Dünya Radyo Günü: ‘Mikrofonda’ Cem Hakko, Ömer Madra ve İlksen Mavituna var

-
Aa
+
a
a
a

Berna Kaytaz Diken Gazetesi'nde Dünya Radyo Günü için Cem Hakko, Ömer Madra ve İlksen Mavituna ile Türkiye'de ve dünyada radyoculuk üzerine konuştu.

“Kokainoman, eroinoman, nikotinoman, megaloman filan var ya Hacı Baba,

elli beş yaşında bir radyomanım. Yani illetimiz radyomani.

İnsanların seslerini dinliyorum. Dünyanın dört bucağından bana sesleniyorlar.

Onlarla alâkamız uzaktan, yaptıkları işler umrumda değil.

Bunları nasıl anlattıklarına meraklıyım. Şarkılarını da seviyorum doğrusu.

Hangi dilde, hangi usulde olursa olsun. Yeryüzünün bütün şarkılarını…”

Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları

Beş-altı yaşlarında radyonun karşısına geçip kurcalardım. O büyük ve yuvarlak düğmeyi çevirip cızırtılar arasında net bir ses duyunca durup, dinlerdim. Sonra tekrar çevirir başka bir ses arardım. Küçücük o kutuya insanlar nasıl sığıyor diye şaşırırdım. Radyo bana sihirli gelirdi. Büyüdüm. O sihirli kutuya sığan, sığınan insanlardan biri oldum.

1990’larda amatörce başlayan özel radyoculuğun bir ‘heves’ değil de bugün gerçek bir meslek olarak algılanmasına katkısı büyük kurumlardan biri Power Grup Medya’dır. Power Grup Medya yönetim kurulu başkanı -kendi de bir radyoman- Cem Hakko’nun radyo tutkusu ve vizyonu gerek teknolojik gerekse profesyonel insan istihdamı açısından radyoya yaptığı yatırımlar, evrensel normlarda radyoculuğun ülkemizde gelişip uygulanmasını sağladı.

Değerli dünya gezegenimizin sorunlarını dert edinip çözüm arayan, binlerce insanın gönüllü programcı olarak sığdığı Açık Radyo ise sağduyunun sesini kulaklarımıza fısıldadı hep.

Bir radyocu olarak Dünya Radyo Günü’nde uzun yıllar dirsek dirseğe çalıştığım ve radyoya gönül bağının kuvvetli olduğunu yakından gördüğüm Cem Hakko, Açık Radyo ailesinden Ömer Madra ve İlksen Mavituna’dan radyoyu anlatmalarını istedim.

Bu kez radyoyu dinlemek yerine okuyalım.

Cem Hakko: Radyo benim hiç büyümeyen bebeğim

Radyoculuğa nasıl başladınız?

Cem Hakko: Gençlik yıllarımızdı, üniversiteliydik. Özel radyoların Fransa’da açılışı, konuşma özgürlüğü, demokrasi ihtiyacı radyolarla güne başlamak, güne devam etmek, anında haberleri almak derken bir gün radyoların kapanması… Ve Paris’te gençlerin radyolara sahip çıkması. Radyoyu sevmiştim, seviyormuşum. “Bir gün ben de bunu ülkemde yapacağım” dedim. Bu bir hayal ve hedefti benim için. Müziğe doğduğumdan beri aşığım. Tek alışverişim 33’lük plaklar olurdu, her seyahatte alırdım. Ve bir gün Türkiye’de de özel radyolar yayına başladı. Bu benim için de bir hayalin gerçekleşmesi için başlama vuruşuydu.

Radyoya, radyoculuğa ve müziğe bağlılığınızın, tutkunuzun sektörün gelişmesine katkısının büyük olduğunu sizinle yıllarca çalışmış biri olarak yakından biliyorum. Özel radyoculuğun başladığı 1990’lar ile günümüzü kıyaslarsanız ne söyleyebilirsiniz? 

