"Darmadağın bir muhalefete sahibiz"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, 31 Mart tarihinde gerçekleştirilecek yerel seçimler öncesinde iktidarın ve muhalefetin durumunu değerlendiriyor.

""
Fotoğraf: Burak Kaya

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

A.B.: Günaydın!

Ö.M.: Artık bir klişe halini aldı ama dünyanın en karmaşık, kargaşa dolu günlerini yaşamakta olduğumuz, ABD’de iç savaş ihtimalinden Finlandiya ile Rusya arasında Avrupa’da bir çatışma çıkmasına, nükleer savaş ihtimalinden Gazze’de devam eden korkunç kanlı olaylarından başlayarak bir de IŞİD saldırısı gerçekleşti Sarıyer’deki Katolik kilisesine. Hepsinin bir arada yaşandığı bir hafta sonundan bahsediyoruz.

A.B.: Ürdün sınırında Amerikalı askerler öldürüldü. Her şey birbirinin içine girdi.

Ö.M.: ABD - İran savaşı doğması muhtemel.

A.B.: Evet.



Ö.M.: Birleşmiş Milletler’e (BM) - başta da Batı ülkeleri olmak üzere - İsrail’in yaptıkları üzerine bir çeşit saldırı bile başlaması ihtimali bile var. BM’yi suçluyorlar bütün bu olup bitenlerden. Uzun bir özet oldu ama başımız dönüyor yani. Türkiye’den de fazla bahsetme fırsatımız olmadı, siz yerel seçimler ve yerel yönetimler üzerine bizi biraz bilgilendirir misiniz?

A.B.: 31 Mart tarihinde yapılacak yerel seçimler, AKP döneminde yapılan beşinci yerel seçim olacak. 2004 - 2009, 2014 - 2019 yıllarında dört kez yerel seçim yapılmıştı. Bugün geriye dönüp yapılan yerel seçimleri hatırlayalım ve aynı zamanda yerel yönetimlerin durumuna da bakalım. Yerel yönetimler ve yerel seçimler üzerine yaşadığımız gelişmeleri analiz ederek bugüne gelelim.

2009’da yapılan Yerel Seçimler, Türkiye’nin 2008 dünya ekonomik krizinin etkisinde olduğu bir zamanda gerçekleşmişti. AKP oylarında 2002’den itibaren görülen yükseliş durmuştu, oy oranı %38’e gerilemişti. 2007 Genel Seçimleri’nde %47’lik, başarılı bir sonuç elde etmişlerdi. Ciddi bir oy kaybıydı. Erdoğan, dünya ekonomik krizinin Türkiye’ye etkisinin olamayacağını, teğet geçeceğini söylüyordu. Ancak ciddi bir ekonomik daralma yaşandı ve oy kaybına yol açtı.

2009’daki oy kaybı neticesinde AKP iktidarı, 2014’te yapılacak yerel seçimler öncesinde bazı önlemler almaya başladı. 2012’de Yerel Yönetimler Yasası’nda kapsamlı değişiklikler, köklü düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerin hemen sonrasında Gezi direnişi, tarihimizin en büyük 17 - 25 Aralık yolsuzluk olaylarının ifşası yaşandı. Ardından anti-demokratikleşme süreci hızlandı, bir yandan da belirsiz bir Kürt sorunu çözüm süreci devam ediyordu.

2014 Yerel Seçimleri, bir referandum niteliğindeydi. Erdoğan, başkanlık rejimini gündeme getirmişti. Bu nedenle yerel seçimleri AKP iktidarının kazanması gerekiyordu, garantiye alması, kuvvetli olması gerekiyordu. Seçimleri kazanmak için de Yerel Yönetimler Yasası’nda kapsamlı değişiklikler yaptı. Yapılan değişikliklerde en önemli husus, büyükşehir alanlarının, belediye alanlarının sınırlarının değişmesi oldu. İl sınırlarıyla büyükşehirler tanımlanmaya başlandı, sınırlar ve hizmetlerin kapsamı genişletildi, büyükşehirlerin sayısı arttırıldı. Türkiye’de 81 ilin 30’u büyükşehir kapsamına alındı. Bu iller, ‘bütün şehir’ olarak da tanımlanıyor. Yasa ile birlikte, kâğıt üzerinde şehirde fiili olarak kırda/köyde yaşayan nüfusumuz %10’a düştü. Eskiden köy/kır sayılan yerler, mahalle olarak adlandırıldı, kent nüfusunun içinde sayılmaya başlandı.

