Açık Gazete'nin tatil haftasında iklim aktivisti yazar Bill McKibben'ın kaleme aldığı, "Yeni ve akıldışı gerçek şu: fosil yakıtları hızla bir kenara bırakmak için gerekli teknolojiye sahibiz" alt başlıklı yazının ilk bölümünü yayınlıyoruz.
Şubat ayının son gününde Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli bugüne kadarki en korkunç raporunu yayınladı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, "görevim süresince çok bilimsel rapor gördüm, ama hiç böylesini görmedim." dedi. Diplomatik dili bir kenara bırakarak, belgeyi "insan ıstırabının atlası ve başarısız iklim liderliğinin lanetlenerek suçlanması" olarak nitelendirdi ve "dünyanın en büyük kirleticilerinin tek evimizi kundaklamaktan suçlu olduğunu" ekledi. Ardından, sadece birkaç saat sonra, BM Genel Kurulu'nun nadir olarak gerçekleştirilen acil özel oturumunun açılışında, Vladimir Putin'in Ukrayna'yı işgal etmesinin dehşetini vurguladı ve "yeter artık" dedi. Putin'in nükleer alarm açıklamasına atıfta bulunan Guterres'e göre, "savaş hepimiz için potansiyel olarak feci sonuçları olabilecek bir atom çatışmasına dönüşebilir."
Bu iki krizi birleştiren şey yanmadır. Fosil yakıtların kullanımı, gezegenin sıcaklığını daha da yükseltti, Kuzey Kutbundaki buzulların çoğunu eritti, Jet Akıntısını bozdu ve Körfez Akıntısını yavaşlattı. Ve fosil yakıt satmak Putin'e hem bir orduyu donatma parasını (Rusya'nın ihracat gelirlerinin yüzde altmışını petrol ve doğal gaz oluşturuyor), hem de enerji arzını kesmekle tehdit ettiği Avrupa'yı sindirme gücü verdi. Fosil yakıtlar, yüzyıllardır gezegenimizdeki en önemli unsur olmuştur. Şimdiye kadar hiçbir şey bunu derinden değiştiremedi. Putin'in işgalinden sonra, Amerikan Petrol Enstitüsü bu açmazdan çıkmanın en iyi yolunun daha fazla petrol pompalamak olduğu konusunda ısrar etti. Geçen sonbahar Glasgow'da yapılan ve ABD sözcüsü John Kerry'nin Dünya için “en son umut” olarak nitelendirdiği iklim görüşmeleri "2050 yılına kadar net sıfır" konusunda çoğunlukla muğlak vaatler verdi. Hakikat karartıcılıkları, örtmeceler ve yeşil badanalarla dolu bir festivale dönüşen bu toplantıları genç iklim aktivisti Greta Thunberg şöyle özetleyecekti: "laga luga." Doğrusu, konuyu yakından takip etmeye çalışanlar bile, insanlık tarihindeki bu en çetin savaşta neler olup bittiğini tam anlayamıyorlar.
O zaman mücadeleyi yeni bir çerçeveye oturtalım. Karbon bedellerini ve yeşil enerji vergi kredilerini tartışırken ve bunların yanı sıra Rusya bankalarını devre dışı bırakma ve rubleyi değersizleştirme gibi geçici bir gündeme odaklanmanın ortasında, altta yatan çok temel bir gerçeklik var: büyük ölçekli yanma döneminin hızla sona erdirilmesi gerek. Bunu ana hedef olarak anlarsak ancak, gelişmeleri takip edebilir ve sonunda bir yere varabiliriz. Geçen Salı günü, ABD Başkanı Biden Rusya'dan petrol ithalatını yasakladı. Bu yıl bunu Amerikan hidrokarbonlarıyla telafi etmemiz gerekebilir, ancak, üst düzey bir hükümet yetkilisinin belirttiği gibi, "Putin'in ve diğer tüm petrol üreticisi ülkelerin petrolü ekonomik bir silah olarak kullanmasını engellemenin tek yolu, petrole bağımlılığımızı azaltmaktır." [ABD olarak] biz dünyanın en büyük petrol ve gaz üreticilerinden biri olduğumuz için bu dikkate değer bir ifade. Ateşin sona ermesi için bir çağrı.
İnsanların ilk olarak ne zaman ve nerede yangın çıkarmaya başladığını bilmiyoruz; ezelî olan her şeyde olduğu gibi bu konuda da tartışmalar var. Ama o ânın taşıdığı önem konusunda kimsenin şüphesi yok. Ateş, yemek pişirmemizi sağladı; pişmiş yiyecekler de çiğ olanlara göre çok daha fazla enerji verir; böylece bağırsaklarımız daha az işlem yapıp küçüldükçe beyinlerimiz büyüdü. Ateş bizi ısıttı ve insanlar bu sayede faaliyetlerini, daha önce gidilemeyecek kadar soğuk olan bölgelere yaydılar. Ve, ateşlerin etrafında toplandıkça, birbirimize bağlandık ve böylece toplumları oluşturacak yolu açtık. Darwin'in ateşi "dil dışında insanın yaptığı en büyük keşif" diye nitelemesine ve böyle yazmasına şaşmamalı.
