sözde ittifak kurduğu ülkelerle bu konuda restleşiyor. Türkiye’nin dostları ve ittifakları günden güne değişebiliyor, böyle bir ülkenin şahlanması mümkün değil. Sabah Rus Tass Ajansı’nın bir haberi vardı, önemli bir haber, Libya’da sanıyorum bir Türk askeri üssü mü bombalanmış, o haber size geldi mi?

ÖM: Evet geldi o haber ama henüz söyleme fırsatı bulamamıştık ama ciddi bir savaş var. Açıklama da yapılmış zaten. 

AB: Bizim taraftan mı?

ÖM: Bizim taraftan da açıklama yapılmış “ölen ve yaralanan olmadı ama tahribat var” diye.

AB: Ruslar, helikopterimizi ve üssümüzü bombalamışlar, hava saldırısı olmuş, yanlış mı hatırlıyorum?

ÖM: Evet hava saldırısı olmuş.

AB: S400’ü montajlamak üzere dost olduğumuz Rusya Libya’da bizim üssümüzü bombalıyor! Öyle mi?

ÖM: Evet öyle.

AB: S400 alacak kadar dost, Libya ‘da bombalanacak kadar düşmanız.

ÖM: Hafter taraftarları deniyor, Hafter güçleri deniyor ama onun içinde Ruslar var mı yok mu bilemiyorum tabii.

AB: Ama Rus Tass Ajansı daha farklı söylüyor.

ÖM: Öyle mi? Nasıl söylemiş onu? Ben görmedim.

AB: “Bugün Libya’da Vatia üssüne hava saldırısı oldu, Türkiye’nin Hawk ve Coralt sistemlerinin imha edildiğini duyurdu” çok ciddi gelişmeler bunlar. 

ÖM: Evet ajanstan da gördüm bunu, kabul etmiş zaten tahribat olduğunu da Türk tarafından da kabul edildiğine dair haber vardı, evet.

AB: Doğu Akdeniz’de, Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da ‘mavi vatan’ da, asker bulundurmak, üs tesis etmek, iç savaşlara dahil olmak, üyesi olduğunuz kuruluşlarla ve ülkelerle ters düşmek cabası, çok ağır yükler bir ülke için, ağır yükleri kaldırabilecek kapasitesi olmayan bir kriz ekonomisinde bulunmaktayız. 

Türkiye’de pandemi nedeniyle vergide toplayamıyor, vergi de alamıyor, gelir ve kurumlar vergisinde ertelemeler oldu, bunlarda gecikme normal, genel olarak vergi gelirlerine baktığınızda tahakkuk eden vergilerle tahsilat oranlarına bakıyorsunuz, durum feci. Örneğin KDV, inanılmaz düşük oranlar söz konusu, firmalar tahsil ettikleri KDV’yi ödemiyorlar devlete, şirketler geçici olarak alır ürün ve hizmetlerde tahsil ettikleri KDV’yi, ödedikleri KDV’yi indirdikten sonra devlete ödemekle yükümlüdürler, KDV ‘de ki en önemli vergi kalemidir. Tahsilat ve tahakkuk oranlarında uçurum var. KDV de tahakkukun %33’ü tahsilata dönüşmüş durumda. Kalanına şirketler el koymuş, ödeyemeyecek ya da ödemeyecek. Tüm bunlar, ülke bütçesinin vahim duruma işaret ediyor. 

ÖM: Bu arada buldum haberi, dün itibariyle Reuters Haber Ajansı kaynaklı ve Libya’da Türkiye’nin desteklediği Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin kullandığı ve Türk askerlerinin de bulunduğu Vatia hava üssünün bombalandığını açıklamışlar. Saldırı kimliği belirsiz uçaklar tarafından gerçekleştirildi ve söz konusu hava üssündeki Hawk hava savunma sistemlerinin imha edildiği iddia edilmiş. Türkiye personelinden can kaybı yaşanmadığı bilgisi aktarılmış. TASS Haber Ajansı kaynaklı bir haber bu, konuya ilişkin olarak Milli Savunma Bakanlığı’nın adı verilmeyen bir yetkilisi de Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne ait bu üsse yapılan saldırıda bazı sistemlerde hasar meydana geldiğini belirtmiş. “Saldırı darbeci Hafter’in ve dış güçlerin –Rusya’yı kastediyor herhalde- istikrarsızlık ortamını devam ettirme iradesini göstermektedir” diyor. Böyle bir önemli açıklama, bir de dışişlerinden bir açıklama daha var, Irak’la ilgili, çünkü Irak “Türkiye operasyonlara son vermezse BM Güvenlik Konseyi’ne gideceğiz” diye bir açıklama yapmıştı operasyonlara son vermezse Irak Dışişleri Bakanlığı sözcüsü. Orada da Sputnik’e yaptığı bir açıklamada “acil toplantıya çağırabilir, Arap Birliği, İslam İşbirliği Örgütü ve diğer kurumlara da başvurabiliriz” diyor. Türk Dışişleri de “meşru müdafaa temelinde gereken tedbirleri almaya kararlıyız” demiş. Sizin sözünü ettiğiniz unsurlara ben de bir ekleme yaptım.

