Diamanda Galás statükoya savaş açmış, özgün bir sanatçı. Şov ile performans arasındaki, günümüzde giderek bulanıklaşan alanda sahiciliğiyle bir performans sanatçısı olarak öne çıkıyor.
(Hilmi Tezgör'ün bu yazısı Sanat Kritik'in internet sitesinden alınmıştır.)
1991 tarihli Feminine Endings: Music, Gender, and Sexuality kitabında Susan McClary, Diamanda Galás’ın “1970’lerde post-modern performans sanatı sahnesinde ortaya çıktığını” ve "müzikal temsilin tarihinde yeni bir aşamayı müjdelediğini” söyler. “Tam da üstün bir hayal gücünün -hatta dehanın- özelikleri olarak görülen şeyler, müziğin her döneminde sahneye konulup canlandırıldığında genellikle aklını yitirmiş kadınlara yakıştırılmıştır” diyen McClary, Diamanda Galás’ı “kadınlar ve delilik hakkındaki daha önceki tasvirleri esnekleştiren konvansiyonel çerçeveleme düzeneklerine karşı koyduğu ve onlarsız da yapabildiği için” över.
Müzik yazarı Simon Reynolds da Seks İsyanları kitabında bu tespiti vurgulamıştır: “Histeri bir anlamda gerek icracılar gerekse hayranlar bakımından pop dünyasının asli malzemesidir.(…) Diamanda Galás kendisini proto-histerikler olarak görebileceğimiz cadılar dâhil olmak üzere geçmişte eziyet edilmiş, şeytan yerine konmuş kadınlarla aynı çizgide konumlandırmıştı.(…) [Lydia] Lunch ve Galás cadıyı patriyarkiye karşı mücadele eden bir terörist olarak yeniden canlandırdı.”
**
Diamanda Galás, dört oktavlık ses genişliğine sahip olan avangart bir besteci, müzisyen, piyanist, şarkıcı, ressam ve performans sanatçısı. Çağdaş sanatta son 30 yılda, sahip olduğu özgün yer ve radikal duruş bağlamında bir benzeri yok. Türkiye’de pek tanınmasa da, özellikle Avrupa’da yakından takip ediliyor ve takdir görüyor. Müziğinde ve performanslarında temel ekseni hastalık, delilik, çaresizlik, adaletsizlik, aşağılanmışlık, işkence, soykırım, ölüm gibi temalar oluşturuyor.
**
Yunan Ortodoks bir göçmen çiftin kızı olan Diamanda Galás 1955 San Diego (Kaliforniya) doğumlu. Aynı kentte büyüyen ve bir caz orkestrasında çalan babasından ilk piyano derslerini alan Galás, şarkı söylemekten ziyade klasik bir piyanist olması için teşvik edilmiş ve sıkı bir disiplin içinde büyütülmüş. Kaliforniya Üniversitesi müzik ve görsel sanatlar bölümüne girdiği sıralar uyuşturucular da hayatındaki yerini almış ve “cehennemin içine düşüp geri çıkmış.”
Sahnede ilk olarak 1977’de, Jean Genet’nin bir oyununda sırtı seyirciye dönük olarak siyah elbiseleriyle görünüyor ve trans durumuna girmeyi bekleyen bir şaman gibi 40 dakika öylece duruyor. Akıl hastanelerinin yanı sıra sanat galerileri gibi mekânlardaki sıradışı performanslardan sonra Avrupa’da ilk sahne alışı 1979’da Fransa’da, Yugoslav besteci Vinko Globokar’ın ölüme terk edilen bir kadını anlattığı, politik içerikli operası ‘Un Jour Comme un Autre’da bir başrol oluyor. Globokar bu yapıtında “lirik bir soprano olarak başlayan ve vahşi bir hayvan gibi biten” bir kadın sesine ihtiyaç duymuştu. Galás solo performanslarıyla birlikte, kendi etkileyici vokal stilini Alman dışavurumcu operası Schrei’dan (‘shriek’) etkilenerek oluşturdu. Bu, beş mikrofon ve ekolu ses efektlerinden oluşan bir formdu.