Ekonomi Politikte, 2012’de yapılan mahalî idareler yasa değişikliğini o dönmelerde konuştuk, gündeme getirdik. Aynı zamanda 2014 ve 2019’da yapılan yerel seçimler öncesi ve sonrasında da bu değişiklikleri ve etkilerini epeyce konuştuk.

Köklü Yerel Yönetimler Yasa Değişikliği’nin Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik kompozisyonun, kent/kır dengesinin pozisyonunun değişmesine çok etkisi oldu. Bu değişikliklerin detaylarına girmeyeceğim ama bu değişikliklerin oy verme süreçlerine, seçmen davranışlarına, köylülük - kentlilik algılarına sosyo-ekonomik ve siyasal sonuçlarına ciddi bakılması gerekiyor.

30 il büyükşehir kapsamında. 51 il de normal belediye olarak belirlendi. 51 ilde özel idareler tarafı da değişikliğe uğradı. Yasa değişikliği ile büyükşehirler muazzam bir güce kavuştu. Yerel yasalara ilişkin yapılan düzenlemeler, ülke yerelleşiyor havası, algısı ile sunulmasına karşın pek çok alanda yerelin, merkezi yönetime bağlılığı ve merkezin kontrolü arttırıldı.

Merkezileşme tarafı o dönemde çok fazla hissedilmedi, önemsenmedi ama sonraki yıllarda karşımıza çıktı. Aslında AKP iktidarı, ilk yıllarında, 2004 - 2006’da büyükşehir belediyesi olmayı zorlaştırıcı önlemler almıştı.Ancak 2009 seçimlerinde yaşanan düşüş, onlar için bir uyarı oldu. İktidarı kaybedecekleri ihtimali belirmesi sonucunda bu düzenlemeleri gündeme getirdi. 2009 Yerel Seçimleri’nde önemli ölçüde bir oy kaybetmişti, 2014'te de kaybetmek istemedi. Bu düzenlemenin amacı, köylerdeki ve kırlardaki AKP’nin illüzyonundaki oyları zayıf olduğu merkezlerle konsolide etmekti.

Buna literatürde ‘gerrymandering’ deniyor. Gerrymandering, siyasal iktidarın ya da belirli bir zümrenin lehine olacak şekilde seçim çevresinde düzenleme yapılmasını ifade ediyor. Bu yöntemle, siyasal iktidarda bulunan parti, kendi oylarını artırmak veya rakip oyları düşürmek için seçim çevresiyle oynuyor. Türkiye’deki ilk örneklerini Demokrat Parti döneminde görüyoruz, bilhassa da 1957’deki seçimlerde. 2012’de yapılan köklü değişikliklerde - 6360 Sayılı Kanun - böyle bir düzenlemeye örnek teşkil etmektedir.

10 yıl önce yapılan 2014 seçimleri, 17 - 25 Aralık yolsuzluk, Gezi gölgesinde yapıldı. İktidarın ortağı Gülen Cemaati, artık iktidarın düşmanlarına eklenmişti. AKP - Erdoğan iktidarının, ‘ne olursa olsun’ 2014 seçimlerini kazanması gerekiyordu. Kaybettiklerinde yargılanmayla da sonuçlanacak durumlarla karşı karşıya kalınabilirdi, başkanlık hevesi ortadan kalkabilirdi. Yasa değişikliklerinden sonra iki yerel seçim yaşadık; 2014 ve 2019 yerel seçimleri.

Rakamları güncelleyelim. Bugün gelinen nokta nedir? Yerel yönetimlerin manzarası nedir? Ona bakalım. Bugün artık ülkemizde toplam nüfusun %93’ü belediye sınırları içinde yaşamaktadır. Büyükşehirlerde yaşayanlar ise ülke nüfusunun %77’sini oluşturuyor. 2014 sonrasında büyükşehir modeli hakim oldu. Hakim düzen büyükşehir modelidir.

Büyükşehirlerin kamu harcamaları içindeki yerine baktığımızda da önemli değişiklikler görmekteyiz. Yerel yönetimlerdeki değişimin mali tarafı çok önemli. Türkiye’de kamu harcamalarının büyük bir bölümünü belediyeler, büyükşehir yönetimleri yapmaya başladı.

Ö.M.: Bu çok önemli bir tespit. Yani bir kayma var yönetimde.


