Günümüzün kültürel kodlarını geçmişin alışkanlıkları ve gelenekleriyle anlamak mümkün. "Ahşaptan Betona Mecidiyeden Jetona" programının podcasti geçmiş zamanın kültür ve alışkanlıklarının peşine düşüyor.
(Bu yazı 16 Haziran 2022 tarihinde Bianet web sitesinde yayınlanmıştır.)
Açık Radyo dinleyicilerinin bildiği, uzun yıllardır devam eden "Ahşaptan Betona Mecidiyeden Jetona" programı önümüzdeki aylarda sekizinci yılını dolduruyor.
Pınar Erkan 2014'ten beri akıcı konuşmasıyla sunduğu programında alameti kerametinden menkul kent hikâyeleri anlatıyor. Program serisinin podcasti ise bu hafta radarıma takıldı.
Osmanlı'da kent meydanlarının kullanım alanlarından her gün 14 kişiyi öldürme hakkı olan padişahlara rastlıyoruz bu bölümlerden birinde. Norveç'ten Amerika'ya göçenler ve Rumeli Hisarı'ndan firar edenlerin hikâyeleri ile karşılaşıyoruz. Bunlar gibi çeşit çeşit konu 25 dakika süren bölümlerle dinleyeni kendisine bağlıyor.
Erkan ise tarih ve toplumun didik didik edildiği podcastin konusunu "Mimarlık, kent tarihi, sosyal tarih, olaylar, binalar, insanlar... Çok şey konuşacağız ve zaman ilerledikçe içerik ortaya çıkacak" diyerek açıklıyor.
Pınar Erkan İstanbul Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar bölümünde Tarih, Sanat ve Toplum dersini verdi. Erkan'ın Gazete Kadıköy, Marmara Belediyeler Birliği gibi platformlarda makaleleri de yayınlanıyor.
Sünnet alayı için yıkılan saçaklar
Erkan, podcastin 28 Ekim 2014 tarihli ilk bölümünde hem batıda hem de Osmanlı'da meydanların kullanım biçimleri üzerine konuşuyor. Meydanlar fikir paylaşma mekânı olduğu gibi düğün ve etkinlik alanları olarak da kullanılıyor. Erkan, Osmanlı'da düzenlenecek bir sünnet alayının hazırlıklarını anlatıyor:
"Meydanlar köklü pagan dini ritüellerinin bir uzantısı olarak açık hava etkinliklerinin de mekânı. Yarış veya etkinliklerin nereden çıktığı unutulsa da uygarlığın kolektif hafızası bunu biliyor. Fakat meydanlar düğün şenlikleri ve etkinliklere mekân olsalar da işlevine yönelik biçimlenmediği için yıkım, yapım faaliyetleri devreye giriyor.
"1719 yılında Lale Devri padişahı III. Ahmed, şehzadeleri ve 5 bin fakir çocuğun sünnet edileceği, 15 gün 15 gece süren bir sünnet merasimi düzenliyor.
Fakat meydanlar ve meydana çıkan yollar işlevsiz olduğu için hediyelerle donatılmış 40'tan fazla tezgâhın taşınması sorun oluyor. Mimarlar ve kâtipler görevlendiriliyor ve tezgâhların taşınacağı sokaklar tespit edildikten sonra geçişi engelleyen evlerin saçak, cumba ve şahnişinleri* yıkılıyor. Alay geçtikten sonra ise tekrar inşa ediliyor."
Padişahlara yargılatmadan öldürme hakkı
Podcastin "Suç ve ceza, kadılar, kanlı kuyular, Arşimet'in el yazması kitabı" bölümünde padişahların her gün 14 kişiyi yargılatmadan öldürtme özgürlüğü olduğundan söz ediyor Pınar Erkan. Bugünden bakıldığında incir kabuğunu doldurmayacak sebeplerle idam kararı verildiğini anlıyoruz.
IV Murat'ın döneminde halk üzerindeki otoriteyi güçlendirmek amacıyla öldürülenler at üstünde, saray kapısında âleme ibret olsun diye sergileniyormuş. Bugünün insanına saçma gelen ölüm sebeplerinden biri şu hikâyeyle anlatılıyor:
"Padişah hazretleri atla ya da tahtırevanla şehirde dolaşıp dururdu. Karşıdan gelen arabalar yolu tıkadığından 'Arabalar şehre girmesin, şehirde bir fert arabaya binmesin ve İstanbul içinde bir araba görmemeyim' diye yasak etmişler. Davutpaşa'daki efsuncu imama giderken önüne bir araba çıkmış. Bu sebeple Salih Paşa'yı yanına çağırıp 'Ben arabalara yasak koymuşken niçin benim emrim tutulmaz, ben padişah değil miyim? Tez boğun' diyerek bağırmış ve Salih Paşa padişahın evinde öldürülüvermiş."
İstanbul vampirleri, hayaletleri ve kedi kadınlar
Podcastin diğer bir bölümü olan "Cadılar, kedi kadınlar ve vampirler"de batı geleneğindeki vampirlerin yerli versiyonları anlatılıyor. Meğer Osmanlı'nın batısında ağaç kovuklarına saklanan kedi kadınlara ve yüklükleri yerle bir eden cadılara 1800'lü yıllarda inanılırmış. Erkan, İstanbul cadılarını şöyle anlatıyor:
"Cadı inanışı İstanbul ve Rumeli'de daha yaygın. Bir Rumeli söyleyişine göre o dönemde cadıları zararsız hale getiren uzman cadıcılar varmış. Tırnovo kadısı Ahmet Şükrü Efendi'nin 1833 yılında yazdığı mektuba göre Tırnavo'da cadılar türemiş. Gün battıktan sonra evlere dadanıp un, yağ gibi gıdaların içine toprak karıştırıp yastık ve yorganları dağıtıyorlarmış.
"Köylü halkı bunları cadıların yaptığına karar verip cadıcılığıyla tanınmış Nikola ile 800 kuruşa anlaşıyorlar. Çözüm olarak Nikola'nın elindeki resimli tahta ile mezarlığa gidiliyor ve tahta, parmağın üzerinde çevriliyor. İkonalı tahta hangi mezara bakarsa cadı o mezardaki ruh demek oluyor. Resim, yeniçeri ocağının kanlı zorbalarından olan Ali Alemdar ile Abdi Alemdar'ın mezarlığında duruyor.
"Mezarı açtıklarında cesetleri gözlerini kan bürümüş, tırnakları üçer dörder boy büyümüş ve bedenleri yarım metre uzamış halde buluyorlar. Cadıcı Nikola'nın talimatlarıyla cesetlerin göbeklerine birer kazık çakılmış ve yürekleri kaynar suda haşlanmış. İşe yaramayınca cesetleri yakarak kasabayı cadı şerrinden kurtarmışlar."
Podcast serisinin diğer bölümlerinde günümüzde tükettiğimiz yiyeceklerin tarihsel süreçlerinden, İstanbul'un çetin kışlarından, Kadıköy'ün bilinmeyenlerinden ve daha pek çok konudan söz ediyor Erkan dinleyenlere.
*Eski Türkiye mimarisinde odanın karşı ön cephesinde yer alan üç yanı pencereli çıkma.