C.H: Bu sektöre giren kişilerin yüzde 99’u elimizdeki gücü fark edemeden bu sektöre girdi. Çok uzun zaman bir frekans karmaşası yaşandı. Geçersiz araştırmaların olduğu, yatırımın ya eksik yapıldığı ya da belli radyolar dışında hiç yapılmadığı, iyi bir imajı olmayan ve iyi bir algı için de herhangi bir çabanın bulunmadığı günlerdi. Kendimizi dünya radyolarıyla mukayese ettiğimiz zaman aradaki farkı görebiliriz.

Benim de uzun süre parçası olduğum Power Grup Medya bünyesinde bulunan farklı müzik janrındaki radyolar, dünyanın müzikal zenginliğinin ülkemize getirilip dinlenmesini sağladı. Sizin kişisel müzik zevkinizi paylaştığınız Power XL, PowerSmooth, Power Love gibi müzikal çeşitlilikteki radyoların dinleyiciler tarafından sevilmesi, takip edilmesi ne hissettiriyor? 

C.H: Sevdiğin bir şeyi paylaşmak… Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Sadece müziği değil duyguyu ve mutluluğu da paylaşmak. İnsanlara hayal kurdurabilecek ve keyif almalarını sağlayabilecek anlar yaşatmak. Ben şanslıydım ki radyo girişimini bir yatırım olmaktan çıkarıp milyonlarca insanla bu duyguları paylaşabileceğim bir araç haline getirebildim. Sektörde ilk olduğunuz zaman sorumluluklarınız çok daha farklı oluyor. Örnek olmak, belli bir kaliteyi baz almak gibi. Bugün radyosuz bir gün bile düşünemiyorum. Biliyorum ki teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin radyo her zaman hayatımızda olacak. 

Yoğun bir iş hayatınız var. Bu yoğunluğunuza rağmen radyoların müzikal akışlarıyla yakından ilgileniyorsunuz. Bu sizi dinlendiriyor, nefes aldırıyor diye düşünmüşümdür hep. Yanılıyor muyum? 

C.H: Bunları yaparken  iş gibi hiç bakmadım. Bir yandan dinleniyorum diğer yandan sevdiğim ve yeni olan her şeyi paylaşıyorum, araştırıyorum. Radyo benim hiç büyümeyen bebeğim. İlgim ve sevgim daima üzerinde.

Spotify gibi kişiselleştirilen müzik platformlarının yaygınlaşması radyonun gücünü azalttı mı? 

C.H: Tam tersine dün müziğe ulaşamayan kişileri müzik tutkunu yaptı. Spotify duyulur, radyo dinlenir ve hitleri bulur. Radyo araştırma üzerine kuruludur. Kolay mı sevilen radyo olmak? Dijital platformlarda tüm müzik kategorileri bir algoritmayla karşınıza çıkar. Radyo ise insanların yaptığı özel bir seçkiyle sadece 15 dakikayı dinleyicinin kusursuz geçirmesini sağlar. Ayrıca radyolarımızda da artık diğer platformlardan daha enteresan şekilde oluşturulmuş Power App gibi sürekli güncellenen dijital platformlarımız var.

Ülkemizde radyo ve radyoculuk hak ettiği ilgiyi, değeri görüyor mu? 

C.H: Maalesef hiç görmüyor. Bu işe bizim gibi inanan, yatırım yapan radyo yok. Müzik kutuları doldu. Araştırma ve sektör yok. Bugün Fransa, Almanya, İtalya gibi Avrupa ülkelerinde özellikle pandemi zamanında dinlemelerin artması radyolara yapılan yatırımların da artmasını sağladı. Dünyada bu oran yüzde dokuzları bulurken Türkiye’de ne yazık ki yüzde birin altında ve kim bilir bu küçücük pastayı kaç radyo paylaşıyor? Sektörümüzde çok yetkin kişiler yer almıyor. Umuyorum her geçtiğimiz sene sektörümüzün kalkınması için yeni adımların atıldığını görebiliriz. 