A.B.:Türkiye’de kamu harcamalarının - Kitler hariç- %12’si belediyeler tarafından yapılıyor. Muazzam bir mali güce sahip durumdalar. Büyükşehir ve belediye bütçelerini analiz etmek ve ayrıştırıp konsolide etmek hiç kolay değil. Bu nedenle detaylara girmeyeceğim, bazı hususlara dikkat çekeceğim. Büyükşehir bütçeleri - 30 büyükşehir - ise yapılan harcama büyüklüğünün yaklaşık yarısına sahipler. Büyükşehir ilçe belediyeleri dahil edildiğinde ise bu oran, %80'lere çıkıyor. Ancak bu bütçelere özellikle büyükşehirlerde devasa boyutlara ulaşmaya başlayan büyükşehir şirketleri dahil değil. Büyükşehir şirketlerinin bütçeleri, Ankara - İstanbul gibi belediye bütçelerinin iki katı büyüklüğüne ulaşmış durumda.

Belediyeler, şirketlere belediye yönetimlerinin daha rahat hareket edebilmesi için imkan tanıyor. Hizmet alma işi daha kolay oluyor, merkezi yönetimin markajından da kaçabiliyorsunuz. İstihdam edilecek kişiler bu şirketlere alınıyor, hizmet alma işi belediyeye bağlı şirketler üzerinden yapılıyor. Bu şirketlerin varlıkları, büyüklükleri büyükşehir bütçelerine eklendiğinde mali güçleri çok yükseliyor.

Şirketlerden ve büyükşehir merkezi bütçesinden ayrı oluşan ve izlenen başka bütçeler da var. Örneğin İzmir Banliyö Sistemi (İZBAN) İzmir’de, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İSKİ) İstanbul’da; belediyelerin ulaşım ve su birimleri de ayrı bir bütçe, bunlar da devasa bütçeler.

2012 Yerel Yönetimler Yasası’nda yapılan değişikliklerde AKP iktidarı hem yerel yönetimlere dayanan siyasal gücünü, hem de yerel yönetimlerdeki mali gücünü sürdürmek için bu sisteme geçmiş oldu. Siyasal gücün yerel planda mali dağıtım mekanizması için bu gerekliydi. Merkezi havuz sisteminin yerel planda da işlemesi gerekiyordu. İktidar yerel ortaklarına, paydaşlarına merkeze bağlı olmaksızın da dağıtım yapabilme imkanına kavuşmuş oldu.

Bu gücü anlatmak için bir rakam daha vereyim. Bugün, Türkiye’de en çok yatırım bütçesi kullanan kurumlar, belediyeler ve büyükşehir belediyeleridir. Belediyelere bağlı şirketleri, su, kanalizasyon, ulaşım birimlerini de eklediğinizde Türkiye’de yapılan toplam kamu yatırımlarının %35’ini belediyeler yapıyor. 2024 yılı merkezi konsolide bütçesi, 11 trilyon civarında. Peki büyükşehirlerin, belediyelerin toplam bütçesi nedir? Büyükşehirler ve belediyeler, bir trilyonu aşkın bir ödeneğe sahip. Mesela İstanbul’un 2024 bütçesi ne kadar biliyor musunuz?

Ö.M.: Ne kadar?

A.B.: İlan edilen rakamın konsolide bütçe olduğu belirtiliyor ama bazı alanlar dahil değil. İstanbul’un 2024 yılı bütçesi, 516 milyar lira yani 17 milyar dolar! Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin - şirketler hariç, Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (ASKİ) dahil mi doğrusu bilmiyorum, bunları konsolide etmek de zor iş, bayağı bir uzmanlık gerekiyor - 92 milyar lira! İzmir 45 milyar lira ama merkezi bütçeye şirketler ve ulaşım birimi dahil değil, sadece ulaşım birimi olan İZBAN, 11 milyar lira bütçeye sahip.

Özetle, büyükşehir belediyeleri muazzam bir mali güce sahipler. 2019 seçimlerinde, 11 büyük ilde muhalefet kazandı ama bir takım zorluklar yaşanmasına rağmen AKP iktidarı belediye gelirlerine pek dokunmadı. Neden dokunmadı? Çünkü yerel yönetim yasasında bahsettiğim değişiklerle büyükşehir belediyelerinin karar süreçlerinde, başkanlardan ziyade belediye meclisleri öne çıktı. 2019’da yapılan seçimlerde büyükşehir belediyelerinde başkan değişti ama belediye meclisler iktidarın uhdesinde kaldı. Meclisler iktidarda, başkan muhalefette olunca belediyelerin çalışması zorlaştı.

