Milat Bülent Kılıç’ın gündeminde İran’ı halk devrimine iten toplumsal nedenler ve devrimi temsil edecek bir lider arayışı vardı.
İran petrol zengini bir ülke. Dünyanın en büyük ikinci gaz rezervine sahip ülkesi. İran maden zengini bir ülke. Bu açıdan dünyanın ilk 10 ülkesinden biri. Muhteşem bir tarihî, kültürel zenginliği var ve bu, ülke turizmini uçurabilecek türden bir potansiyel. Tarımsal, teknolojik ve endüstriyel anlamda yeterince gelişkin değil belki ama bu türden bir atılımın alt yapısını oluşturacak sayısız bilim insanına sahip. Şu an birçoğu İran’da yaşamıyor olmasına karşın, dünya çapında edebiyatçılar, hekimler, bilim insanları yetiştiren bir coğrafya. Görkemli bir müzik birikimi, özgün ve başarılı bir sineması, gelişkin bir resim ve parlak bir karikatür sanatı var. Futboldan güreşe, karateden haltere kadar değişik spor dallarında önemli sporcular yetiştiren bir ülke.
Ne var ki, bu potansiyelini adeta kullanmamaya yemin etmiş bir ülke konumunda. Aslında bu, petrolün dünyanın geleceğinde etkili olacak yegâne öğe olduğu keşfedileli beri emperyal güçlerin İran’a biçtikleri giysiyi benimsemekten başka bir anlama gelmiyor.
Ülkenin yüz küsur yıl önce Britanya’nın güdümüne girmesiyle başlayan ve bir türlü değiştirilemeyen bir yazgı bu. Bu tutsaklıktan kurtulmak yönünde en büyük adımı 20. yüzyılın ortasında bir vatanseverolan Musaddık atmıştı. Petrol üretimini ulusallaştırmaya karar vermiş ve birkaç kararlı adım da atmıştı ki, İngiliz ve Amerikan istihbaratlarının işbirliğiyle hazırlanan bir tezgâhla, bir darbe sonucu devrilmişti. ABD’nin ilk uluslararası darbesi olarak tarihe geçen bu eylemden sonra İran’ın bir daha belini doğrultamadığını söyleyebiliriz.
Batının, özellikle de ABD ve Britanya’nın bir kuklası olarak koltuğa yerleştirilen Rıza Şah, bir yandan komünizm tehlikesine karşı emperyalistlerce üretilmiş İslamcılığın, öte yandan da komünist ideolojinin darbelerine maruz kalmaya başlamıştı. Devrime beş kala Batı, Şah’ın devrileceğini görüp o boşluğu Sovyetler Birliği destekli komünistler doldurmasın diye ansızın Mollaları desteklemeye karar vermişti.
İktidarı komünistlerle yaptığı işbirliğiyle alan mollalar, önce komünistleri yok etmiş ardından da o gün bugündür her türden muhalefeti yok etmeye çalışan bu barbar rejimi inşa etmişti. Ama ister etki-tepki yasası gereği istersek de diyalektik gereği diyelim, baskının olduğu her yerde bir direniş de vardır. Bu nedenle de Molla Rejimi bir süredir kendini sarsan büyük bir halk gücüyle karşı karşıya geldi.
Belki de “Bulunuyordu” demeliyiz. Çünkü ben son haftalarda bu büyük kalkışmanın bir dizi hata ve bu hatalara neden olan dış müdahaleler aracılığıyla çarçur edilmeye başlandığı kanısındayım.
Dört buçuk aya yaklaşan bu büyük kalkışma sürecinde İran halkları, son 44 yıldır ilk kez bütün etnik, monarşik, reform yanlısı taleplerini bir kenara bırakmış, bütün varlığıyla kenetlenerek, her türden görüşün ve bütün halkların bir arada yaşayacağı ortak bir İran ülküsü için Hamaney Rejimi’ni yıkmaya karar vermişti. Beluçlarla Kürtler, Araplar ile Azeriler kardeş olmuş, ortak ve özgür vatan ülküsü için birbiriyle dayanışma gösteriyor, kaybettikleri kardeşleri için hep birlikte matem tutuyordu.
