Ali Bilge'yle depremin etkileri üzerine konuşmaya devam ediyoruz.
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Yine ana konumuz deprem ve onun etkileri oluyor tabii, kamu ekonomisiyle de ilişkileri. Bunlar üzerinde duralım diye konuşmuştuk değil mi?
A.B.: Deprem, ekonomik buhran içindeyken oldu. Ekonomik kriz silsilesi içinde yaşıyorduk. Rahip Bronson olayı ile başlayan, sonrasında pandemi, Ukrayna Rusya savaşı ile kronikleşen, ilaveten iktidarın sıra dışı para ve faiz politikaları ile birlikte ekonomik kriz yaşıyorduk. Ayrıca seçim ekonomisi uygulamaları da başlamıştı. Normal şartlarda 2023 genel, 2024’te de yerel seçimler olacak. Deprem bu haldeyken gerçekleşti.
Kızılay gibi bir yardım kuruluşunun çadır satması, başlı başına Türkiye ekonomisinde ve yönetimin içinde bulunduğu durumu özetliyor. Kızılay başkanı çadır satışını rutin bir işlem olarak görüyor. Para almadan çalışanlar için “Hilali Ahmer gibi” denirdi. Kızılay’ın çadır ve gıda satması ile, bu deyimde tarih oldu. Kızılay’ın tüccarlığı nasıl bir felaket içinde olduğumuzu göstermektedir. Hilali Ahmer cemiyeti, yani Kızılay, karşılıksız yardım yapan kuruluşlardır.
Vahim durum bize şunu sorduruyor: Devletin varlık nedeni nedir? Devletin varlık nedeni toplumun tümünün yararlanacağı kamusal mal ve hizmetleri sağlamasıdır. Afetler öncesinde ve sonrasında, toplumu korumak devletin görevidir. Afet sonrasında kamusal mal ve hizmet sağlaması temel bir görevdir. Deprem sonrasında devletin çöküşüne hep işaret ettik. Ancak Kızılay’ın çadır satması gibi bir eylemi olacağını hiç aklımıza getirmedik. Peki, devlet olmadığında kamusal korumayı, mal ve hizmet sağlamayı kim yapacak?
Depremin ekonomiye yansımaları üzerine çok uzun süre konuşacağız, Çünkü bu deprem, senelik etkileri olan bir durum değil. Senelere sari etkileri olan bir durumla karşı karşıyayız. Depremlerle sermay /fiziki varlıklar azalıyor. Üretim, alt yapılar ve sosyal sermaye (işyeri ve konutlar) ve beşeri sermaye insanlar yok oluyor. Bölge Marmara gibi olmasa da, önemli alt ve üst yapı tesislerinin olduğu, ihmal edilmeyecek boyutta tarımsal ve tarım dışı üretimin olduğu bir yer. Tekstil mobilya sanayii, elektrik santralleri ve barajlar, yollar, köprüler bulunuyor.
Jeoloji Mühendisleri Odası’ndan öğrendiğime göre Türkiye’de 190’a yakın gölet ve baraj fay üzerinde bulunuyormuş ama bunlarda bugün için bir tehlike gözükmüyormuş. En büyük kayıp sosyal sermayede olduğu gözüküyor. İşyeri, konut ve insan kayıpları. İnsan kayıplarını fiilen ölenler ve bölgeden göç edenler oluşturuyor. İnsanı yerine koyamıyorsunuz.
Yıkılan konutları yerine koymak durumundasınız. Bunları yaptığınız zaman talep yaratmış oluyoruz. Ama konutlar üretken bir yatırımlar değil, fabrika yapmıyorsunuz. Ekonomik aktiviteyi hızlandırıyorsunuz ama bu bir sanayi işletmesi, üretim hattı değil. Sonuçta konut yapıyorsunuz. Dolayısıyla başlangıçta hasıla yaratıyor ama kalıcı değil, konutla ilgili sektörler, endüstriler devreye giriyor ama inşaat süresi boyunca sadece istihdam yaratıyor.