Ayrıca merkezi yönetim belediyelere borçlanma, imar gibi alanlarda özerklik tanınmıyor, pek çok konuda Şehircilik, Hazine ve İçişleri Bakanlığı’na gidiyorsunuz. 2019’dan sonra muhalefetin eline geçen belediyeler bu mali gücü kullandı ama pek çok zorlukla birlikte. Belediye meclislerinde çoğunluk sağlanamamıştı aynı Ankara’da olduğu gibi, İstanbul’da olduğu gibi.

2012’de büyükşehir belediyelerinin sınırları kırsalı da kapsayacak şekilde genişletilince, merkeze 300 kilometre uzaktaki kırsal nüfus, büyükşehir belediye meclisine katılacak olanları seçmeye, belirlemeye başladı. Dolayısıyla büyükşehirlerin gövdesinden uzak yerlerden de temsilciler, büyükşehir belediye meclislerinde yer almaya başladı. Merkezden uzak ama büyükşehire katılmış kırsalda, AKP iktidarının gücünün fazla olması sonucunda, belediye başkanlıklarını muhalefet kazanmasına karşın, belediye meclisleri iktidarın çoğunlukta olduğu meclisler haline geldi. Dolayısıyla rahat çalışma imkanı olmadı.

2019 seçimlerinde ikinci kez İstanbul’da yenilmesi Erdoğan’ın çok ağrına gitmişti. Sonuçta İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan bugünlere gelen biriydi, İstanbul’da iktidarı kaybetmenin sonuçlarına katlamaması zordu. Erdoğan, seçim sonrasında ‘Bunları çalıştırmayız, meclislerde biz varız. Ayrıca merkezi yönetim olarak bizim önümüze gelmek durumundalar, çalıştırmayız. Sadece vitrin kaybı yaşanır, belediye meclislerinde çoğunluk bizde’ dedi. 2012’den sonra yerel yönetim seçimleri ve yerel yönetimlerdeki gelişmeler özetle böyle.

2019 seçimleri pek çok nedenle çok önemliydi. Türkiye’nin içine girdiği otoriterleşme sürecinin devam etmemesi için muhalefetin yerel yönetimlerde başarı sağlaması gerekiyordu. Yıllardır hep kullandığım bir tanımla, 2019 Yerel Seçimleri ile kuvvetler birliği içinde ilerleyen ülkenin demokrasi kapısının tamamen kapanmasını önlemek gerekiyordu. 2019 Yerel Seçimleri’ndeki muhalefetin başarısı, kapı ile eşik arasına giren bir ayak oldu.

Yerel yönetimler başarısı önemli bir güç oldu. Adeta şöyle bir şey oldu; uzunca süredir yasamada, yürütmede, yargıda ve medyada gerileme yaşıyorduk ve zincirleme bir kaza yaşarken tam tekmil kuvvetler birliğine giderken, otoriter rejim açık bir diktatörlüğe dönüşmek üzereyken, büyükşehir belediyelerinde muhalefetin başarı kazanması sonucu biraz nefes alındı, moraller yükseldi. Adeta yasama, yürütme gibi bir kuvvet, yerel yönetimler kuvveti ortaya çıktı.



Bu başarı, demokrasinin açıkça diktatörlüğe dönüşmesini engelleyen bir kuvvet oldu!

Yerel yönetimlerde 2019 başarısı bu nedenle çok önemliydi. Yerel yönetimlerde muhalefetin güçlenmesi muhalif medyayı da belli ölçülerde ayakta tutmayı sağladı. Bugün beğensekde, beğenmesekde, sınırlı da olsa, muhalif medya var ise ve ayaktaysa bu gücün sayesindedir.


Bununla birlikte şöyle bir şey de yaşandı; muhalefet partilerinde bilhassa CHP’de büyükşehir belediyelerinin mali gücü, başkanların güçlü olmasını beraberinde getirdi. Ancak bu durum, parti içi güç dengesini de etkiledi. Büyükşehir belediye başkanlıkları ve yönetimleri parti merkezine karşı güçlenmeye başladılar, öne çıkmaya başladılar. Parti merkezi ile belediye başkanlıkları arasında rekabet yaşanmasına da tanık olduk. Parti içi güç dengesi yerinden oynadı. Bu durum,bu gerilim, 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesinde CHP’de açığa çıktı.

Aslında güçlü büyükşehirler başkanlarının Cumhurbaşkanlığı adaylıklarının, seçimin hemen sonrasında gündeme gelmesi de bunun işaretiydi. Hatırlayın, 2019’dan sonra Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarının isimleri zikredilmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı için isimlerin anılması erkendi ve yanlış oldu.

