İklim aktivisti Ömer Madra, dünyanın halini değerlendirdi: Milyarderlerin yönetiminde, sadece daha fazla para kazanmak amaç oldu. Yangınların ve iklim değişikliğinin sonunda ortada iki sınıf kalacak. Parası olanlar bir süre daha kurtulabilecek. Öbürleri ise anında perişan olacak.
(İpek Özbey'in bu söyleşisi Cumhuriyet gazetesinin internet sitesinden alınmıştır.)
Neden Ömer Madra? Ortaokulu English High School, liseyi Robert Kolej’de bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden sonra aynı fakültenin uluslararası hukuk kürsüsünde insan hakları hukuku konusuna odaklanarak 13 yıl öğretim üyeliği yaptı. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Bireysel Başvuru Hakkı” konusunda doktorasını tamamladı, Hollanda, İsviçre ve İsveç’te uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler ve insan hakları alanlarında araştırmalar yürüttü. 1982’de üniversitedeki görevinden “ilkesel” nedenlerle istifa etti; gazetecilik, yazarlık yaptı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk dallarında öğretim üyesi olarak görev aldı. Emekliye ayrıldığı 2012’ye kadar küreselleşme, küresel ısınma, iklim krizi, uluslararası ilişkiler, uluslararası çevre politikaları konularında dersler verdi. 1995’te Açık Radyo’nun kurucu ortakları arasında yer aldı. Türkiye iki haftadır yangınlarla mücadele ediyor. Daha yeni yeni denetim altına alınan felakette insanlar acı son yaşadı, canlılar yok oldu, ormanlar küle döndü. Peki, yangından kabaran nehirlere kadar bu felaketleri neden yaşıyoruz? Böyle bir soru çok acı bir faciayla yeniden gündeme gelince bize de, çeyrek yüzyıldır akıbetimiz hakkında ısrarla uyarılarda bulunan, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusuna dikkat çekmek için büyük çaba harcayan iklim aktivisti Ömer Madra’ya sormak kaldı.
- Yıllardır uyarıyorsunuz. İlk ne zaman “iklim krizi” ya da “küresel ısınma” dediniz, hatırlıyor musunuz?
Orhan Pamuk, Yeni Hayat romanının açılış cümlesinde der ya, “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” diye. Bill McKibben’ın kaleme aldığı Doğa’nın Sonu (The End of Nature) kitabını okuduktan sonra benim de hayatım değişti. 1990’ların başlarında olmalı. Sonraki yıllarda McKibben’la bir dostluk da geliştirdik. Gerçekten yeryüzünde bundan daha önemli başka bir konu yok. O kadar az vaktimiz kaldı ki, yakında konuşamayacak ve hiçbir şey yapamayacak hale gelebiliriz. Felaket tellallığı yapmak için söylemiyorum. 1995’te Açık Radyo’yu kurduk, 1997’de, “küresel ısınma” demeye başladık. Dünyadaki iklim değişikliğinin ciddi felaketlere yol açabileceği konusundaki bilimsel araştırmaların haberlerini her sabah açık gazete programında konuşuyorduk. Yanılmıyorsam Endonezya’nın Borneo Adası’nda büyük bir felaket olmuştu. Sıcak dalgası ve yangınlar birçok canlının ölümüne yol açıyordu. O zaman Profesör Mikdat Kadıoğlu, dinleyici olarak bizi aradı ve “iklim sorunu” ifadesini kullandı, ben de “O kadar iyi biliyorsanız gelin, radyoda program yapın” dedim; o da “Peki” dedi hemen ve uzun süre yaptı.
-Bill McKibben, küresel ısınma üzerine ilk kitabı yazan çevre aktivisti, yazar ve akademisyen... 2009’da, kurucularından olduğu 350.org’un 181 ülkede 5 bin 200 eşzamanlı gösterisinin organizasyonuna liderlik etti. 350’nin anlamı nedir?
