Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay'ın konuğu "Büyükada - Moris Danon Koleksiyonu" ile Adalar ruhunu kitaplaştıran Büke Uras.
Derya Tolgay: Herkese merhaba. Dünya Mirası Adalar programında birlikteyiz. Ben Derya Tolgay. Arkadaşımız Nevin Sungur bugün bizimle değil. Teknik masada ise bugün Feryal Kabil var. Bugün çok kıymetli bir konuğumuz var. Mimar ve yazar Büke Uras bizimle. Merhaba Büke, hoş geldin. Teşekkürler, seni aramızda görmek harika.
Büke Uras tarafından kaleme alınan Büyükada - Moris Danon Koleksiyonu kitabı, yüzyıllar, imparatorluklar, milletler ve en önemlisi insanlar arasındaki ilişkileri yeniden tanımlama gücündeki Ada ruhunu anlamak ve anlatmak amacıyla yazılmış bir kitap. Bugün onu konuşacağız. Kitabın tanıtım etkinliği Yapı Kredi Kültür Sanat’ta geçtiğimiz Cuma yapıldı. Büke Uras çok kısa süreliğine bu etkinlik için geldi Türkiye'ye ve bugün de Açık Radyo stüdyosunda bizimle. Çok teşekkür ediyoruz Büke. Yarın ayrılacağın için, biz bugün yani Pazartesi günü kayıt yapıyoruz.
Büke Uras: Ben de çok teşekkür ederim.
D.T.: Şimdi ben iznin olursa önce bir kaybımızı duyurmak istiyorum. Tam da sizin Büyükada kitabınız çıktığı gün, bir başka Büyükada kitabının yazarı, 1944 Büyükada doğumlu Semiha Akpınar’ı kaybettik. Bir çoğumuz Büyükada’nın geçmişiyle ilgili bilgileri, onun Adalılar ile yaptığı sözlü tarih çalışmalarından öğrenmiştir. Burada bir kez daha yakınlarına sabırlar dileyelim. Hepimizin başı sağolsun.
B.U.: Tüm Büyükada araştırmaları için son derece önemli bir isim. Katkısı çok büyük. Nurlar içinde uyusun, kendisini saygıyla anıyoruz.
D.T.: Önce kısaca seni tanıtmak istiyorum. Roma La Sapienza Üniversitesi’nde Mimarlık okudun ve ardından New York’ta bir çok farklı mimarlık ofisinde çalıştın. 2008’den itibaren İstanbul'da bağımsız olarak mimarlık kariyerine devam ettin. Daha sonra Bahçeşehir Üniversitesi’nde Mimari Proje Tasarım dersleri verdin. Birçok makalen yayınlandı. 2016’dan bu yana Paris'te mimarlık kariyerine devam ediyorsun.
10 seneyi aşkın süredir Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi mimari, çizim ve belge koleksiyonu yapmaktasın. Bununla ilgili sergiler düzenledin ve çok sayıda makale kaleme aldın. 2013’te İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde ‘Değişen Zamanların Mimarı: Edoardo De Nari 1874-1954' sergisi ve kataloğu; 2015’de yine kendi koleksiyonundan çizimlerle Osmanlı saraylarının dekoratörü Bedros Sirabyan’ın hayatını; 2017’de ise ‘Nazımi Yaver Yenal: Bir Kağıt Mimarının Hayali Dünyası’ sergisi ve kataloğunu hazırladın. 2016’da da Prof. Dr. Baha Tanman'la ‘Şişli Camii’ makalesini yayımladın. 2021’de ise müthiş ses getiren, bugüne kadar saklı kalmış bir arşiv üzerine Balyanlar: Osmanlı Mimarlığı ve Balyan Arşivi isimli kitabın yayımlandı. Şimdi de Büyükada - Moris Danon Koleksiyonu, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Bir Büyükadalı olarak Ada’dan ve kendinden başlamanı istesem ne dersin?