2019 Yerel Seçimleri çok önemliydi, önemli bir başarı elde edildi. Bir ittifak denemesi, modellemesi oldu ama işin sonu gelmedi. Kaybedilen Mayıs 2023 Seçimleri sonrasında ittifak dağıldı. Aslında geç kalınan bir ittifak modellemesiydi, çok öncesinden yapılması gerekiyordu, 2017 referandumu öncesinde kurulması gerekiyordu, 2015’de kurulması gerekiyordu. Neden olmadı? CHP’de olan Kürt fobisi, dokunulmazlığın kaldırılmasına yol açtı ve geniş bir demokrasi cephesi kurulması gerçekleşmedi. Kürtleri hesaba katmayan açık ittifak da tanımlamayınca sonuç hüsran oluyor.

Bugün muhalefetin yerel seçimlere yönelik bir ittifak, eylem planı yok, darmadağın bir muhalefete sahibiz.Elbette yerel seçimlerin iktidar lehine olmasına, kuvvetler birliğinin pekişmesine yol açacak bir durum. Böyle devam ederse, yerel seçimleri iktidar başarı ile bitirecek, kapı ile eşik arasındaki açık kapanacaktır,Putinleşip Putinleşmeyeceğimizi’ ortaya koyacak, belli edecek bir seçimdir bu seçim. Putin, 2036’ya kadar iktidarda kalmayı garanti etmiş durumda. Biz nereye evrileceğiz? Yerel seçimler böyle gerçekleşirse, bir değişim olacağı kanaatinde değilim. Yolun sonu, adına ne derseniz deyin daha katı bir otoriter rejimi çıkar.

CHP’de Mayıs 2023 Seçimleri sonrasında yapılan kongrede yine ‘değişim’ tezleri öne çıkmıştı. Değişim diye geldiler ama bir değişim değil ‘çatışma’ söz konusu. CHP’de görüle - İzmir dahil - adayların açıklanmasında gecikmeler yaşanması, belediye başkanlarının, ilçe belediye başkanlarını belirlemede merkezle anlaşamaması, merkezin belediyelerle anlaşamaması, yapılan pazarlıklar yerel yönetimlerin güçlenmesinden kaynaklanıyor. Mali bakımdan çok güçlü olan büyükşehirler, merkeze karşı aday belirlemede ve siyaseti belirlemede öne çıktılar. CHP için bu böyle, diğer muhalefet partileri için de bu böyle.



Özgür Özel, başkanlığı kazandığı kongrede, ‘Ön seçim yapılacak’ demişti, ön seçim vurgusuyla ‘değişim’ olacağını anlatmaya çalıştılar. Hiçbir değişim olacağını beklemiyordum. Bugün ön seçim falan yaptıkları yok, ön seçim değil anket yapıyorlar. Bir partili geçen gün bana ‘Biz anket partisi olduk’ dedi.

Türkiye’de yerel yönetimlerin mali gücünün artması, il kapsamında büyümesi ancak merkezi idareye karşı bağımlılığın artmış olması, belediyelerin merkeze karşı pozisyonunu değiştirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, CHP’de yaşanan sorunlar çoğunlukla buradan geliyor; mali kaynağın başında bulunan belediyeler güçlü durumda.

Büyükşehir belediyelerinin mali büyüklüklüleri, dünyada pek çok ülkenin bütçelerinin üstünde. Zaten nüfusu da öyle, müthiş bir hacme ulaşmış durumda. Dolayısıyla bu durum iştah kabartıyor; hem iktidar partisi için, hem muhalefet partileri için. Yüksek mali harcama gücüne sahip olmak, iştah kabartan durumlar. Bu nedenle sert tartışmalara yol açıyor.

Bakınız, Türkiye’de yerel seçimlere iki ay kaldı. Bir sene önce gerçekleşen bir büyük bir gerçeği ve kapanmayan yara, deprem var. 6 Şubat’ta ilk senesi dolacak. Resmi rakamlara göre 51 bini aşkın insan kaybımız var. Yerel seçimlere giden Türkiye’nin sadece deprem üzerinden isyan etmesi, bunu konuşması gerekiyor. Bugün muhalefet, deprem ve yerel yönetimler bağlantısını kurmaktan yoksun. Neden? Çünkü bahsettiğim tartışmaların içerisinde. Daha adaylarını belirlememişsin, seçime bir buçuk, iki ay kalmış. Bu durum, Erdoğan ve iktidarını çok rahatlatıyor. Farkındaysanız, Erdoğan 2019’daki gibi tedirgin değil. ‘Teşkilatta metal yorgunluğu’ var demiyor. Aday belirlemede sadece ittifakını, ortaklarını memnun etmeye çalışıyor ve memnun da ediyor. Güçlü aday belirlemede sıkıntı çekiyorlar, sorunu var, profili daha düşük adaylar bulunuyor. Ancak muhalefetin bu darmadağın haline ziyadesiyle güveniyorlar.