Bilimsel bir ölçü: Atmosferdeki sera gazları (CO2, metan vb.) yoğunluğu en fazla 350 ppm (milyonda parçacık) olmalı. Şu anda yaklaşık 417 ppm ölçülüyor. 1800’lerin ortalarında geçilen endüstri çağı öncesinde, küresel CO2 ortalaması 280 ppm idi. Bir milyon yıldır da 300 ppm’yi hiç geçmemişti. Ama endüstri çağı ile, yani kömür, petrol, gaz yakılmaya geçilmesiyle birlikte muazzam bir değişiklik oldu. Sera gazları dünyayı battaniye gibi sardı. Şu anda yaşamakta olduğumuz muazzam yangın, sel, hortum felaketlerinin, görülmemiş sıcak dalgalarının bütün kıtalarda aynı anda yaşanmasının sebebi bu işte. Dünyaya küresel ısınmayı ilk anlatan iklimbilimci James Hansen, maksimum 350 ppm’ye dönemezsek, bittik diyor. Bill McKibben, Açık Radyo’da bir söyleşisini şöyle bitirmişti: Dünyanın en önemli sayısı 350, bir gerçeği yansıtıyor. Bu bizim için bir taban çizgisi! Çin, ABD, Türkiye ve Avrupa Birliği, sanayicilerle ve çevrecilerle müzakere edip bu sorunu çözmek zorunda!”
- Küresel ısınmayı konuşmaya başlamamızın üzerinden 24 yıl geçmiş. “O kadar az vaktimiz kaldı ki” diyorsunuz. Anadolu’da bir deyiş vardır: “Yılan bile toprağı tarta tarta yer...” Biz yılanın yaptığını yapamadık, dünyayı tasarruflu değil hor mu kullandık? Bizi bu hale tüketim mi getirdi?
Sorduğunuz bence dünyanın en önemli sorularından biri. İnsanların normal olarak düşünüş ve davranış tarzında algısal bir problem olduğu söylenebilir, ancak bu bir sistem sorunu. İçinde yaşadığımız bu kapitalist sistem özellikle de 1980’lerden sonra hiçbir sınır tanımadı. Muazzam bir gelir dağılımı adaletsizliği olmasına rağmen milyarderlerin yönetiminde, sadece ve sadece daha fazla para kazanmak amaç oldu. Sınırı olmayan akıl, mantıkla ya da sağduyuyla izah edilmesi mümkün olmayan bir tüketim... Bilim bize böyle devam edersek öleceğimizi, yok olacağımızı, mahvolacağımızı söyledi ama bu bilgi karşılık görmedi. Yangınların, sel felaketlerinin baş sorumluları, uzun süre bunun geleceğini bilmelerine rağmen bunu gizleyen hatta aksine hüküm süren Exxon Mobil başta olmak üzere, en büyük petrol şirketleridir. Bakın 1900’lerin başında, sadece yüz küsur yıl önce dünyada 15-20 araç var.
-Bu kadar ilgi gördüğüne göre herhalde şimdi 400-500 milyonu bulmuştur...
2 milyarı aşkın!... Doğayı mahvetmekten başka bir işe yaramıyorlar. İnsanlar sürekli tüketiyor, durmadan araba yeniliyor, Burada “BBOA” felsefesi, yani “Bana bir şey olmaz abi” felsefesi devreye giriyor.
-Dünyanın en zenginlerinin karbon emisyonu konusunda en yoksul yüzde 50’den iki kat daha fazla sorumlu olduğu doğru mu?
Bundan daha da feci rakamlar var aslında. İngiliz The Guardian’ın talebi üzerine çıkarılan bir mali analiz raporu var ve bence her şeyi söylüyor. Dört özel petrol ve gaz şirketinin 30 yıl içinde kârı 2 trilyon dolar. Muazzam bir miktar değil mi? Fatura iklim değişikliğini ortaya çıkarıyor maalesef. Ve tüm bunlar onlar kârlarını katbekat artırsın diye oluyor.
-Çok garip değil mi; aslında şimdi de birilerinin ormanları yakma ihtimali, iklim krizinden ve sebeplerinden daha çok konuşuluyor yine de?
