AİHM kararı kesinleştikten sonra Osman Kavala'nın serbest bırakılması Türkiye'de hukuk devletinin kırıntılarının hala mevcut olduğunu gösterecek.
(Rıza Türmen'in bu yazısı T24'ün internet sitesinden alınmıştır.)
Osman Kavala'nın başvurusuyla ilgili olarak AİHM'in İkinci Dairesi 10 Aralık 2019 tarihinde verdiği kararda, Kavala'nın tutuklanmasının hukuka aykırı olduğu, suç işlediği konusunda makul bir kuşku doğuracak bir olgu ya da kanıt bulunmadığı gerekçesiyle özgürlük hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştı. AİHM aynı kararda, Kavala'nın tutuklanmasının kendisini susturmak, sivil toplumu sindirmek gibi siyasal nedenlerden kaynaklandığını, bunun hakkın kötüye kullanılması olduğunu, bu nedenle Sözleşme'nin 18. maddesinin ihlaline yol açtığını saptamıştı. Bu AİHM'in ender olarak verdiği ağır bir ihlal kararıydı. AİHM aynı zamanda kararda Kavala'nın derhal serbest bırakılmasını öngörmüştü.
Kavala'yı yargılayan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, İkinci Daire kararının kesinleşmediğini ileri sürerek tahliye talebini reddetti. Oysa AİHM, 18. Maddenin ihlali söz konusu olduğundan, karar kesinleşmeden Kavala'nın serbest bırakılmasını istiyordu. İkinci Daire kararının kesinleşmesi için Hükûmetin kararın Büyük Daire'ye götürülmesi talebinin reddedilmesi ya da davanın Büyük Daire'de yeniden görüşülerek karara bağlanması gerekiyordu. Buna karar verecek olan beş yargıçtan oluşan bir Panel'di. Panel geçen gün toplanarak hükûmetin davanın Büyük Daire'ye götürülmesi talebini reddetti. Böylece İkinci Daire'nin verdiği karar, 11 Mayıs 2020 tarihinde kesinleşmiş oldu.
Bu arada Osman Kavala yargılandığı TCK md. 309 (anayasal düzeni ortadan kaldırmak) ve md. 312'deki (Gezi olaylarını örgütleyerek hükûmeti devirmeye çalışmak) suçlardan beraat etti. Ne var ki tahliye edilmek üzereyken, yeni bir suç icat edildi, casusluk suçuyla yeniden tutuklandı. Bu kez Osman Kavala'ya atılan suç, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri casusluk amacıyla temin etmiş olmaktı. Osman Kavala hangi gizli bilgileri nasıl ele geçirmişti, bu konuda bir bilgi yok. Casusluk yaptığına ilişkin tek kanıt bir ABD'li öğretim üyesi olan H.J.B. ile iletişim kurması.
Oysa Osman Kavala'nın H.J.B. ile iletişim kurduğu savı, AİHM'in kararında da incelenmişti. AİHM, savcının Osman Kavala ile H.J.B.'nin telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesine ve bir restoranda karşılaşarak ayakta el sıkışmalarına dayanan suçlamaları kabul etmedi ve ikisi arasında yoğun bir iletişim kurulduğu savını reddetti. AİHM ayrıca suç eylemleri olarak gösterilenlerin ya yasal eylemler ya da Sözleşme'de yer alan bir hakkın kullanılmasına ilişkin eylemler olduğunu belirtti.
AİHM'in bir suç eylemi olarak görmediği ve Kavala'nın beraatiyle sonuçlanan davada da yer alan H.J.B. ile iletişim kurduğu olgusu şimdi casusluk davasının temel dayanağını oluşturuyor. Başka bir deyişle, aynı olgu suç tanımı değiştirilerek başka bir suç için kullanılıyor. Oysa, kesinleşen AİHM kararı bu olgunun, "suç işlediğini gösteren makul bir kuşku niteliğinde olmadığını" belirtmekte. O nedenle kesinleşen AİHM kararı, Kavala'nın mevcut tutuklama durumu için de geçerli. AİHM'in kararının şimdi kesinleşmesiyle kararın uygulanması ve Osman Kavala'nın derhal serbest bırakılması gerekiyor.
Sulh Ceza Hakimliği'nin AİHM kararının kesinleştiğini ve bu kararın şimdiki tutuklamayı da kapsadığını göz önünde tutarak Osman Kavala'yı salıvereceğine inanmak istiyoruz. Hukuk devleti olmak bunu gerektirir. Aksi takdirde AİHM kararının uygulanmaması sonucu doğar.Bu durumda sorun Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesiyle Türkiye arasındaki bir soruna dönüşür ve Türkiye'yi güç durumda bırakır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. Maddesi gereğince, AİHM kararları bağlayıcı ve taraflar buna uymak zorunda. Kararın uygulanmasını denetlemek Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin sorumluluğunda. Büyükelçilerden oluşan Bakanlar Komitesi yılda dört kere toplanarak AİHM kararlarının uygulanmasını sağlar. Bu amaçla ilgili Hükûmete kararın uygulanması için çağrı yapar. Karar hala uygulanmamışsa üçte iki çoğunlukla sorunu yeniden AİHM'e havale edebilir. AİHM, kararın uygulanmadığı ve Sözleşme'nin 46. Maddesinin ihlal edildiği yolunda karar verirse, Bakanlar Komitesi, ilgili Hükûmet üzerinde baskıları arttırır. Kararın uygulanması için gereken önlemleri alır. Bu önlemler giderek baskıyı arttırır, kararı uygulamayan devletin oy hakkının askıya alınmasına ve son çare olarak Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmasına kadar gidebilir.
Bakanlar Komitesi, Ilgar Mammadov/Azerbaycan davasında bu yönteme başvurdu. Azerbaycan'ın uzun bir süre Mammadov'u tahliye etmeyerek AİHM kararını uygulamaması üzerine Bakanlar Komitesi sorunu AİHM'e gönderdi. AİHM davayı görüşürken Mammadov tahliye edildi. Ancak AİHM, Sözleşme'nin 46. Maddesinin ihlal edildiğini ve Mammadov'un tutuklama ve hükümlülüğünün bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına karar verdi.
Kavala'yı serbest bırakmamak için yeni bir suç icat edilmesi, keyfilik ve hukuksuzluğun somut bir örneği. Aynı zamanda kötü niyetlilik. Aynı kötü niyetliliği Demirtaş davasında da görüyoruz. Bu davalar, Türkiye'de yargının, hukuk devletinin durumunu gösteren simgelere dönüştü.
AİHM kararı kesinleştikten sonra Osman Kavala'nın serbest bırakılması Türkiye'de hukuk devletinin kırıntılarının hala mevcut olduğunu gösterecek. Bunun tersi, yani kararın uygulanması konusunda Bakanlar Komitesi'yle bir çatışmaya girilmesi, Türkiye'nin ne denli bir hukuk devleti olduğu gerçeğini bir kez daha bütün dünyanın gözleri önüne serecek.