Radyonun geleceğiyle ilgili neler söylemek istersiniz?

C.H: Radyo hep devam eder. O bir arkadaştır. Radyo dinlerken araba kullanırsınız, duş alıp, ders çalışırsınız, dans edersiniz, haber alırsınız. Tüm bu hayatın akışı içinde yanınızdan hiç ayrılmayan arkadaşınızdır.


Ömer Madra: Mini-mucize yarattık

Kâinatın tüm renklerine, seslerine, titreşimlerine Açık Radyo’nun yolculuğu nasıl başladı?

Ömer Madra: Dünya Radyo Günü vesilesiyle biz Açık Radyo’culara kendimize, geçmişimize, şimdiki halimize ve hatta bir nebze de geleceğimize şöyle bir göz gezdirme fırsatı verdiğin için sana ve Diken’e teşekkür ederek başlayalım söze.

Müteveffa oğlum Cem Madra’nın yaklaşık 30 sene önce ortaya attığı delice fikre, başta bendeniz ve eşim Meral Mutlu olmak üzere, kimisi iyice çatlak, kimisi de iflah olmaz romantik takımından yazar, çizer, ekonomist, akademisyen, reklamcı, sanatçı, iş insanı ve işsiz-güçsüz 92 kişiyi de her nasılsa ortak etmeyi başararak, yani adeta bir ‘mini-mucize’ yaratarak kurduğumuz topluluk radyosu Açık Radyo’dan bahsediyoruz.

Başlarken asıl amaç tekti: Kuruluşa el verenlerin, bu maceraya katılanların, dinleyicilerin ve destekçilerin ortak çabasıyla dünyayı birazcık daha iyi bir yer haline getirebilmek. Ana sloganımız da tekti: ‘Kâinatın tüm renklerine, seslerine, titreşimlerine Açık Radyo.’

İlginç bir rastlantı: Bu röportaj cevaplarının kaleme alındığı 9 Şubat günü, Radyo’muzun 29 küsur yıldır hafta-içi her sabah yayınlanan ‘Açık Gazete’ adlı haber/yorum programının standart açılış bölümlerinden ‘Tarihte Bugün’ köşesinde de bu konu vardı: Radyoculuğun içinde barındırdığı muazzam çeşitlilik ve bunun en önemli yaratıcılarından biri olan muhalif Radio Alice macerası!

1976’da bugün: Özgür Radyo Hareketi’nin tetikleyicisi Radyo Alice, İtalya’nın Bologna şehrinden yayın hayatına başladı. Radyonun kurucuları, 1977’deki İtalyan ‘karşı-kültür’ hareketindendiler ve Situationist’lerden ve Dada hareketinden ilham alıyorlardı.

Kuruculardan biri olan düşünür ve aktivist Franco Berardi, Radio Alice bir militan bilgi ortamı ile bir sanat deneyi olarak medyaya yönelik sabotaj​​ arasında bir karışım şeklinde tanımlamıştı. Radyonun kapsadığı programlarda işçi protestoları, şiirler, yoga dersleri, siyasi analizler, aşk beyanları, yemek tarifleri ve farklı türlerden müzikler bulunuyordu. Radyo, adını Lewis Caroll’un Alice Harikalar Diyarında ve Aynanın İçinden kitaplarından alıyordu.”

Açık Radyo da biraz öyle. Yüzde 99’u gönüllü çalışan ve toplam sayısı 1400’ü aşmış bulunan programcılarıyla birlikte dünyanın ve ülkenin en can alıcı haberlerini yorumlarıyla birlikte dinleyicisiyle paylaşma gayreti içinde: Şu ‘Riyalar Diyarı’nda en acil görünen meseleler üzerinde satır-aralarında kıtalar-arası yolculuklar, kuşaklar-arası sohbetler gerçekleştiriyor.