Enteresan değil mi? Yani teröristler diyorsunuz tamam, peki kabul edelim. Ama bu teröristler Türkiye’de bilmem hangi terör grubuna bağlı? Peki, Yunanistan’da hangi teröristler yakıyor? Şu anda 100’ün üstünde yangın var Yunanistan’da. Keza İtalya’da, Balkanlar’da, Batı ABD’de, Kanada’da... Dünyanın en kadim kasabalarından bazıları birkaç gün içinde yanıp haritadan silindi. Sibirya’da, Amazon yağmur ormanlarında vb. Dünyanın en soğuk yerlerinden Sibirya baştan başa yandı ve yanıyor! Ama her yerde ve Türkiye’de mangal, terör saldırısı, ihmal vs. ihtimalleri daha çok konuşuluyor.
-Siyasetçileri bir noktaya kadar anlıyorum, bakın hak veriyorum demiyorum, bunu neden yapmadıklarını anlıyorum ama ya medya... O neden “iklim krizi” demiyor?
Demiyor, çünkü medya da milyarderlerin kontrolünde ve onlar da fosilcilerle iç içe, kucak kucağa. Ama bakın şimdi milyarderler birbiri ardına roketlerini ateşleyip turistik uzay gezilerine çıkıyorlar ve medyayı da kontrol ediyorlar. ABD ana akım medyasında 2021’in tümünde küresel ısınmadan bahsedilen haber-makale sayısı, Bezos’un 11 dakikalık turistik uzay gezisine ayrılan haber sayısından az!
-O uzay gezilerine çıkma nedenleri, dünyanın sonunun geldiğini bilmeleri ve kendilerine yeni yaşam alanları aramaları mı?
Kendilerine yaşayacak alan yaratıyorlar zaten, satın aldıkları adalardaki gizli sığınaklarında muhafızlarına nasıl maaş ödeyeceklerini hesaplamakla meşguller. Ben burada distopik konulara girmek istemiyorum. Fakat mesela dünyanın gelmiş geçmiş en zengin kişisi Jeff Bezos, 11 dakikalık bir uzay gezisine çıktı, milyarlarca dolar harcadı, yüzlerce tonluk karbon kirlenmesi yarattı ve dönüşteki ilk demecinde, “Bu küresel ısınma ve hava kirlenmesi gibi sorunların hepsini çözmenin yollarını buluyoruz” dedi.
-“Bunları uzaya atacağız” dedi, değil mi?
Tastamam öyle. Yani bunun kadar bilime, akla, sağduyuya aykırı bir şey bulmak zor olur. Bilimden uzaklaşmak için her şey yapılıyor. Daha fazla nasıl tüketebiliriz, bunun yolları aranıyor. Televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde, dergilerde şöhretler bizi oyalıyor. Düşünün ABD, başkanını bile bir televizyon yıldızından seçmişti. Trump gerçeklikle bağı olmayan biri ve herkesin gerçeklikle bağını kesecek bir yalan dünya yarattılar. Bu devam ediyor. Türkiye’de de Cumhurbaşkanı “En büyük çevreci biziz” demişti. Antalya’da, Bodrum’da, Marmaris’te ve başka yerlerde yangın felaketleri hatta faciaları gözler önünde olurken, arılar, atlar, sincaplar, keçiler, kuşlar, ağaçlarla birlikte yok olup giderken, insanların geçim kaynakları sönerken, Cumhurbaşkanı aynı anda Karadeniz’de bir “gaz yakma” töreninde konuşuyordu. Yakma ve tören.” Büyük bir zihni çelişki değil mi bu? Biz sera gazını salmaya devam edersek yangınlar yangınları doğuracak. Böyle giderse, yakın zamanda gerçekleşeceği bilimsel olarak ortaya konan 3 derecelik sıcaklık artışı dünyada 8 milyar insanı etkileyecek. Yani insanlığın tamamını! Diğer canlı türlerinin sayısını hiç vermeye çalışmıyorum bile!
-Bu, “Yangınlar Çağı!” mı?
Aynen öyle: Amerikalı tarihçi Stephen Pyne, Ateşin Tarihi adlı artık klasikleşmiş kitabını son verilerle güncelleyip yeniden yayımladı. “Kış Gelmeyecek. Ateş Çağına Hazırlanalım” başlıklı bir makale yazmıştı bile iki sene önce! Şimdi onun sözünü ettiği “Pyrocene” dönemine girdiğimiz daha iyi görülmüyor mu?