Diamanda Galás ilk albüm kaydını ise 1982’de yaptı: The Litanies of Satan (Şeytan’a Dualar). Bu albüme aşağıda birkaç paragraf ayıracağım. Panoptikon isimli, müebbet hapse mahkûm birinin gözünden hapishane yaşantısını anlatan albümden sonra Galás, ismini Edgar Allan Poe’nun ünlü öyküsünden aldığı bir üçlemeye başladı: The Masque of the Red Death (Kızıl Ölümün Maskesi). 1986-1988 yılları arasında çıkan bu üçleme, sanatçının çok sevdiği erkek kardeşi (oyun yazarı) Dimitri Galás’ın da ölümüne sebep olan AIDS hastalığı hakkındaydı.
Kayıtları, New York’taki St. John katedralinde yapılan konser albümü Plague Mass (Veba Ayini) ise 1991’de yayımlandı. AIDS’e karşı kayıtsız kalan Katolik Kilisesi’ne İncil’den parçalarla saldıran sanatçı, bu konserin henüz başında elbisesini omuzlarından kaydırıp düşürecek ve konseri çıplak ama tüm vücudu kanla kaplı bir biçimde tamamlayacaktı.
1992 tarihli The Singer, Galás’ın en ‘normal’ albümüydü. Burada, 1930’larda zenci köleler tarafından söylenmiş olan geleneksel blues ve gospel şarkılarını yorumluyordu. 1996’da sadece çığlıklardan oluşan albümü Schrei X çıktı. Buna paralel olarak bir kitap da yayımlamıştı: The Shit of God (Tanrı’nın Dışkısı). 1998’deki Malediction & Prayer’dan itibaren Galás, kariyerini konser albümleriyle sürdürmeye başladı. Birçok farklı müzisyenle birlikte çalıştı. 2003 tarihli Defixiones, Will and Testament’tdeki besteler, katledilen Ermeni, Yunan ve Süryanilerin anısına kaydedilmişti.
Blues, gospel, özgür caz, protest folk ve rock onun müziğini besleyen kaynaklar. Tabii klasik müziği de başta Xenakis ve Verdi, sonra da Schönberg, Penderecki ve ünlü diva Maria Callas olmak üzere bu listeye eklemek gerekiyor. Entelektüel bir sanatçı olarak Galás edebi kaynaklardan da ilham alıyor, besleniyor ve bunları müziğine yansıtıyor. Kullandığı metinlere/şiirlere bakınca başta Edgar Allan Poe, Charles Baudelaire, Gerard Nerval ve Antonin Artaud olmak üzere Pier Paolo Pasolini, Jean Genet, William Burroughs, Paul Celan, Georg Heym gibi uçlarda dolaşan, radikal, anarşist ya da eşcinsel olan sanatçılara yakınlık duyduğu görülüyor.
Dünya ile ilişkisinin coğrafi sınırlar içermediğini söyleyen Galás bestelerini beş-altı farklı dilde ve tek başına yapıyor, performanslarını ise ondan fazla dilde seslendiriyor. Örneğin, Defixiones albümündeki ‘Sevda Zinciri’ni ve Udi Hrant’ın ‘Hastayım Yaşıyorum’unu Türkçe söylemişti. Bir performans sanatçısı olarak görülse de o bundan hoşlanmıyor. Söyleşilerinin birinde “Kendim için performans sanatçısı deyimini kullanmam. Bu deyimi sevmem. Hitchcock’un kullandığı ‘auteur’ (yazar) deyimi tercihimdir. Müziği yazarım, icra ederim, ışık oyununu tasarlayıp bir profesyonele devrederim, ama bunu Wagner de yapıyordu. Ben sadece ‘Diamanda’ olarak anılmalıyım; gösteri benim hayatımın sadece bir parçası; özel, cinsel hayatım ve korkaklara yasadışı ya da ahlaksız gelebilecek yanlarım da var” diyen yazar, sevdiği performansçılar arasında boksörleri, opera şarkıcılarını, sirkte gösteri yapanları, Yunan ve Arap şarkıcılarını ve tehlikeli mesleklerde çalışan erkekleri gösteriyor. (Sanatçının sinema ve resim sanatlarıyla yakınlığı ise başka bir yazının konusu olabilir belki.)