AB: Bu haberin tüm unsurları, siyasal ve iktisadi olarak normal bir durumda olmadığımızı gösteriyor. Kamu borcu artarken, vergi gelirleriniz bu durumdayken, özel sektörün reel sektörün borçları zirvelerdeyken ve yeni kaynak bulma imkanız yokken, böylesine ağır yüklerle daha ne kadar gidebilirsiniz? 

Dün AKP Başkanı Erdoğan, bazı açılışlar yaptı, buna da biraz değinelim. 52 HES’i açtı, ben nerelerde olduğunu tespit edemedim, tespit ettiniz mi hangi derelerde, nehirlerde 52 tane HES yapılmış? Bu konuda da rakamlar da veriyor Cumhurbaşkanı, temiz enerjide dünyanın en önemli ülkelerinden biriymişiz, ancak hiç linyitten söz etmiyor, kötü linyitin yarattığı tahribattan hiç söz edilmiyor. Enerjide de, gerçeklerle örtüşmeyen açıklamalar yapılıyor..

Diğer bir husus Bahçeli’nin açıklamaları. İktidara eleştiri yönelttiğinizde hemen hakaret ve tehditle karşı karşıya kalıyorsunuz. Mesela barolar haklarını arıyor, hak aramak hemen terör unsurlarıyla işbirliğine bağlanıyor ve bir zincir kuruluyor: HDP, CHP, İyi Parti ve her türlü terör, eleştiri bu zincirle açıklanmaya çalışılıyor, sonra zincir YPG’ye kadar uzanıyor. 

Sürekli bir eleştirel durumla karşı karşıya kalındığında, yapılan açıklamalar gerçekle örtüşmüyor denildiğinde, hemen tehdit ve hakaret içeren açıklamalar başlıyor. “Hıyanet lobilerinin taşeronu olmuş CHP Genel Başkanı itiraf etmeli” diyor. Bu dile başvurmak bir somut durumla örtüşebilir, iktidar çoğunluğu her geçen gün zayıflıyor, %35’lere düştüğü görülüyor yapılan kamuoyu araştırmalarında. Zayıfladıkça, gerçeklerle uyuşmayan açıklamalar, hakaret ve tehditler geliyor. 

Önümüzdeki dönemde otokrasinin olağan algılanmasının önlemek gerekiyor. Demokrasisizliği, hürriyetsizliği, laiksizleşmeyi olağan karşılanmasının bertaraf edilmesi gerekli, bizim olağanımız demokrasidir. 

Program boyunca anlattığımız durumun devam etmesi çok zor. Sonbahar aylarında çanak çömlek patlamazsa kışa patlar, tüm ekonomik raporların işaret ettiği gibi sınırların sınırlarını zorlamış bir kaynaksızlıkla devam etmemiz gerçekten mümkün gözükmüyor. 

ÖM: Bitirirken ben de Kemal Gözler’in son cümlesiyle bitireyim o zaman, “vaka şu ki AKP iktidarı yanlış uygulamalarıyla Türkiye’de gereksiz bir olağanüstü hal korkusu yaratmıştır, bu korku bir hayalet gibi gerek iktidarın gerekse muhalefetin üzerinde dolaşıyor ve onların anayasanın tanıdığı imkanları görmesini engelliyor. Şu an ‘sütten dili yanan yoğurdu üfleyerek yer’ misali bir durum içindeyiz. Son olarak bu vesileyle hatırlatalım ki hukukta hakkı kötüye kullanan uzun vadede hakkını kaybeder. Bunu herkesin bilmesinde yarar var” diye bitiriyor.

AB: Zaten yıllardır söylüyoruz, muhalefetin ve muhalefet cephesinin Türkiye toplumuna “korkma Türkiye!” demesi gerekir, bu korkuyu aşmak için neler yapılması gerektiğini o kadar çok anlattık ki..Ayın sonunda salgın nedeniyle ertelenen CHP’nin Kurultayı yapılacak. Herhalde sanal ortamda izleyeceğiz ve onun öncesinde bazı yayın hazırlıklarımız da var. CHP kurultayına nasıl bakmalıyız? Umarım CHP; Kemal Gözler’in, bizim, demokrasinin yeniden kazanılmasını isteyenlerin talepleri doğrultusunda genişleyen toplumsal muhalefete cesaret veren politika setleriyle karşımıza çıkar diyelim ve burada programı kapatalım.

ÖM: Çok teşekkür ederiz Ali bey, görüşmek üzere.

AB: Hoşça kalın.