Ülkenin dış politikasının ve dış ekonomik ilişkilerinin de berbat olduğu bir dönemde deprem felaketini yaşadık. Türkiye ekonomisi borçlanmadan yürüyemeyen bir ekonomi. Çok zayıflamış dış ekonomik ilişkilere sahip bulunuyor. Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Avrupa İskan Fonu, Avrupa Yatırım Bankası ile ilişkileri de parlak değil. İlişkiler akamete uğramış bir pozisyonda. Türkiye’nin borçlanma piyasalarındaki maliyetleri zaten çok yüksekti, deprem daha da artırdı. Türkiye’ye borç vereceklerin isteksizliği depreme rağmen devam edecek gibi gözüküyor, tüm bunlar yüksek mertebede olan dış borçlanma faizlerini daha da yükseltecek.
Nerelere gidiyorsunuz böyle durumlarda? Önceki deneyimimizle bildiğimiz, IMF’ye gidiyorsunuz. IMF’de kotanız var bunu çekebilirsiniz, ne kadar olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama hiç yetmez. Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlar sizin nasıl bir program uygulayacağınıza bakarlar, önüne ne koyduğunuzla ilgilenirler, yani nasıl bir program uyguluyorsunuz? Sürekli “faizleri düşürüyoruz” dediğinizde de sizinle ilgilenmezler. Bu kuruluşlardan daha ucuz kaynaklara ulaşmanız mümkündür ama onların önüne de de bir metin koymanız, “ekonomimi şu formatta yürütüyorum” demeniz lazım. Programın da onların gözünde kredibilite sağlıyor olması lazım. Onlar tamam derse, piyasalardaki diğer aktörler ülkenize borç vermeyi düşünebiliyorlar. Bu kuruluşlardan en önemlisi Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa İskan Fonu’ydu. AYB ve İskan Fonu’ndan Marmara depreminde daha ucuz borçlandığımızı hatırlıyorum. Bugün bu kaynaklara yeterince ulaşabilmek hususunda tereddütlerimiz var. Çünkü Türkiye, hem ekonomik hem de siyasi anlamda, batı ile ilişkileri önemli ölçüde hırpalamış bir ülke. Ülkelerin hibe ve yardımları olabilir, bunların çoğu da karşılıksız değildir.
Türkiye’nin çok ciddi iç ve dış borçları var, deprem öncesi Türkiye’nin borç stoku anapara ve faiz ödemeleri ile birlikte 6.7 trilyondu. 2023 yılında 1.083 milyar lira (564 milyar TL anapara, 519 milyar TL faiz) ödemesine karşılık, 1.129 milyar lira (211 milyar TL dış, 918 milyar TL iç) borçlanma yapılacaktı. Hazine finansman programına göre 2023 yılı borç servisi, ödeme yükümlülüklerinden daha çok, borçlanma yapılması üzerine planlanmıştı. Ödemelerinin üzerinde borçlanarak borçlarını döndürebiliyordu.
Şimdi deprem nedeniyle ayrıca çok ciddi ek kaynak ihtiyacı oluştu. Bir kere vergi gelirlerinde 80 milyar TL’ lik azalma olacağı varsayılıyor, vergilerin azalması hazinenin finansman yükünü arttırıyor. Depremin bu yıl için 410 milyar TL’lik bir yükü olacağı uzmanlarca hesaplanıyor Ayrıca deprem öncesi emeklilikte yaşa takılanlar düzenlemesi gündemdeydi, EYT ‘de bütçeye çok ciddi bir yük getiriyor, bu yükünde 200 milyar TL civarında olacağı hesaplanıyor. Tüm bu kalemleri topladığımızda 80 + 410 + 200 = 690 milyar TL ediyor. Toplam borç stokuna, 690 milyar lira eklenecek demektir. Hazinenin bu kadar daha ek borçlanma daha yapması gerekiyor.