Ayrıca, dünyanın neredeyse tüm müzik türlerini, neredeyse tüm dillerde (hatta yok olan dillerde bile) söylenen, bilinen tüm müzik aletleriyle çalınan şarkılarını, yeryüzü canlılarının (kurtların, kuşların, balinaların, balıkların, börtü-böceğin…) seslerini, lakırdı ve takırtılarını toplumla paylaşma çabası içinde.

Ve işte tüm bu sesler, tınılar, düşünceler, yorumlar, şiirler, şarkı ve türkülerle, anlatılması elzem olan hikâyelerle dinleyicisini olabildiğince haberdar edip, onu alabildiğine bilgilendirip ona sürekli esin kaynağı olmaya gayret eden ve böylelikle ortak bir çabayla dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye çalışan bir kurum. 

Biz, Radio Alice’nin kuruluşundan neredeyse 40 yıl sonra, 2014’te Açık Gazete programına konuk ettiğimizde ‘Bifo’, hem Alice’yi hem de (K)Açık Radyo’yu hem övmüş hem de azıcık alaya almıştı:

“… Görüyorum ki, Açık Radyo da kâinattaki sonsuz varlıkların sesi. Biz bu kadar iddialı değildik, ama Radio Alice’nin, hiçbir zaman sesini duyuramamış olanların sesi olduğunu söylüyorduk…Radyo içinde hegemonyacı bir tavrı tamamen reddettik. Herkesin konuşma hakkı vardı.

En büyük esin kaynaklarımızdan Democracy Now! Kurucularından efsanevî radyocu Amy Goodman da, apartheid’e isyan edip onu yıkan devrimcilerin diyarı Güney Afrika’daki iklim zirvesinde kendisiyle yaptığımız söyleşide radyoyu ve ilerici medyayı tıpkı ‘Bifo’ gibi ‘sessizlerin sesi’ olarak tarif ediyor, onu küresel bir şölen sofrası gibi düşündüğünü söylüyordu: “… Bu sofra savaş, barış ve iklim değişikliği veya bunun gibi ölüm-kalım meselelerinin durmadan konuşulması gereken, herkesin birbiriyle özgürce konuşup enine boyuna tartışabildiği bir ortam olmalı. Bundan daha azı kabul edilemez!”

İşte biz de bunca yıldır bu ustaların öngördüğü yolda yürümeyi sürdürmekteyiz. Açık Radyo’ya bir ‘müşterek’ de diyebilirsiniz pekâlâ. Ormanlar, kamu parkları, bahçeleri, kütüphaneleri gibi… Kütüphane demişken, kültür-müzik-edebiyat-sanat-sinema-antropoloji-psikiyatri, şehircilik, kokular-tatlar ve benzeri konulardaki bin bir programından türeyen 28 kitap yayınlanmasıyla, AçıkRadyo’nun bir tür ‘halk kütüphanesi’ işlevini yerine getirdiğini belirtmek de önemli görünüyor.

Sesiniz kimlere ve nerelere ulaşıyor?

İlksen Mavituna: Yayın hayatında 30 yılı geride bırakmaya hazırlanan Açık Radyo, kamu yararına sürdürdüğü faaliyetleriyle Türkiye’de eşine zor rastlanacak bir ‘topluluk radyosu’.

Küçük ve kısa bir döküm çabasına girişirsek, şöyle bir tablo çıkartabiliriz: Kurulduktan sadece birkaç ay sonra patlak veren Saraybosna işgali sırasında ürettiği ‘Saraybosna Günlükleri’.

Ondan sadece birkaç sene sonra gerçekleşen 1999 büyük Körfez Depremi’nin hemen sonrasında başlayan ve aylarca günde 24 saat ‘alıcı-verici’ telsiz işlevi gören ARDİM (Açık Radyo Deprem İletişim Merkezi) yayınları. (Ki o dönem yayına başlayan Altın Saatler başlıklı afet iletişimi programımız halen sürüyor).