-2019’da hükümetler arası iklim değişiklikleri heyeti, iklim krizinde geri dönülemez nokta için 10 yıl kaldı anlamında bir açıklama yapmıştı. Şu an geri dönülemez noktada değiliz sanırım...
Hayır değiliz. Ama çok da fazla hareket imkânımız kalmadığı da net olarak ortada.
- Ne yaparsak sonucu değiştirebiliriz?
Tümüyle sistemi değiştirmemiz lazım. Mesela Kosta Rika’da mecliste benzin, mazot, dizel; tümüyle petrol ürünlerinin kullanımının derhal yasaklanması konuşuluyor. Açık Radyo’nun son yayın broşürüne de koyduk. Genç iklim aktivisti Greta Thunberg, “Benim eylem çağrım şu” diyor: “Şu anda net konuşmaya başlamamız ve kendimizi eğitmemiz gerekiyor...” Bilimi öğrenmeliyiz. Greta Thunberg, tek başına başladığı eylemi bir senede dünyada 7.5 milyon kişiye taşıyan inanılmaz bir figür. Başarmak için farkındalığa ihtiyacımız var. Thunberg, “Sizden bir tek şey isteme hakkım olsaydı elinizden geldiğince çok şey öğrenmeye çalışmak için kendinizi eğitmenizi isterdim, çünkü eğer değişimi talep eden ve bunları savunan yeterli sayıda insan bir araya gelirse o zaman denklemi değiştirici bir sayısal kitleye ulaşırız ve bizi görmezden gelmeleri imkânı ortadan kalkar” diyor.
-Bütün dünya çok büyük bir pandemi sınavından geçiyor. İklim kriziyle bağlantıları çok konuşuldu. Bugün her taraf yangınlarla yok oluyor, hiçbir şey normal değil. Yarın yağmur yağacak diye haber çıkıyor ama o yağmurun da hortumla geleceği söyleniyor. Yeni normal bu mu, diye sormaktan da korkuyorum.
Evet, bu çok önemli bir nokta. Çözümlere odaklanmalıyız, doğayı eski haline getirmeye odaklanmalıyız. Sadece iklim krizi değil, aynı zamanda biyoçeşitlilik yok oluyor çünkü. Yine Thunberg’e atıf yapmak istiyorum. “Ne yapacaksak hemen yapmamız gerekiyor. Belki de doğayı yeniden canlandırmak ve yeniden yabanileştirmek, doğayı görme şeklimizi değiştirmek için yapabileceğimiz en önemli şeylerden biridir” diyor. Oysa, insan doğaya parayla hükmetmeye çalışıyor.
- Yani doğaya patronluk mu taslıyor?
Kesinlikle! Onu bir kaynak olarak görüyor. Öyle ki, dili bile böyle kuruyor. Mesela “deniz mahsulleri” diyor, bir canlı olarak görmüyor balığı, deniz hayvanlarını... Mahsul olarak görüyor. “Besicilik endüstrisi” diyor mesela. Dil ve zihin birlikte dönüşüyor.
-Önemli bir konuya değindiniz. Cumhurbaşkanı yanan tavuklar için “beyaz et” dedi...
Evet, inanılmaz aslında, tamamen bir mal olarak görüyorsunuz. Yani genellikle kullanılacak ya da yenilecek bir şey, canlı değil. Kapitalizm böyle bir sistemle çalışıyor. Ormanlara ektiğiniz şeyler, orangutanların neslinin yok olmasına neden oluyor örneğin. Dünyanın en zeki hayvanları arasında, tümdengelim metoduyla düşünüyorlar. Fakat siz kozmetik için, fındık ezmesi, palmiye yağı yapmak için yaşama alanlarını yok ediyorsunuz.
-Değişebileceğimize inanıyor musunuz?
Kesinlikle. Özellikle “Çocuktan al haberi!” özdeyişi benim için son derece önemli. Gençler, hatta küçücük çocuklar büyük bir mücadele veriyor ve şimdiden değiştirmeye başladılar bile.