Peki Hazine deprem nedeniyle doğan ek kaynak ihtiyacını nasıl karşılayacak, bu borcu kimlerden alabilecek? Dış borçlanmanın imkânları saydığım nedenlerle kısıtlı, yüksek faizlerle belli bir miktar daha olabilir. Zaten bu sene için 11 milyar dolarlık bir borçlanma yapılması planlanıyordu, ek kaynağı sağlamak için büyük bir olasılıkla da daha yüksek faizle Türkiye borçlanmaya çalışacak. Ya da Merkez Bankası kaynaklarına yüklenecek, MB bankalara kaynak verecek, bankalar yeni kredi vermeyecek, elindeki kaynakları hazineye aktaracaklar. Arka arkaya iki seçimin olduğu bir ülkede yaşıyoruz, seçim ekonomisi uygulanmaya başlamıştı, sancılar büyük, deprem harcamaları enflasyon üzerinde de etkisini gösterecek.
Eski yıllarda deprem fonumuz vardı. 99 depreminde bu fon vardı ama parası yoktu, daha sonra hatırladığım kadarıyla deprem fonu kaldırıldı. Normal şartlarda depremle ilgili harcamaların, gelir ve giderlerinin ayrılması özel bir takiple yapılması gerekir. Çünkü özel olarak depreme harcanacağı için bu hesapların genel bütçeye karışmaması lazım. Ancak 99 depreminden sonra çıkarılan ‘deprem vergileri’ denilen vergiler, hükümetler tarafından özellikle de bu hükümet tarafından, bu gelirler genel bütçe içinde kayboldu, bütçe açıklarını kapatmakta kullanıldı. Deprem fonları çok özel fonlardır. Mesela Japonya’da deprem fonu sıfır değildir, deprem fonu hemen devreye girer, harcamalar o fon üzerinden yapılır.
Ama biz deprem fonunu kaldırdık, deprem için aldığımız vergileri bütçe açıklarında kullandık. Hangi fonu kurduk? Varlık fonunu kurduk! Halbuki bir deprem ülkesinin çok iyi işletilen bir deprem fonunun her daim vatandaşlarına kullanıma amade olması lazım. Böyle bir durum söz konusu değil! 20 yılı aşkın bir süredir tahsil edilen “deprem vergisi” olarak bilinen özel iletişim vergisinin miktarını bile doğru dürüst bilmiyoruz, izini bile süremiyoruz. Bütçe harcama ve gelirlerinin içerisinde kaybolmuş gitmiş. 99’da ayrıca ek vergiler alınmıştı. Gelir, kurumlar ve emlak ek vergileri gündeme gelmişti. Şu ya da bu şekilde bu vergiler tahsil edildi. Aslında böylesi felaketler sonrasında, esas olarak, varlıktan, servetten vergi alınmalı. Tam uygulama zamanı ama bu ülke servetten vergi alan, gelirine göre vergi alan bir ülke değil. Üstelik vergileri siliyoruz. Bu iktidar döneminde yandaşların vergileri sürekli silindi, iktidarı destekleyen sermayedarların vergileri silindi. Aslında adil bir servet vergilendirilmesi ve adil bir gelir ve kurumlar vergilendirilmesi yapılsa, depremin yarattığı ek kaynak ziyadesiyle bulunur.
Ö.Ö.: En son Türkiye zaten Tek Yürek bağış kampanyasında da yüksek miktarda bağış yapan şirketlere vergi indirimi yapılacağı söylendi.
A.B.: Tabii, kurumlar vergisinden indirebiliyorsunuz.