14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinde, deprem bölgesinde ve ülke genelinde deprem etkisi pek fazla görülmedi. Ancak Türkiye’de seçim süreçlerine baktığımızda seçmenin yerel seçimlerde iktidara ‘ayar verdiğini’, memnuniyetsizliğini ifade ettiğine tanık oluyoruz.

Yerel seçimlerde depremin yarattığı yaralar ve iç göç nedeniyle memnuniyetsizlikler daha net seçimlerde ifade ediliyor. Memnuniyetsizlikleri dile getiren bir muhalefet, güçlü bir şekilde ortada yok. Ayrıca seçim güvenliği de son derece önemli.

2019 öncesinde Türkiye’de ittifak, ilk önce seçim güvenliği ittifakının kurulmasıyla başladı, çeşitli platformlar kuruldu. Bugün o da yok. HDP ile İYİ Parti bile seçim güvenliği konusunda yan yana gelmeyi başarmıştı. Bugün ne deprem bölgesinde, ne ülke genelinde seçim güvenliğine ilişkin böyle bir platform çalışması, heyecan vs. yok.

2012 yılında yapılan mali idareler yasası değişikliğinin yansımalarını, etkilerini görmeden Türkiye’yi, siyaseti ve önümüzdeki yerel seçimleri analiz edemeyiz. Türkiye’deki değişimi bu değişimle bağlantılandırarak görmek lazım. AKP’ye oy veren kentlileşmeyen köylülere ciddi bir katkısı oldu bu değişikliklerin; tarımda olumsuz değişime katkısı oldu, kentsel dönüşüm denilen talana da katkısı oldu. Pek çok alana etkisi oldu.

Her yönüyle siyasal bilimcilerin, sosyal bilimcilerin, iktisatçıların muazzam bir araştırma alanı. Rejim değişikliği dahil, oy verme davranışları da dahil AKP iktidarının bu köklü değişikliklerle bağlantılı olarak yaptığı yüzeysel, minik sosyal devlet uygulamalarını yani memurlaştırılan kırsalı ve yoksulları hesaba katmadan yapılan analiz de yetersizdir. 20 seneyi aşkın bir süredir aynı iktidarla ve otoriterleşmeyle devam ediyoruz. Aynı iktidarla beşinci yerel seçimleri yapıyoruz.

Vaktimiz azaldı ama kısaca değineyim. Bakın, internet yasakları yeniden başladı. Financial Times’da çıktı haber, ‘İktidarın VPN erişimini kısıtlamaya yönelik düzenlemeleriyle Türkiye’nin Rusya ile aynı seviyeye geldiğini’ yazdı Financial Times. Bilgi Teknolojileri Kurumu çalışmaya başladı. İlerideki günlerde başka kastlar da yaşarız muhtemelen. İçinde bulunduğumuz atmosfer böyle, ana muhalefette yarattığı anaforun temel gerçeği de böyle. Türkiye yönetiminde bir karmaşanın hakim olduğunu hep söyleyegeldik. Zamanında yerel yönetimler yasasındaki değişikliği, Türkiye’de aydın, entelektüel çevreler ‘çok büyük değişim, yerelleşme değişimi’ diye tanımlamışlardı.! Türkiye gerçekleri böyle, isterseniz bitirelim.

Ö.M.: Evet, süreyi bitirdik de zaten. Başta Ankara olmak üzere milliyetçi, ülkücü bir mücadelenin de sürüp gittiğini görmekteyiz.

A.B.: CHP’nin Edirne Belediye Başkanı, Alaattin Çakıcı’yı makamına aldı ve onunla fotoğraf verdi. Bolu Belediye Başkanı böyle, zaten Ankara da belli. Bu konu epey su kaldırır.

Ö.M.: Evet, bunu konuşmaya devam edeceğimiz apaçık ortada. Peki, çok teşekkürler Ali Bey, görüşmek üzere.

A.B.: Kolay gelsin.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: İyi yayınlar, görüşmek üzere.