-Haklısınız, yeni nesil daha bilinçli. Hatta oy verirken bile çevre hassasiyeti öncelikleri deniyor. Türkiye’de de yeni nesil siyaseti öyle algılıyor...
Aynen öyle. Atlas Sarrafoğlu’nun Açık Radyo’da yaptığı “Yeşil Kuşak Konuşuyor” diye bir program var. Dünyadan aktivist çocuklarla konuşuyor. Yeşil Gazete için de röportajlar yapıyor. Mesela, Lycipria Kangujam Hindistan’da ilk çocuk örgütünü 6 yaşında kurmuş! Şimdi politikacıları zorluyor. Politikacılar ise anlamamakta ısrar ediyorlar, çünkü onlar büyük petrolcülerin emrinde davranıyor. Ama 9 yaşında bir kız çocuğu “Biz bunu değiştireceğiz” diye konuşuyor. Değiştirecekler, çünkü kendi varlıklarını ve geleceklerini korumakta son derece kararlılar.
-Ne garip değil mi, aileler çocuklarının hayatını o kadar da düşünmüyor...
Öyle, yok olacağını bile bile tüketmekten vazgeçmiyorsun. Son çıkan ürünü almaktan kendini alıkoyamıyorsun.
-Siz az vaktimiz kaldığınızı söylüyorsunuz ama ülkemize bakalım. Çevreyi yok etmek için büyük bir yarış var. Bakınız, İkizdere örneği. Bakınız Kanal İstanbul. Kazmalar vuruluyor, ağaçlar kesiliyor...
Ama mücadele de devam ediyor. Hem Kanal İstanbul’a hem İkizdere’de maden ocağına karşı ciddi bir direniş var. İkizderelilerin mücadelesi müthişti, kadınlar başı çekiyor, kadınların zaferi söz konusu. “Bizi buradan çıkaramazsınız, rant uğruna buralara mahkûm edemezsiniz” diyen kadınları görüyorsunuz. Sorun şu: Sınırları olan bir gezegenin sınırsız olduğunu sanıyoruz. Tam 50 yıl önce bunu bilim insanları ortaya koydu: MIT üniversitesi bilimcileri, “Büyümenin Sınırları” raporunu yazdıklarında sınırlı bir dünyayı sınırsız tüketemeyeceğimizi net olarak ortaya koydular. Her şeyi tüketiyoruz. Petrol mesela; sadece petrolden ibaret değil ki. Asfalta dönüştüğü zaman, o da bir plastik kirlenmesi yaratıyor. Veya araba lastiklerinden çıkan şey hem havayı mahvediyor hem ırmaklardan denizlere gidiyor. Plastik zaten fosil yakıtların, petrolün en korkunç yan ürünü. Yani, muazzam bir kaos var aslında ve bizzat bu kapitalist sistemden oluyor. Dünya artık frene basmak zorunda. Hemen! Uçurumun kenarındayız ve özellikle de çocuklardan alacak çok dersimiz var.
-Yangınlara gelelim istiyorum: Geçen yıl Avustralya yangınları sırasında bir açıklamanız olmuştu ve “İnsan kaynaklı iklim değişikliği olmasaydı, doğal koşullarda böyle bir yangının görülme ihtimali 350’de 1’di. Yıllar içinde bundan daha fazlasını göreceğiz” demişsiniz. İnsanların kafasındaki soruyu sormak istiyorum size: Daha çok komplo teorilerine inanma eğilimi olanlar, yangınların bu kadar çok eşzamanlı olarak çıkmasına bir anlam veremediler. Akdeniz ekosistemi bize bu konuda ne söylüyor?