B.U.: Tabii ki. Derya, senin de özetlediğin gibi, çalışmalarım genelde arşivler ve koleksiyonlar üzerine. Ancak Büyükada kitabı, belki de şu ana kadar yapmış olduğum en özel ve kişisel projeydi çünkü senin gibi ben de bir Adalıyım, Moris Danon da bir Adalı. Bu anlamda sanki doğduğumuz ve büyüdüğümüz yere bir güzelleme şeklindeydi bu kitap. Son derece kişisel ve özeldi. Hem koleksiyoner hem de yazar olarak sorumluluk taşıdık ikimiz de. Moris Danon, uzun yıllardır arkadaşım ve kitap yapmaya iki buçuk sene önce karar verdik zaten. Danon’un halihazırda muazzam bir koleksiyonu vardı. Ancak iki buçuk sene içerisinde yani kitabı yazmaya başladıktan sonra, hem koleksiyon farklı bir boyuta ulaştı, hem de metinler - tabi ki büyüdükçe - koleksiyonla çakışmaya başladılar ve birbirlerini beslemeye başladılar. Yani ben koleksiyonun metinlerle büyüdüğünü ve metinlerin de koleksiyonla şekillendiğini fark ettim; ikisi birbirlerini beslediler. Bu anlamda çok özel bir çalışma oldu.
Dediğim gibi kişisel bir çalışma oldu. Belki de bu kitabı farklı kılan da bu kişisellik diyebilirim. İkimizin de Büyükadalı geçmişi tabii ki.
D.T.: Kitapta gerçekten müthiş görseller var. Ama metinlerle de yeniden Büyükada, daha doğrusu bütün Prens Adaları’nın katmanlığını tekrardan görmemizi sağlıyorsun. Öte yandan kitap eksiksiz bir Büyükada tarihi ortaya koyma kaygısı taşımıyor.
B.U.: Kesinlikle doğru. Ne yerel mimarlığın örneklerini tanıtmaya girişen bir atlas oluşturmak, ne bir metinler antolojisi hazırlama, ne de Ada’da geçen önemli hayatları listelemekti niyetimiz. Böyle bir sorumluluk hissetmedik açıkçası gayretimiz ve sorumluluğumuz. Milletler, imparatorluklar arası ve en önemlisi insanlar arasındaki bu yeniden tanımlama gücündeki özellikleriyle bir şekilde Ada ruhunu anlayabilmekti ki bu kolay değil, Adalı olarak da kolay değil ve bunu koleksiyon üzerinden olabildiğince yapmaya çalıştık. Kitaplaşmış Ada kitaplarının aksine, kronolojik olarak katı bir şekilde sınıflandırmaktan kaçındık açıkçası. Şöyle bir sınıflandırmaya gidip, kitabı dört bölüme ayırdık.
İlk bölüm tecrit üzerine; ‘Coğrafyanın ilahi yorumu.’ Bu, kabaca Osmanlı öncesi Doğu Roma dönemindeki, sürgünler ve Rum Ortodoks manastırlarının kurumsal örgütlenmelerinin Büyükada ve Prens Adaları’nın nasıl etkilediği ile ilgili. Bundan sonraki bölüm, 1840’lı yılların sonundan itibaren radikal bir dönüşüme yol açan buharlı vapurların kullanıma girmesini konu alıyor. Böylece ilk Osmanlı sayfiyesi olarak niteleyebileceğimiz Büyükada'nın modern kimliği ortaya çıkıyor. Burada da ‘Kimlik Üzerine’ bölümüne giriyoruz; ‘Sayfiyenin İcadı’ ve kesin bir dönüşüm tarihi olarak da 1840’lı yıllar. Bu tarih, daha önceki kimliği olan manastırların belirleyiciliğindeki Ada’nın Rum kimliğinin çözülme süreci. Bu da buharlı vapurların kullanıma girmesiyle başlıyor.