**
Diamanda Galás’ın dört oktavlık, aşırı uçlar arasında gidip gelen bir sesi var. “Sesini istediği gibi kullanabildiği için, birbirine zıt duyguları rahatlıkla dışa vurabiliyor ve eğer isterse, parçalanmış bir iç dünyayı yansıtabiliyor. Çığlık atıyor, inliyor, mırıldanıyor, uluyor, homurdanıyor, fısıldıyor, haykırıyor, sayıklıyor.” (Turhanlı, 158) Hiçbir dilde karşılığı olmayan sözler çıkabiliyor ağzından. Onun, bu tarzıyla şizofrenik bir söylem kurduğu söylenebilir. “Kendi buluşu olan beşli mikrofon tekniğini kullanarak, dinleyiciyi farklı yönlerden gelen seslerle kendi kafesinin içine alıyor ve çaresizlik/kapatılmışlık duygusunun altını çiziyor.” (Pekel, 22) Bu şarkı söyleme tarzı şizofrenik, ‘bölünmüş’ kişiliklere ‘bütün’ benlik karşısında bir özgürlük sağlıyor ve cinnet dışarı çıkartılabiliyor.
Onun akıl hastanelerindeki performansları ise buralarda alışılagelmiş olarak duyulan yatıştırıcı, sakinleştirici, adeta moronlaştıran müziklerin tersine, tedirgin edici ve kışkırtıcı oluyor. Baskıya, denetime, hapsedilişe karşı isyan eden, haykıran şizofreninin sesi… “Konuşma gereksinimi duyarsınız. İnsanların şizofrene dönüşmesinin nedeni budur: Gerçek yaşamda bulamadıkları diyalogu kendi başına sağlamak için. Uyuşturucu kullanımının bir nedeni de budur -yalnız ve yalıtılmış durumdaysanız diyalogdan yoksunsunuzdur-, bu temel bir özgürlük ve gereksinimdir. Bu olmazsa, sonunda geberirsiniz” diyor Galás bir söyleşisinde.
Dövüş sanatlarının öğrenilmesini de şarkı söylemek için eğitilmeye benzetiyor; ikisinde de enerjinin yoğunlaştırıldığını ve bedenin, adeta ölümcül bir silaha dönüştürüldüğünü söylüyor. ‘Motto’su gayet açık: “Ben sesimi düşmanlara karşı bir silah olarak kullanıyorum.” Eski Yunan’dan beri kadın sesinin, politik bir araç olmasının yanı sıra, büyüsel bilgi ve gücün aktarımı için de kullanılmış, cadılara ve şamanistik deneyimlere bağlandığı bilinir. Galás’ın yapıtları da en baştan beri şamanistik, büyüsel, ayinsel olarak tanımlanıyorlar. “Tanrılara söylerken, ruhun en uç noktalarında dolaşabilmek için mükemmel bir tekniğe sahip olmanız gerekir,” diye konuşuyor.