ABD’nin 2003’teki Irak İşgali karşısında hemen devreye soktuğu ‘Barış Bandı’ başlıklı günlük düzenli programları ve uluslararası çapta organize edilen Irak Vicdan Mahkemesi’nin parçası olarak gerçekleştirdiği mobil yayınlar da ayrı bir tarafta. Özellikle 2000’li yılların başları itibariyle global çapta yükselmekte olan iklim hareketlerini ve bunlara bağlı devletlerarası müzakereleri Fas’tan Fransa’ya yakından izleyen, dinleyicisini ortak geleceğimiz hakkında bilgi sahibi olmaya ve bu bilgiler temelinde gezegeni yok oluştan kurtarmak üzere harekete geçmeye teşvik eden bir radyo. İklim krizini neredeyse en başından başlayarak kesintisiz takip eden yayınlardan biri olarak yeni aktivist kuşakların yetişmesine katkıda bulunmuş olması da en büyük gurur kaynaklarından biri (bkz. İklim Kuşağı Konuşuyor).

Bu manada denebilir ki Açık Radyo’nun ‘hedef kitlesi’ bütün insanlardır. Ya da küçük bir ‘düzelti’ ile bütün ‘vicdan sahibi’ insanlar diyelim. Yayında en başından beri hedeflenip sürdürülen çeşitlilik ve çok seslilik çabası tam da bu ‘herkese açık’ olma iddiasının karşılığı olmuştur.

Sorunuza daha teknik bir bakışla yaklaşmak da mümkün tabii. Açık Radyo esas olarak İstanbul ve çevresine yayın yapan bir karasal radyo olsa da, yirmi yılı aşkın süredir yayında olan web sitesi aracılığıyla sesini hem İstanbul hem de Türkiye dışına ulaştırmakta epey tecrübeli bir mecra. Ayrıca, son yıllarda podcast mecrasına yönelik gelişen popüler ilgiyle birlikte, Açık Radyo dinleyici kitlesinin iyiden iyiye genişleyip çeşitlendiğini rahatlıkla söyleyebileceğimiz gibi, 18-24 yaş arası dinleyici grubumuzun giderek kalabalıklaştığını izlemek, otuzuncu yılına yaklaşan bir kurum olarak bizim için gurur verici. Tabii bir de, genel dinleyici grubumuzda kadın-erkek oranının eşit olduğunu söyleyebileceğimiz bir dağılımı yıllardır gözleyebildiğimizi -gene gururla- bunlara eklemek gerek.

Özel radyoculuğun başladığı 1990’lar ile günümüzü kıyaslarsak yıllar içerisinde radyonun, radyoculuğun geldiği yeri, olumlu ve olumsuz taraflarını değerlendirir misiniz?

İ.M: Görüntüye dayalı mecranın medya kapitalizasyonunun ana aracı ve alanı olarak tanımlandığını söylemek zor değil. Özel televizyon yayınlarından tutun, yine hepsi şirketlerce yönetilen ana akım sosyal medya alanlarına dek hakim dünya sisteminin göbeğinde evet, görsel medya ve iletişim alanları var, doğru. Bu manada şu gün Türkiye’de hangi radyo istasyonuyla konuşacak olursanız olun, reklam ve sponsorluk bütçelerindeki paylarının düşüklüğünden bahsedeceklerine emin olabilirsiniz. Tabii eğer reklam alabiliyorlarsa. Bu mali zorlukları aşmak mecranın önünde duran en büyük engellerden biri. İşte tam da burada devreye dinleyici ile kurduğumuz ilişki giriyor. İlerleyen sorularda buna geri döneceğiz. Radyonun ve ses temelli bir mecra olduğu için ona yakınsanabilecek podcast mecrasının iyileştirici ve birleştirici olma işlevinden söz eden pek çok çalışma var. Bizim gözlemimiz de bu yönde. Pandemi sırasında ve sonrasında mecramızın izlenme oranlarında gözlemleyebildiğimiz yükseliş, insanların hem dünyayla hem de kendileriyle bağ kurarken yayından beslendiklerinin bir göstergesi. Ne zaman ki hayati konular gündemde ön sıraları işgal etmeye başlıyor, radyo dinleyeni dönüp radyoya bakıyor – son yıllarda yaşanan büyük orman yangınları, 6 Şubat depremleri, parlamento seçimleri – bu anlarda Açık Radyo dinleyicisinin radyosunun başında olduğunu görmek, mesleki anlamda büyük bir motivasyon kaynağı. Tabii mecranın geçerliliğinin de en büyük kanıtlarından biri.