Hemen arkasından Ada’nın günümüze dek ulaşan, hepimizin görünce heyecanlandığı, yaşadığı, muazzam köşklerin inşa edildiği, belki Ada’nın altın çağı diyebileceğimiz dönem başlıyor. Enteresan bir şekilde, bu dönem aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemi. Burada, bütün bu kaybedilen savaşlara, demokratik dönüşümlere, ekonomik sıkıntılara rağmen halen geleceğe dair bir iyimserlik olduğunu hissediyoruz. Bu da ‘Yanılsama üzerine’ bölümünü bize veriyor; ‘İmparatorluğun sonunda Büyükada.’ Her şeye rağmen burada bir yanılsama var. Bir nesil sonra o köşkleri inşa edenlerin neredeyse tamamı Ada’dan, hatta ülkeden ayrılacaklar. Daha sonra, dördüncü bölüm ‘Cumhuriyet dönemi Adası.’ Biliyorsunuz, ulus devletin kurgulanmasıyla Osmanlı’nın çok kültürlü kimliğinden vazgeçiliyor. Ancak bu resmi kurguya rağmen Prens Adaları, bir emperyal kalıntı şeklinde bu imparatorluğa özgü çok kültürlülüğü günümüze kadar yaşatmaya devam ediyorlar. Bu anlamda da bir istisna aslında eski Osmanlı coğrafyasında. Bu da ‘Direniş üzerine’ bölümünü bize açıyor.
D.T.: Evet, bu son söylediğin o kadar önemli ki... Bizim UNESCO’ya olan ön başvuru çalışmalarımız da tam bu minvalde. Gerçekten bizim için harika bir envanter. Bir daha zaten elden geçirilmesi gerekiyor. Çok teşekkür ederiz, ellerinize sağlık. Seninle fotoğraflara da bakıyorduk. Gerçekten çok anlamlı fotoğraflar ve derin okumalar var orada.
B.U.: Şunun da altını çizmek istiyorum; öncelikle Ada tarihi için önemli görseller var. Nedir bunlar? Örneğin günümüzde kullanılan Büyükada İskelesi'nden önce yani buharlı vapurların kullanımından önce yüzyıllarca kullanılan Pancos İskelesi ki tarihçi Akillas Millas’ın bize verdiği çok değerli çalışmasında da görüyoruz. Ancak yüzyıllarca Ada’nın iskelesi olan bu iskelenin daha önce hiç bir görseli yoktu. Moris Danon Koleksiyonu’nda bu iskeleye ait iki tane görsel mevcut ve bunlar ilk kez gün yüzüne çıkıyor.
Bunun haricinde, günümüz iskelesinin yanında eskiden bir ticari liman vardı. Muhtemelen Joseph Baudouy’i tarafından doldurtuldu. Biliyorsunuz, Saat Meydanı’nın olduğu bölüm doldurma bir meydandır. Falez oraya kadar geliyor ve dolduruluyor, bu bilinen bir şey. Ancak bu Kantarocak Limanı’nın, bu ticari limanın varlığı bilinse de bir görseli yoktu. Bu da yine Ada tarihi için çok önemli.