Ö.M.: Daha onların hesabı bile yani kimden ne kadar bağış yapıldığı da hâlâ belli değil. Eser Karakaş yazdı, henüz ortada yok o. Ben bir de şunu sormak istiyorum ilaveten, bu Kızılay’ın keyfi davranışlarının ilginç örneklerinden birini ta 1999 depremi sırasında yaşamıştık. Geçenlerde Toplum Gönüllüleri Vakfı’ndan İbrahim Betil de programlarımıza konuk olmuştu ve anlattı. Kendisi hemen harekete geçip dış bağlantıları vasıtasıyla yanılmıyorsam Çin’den çadır getirtmişti fakat Kızılay engel oldu ve el koydu o Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın getirttiği çadırlara 1999 depremi sırasında. O sırada İbrahim Betil de bunu protesto etmek için havaalanında bir çeşit greve gidiyordu. Onun üzerine vazgeçti Kızılay “olur git al Sakarya’yadaki merkeze” dedi ama “hayır almıyorum, siz buraya getireceksiniz!” demişti İbrahim Betil ve ona uymuşlardı. O zamanlar bu kadar güçlü değildi anladığım kadarıyla yani geri dönmüştü.
Ö.Ö.: Kızılay güçlü değildi yani?
Ö.M.: Evet, Açık Radyo’da anlatmıştık. Hayal meyal hatırlıyorum ama öyle olmuştu.
A.B.: Kızılay hep problemli bir teşkilat oldu.
Ö.M.: Evet o zamandan belliydi.
A.B.: Ama çadır dağıtması gereken yere çadır satmıyordu.
Ö.M.: Evet, bu inanılmaz bir şey!
A.B.: İnanılmaz bir şey gerçekten!
Ö.M.: Cumhurbaşkanı Erdoğan Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’le bir araya geldi. Ne konuştuklarını bilmiyoruz. TRT’de bilgi vardı ama aynı zamanda hafta sonunda Gazete Oksijen’de yer aldı:Bodrum’un en değerli turizm tesislerinden Mandarin Oriental’in yüzde 50’sini Azerbaycan merkezli Paşa Holding satın almış. Holdingin Aliyevlerle doğrudan bağlantısı görünmüyor ama kayıtlara göre büyük ortağı Aliyev’in iki kızıymış zaten. Azeri bankacılığın 1/3’ü de Paşa’nınmış. 9.1 milyar dolar 2021 sonu itibarıyla... Sonuç olarak 16.500 de çalışanı var. Yani ek bilgi de veriyorlar, Azerbaycan’ın 2021 GSYİH’i 55 milyar dolar, 1/3’ünden fazlası Paşa şirketinin, o da Bodrum’da Göltürkbükü’nde 600 dönümlük mükemmel arazide 196 villa işletiyor Allium Bodrum Resort and Spa.
A.B.: “Kardeşim Aliyev” depremde Türkiye’ye ne yaptı? Ya da “yoldaş Putin” veya “dostum Putin” ne yaptı? Dostluğun nesini gördük bu felakette ?
Osmanlı’da böyle durumlarda, savaşlarda ve felaketler sonucunda ekonomi zor durumdaysa “imdadiye” isimli bir vergi alınıyor. Kaynak sıkıntısını aşmak, hazineye kaynak sağlamak için imdadiye yöntemi devreye giriyor. İmdadiye ile zenginlerden para toplanıyor, bu iş ayaklanan askerlere görev olarak veriliyor, tahsili ayaklanan askerler tarafından yapılıyor. Askere de parasını alamayınca ayaklanıyor, Yeniçeriye/askere diyorlar ki “sen git zenginlerden ek vergi al” ellerinde bir defter var, defterin adı da “pençeli divan” defteri. Asker zenginlerin evlerine gidip vergiyi alıyor ve deftere kaydetmesi yeterli. Meyhaneler, bozahaneler, kahvehaneler den de ek vergi alınıyor.
Türkiye’nin bu girdabı aşabilmesi zenginlerden ek vergi alması lazım. Bugünkü iktidardan böyle bir beklentimiz yok. Muhtemel gelecek iktidarların da işleri çok zor, inanılmaz ek maliyetler var. Türkiye’nin bu işin içinden çıkması için çok güçlü ittifak modellemelerine ihtiyacı var, uzun soluklu bir süreci göze almak lazım. Devasa ekonomik sıkıntıların üstüne bir de deprem geldi, bunların hepsini aşabilmek muhalif ittifakın çok sağlam ve güçlü durması gerekiyor, ayrıca genişlemesi gerekiyor. Uzun yıllar acılarını ve etkilerini yaşayacağımız bir durumuyla karşı karşıyayız.