Bu konuda artık hiçbir tereddüt yok. Bilim insanları söylüyorlar. Avustralya, tarihindeki en büyük faciayı yaşadı. Üç milyar hayvan öldü ve bazı türlerin tükenmesi söz konusu. Bu yılın yangınlarında Batı ABD’de ve Kanada’da 1 milyar kabuklu hayvan canlı canlı “pişti”! Halbuki Avustralya’da Aborijin denen yerliler mesela, yani Avustralya’nın asıl sahipleri, on binlerce yıldır orada olanlar, ateşle yaşamayı, medeniyeti ateşle kontrol etmeyi biliyorlar. Ama parayı yakıp roketi ateşlemeye kalktığınız zaman, doğaya müdahale edip evler, yalılar yaptığınız zaman, o doğal dengeyi de tamamen bozuyorsunuz. O zaman kendini yenileme imkânı kalmıyor. Çok önemli bir bilim insanı, Peter Gleick, bu yangınların ve iklim değişikliğinin sonunda “İki sınıf kalacak ortada” diyor. Bir kaçanlar, bir de kaçamayanlar. Parası olanlar bir süre daha kurtulabilecek. Öbürleri ise anında perişan olacak.
-Bu kadarla da kalmıyor ki... Daha gıdaya, suya erişimiz zorlaşacak değil mi?
Kuraklığın zaten haddi hesabı yok ve tamamen iklim değişikliğine bağlı. Yeraltı sularının da tüketilmesine bağlı tabii. Bunun ne kadar ağır savaşlara, çatışmalara ve savaşlara yol açtığını 10 yıl önceden Suriye’de gördük. Uzayan bir kuraklığın sonucunda yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kalan kırsal alandaki insanlar büyük şehirlere gelip ikinci sınıf vatandaş oldu. Ekmek fiyatları biraz yükselince isyan ettiler, o iç savaşa dönüştü. Suriye’nin yarısı mülteci oldu. Kimse hayatta kendi doğduğu yerden uzaklaşmak istemez. Hayvanlar için de geçerli, herkes kendi habitatında yaşar. Ama onlar kaçmak zorunda kaldılar. IPCC denen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği bilim heyetinin son raporu önceden sızdı geçenlerde. Dünyanın 3 derecelik bir ısınmaya doğru yol aldığı belirtildi. 2050 yılına kadar 8 ila 80 milyon insan için ek bir açlık riski görülüyor. Söz konusu açlık riskinin kapsamının sera gazı emisyonlarındaki gelişmelere bağlı olduğu vurgulandı.
-8 ila 80 milyon arası insan...
Evet. İnsan sonuç olarak varlığını sürdürmeyi başaramayacak. Bunun altından kalkamaz diyorlar. Açıkçası dünyanın en büyük bilim heyeti bunu söylüyor. Bu söz, her türlü sözün sonudur.
AĞAÇLANDIRMA DEĞİL, ORMANLAŞTIRMA!
-Hemen ağaç dikelim diyorlar, uzmanlar karşı çıkıyor, hemen olmaz diyorlar. Yanlış müdahale ile iyi bir şey yapıyoruz zannederken ormanlara bir kez daha zarar veriyor olabilir miyiz?
Bu çok önemli bir konu. Doğanın kendini yenileme yeteneği var. Her sene yangın çıkıyor zaten ama yenilenebiliyor. Bu süreci siz ağaç dikerek halledemezsiniz. Ormanı yangınlardan sonra biraz kendi haline bırakıp sonra planlama yapmak gerekiyor. Orman bilimcilerinin tümü böyle diyor.
-Bir de ağaçlandırma değil, ormanlaştırma deniyor. İkisi arasında ne fark var?
Büyük bir fark var. Doğanın kendi ortamını yenilemesine imkân vermek lazım. Aksi takdirde asla sonuç alamazsınız.
-Başımıza bir felaket geldiğinde müthiş bir dayanışma ruhu ortaya çıkıyor. Depremde de yaşamıştık. Herkes bir işin ucundan tutuyor ama devlet hep eksik kalıyor. Peki, devleti yönetenlere, muhalefete, sosyal medyada cinnet geçirenlere, yurttaşa tavsiye verseniz neler söylersiniz?
Herkese bilimi izlemelerini öneririm. Sayısız bilgi var. Aydınlanmak, öğrenmek ve bilgiyi paylaşmak lazım. Siyasetçilerin de bilim dışı iklim inkârcısı tavra prim vermeyip gerçekleri görmesini tavsiye ederim. Dönüştürücü ve doğayla kendi gücünü sağlayacak şekilde sağaltıcı bir ilişki kurmak, emlak piyasasının kâr mekanizmasının önünü almak lazım.