Bunun haricinde günümüzde Saat Meydanı olarak adlandırılan eski Aşağı Macar Meydanı ki ismini veren Saat Kulesi'nin inşasından önceki tek görseli gene Moris Danon Koleksiyonu’nda gün yüzüne çıktı. Yani bir saat meydanı var, daha kulemiz yok. Bu arada bu görsel bize Saat Kulesi'nin bir şekilde analizini yapmamıza izin verdi. Biliyorsunuz, Osmanlı coğrafyasında saat kuleleri özellikle II. Abdulhamid döneminden itibaren modernitenin kamusal araçları. Yani Osmanlı modernitesinin en görünür unsurları. Kentsel anlamda özellikle II. Abdülhamid döneminde çok büyük yaygınlık kazanıyorlar ancak Büyükada Saat Kulesi bir istisna. Neden bir istisna? Çünkü bir saat kulesi olarak inşa edilmiyor; bir ticari birim olarak inşa ediliyor. Millas bunun bir içki bayi olduğunu söylüyor. Ben çok hem fikir değilim, bence bir gazete bayi çünkü Moris Danon Koleksiyonu’nda gazetelerin çok net olarak gözüktüğü bir görsel var. Ama tabi ki bu tartışmaya açık, çok da önemli bir ayrıntı değil. Belki bir dönem içki bayii olarak yapılmış, sonra gazete bayi olmuştur, çok önemli değil. Önemli olan, bunun bir ticari birimi olarak yapılandırılmış olması. Daha sonra üzerine mermer kitabeler konuyor. Bu kitabelerin ne olduğu bugüne kadar bilinmiyordu. Muhtemelen biz de tam kesin olarak söyleyemiyoruz ama gene bizim koleksiyon, Moris Danon Koleksiyonu’nda olan bir yakın çekim fotoğraftan bunların vapur tarifesi olduğunu düşünüyorum, vapur tarifi olması çok anlamlı çünkü bildiğiniz gibi iskeleye çok yakın. Bu sebeple üzerinde bir saat iliştiriliyor ve üç aşamada saat kulesine dönüşüyor. Üç zaman aşamasında, her aşama yaklaşık 10 sene sürüyor. 1920’lerin sonundan itibaren saat kulesi oluyor. Osmanlı coğrafyasındaki bir ticari birim olarak inşa edilmiş ve zaman içinde bir anıta dönüşmüş tek saat kulesidir. Bunun başka bir örneği yok. Bu anlamda biricik ve çok değerli, çok önemli.
D.T.: Saat Kulesi’nin yani saatin olmadığı bir meydanı hepimiz ilk kez gördük, harika.
B.U.: Bunun haricinde bildiğiniz gibi, özellikle Büyükada, Osmanlı astronomi çalışmaları için çok önemli. Mizzi’nin günümüze ulaşan muazzam kulesi, Osmanlı’daki ilk gözlemevlerinden bir tanesi.
D.T.: Rasathane diyoruz değil mi?
B.U.: Evet ama son derece mütevazı şartlarda bir rasathane. Ancak bu rasathanede neler gözlemlendiğini biz daha önce bilmiyorduk. Maalesef teleskop paslandığı için 1950’lerde hurdaya çıkıyor, camekan yıkılıyor. Burasının yakın zamanda çok başarılı bir şekilde rekonstrüksiyonu yapıldı. Bu kitabın çalışmasını yaparken Paris'te bir sahafta, bir Osmanlı Rum astronom Eugenios Antoniadis’nin Büyükada'da yaptığı uzay çizimlerini bulduk. Kendisi Büyükadalı olan Antoniadis, dünya çapında çok önemli bir astronumdur ve dünyada ilk Mars haritasını, 1960’lı yıllara kadar kullanımda kalan Mars haritasını çizen kişidir. Maalesef ulus devlet tarihi yazımında birtakım isimlerden vazgeçilmiş. Daha sonra Fransa'ya yerleşen Yunan asıllı bir Fransız astronom Antoniadis, bugün yurt dışında herhangi bir kitapçıya girerseniz hakkında çok sayıda kaynak bulabileceğiniz çok önemli bir astronomdur. Türkiye'de maalesef ismi tamamen unutulmuş ama bu kitap onu hatırlamaya ayrıca bir vesile olacak. Ayrıca Mizzi’de neler saptanmış, neler çizilmiş bütün bunları birinci kaynaklardan görebileceğiz. Bu açıdan çok değerli.
D.T.: Küçücük bir şey ekleyeceğim. Bazı görselleri paylaşmamıza izin verdiniz, hem Yapı Kredi Yayınları’na hem de Moris Danon’a ve sana çok teşekkür ederiz. Bunları görmek isteyenler sosyal mecralarımızdan bir kaçına ulaşabilirler. Ama kitabı mutlaka alın. O resimler sadece sizlere birkaç ipucu vermek için.