Deprem fonları bütçeden aktarılan kaynaklar, yeni ihdas edilen vergiler ve bağışlardan oluşur. Fonun izlenir ve şeffaf olması lazım. Çok sert bir siyasal iklime girmiş durumdayız. Önümüzdeki 2 yıl da iki seçim olacağını varsayıyoruz. Bu seçimler gerçekleşebilecek mi? Depremle birlikte yeniden başa döndük. Önce “Türkiye’de seçim gerçekleşecek mi?” diye soruyorduk. Deprem sonrası “seçim tarihinde mi olacak, ertelenecek mi, gerçekleşecek mi?” tartışmaları yeniden başladı. İkinci olarak, “adil bir seçim olacak mı?” diye soruyorduk. Bu soru da duruyor. Üçüncüsü, “seçimlerin sonuçlarına katlanabilecek bir iktidar olabilecek mi?” Bunun garantisi var mı? Bir iktidar transferinin önünde engeller var mı? Bugün bu sorular yeniden gündemde.
Umarım Millet İttifakı diye adlandırılan oluşum depremden zarar görmez ve önümüzdeki dönemde genişleyerek ayakta kalır. Artık itaatsizlik zamanıdır. İnsanlar bunaldı, meydanlarda olmasa bile stadyumlarda bunu beyan ediyorlar. 50 bin kişi ölmüş bir tane istifa yok. Yüzbinlerin üstünde insan yaralanmış, onbinlerce bina yıkılmış, altüst olmuş bir ülkede bir tane istifa yok, Kızılay’ın çadır sattığı bir ülkeyiz. Türkiye, seçiminin ertelenip ertelenmeyeceği, Putinleşip Putinleşmeyeceği eşiğinde bir ülke. Sert siyasal pozisyonlar nasıl evrilecek? Bu durum Cumhurbaşkanını sözlerinde kendini gösteriyor, geçen haftaki hitabet inanılır gibi değildi. Stadyumlardaki tepkiye İçişleri Bakanı’nın yaklaşımı da önümüzdeki dönemin çok zor olacağını gösteriyor.
Aslında bugün, 20 yıllık AKP iktidarının öne çıkan 2 uygulaması olan kentsel dönüşüm ve TOKİ üzerinden depremi analiz etmek istiyordum. İki galeri üzerinden deprem meselesini incelemek istiyordum. Daha sonraya bırakalım ama iki noktayı vurgulayalım. Önceki yıllarda kentsel dönüşümle ilgili belediyeler yasası dahil 3 kanunda değişiklik yapıldı. Kentsel dönüşümün amacının açıklandığı kanun maddesinde bir sıralama yapılıyor, bu sıralamalarda deprem tehdidi en sonda geliyor! Zihniyet bu işte! Kentsel dönüşümün amaçları sıralanırken deprem riski en son sırada. Kentsel dönüşüm algısını ölçmek için bir anket yapılıyor, bir yüksek lisans tezinde okumuştum: “Kentsel dönüşüm ne ifade ediyor sizin için?” diye vatandaşa soruluyor. Cevaplarda ilk sırada deprem yer almıyor, deprem dördüncü hatta beşinci sırada yer alıyor. 99 depreminde yaşadıklarımızı çok çabuk unutmuş vaziyetteyiz. 80 yıl içinde 150-200 bin kişinin öldüğü bir tablo ile karşı karşıyayız. Ülke topraklarında bu kadar vatandaşı ihmallerle öldürüyorsunuz.
Ö.M.: Evet, yani bu skandallarla örülü bir ortama doğru girdik. Bunun altından nasıl kalkabileceğimiz konusunda birçok sosyal alanda görüş var ama henüz büyük bir belirsizlik içindeyiz.