Yıllarca bir parçası olmaktan gurur duyduğum Açık Radyo’nun dünya gezegenini umursayan, duyarlı tutumu toplumda çevre felaketinin ciddiyetinin anlaşılmasına büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz, mesajınız alınıyor mu?

Ö.M: İklim krizi! Gezegenin ve tüm canlılar âleminin yok oluşa doğru hızlı gidişi! Sonsuz kâr peşinde koşan fosil yakıt (petrol, gaz, kömür) şirketlerinin sonsuz hırsları yüzünden. Kelimenin her anlamıyla en can alıcı hikâye bu! Genç iklim aktivisti Greta Thunberg’in editörlüğünü yaptığı 2022 tarihli devasa İklim Kitabı’nda (The Climate Book) isabetle belirttiği gibi: “Dünyanın en büyük hikâyesi bu; sesimizin ulaşabileceği her yerde, hatta daha da ötelerinde konuşulması şart olan hikâye.”

İşte biz de neredeyse kuruluş yıllarımızdan başlayarak gittikçe ve hızla artan bir yoğunlukta hem söylemimizle hem eylemimizle bu hikâyeyi anlatmaya, kitlelerle paylaşmaya çalıştık. 2009’daki Kopenhag’daki BM konferansından itibaren iklim zirvelerini ısrarla takip ettik. 2014 yılında New York’ta Manhattan adasını kaplayan 400 bin aktivistin dev dalgasında ‘surf’ yaptık, ‘Ben büyüyünce de yaşamak istiyorum!’ pankartı taşıyan küçük çocuğa mikrofon tuttuk. Elimizden hiç düşürmediğimiz pankartta ise: ‘İklimi Değil, Sistemi Değiştir!’ yazıyordu.

2018 sonbaharında 15 yaşındaki Grevci Greta’nın ‘tarih değiştiren’ okul grevini 2 gün sonra mikrofonlarımıza ve web sitemize taşıdık ve ondan sonra da daima takipte kaldık. 2 ay sonraki iklim zirvesinde Polonya’da yakaladığımız iklim aktivisti “Türkiye’deki gençlere mesajın nedir? Türkiye’de de çok sayıda genç iklim aktivisti var” diye soran programcımız Ümit Şahin’in kendisine uzattığı Açık Radyo mikrofonuna şöyle cevap verdi: “Şu anda neler olduğunu anlamaya ihtiyacımız var. Bizden yaşlı kuşakları yarattıkları ve bizim de içinde yaşamamızı bekledikleri bu keşmekeşten sorumlu tutmamız gerekiyor. Ve sesimizin duyulur olmasını sağlamamız, değişim sağlamaya çalışmamız gerekiyor. Çünkü tehlikede olan bizim geleceğimiz.”

Ve işte evet. 28 küsur yıl boyunca sayısız programda kuzey kutbundan güney kutbuna, tropikteki yağmur ormanlarından yüce karlı dağlarda eriyen buzullara, oradan en derin deniz diplerine, cehennemi yangınlarla kasıp kavrulan kadim ormanlardan kömür için hunharca kesilen Akbelen ağaçlarına uzanan destansı bir yayın yolculuğu yaptık.