Diamanda Galás baskı altında kalmış, ezilmiş, dışlanmış, aşağılanmış, haksızlığa uğramış, susturulmuş olanlara karşı bir yakınlık duyuyor ve onların radikal bir sözcüsü olmayı gönüllü olarak üstleniyor. “O, kıyımlara uğrayan, yurtlarından kovulan halkların, işkence görenlerin, fahişelerin, cinsel azınlıkların, dışlanan AIDS hastalarının ‘yüksek sesli’ bir temsilcisi.” (Turhanlı, 159) Tam bu noktada sanatçının, hayatının bir döneminde fahişelik ve striptiz yaptığını da belirteyim, ki önemli tecrübeler olarak görüyor bu süreci. Galás bu dönemde özellikle zenci travesti fahişelerle dostluk kurmuş: “Kadınlığın ne demek olduğuna dair pek çok şeyi onlardan öğrendim, kadın rolünün gücünü ve nasıl kullanılacağını” diye konuşuyor. Ancak sanatçının HIV pozitiflere yakınlık duymasının tek nedeni, erkek kardeşinin AIDS’ten ölmüş olması değil. Başka arkadaşlarını da bu hastalık sebebiyle yitirmiş ve her fırsatta onlarla özdeşleştiğini dile getiriyor. Eski Ahit’ten yaptığı bir alıntı ise şöyle: “Cehenneme gönderilenlerin arasına ben de dahil edildim.”
**
Diamanda Galás ilk albümü olan The Litanies of Satan (Şeytan’a Dualar) 1982’de çıkmıştı ve yıllardır piyasada bulunmuyordu. Geçtiğimiz aylarda yeniden basılan bu albüm dinleyiciyi çok zorlayan, korkunç denebilecek yoğunlukta, hatta deliliğin sınırlarında dolaşan iki performans parçasından oluşuyor. İlkinin librettosu, Charles Baudelaire’in aynı isimli şiiri.. Bu uyarlamaya çığlıklar, fısıltılar, hırıltılar ve inlemeler de eşlik ediyor. Ses ve beden ‘bir bütün’ olarak ortaya konulmuş burada. Zamanının ilerisinde bir elektronik müzik dokusu da bu okumanın zeminini oluşturuyor. Şiirden bir bölüm şöyle: “Ey bütün Meleklerin en bilge, en güzeli, sen, / Yazgısı dönük tanrı, yoksun tüm övgülerden, / Sen, ey şeytan bu uzun sefaletime acı! // Ey sürgünler prensi, haksızlığa uğrayan, / Yenildiğinde bile güçlü, doğrulup kalkan, / Sen, ey şeytan bu uzun sefaletime acı! // Bütün cüzamlılara, lanetli paryalara / Şifayı öğretirsin sen, cennetin aşkıyla, // Sen, ey şeytan bu uzun sefaletime acı! // (…) Baba tanrının kızıp yeryüzü cennetinden / Kovduğu insanların o üvey babası, sen, // Sen, ey şeytan bu uzun sefaletime acı!”
“Galás’ın vokal tarzı şeytan çıkarma ve histeri yakıştırmalarına maruz kalmıştır. Bunların hepsi de ‘şeytani’ dişi arzunun kendisini görünür kıldığı tekniklerdi.” (Reynolds, 297) Ama bu durumdan hoşnuttur şarkıcı: “Bir cadı alevler içinde yakılmak üzereyken kimin yardımına başvurabilir? Ben bu kişiye ‘Şeytan’ diyorum ve şizofrenler ihtiyaç duyduğu asli özgürlüğü yaratmak için yine aynı varlığa başvurur.”
Albümdeki ikinci elektronik müzik parçası (performansı) olan ‘Wild Women with Steak-Knives’ (Et Bıçaklı Vahşi Kadınlar) ise biri tüm hoparlörlere, diğer dördü ayrı ayrı hoparlörlere bağlı beş mikrofonla ‘quadrophonic’ olarak kaydedilmiş. Metin ise Galás’ın kendi yazdığı Eyes Without Blood isimli grotesk-trajediden alınmış. Angry Womenkitabında bu parça hakkında şunları söylüyor: “Bu şizofrenik bir kadının caniyane aşk şarkısıdır -ilk kez bu parçada beş mikrofon kullandım, farklı kişiliklerle çalıştım ve çeşitli sözcük dağarlarına ve dillere başvurdum- ve ses-üstü bir ses, bir şarkıcının sesi olmayıp Mutlak’ın kendini ifade etmesine yarayacak bir ‘über-ses’ oluşturmaya çalıştım.”