Darwin, Sanayi Devrimi'nden sonraki yıllarda yazıyordu: kömürü buhar gücüne, gazı ışığa, petrolü de hareket kabiliyetine yanma yoluyla nasıl dönüştürebileceğimizi öğrendiğimiz o yıllarda. Türümüz, yanma edimine dayalı; yanma bizi insan yaptı, ondan sonra da modern yaptı. Ancak, binlerce yılı ateşi dizginlemeyi öğrenmek ve sonraki üç yüzyılı da onunla bildiğimiz dünyaya şekil vermek için geçirdikten sonra, önümüzdeki yılları da ateşi sistematik olarak ortadan kaldırmak için harcamak zorundayız. Çünkü birlikte ele alındığında, bu alazlar — 1,4 milyar aracın kaportasının altında, daha milyarlarca insanın evlerinde, dev enerji santrallerinde, fabrikaların kazanlarında ve uçaklarla gemilerin motorlarında yanan bu ateşler— Krakatoa ve Tambora'yı gölgede bırakacak kadar büyük ve en güçlü volkanlardan daha yıkıcıdır. Bu motorlardan ve cihazlardan çıkan duman ve sisli puslu kirli hava, yılda dokuz milyon insanı doğrudan öldürüyor. Bu, savaş ve terörizmden kaynaklananlardan daha fazla ölüm demek. Sıtma ve veremin toplamından ölenlerden bahsetmiyorum bile. (2020'de fosil yakıt kirliliği, Covid-19'un öldürdüklerinden üç kat daha fazla insanı öldürdü.) Bu alevler, elbette, görünmez ve kokusuz karbondioksiti de benzeri görülmemiş bir oranda ortalığa saçıyordu; o CO2,gezegenin iklimini daha şimdiden yeniden düzenlemekte olduğu gibi, sadece şu anda gezegen üzerinde yaşayanları değil, bizden sonra gelecek olanların tümünü de tehdit etmekte.
(Oxford Üniversitesi'nden bir araştırmacı olan Doyne Farmer: "Kömür fiyatının yüz kırk yıllık seyrini takip ettik, fiyatlar düşmedi" dedi.Spencer Platt / Fotoğraf: Getty)
Ama işte şimdi de iyi haber: bu çalışmanın sadece boş sözlerden ibaret olmadığını gösteren: temiz enerji teknolojisindeki hızlı gelişmeler, tüm bu yıkımın artık zorunlu olmadığı anlamına geliyor. Gece gündüz yaktığımız bu yangınların yerine, gökyüzünde bir ateş olduğu gerçeğine güvenmemiz mümkün. Yaklaşık doksan üç milyon mil uzakta yanmakta olan bu büyük gaz topunun enerjisi fotovoltaik panellerde (güneş pillerinde) toplanabiliyor, bunlar Yeryüzünü diferansiyel (ya da kademeli) şekilde ısıtıyor ve enerjisi türbinler tarafından büyük verimlilikle dizginlenebilen rüzgârları harekete geçiriyor. Bu panel ve türbinlerin ürettiği elektrik evlerimizi ısıtıp soğutabilir, yemeklerimizi pişirebilir, arabalarımıza, bisikletlerimize ve otobüslerimize enerji verebilir. Güneş yakıyor zaten, bu yüzden bizim başka ateş yakmamıza gerek yok.
Rüzgâr ve güneş enerjisi elbette her şeyin yerine geçemez, en azından şimdilik böyle. Üç milyar insan hâlâ her gün ateşte yemek pişiriyor ve kültür değişimi yavaş gerçekleştiği için, en azından onlara yeterli elektrik ulaşana kadar ve belki de sonrasında da böyle devam edecek. O zaman bile, alevler yanmaya devam edecek: doğum günü pastası mumları, mangallar veya cigaralar için (en azından yenebilir ürünlerin doz ayarını hesaplayana kadar). Tıpkı çağı çoktan geçmiş olmasına rağmen hâlâ bronz kullanıyor olmamız gibi. Ve kıtalar arası hava yolculuğu, bazı metal türleri (örneğin çelik) üretimi gibi birkaç büyük sektörde (muhtemelen) hidrojenin bir süre daha yanması gerekecek. Fakat bunlar enerji tablosunun görece küçük parçaları. Ve zamanla onların da yerini büyük olasılıkla yenilenebilir elektrik alacak. (Elektrikli ark ocakları zaten bazı çelik çeşitleri üretiyor ve Japon araştırmacılar, bir gün okyanus üzerindeki yolcu uçuşlarına enerji verebilecek kadar hafif bir batarya geliştirdiklerini duyurdular.) Aslında büyük ölçekli planlı yanma için yalnızca bir tane büyük ve uzun süreli kullanım görebiliyorum ki buna daha sonra değineceğim. En önemlisi, bir canlı türü olarak üstümüze düşen görev çok net: tüttürmekten vazgeçmek.