Bilim dünyasının giderek altını kalın şekilde çizdiği gibi yeryüzü sistemleri çöküşünün altıncısının tam ortasındayız! İletmek için elden gelen her şeyi yaparak çırpındığımız mesajın ne kadar ‘alındığını’ söylemek zor. Ama alınmazsa işler çok zor. Sonu değiştirmemiz mutlak zorunluluk. Sonuna kadar bunun için uğraşmak zorundayız. Yani gene ‘Grevci’ Greta gibi söylersek: “Bu hikâyeyi herkese anlatmanın ve hatta belki de onun sonunu değiştirmenin zamanı hepimiz için geldi artık.” 

Yayınlarımızın ülkedeki genç iklim aktivistlerinin bazılarının yetişmesine önayak olduğunu da iftiharla söyleyebiliriz pekâlâ. 11 yaşında iklim krizini Açık Radyo’dan duyan bir çocuk Atlas, 12 yaşından beri Açık Radyo’da yürüttüğü ‘İklim Kuşağı Konuşuyor programlarında 4 yıldır dünyadaki sayısız genç iklim aktivistiyle düzenli röportajlar yapıyor, ülkedeki iklim eylemlerinde başı çekiyor, siyasi yöneticileri harekete geçmedikleri için dava edenler arasında yer alıyor ve haftalık radyo programını “kendinize, sevdiklerinize, gezegenimize iyi bakın!” diye kapatıyor.

Dijital haber ve müzik platformlarının çoğalması, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla her an her yere kolayca ulaşabilmemiz radyonun etkisini ve gücünü azalttı mı?

İ.M: Global ölçekte bakıldığında radyo bugün halen en yaygın ve erişilebilir medya olma özelliğini koruyor. Teknolojinin, ya da son ‘güncellemelerin’ ulaş(a)madığı kesimler halen dünyaya radyoyla bağlanıyor. Dinleyicisinin radyosuyla kurduğu güven ilişkisi, ki en çok olağanüstü durumlarda –salgınlar, depremler, afetler ve savaşlarda– belli ediyor kendini, başka herhangi bir mecrayla olan ilişkisinden çok farklı ve derin.

Bugün çok revaçta olan ‘etki’ tartışmalarında kullanılan parametrelerin dijital verilere dayalı olduğunu unutmamak gerek. Bu da gerçekliğin yalnızca bir parçası, üstelik algoritma güdümündeki parçası. Fakat dünyada olan ne? Radyonun, icat olduğundan beri, yani son yüzyıldır yapıyor olduğu şey: Dünyada esas olup bitenlere ses ve kulak vermek. Açık Radyo’nun da kuruluşundan beri yapma gayreti içinde olduğu şey bu. Dinleyici kitlesi ile sahici ilişkinin tam da bu dünyayla angajman noktasında belirdiğini söyleyebiliriz. Bir dünyada ortaklaşma noktasında.

Dijital platformların diliyle söyleyecek olursak, yayınlarınızın bıraktığı izlenim/etki (impression) mi önemlidir, yoksa ürettiği ‘yükümlülük/bağlanım’(engagement) mı? Biz elbette ikincisinden yanayız. 20 yıldır ‘gürül gürül’ sürmekte olan ve Açık Radyo’nun finansal (ve dolayısıyla editoryal) bağımsızlığının garantisi olduğunu söyleyebileceğimiz Dinleyici Destek Projesi bize kalırsa ülkede –hatta dünyada – örnek sayılabilecek bir etkileşim metodu.

Sizce ülkemizde radyo ve radyoculuk hak ettiği ilgiyi, değeri görüyor mu?