Bu dizinin ilk yazısında sözü geçen Arthur Janov’un İlk Çığlık Terapisi’nin bir diğer yorumcusu olarak Yoko Ono’nun yanında Diamanda Galás’ın ismi anılabilir.
“Eşit şekilde davranacağınız insanlar, sadece diğer kadınlardır” diyor sanatçı. “Güzel olmasalar bile derin, sevgi dolu, sıradışı kadınlarla çevrili olmak hoş olurdu. (…) Kadınlar kendilerini bir av olarak değil yırtıcı hayvanlar olarak görmeli. (…) Sokakta giderken kendilerini görünmez kılan kadınlar beni hasta ediyor, bu değişmeli. En önemli şey tavırdır; bunu ister fiziksel yetilerinizle sağlayın, ister tabanca kullanın.”
**
Dört yıl önce bir solo piyano konserinde izleyebilme şansını yakaladığım Diamanda Galás Temmuz 2020’de ‘Deformation’ adlı 21 dakikalık bir parça yayınladı. Şarkıcı bu parçayı “Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında sakatlanarak enfekte olmuş askerlerin Almanya’daki hastanelere ve endüstri depolarına gönderilip teslim edilmesi” olarak tanımlıyor. “Sakatlanmış olanlar hastanelerde deneysel operasyonlar görecek, enfekte olanlar ise vatandaşların zihinsel ve fiziksel sağlığını korumak için kapatılacaklardı.”
Diamanda Galás statükoya savaş açmış, özgün bir sanatçı. Şov ile performans arasındaki, günümüzde giderek bulanıklaşan alanda sahiciliğiyle bir performans sanatçısı olarak öne çıkıyor. Edebiyatı müziğine katarak her ikisini de canlandırıyor, sanat ve aktivizmi kaynaştırıyor, belleği canlı tutmaya çalışıyor. Dört oktavlık sesiyle “son derece içsel, temel ve hatta iyileştirici bir etki yaratıyor. (…) Soyut, elitist ‘yeni müzik’ ile ilgisi olmayan yoğun, politik ve şiirsel bir duygusal zemin yaratıyor.” (Juno, 208) Müziğe ilişkin sınırlı anlayıştan kurtulmaya ve dürüst olmaya yıllar önce karar vermiş. Yapıtlarını ‘güvenli ama işe yaramaz’ bir müzik anlayışından ayırıyor; gerçekliğin damıtılmış haline ulaşarak zehirlerden arınıyor. Bugün, bunu başarabilmek bir yana, buna kalkışma cesaretini gösterenlerin sayısı bile çok az.
Kaynaklar:
Juno, Andrea. ‘Diamanda Galás ile Söyleşi,’ Alışılmadık Sesler içinde. Der. Hira Doğrul. Ankara: Dost Yayınları, 1999.
McClary, Susan. Feminine Endings: Music, Gender, and Sexuality. Minnesota: University of Minnesota Press, 1991.
Neal, Charles. Tape Delay. Middlesex: SAF Press, 1987.
Pekel, Levent. “Bizzat Cehennem”, Roll, 3. İstanbul: 1997.
Reynolds, Simon-Press, Joy. Seks İsyanları: Toplumsal Cinsiyet, Başkaldırı ve Rock’n’Roll. Çev. Mehmet Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2003.
Tezgör, Hilmi. “Müzikle Performans: Diamanda Galás”, Sanat Dünyamız 67. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998.
Turhanlı, Halil. Ütopyanın Sesleri. İstanbul: Çiviyazıları Yayın, 2001.
Vale, V. Angry Women. Michigan University Press: Re/Search Publications, 1991.
http://en.wikipedia.org/wiki/Diamanda_Galás
http://www.diamandaGalás.bandcamp.com/
http://www.siirparki.com/baudelaire31.html
Diamanda Galás / The Litanies of Satan – LP/CD, Y Records, 1982.