B.U.: Bunun haricinde araştırma sürecinde karşılaştığımız başka sürprizlerden bahsedeyim. Troçki biliyorsunuz, Büyükada’da yaşamış en önemli belki politik sürgündür. Troçki’nin yaklaşık dört beş fotoğrafı vardır. Şu ana kadar bütün çalışmalarda kullanılan, tekrar edilen bunlar da Amerika'da ve Hollanda'da olan bir takım arşiv fotoğraflarıdır. Paris'te bir müzayedede Troçki’nin daha önce hiç görülmemiş, 96 fotoğraflık bir albümü ortaya çıktı. Bu albümün Arap İzzet Paşa Köşkü’nde beraber yaşayan, katibi Çekoslavak Jean Frankie’nin kişisel albümü olduğunu saptadık. Kendisi resmi bir fotoğrafçı olmadığı ve aynı evde yaşadığı için Troçki ev kıyafetiyle masada otururken, kahvesini içerken, çalışırken fotoğraflarını çekebilmiş. Yani bu fotoğraflarda onu ne bir hatip, ne de bir asker olarak değil, sıradan bir insan olarak görüyoruz. Resmi bir fotoğrafın verdiği kurgu yok burada. Gerçekten son derece rahat ev kıyafetiyle oturmuş, kendisiyle empati kurabileceğiniz sıradanlıkta ve samimiyetteki fotoğraflar bunlar. Troçki biliyorsunuz, dünya çapında bir isim. Daha sonra gittiği ve öldürüldüğü Meksika'da yaşadığı evin müze yapılması için Frida Kahlo, Diego Rivera devreye giriyor. Burası bugün Meksika’nın en önemli müzelerinden bir tanesi. Neden biz bu Meksika örneğini, onun Büyükada’daki yaşadığı ev için kullanmıyoruz. Müze yapılmasının Büyükada ekonomisine de, temel ekonomisine de çok önemli katkıları olacak.
D.T.: Ama artık yapı yok ortada.
B.U.: Dış duvarları en azından duruyor yani kurtarılabilir.
D.T.: İkinci yaşadığı evden bahsediyorsun.
B.U.: Hamlacı Sokak’taki duruyor. Arap İzzet Paşa Köşkü maalesef çok kötü bir kopyasına dönüştü.
D.T.: Kötü bir replikaya hem de.
B.U.: Kötü bir replikaya dönüştü ama Hamlacı Sokak’taki ikinci ev halen kurtarılabilir kısmen de olsa. Çok önemli bir görseldir bu albüm. Neden? Kitapta bolca iskele fotoğrafı var örneğin. İskele fotoğrafları hep insanları, kalabalıkları gösterir. İnsanlar vapura biner, çıkar. Hep böyle bir Ada meydanı kalabalığı... Bunu bizim kitabımızda da görüyoruz. Troçki'nin albümüne geldiğim zaman aynı mekanın iskele önündeki yokuşun fotoğrafında tek bir kişi yok. Bu tamamen Troçki’nin Ada yaşamının aslında bir görsel dışa vurumu. O kadar temkinli ve ürkekti ki, belki saat beşte dışarı çıkıyor ve daha kimse yokken de hızlıca eve dönüyordu.
Bunun haricinde Troçki gibi önemli, dünya tarihini değiştirmiş bir insanın Ada’da nelere baktığını görebiliyorsunuz. Örneğin tek bir insan yok, tek bir otel yok, tek bir manastır yok, tek bir burjuva köşkü yok. Sıradan balıkçı evleri var ama insan olmayan balıkçı evleri. Sanki bunların hepsi bir siluet gibi. Bu fotoğraflar üzerinden Troçki’nin Ada’da nelere dikkat ettiğini, nelere odaklandığını görebiliyoruz. Buradan çok sayıda farklı okuma çıkabilir. Ben kendimce neler fark ettiğimi yazdım ama bence bu albümün arkasından çok farklı okumalar gelecektir, gelmelidir.
D.T.: Büyük bir tedirginlik ve korku içinde zaten olduğu biliniyor.