Ö.M: Ülkede kamusal radyoculuğun artık maalesef iflas ettiğini söyleyebileceğimiz bir dönemin ortasındayız. Ama, en azından kendimiz –yani Açık Radyo– için konuşursak, oldukça ciddi bir ilgi, düşünce ve duygu paylaşımının varlığından, hatta bunun giderek arttığından bahsetmemiz mümkün. Büyük yazar Orhan Pamuk, 2020 yılında Açık Radyo’nun Prens Claus ödülünü alması vesilesiyle yazdığı özlü yazıda, “Açık Radyo yalnız programları ve özgürlükçü tutumu için değil, kendisine sadık, neredeyse tiryakisi olmuş çağdaş demokrat bir dinleyici grubu yarattığı için de çok özel bir yerdir” diyordu. Yazar, Türkiye’de artık epey geride kalmış bir dönemde radyonun toplum üzerindeki derin etkisini de şöyle dile getiriyordu: “1955 ile 1975 arasında çocukluk ve ilk gençliğimde Türkiye’de çok radyo dinledim. Henüz televizyon Türkiye’de yoktu ve akşamları bütün millet aynı ünlü programları, haberleri izlerdi. Radyo dinlerken, tıpkı roman okurken yaptığımız gibi kelimeleri kafamızda resimlere çeviririz. Bunu yaptığımız için de bakışlarımız – yani gözlerimiz – sanki içimize döner. Bütün çabamız kelimeleri resimlere çevirmek için hayal gücünü iyi çalıştırmaya yoğunlaşır. Bu yüzden, radyo dinlemenin özellikle hayal gücümüzü çok çalıştırdığına içtenlikle inanırım.”

Pamuk, radyonun toplum üzerindeki bu büyüleyici etkisini artık çoktan yitirmiş olduğunu ima eden bu yazısında Açık Radyo’ya özel bir etki ve bağlam atfediyor ve şöyle diyordu: Açık Radyo’yu çocukluğum ve gençliğimde olduğu gibi radyo dinlemeyi bir tutku, bir alışkanlık, önemli hatta neredeyse simgesel bir faaliyet haline getirdiği için de seviyorum.”

Radyonun ve radyoculuğun günümüzde genelde hayli irtifa kaybetmiş olduğunu yazan sıkı bir Açık Radyo dinleyicisi ise 2022 yılındaki dinleyici destek günlerimizde bize gönderdiği mektubunda radyomuzun ‘dünyanın dört bir yanındaki bizler’ için ‘ışığımız ve daha iyi bir dünyaya doğru çıkış kapımız’ olduğunu belirttikten sonra favori yazarlarımızdan Eduardo Galeano’nun Tepetaklak kitabından bir alıntı ekliyordu: Düşgücüne övgü: Birkaç yıl önce, BBC Britanyalı çocuklara televizyonu mu radyoyu mu tercih ettiklerini sordu. Neredeyse hepsi televizyon dedi. Bu, kedilerin miyavladığını, ölülerin nefes almadığını kanıtlamak gibi bir şeydi. Ama radyoyu seçen çok az sayıdaki çocuklardan biri şu açıklamayı yaptı: “Radyoyu daha çok seviyorum, çünkü radyo dinlerken daha güzel şeyler görüyorum.”

Radyonun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

İ.M: Dünya Radyo Günü için son yayımlanan UNESCO metninde de vurgulandığı gibi radyo ikinci 100 yılına giriyor. Üstelik ‘ifade özgürlüğü, neşe ve bilgi için bir itici güç olmayı’ da sürdürerek yapıyor bunu. Bu yüzyıllık birikim dönüşen dünyayla iç içe geçerek – aynı bugün, podcast kanalları, sosyal medya alanları, dijital haftalık bültenleri ve pek çok sesi bir araya getiren web sitesiyle birlikte Açık Radyo örneğinde olduğu gibi – başka mecralarla yakınlıklar ve etkileşimlere zemin sağlamaya devam edecek.


Bu söyleşi metni ilk olarak Diken'de yayınlanmıştır.

Kendisi de programcı ve 'radyoman' olan Berna Kaytaz'a ve Diken ekibine teşekkürler.