İşaretleri haftalar önce ortaya çıkmaya başlamıştı gerçi ama bu ortak anlayışı, gruplar arasındaki uyumu ilk bozanlar Şah yanlıları oldu. Hem ülke içinde hem de ülke dışında bütün eylemlerde Şah dönemi İran’ının bayrağını kullanmaya ve o bayrağa övgüler düzmeye başladılar. Onların bu eylemine kısmen Kürtler ve Halkın Mücahidi yanlıları da karşılık vermeye başladı ve onlar da kendi bayrak ve flamalarını çıkarır oldu. Fakat Şah yanlıları, düzenledikleri büyük kampanyalarla on binlerce yüzbinlerce bayrak bastırıp bunları bütün dünyaya dağıtmaya, her türden eylemde yüzlercesini, binlercesine dalgalandırmayı başardı.
Devrimci kesimlerin ezici bir çoğunluğu, hareketin önderliğinin ülke içinde mücadele eden kesimler içinden çıkması gerektiğinden yanaydı. “Yurt dışındakilerin işi ülke içindekilere yardım etmek, destek olmaktır” diyorlardı. Ama yurt dışındaki Batı yanlısı ve Şah yanlısı kesimler buna aldırış etmiyor, yurt dışında kendilerince bir önderlik inşa etmeye çalışıyorlardı. ABD’deki bu türden figürlerden biri olan Mesih Alinejad, bu süreçte iki kez Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la görüşmüş, ikinci görüşmeden sonra yaptığı açıklamada da “Sayın Macron, ‘Hareketinizi muhatap almamız için bir önderliğiniz olmalı’ diyor” demişti. Bu, Şah yanlılarının eline iyi bir koz vermişti. Önderlik, yurt dışında bile ülke içindeki örgüt ve partilerin, etnik grupların temsilcilerinden oluşan bir heyetle inşa edilmiş olabilirdi. Ama buna yanaşmadılar. Bu türden eleştirileri ısrarla görmezlikten, duymazlıktan geldiler. Bir gece ansızın “Ben vekâletimi Şehzade Rıza’ya veriyorum” biçiminde bir internet kampanyası başlattılar. Londra merkezli ve Batılı istihbarat örgütlerinin kurdurup desteklediği büyük televizyon kanalları bütün süreci Şehzade Rıza’nın lehine düzleyecek türde yayınlar yapmaya başladı. ABD’nin çıkarları doğrultusunda Suudi sermayesiyle yayın yapan Iran International kanalı ile kimin tarafından finanse edildiği açıklık kazanmamış, kimilerince İsrail’in finanse ettiğine inanılanMan o To adlı kanal bu sürecin başını çekti. Ayrıca, onlarca Şah yanlısı küçük televizyon ve internet televizyonu kanalı bu doğrultuda sıkı bir propaganda savaşı yürüttü. Bu propaganda çok kısa zamanda meyvelerini vermeye başladı. Artık, Şehzade Rıza’nın içinde yer aldığı bir heyet bile değil, Şehzade Rıza’nın ta kendisi Molla Rejimi’ni yıkmaya yönelik devrimci hareketin biricik lideri konumunda bu kesimlere göre. Bütün kanallar yalnızca ya Şehzade Rıza’nın açıklamalarına yer veriyor ya da ona desteğini ilan edenlerin açıklamalarına… Buna ülke içindeki eylemlerde Şehzade’ye desteğini sunan kesimlerin açıklamaları ve sloganları da dâhil. Bu süreçte devrimci kesimler içinde yer alan ama Şehzade Rıza’ya razı olmayan, onu istemeyen kesimlereyse sansür uygulanıyor.