B.U.: Bu temkinliliği ilk defa görsel anlamda da kanıtlayabildik.
D.T.: Çok güzel. Daha bir sürü şey var konuşacağımız, bakalım nasıl zaman yetecek? Prinkipo’da yapılan bir konferanstan söz etmiştin.
B.U.: Evet, Barış Konferansı. Çok enteresan tarihi anekdotlar çıktı araştırma sürecinde. Örneğin, ben çok müzayede takip eden bir insanım. Keza, Moris Danon da öyle. Müzayedeler çok bilgiye gebe. Örneğin, Londra'da bir müzayede son Rus Çarı 2. Nikolay’ın kız kardeşinin Rusya’dan 1919’da Büyükada üzerinden kaçtığı ortaya çıktı. Danimarka’ya kaçmadan önce uzun bir süre Büyükada'da yaşamış. Bunu da şöyle ortaya çıkardık; Londra'da Arşidüşes Olga’nın, zannedersem bir buçuk sene önce evrak-ı metrukesi satışa çıktı ve bu evrakları Rusça'dan İngilizce ve Türkçe'ye çevirdiğimiz zaman, Rusya’dan kaçabilen son Romanov olan kız kardeşinin Büyükada olayı ortaya çıktı. Çok enteresan bir şekilde Romanovların - belki bunu romantikleştirirsek - Büyükada’dan hayata tutunduklarını görebiliyoruz. Bu da çok enteresan.
Tabi bunun haricinde aynı dönemde uluslararası basında Prinkipo Konferansı olarak geçen bir olay var; Rus Devrimi oluyor ve Bolşevikler kazanıyor. Çar yanlılarıyla Bolşevikler arasında iç savaş devam ederken, Amerikan başkanı Wilson artık bu iç savaşın bitmesi gerektiğini söylüyor. Prinkipo Konferansı, dünyadaki Bolşeviklerle Çar yanlılarını masa başına oturtacak ilk görüşme ve bir uzlaşma girişimi ancak o kadar büyük bir şaşkınlık yaratıyor ki Eyfel Kulesi’nden telgrafla bütün hükümetlere davet gönderiliyor. Davetin kendisinden çok lokasyonu yani yapılacak yer olan Büyükada tepki çekiyor. Böyle bir kritik zamanda, böylesine kötü bir şaka olmamalı diye tepkiler doğuyor ve gerçekleşmiyor. Prinkipo'yu, Büyükada’yı uluslararası tarihin merkezine alan bu girişimin, Türk tarihçilerinde adı bile geçmiyor maalesef.
D.T.: Çok ilginç ama sen yurt dışında bir çok arşivde buna rastladım diyorsun.
B.U.: Evet, her yerde. The New York Times arşivine girseniz bile sayısız makale var Prinkipo Konferansı hakkında.
D.T.: Evet, müthiş katmanlara dalmışsınız gerçekten. Bir de Amerikan Büyükelçisi Samuel Cox’un çektiği bir fotoğrafı, Rum bir kadının fotoğrafını göstermiştin bana. O da hayli ilginçti.
B.U.: Bu benim çok sevdiğim bir fotoğraf. Bence, Moris Danon Koleksiyonu’ndaki en ilginç fotoğraflardan bir tanesi. Samuel Cox, Prens Adaları’nın, Yunan ırkının Yunan anakarasından daha saf olduğunu savunuyor çünkü ada olduğundan dolayı anakaradan kopuk. Tabii burada bir romantizm de var, tabi ki prohelen bir şekilde Yunan bağımsızlığına yönelik çünkü Batılıların her zaman bir Yunan yanlılığı vardır. Günümüzdeki Ege Adalarının her birinin kendi yerel kostümü vardır ama Prens Adaları’nın yok. Ne halkının fiziki özelliklerine yönelik, ne de örneğin kıyafetlerine yönelik etnografik ya da antropolojik bir çalışma da yok. Elimizdeki bu fotoğraf ilk defa Prens Adaları’nın yerel kıyafetleriyle bir etnografik ve antropolojik çalışmaya, bir kayda yönelik bir fotoğraf. Bu anlamda bence çok değerli ve belki biricik bir kayıt.