***
2022 itibariyle bu görev hem mümkün hem de makûl fiyatlı. Hızlı hareket etmek için gerekli teknolojiye sahibiz ve bu teknolojiyi kullanmak bize tasarruf sağlayacak. İçselleştirilecek ilk kilit fikirler bunlar. Bunlar yeni ve mantığa aykırı gelen fikirler, ancak bir avuç insan yıllardır onları gerçekleştirmek için çalışıyor ve hikâyeleri, içinde bulunduğumuz bu uğrak ânının gücünü açıkça ortaya koyuyor.
Mark Jacobson, 1970'li yıllarda Kuzey Kaliforniya'da büyürken, bilim ve tenise doğuştan yetenekli olduğunu kanıtlamıştı. Tenis turnuvalarına katılmak için Los Angeles ve San Diego'ya gidiyordu. Yakın zaman önce görüştüğümüzde, bu yörelerde havanın ne kadar kirli olduğunu gördüğünde şok geçirdiğini söyledi bana: "Gözlerin kaşınır, boğazın yanmaya başlardı. Çok uzağı seçemez olurdun. İnsanlar neden böyle yaşasın diye düşünürdüm hep?" Derken Jacobson Stanford'a yerleşti: orada önce lisans öğrencisi, sonra da doksanlı yılların ortalarında, inşaat ve çevre mühendisliği profesörü oldu. O dönemde artık gözle görülen hava kirliliğinin sorunun sadece bir parçası olduğu ortaya çıkmıştı. Yanma sonucu ortaya çıkan görünmeyen gazın (karbondioksitin) daha da geniş kapsamlı bir tehdit oluşturduğu anlaşılmıştı.
Her iki soruna birden el atmak isteyen Jacobson, General Electric firması tarafından satılmakta olan erken model bir rüzgâr türbininin kömürle rekabet edip edemeyeceğini görmek için verileri analiz etmeye girişti. Verimliliğini ortalama rüzgâr hızlarında hesaplayarak bu türbinin genel kapasitesini ortaya koydu; 2001 yılında Science dergisinde yayınladığı makalede, "Az sayıda türbinle ABD'de kömürün yüzde altmışından kurtulabileceğimizi" gösterdi. Jacobson "şimdiye kadar yazdığım en kısa (dergide bir sayfanın dörtte üçü uzunluğunda) makaleydi” diyor ve ekliyor: “En yüksek sayıda geri bildirim alan makalem de bu oldu; neredeyse tamamı nefret kusan insanlardan geliyordu.” Jacobson nefret kusan bu insanları dikkate almadı. Kısa süre sonra yanında eğitim gören bir yüksek lisans öğrencisinin dünyanın dört bir yanındaki rüzgâr hızlarının haritasını çıkartmasını sağladı. Daha sonra araştırmalarının kapsamını diğer yenilenebilir enerji kaynakları üzerindeki çalışmalarla genişletti. 2009 yılında Kaliforniya Üniversitesi'nden bir bilimsel araştırmacı olan Mark Delucchi ile birlikte hidroelektrik, rüzgâr ve güneş enerjisinin dünyanın tüm enerji ihtiyacını karşılayabileceğini öne süren bir makale yayımladı. O zaman hakim olan geleneksel anlayışa göre yenilenebilir enerji kaynaklarına güvenilemezdi, çünkü güneş her gece batmakta ısrar ediyor, rüzgâr da zaman zaman kararsız davranabiliyordu. Jacobson, 2015 yılında ABD Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları [PNAS]dergisi için kaleme aldığı bir makalede, yukarıda belirtilen görüşün aksine, rüzgâr ve güneş enerjisinin elektrik şebekesini sürekli çalışır durumda tutabileceğini gösterdi. Makale dergi editörlerinin itibarlı ödülünü kazandı ama bu, yeni bir tepki dalgasına engel olamadı. ABD’nin dört bir yanından gelen yirmi akademisyenden oluşan bir ekip bir reddiye yayınlayarak, “politika yapıcıların neredeyse tamamen rüzgâr, güneş ve hidroelektrik enerji kullanımına dayanan tümel enerji sistemlerine hızlı, güvenilir ve düşük maliyetli geçiş vizyonlarının tümüne temkinle yaklaşmaları gerektiğini vurguladı.
Ne var ki, zaman Jacobson'u haklı çıkarıyor: İzlanda, Kosta Rika, Namibya ve Norveç’in de aralarında bulunduğu birkaç ülke var ki, daha şimdiden elektriklerinin yüzde doksanından fazlasını temiz kaynaklardan üretiyor.
Çeviren: Tanyeli Demirer
Çeviri Editörü: Ömer Madra