İlk dört ayda Rejim’e karşı en kahramanca savaşı yürütenler Beluçlar, Kürtler ve Azerilerdi. Özellikle Beluçlar ve Kürtler blok olarak, kütlesel olarak Rejim karşıtı bir pozisyon aldılar ve bu uğurda çok ağır bedeller ödediler. Zahedan’da, bir Cuma namazı sonrasında Rejim’in silahlı güçleri Beluç halkını karadan ve helikopterlerden kurşun yağmuruna tuttu. Bu olayda yaklaşık yüz ölü, iki yüz dolayında da yaralı vardı. Kimi yaralılar da daha sonra öldüler.
Beluçların dinî lideri Movlevi Abdul Hamid (Mevlana Ebdul Hemid), bir Sünni dinî lider olarak yıllar yılı Rejim’e yakın durmuş, destek vermiş biriydi. Yakın zamana kadar günlük hayat dair dinî yorumları da Mollalarla neredeyse paralellik içindeydi. Ama Beluçların yaşadığı bu büyük travma ve başlayan ayaklanmalar, anlaşılan, Movlevi Abdul Hamid’i de değiştirmişti: Abdul Hamid, o gün bugündür bambaşka biri. Bir dinî liderden çok bir siyasal önder; ülkenin bütün insanlarının haklarına sahip çıkan, bütün yasaların inanan ile inanmayan, Müslüman olan ile olmayan ikiliği üzerinden kurulamayacağını savunan, Yahudilerin, Bahailerin, hatta ateistlerin haklarının olduğunu ve bunlara saygı duymak gerektiğini söyleyen bir demokrat. Bu da Rejim karşıtı bu adamın Molla Rejimi’nce hedef seçilmesinin gerekçesi oluyor. Abdul Hamid’i etkisizleştirmek, yüzbinlerce Beluç’u etkisizleştirmek demek. Rejim bunu biliyor ve bu nedenle de Şehzade Rıza’nın Şah koltuğuna oturtulmaya çalışılıp muhalefetin içten parçalandığı bu karışıklık ortamını Beluç hareketini ezmek üzere kullanmayı deniyor. Şeyhülislam Abdul Hamid’e yönelik bir tutuklama girişiminin silahlı bir çatışmaya dönüşeceğini bildiği için bir süredir onu itibarsızlaştırmaya çalışıyor ve Abdul Hamid’in etrafındaki kimi mevlevileri, dinî liderleri hedef alıyor. Mollaların hedefinde tabii ki yalnızca din adamları yok. Beluç halkına yönelik de ciddi bir yıldırma kampanyası yürütülüyor. Son haftalarda her gün yüzlerce Beluç direnişçisi evleri basılarak gözaltına alınıyor. Abdul Hamid’in Cuma Hutbesi verdiği Zahedan’daki Mekke Camisine giden yollar geçen hafta Perşembe gününden başlayarak kesilmeye, kimlik kontrolü ve üst araması yapılmaya başlanmıştı. Bazı gözaltı işlemleri de bu kontrol noktalarında gerçekleşmişti.
Elbette, Batı destekli milliyetçi çevreler Şah Rejimi’ni inşa etme girişimleriyle yalnız Beluç direnişine değil, kendini dışlanmış hisseden bütün öteki etnik ve siyasi grupların direnişine de zarar vermiş oldular, oluyorlar.
Gelinen noktada ise bizler, Ortaçağ kalıntısı Molla Rejimi’nin yerine inşa edilecek daha demokratik, laik, modern bir İran’ı konuşabilecekken, Mollalara karşı kukla bir Şah rejimi kurmak isteyenlerin İran’ında, Şeyhülislamlara yönelik baskıdan söz eder konumdayız. Batı’nın istediği bu, Batı yanlılarının razı olduğu da bu belki ama açık ki İran bunu hak etmiyor.
Eylemlerin arası açılmaya, katılım düşmeye başladı ama süreç de sonuçlanmış değil. Bu yüzden bütünüyle umudumu kesmiş değilim. Bu kuşatmayı yarıp devrimin ruhunu tazeleyecek yeni bir dalga gelir diye umut etmeye çalışıyorum.