D.T.: Programın sonuna geliyoruz. Hemen şunu sormak istiyorum; UNESCO Dünya Mirası Adalar diyoruz. Sen buna nasıl bakıyorsun? Bir de Prens Adaları’nın siyasi, sosyal tarihiyle uluslararası özel bir kimliğe sahip olduğunu söylüyorsunuz bu kitapta. Bunu ekosistemiyle, kültürel peyzajıyla halen koruyor ama imar planları - gerçi siz bu planları bilmiyor olabilirsiniz ama ben söyleyeyim - kültürel peyzajı gerçekten çok tehdit edici. Tescillenmemiş birçok tarihi yapının yerle bir olacağı son derece tehlikeli bir süreç içerisindeyiz. Biz bunu söylüyoruz ama bunun bir kıymeti harbiyesi var mıdır? Bu konuda senin görüşün nedir?
B.U.: Büyükada hiçbir zaman anakaraya günümüzde olduğu kadar benzemedi. Bu bir gerçek. Buna rağmen mekanın onarıcı ve dönüştürü gücüne dair olumlu ifadesini sergilemeye devam ediyor. Kentsel tasarımı, olanaklarına dair ilham verici modern sunmaya devam ediyor. Kent ve doğa birlikteliğine dair halen çok önemli veriler sunmaya devam ediyor ve bunlar o kadar değerli ki... Maalesef günümüzün İstanbul'unda bunları sıkı sıkı korumamız lazım ve örnek teşkil ettirmemiz lazım. Büyükada örneği çok değerli ve bu örneğin pamuklara sarılmış şekilde korunması lazım. Kesinlikle yeni imar planlarına karşıyız ve bu Ada’nın halen eski İstanbul'u yaşatan biricikliğine sahip çıkmalıyız hepimiz, hep beraber. Mekanın onarıcı ve dönüştürücü gücüne dair olumlu ifadesine sarılmalıyız.
D.T.: Çok güzel söyledin, daha konuşacak çok şeyimiz var. Ne yapalım, ikinci bir program daha yapalım diyorum?
B.U.: Zevkle.
D.T.: Alıntılar da var burada. Ayrıca 1795’lerde yaşamış kişilerin Adalar’la ilgili söylediği harika sözler de var. Bunlara da tekrar bakalım. Bir de kitapta çok güzel bir cümleden söz etmek istiyorum. Milattan önce yaşamış, köleyken özgürlüğüne kavuşmuş bir adamın oğlu olan şair Horatius şöyle demiş; ‘Doğru zamanda delirmek tatlıdır.’ Ama programı bununla bitirelim bence. Seninle yayına başlamadan önce konuştuğumuz bu kitabın neşesi ile bitirelim.
B.U.: Çok doğru. Bizim bu kitabı yazarken tek bir kritemiz vardı. Bunu grafikerle de paylaştık, dedik ki, ‘Biz bu kitabın diğer Ada kitaplarından önemli bir farkı olmasını istiyoruz. Hüzün ve nostalji belirleyici unsuru olmasın; geleceğe iyimser bakalım ve bunu bir şekilde hissettirelim.’ Bunu gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum. Tabii ki geçmiş önemli ama gelecek daha da önemli. İyimserliğimizi kaybetmeyelim. Ada’nın halen bize vereceği çok şey var. Bunları hayatımıza katarak, geleceğe güvenle bakalım.
D.T.: Çok çok teşekkür ediyorum.
B.U.: Ben de çok teşekkür ediyorum Derya. Çok keyifli bir sohbet oldu.
D.T.: Evet, bugün konuğumuz mimar ve yazar Büke Uras'tı. Onunla, Büyükada - Moris Danon Koleksiyonu adlı kitabı üzerine konuştuk.