Mavi Kuş Dayanışması'ndan Necati Sönmez'le deprem bölgesinde çocuklara yönelik yaptıkları atölyeleri ve gezici sinemayı konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Aylin Örnek: Merhabalar. 95.0 Açık Radyo’da Dayanışma Kuşağı Programı’ndayız. Bugünkü konuğum Mavi Kuş Dayanışması'ndan Necati Sönmez. Necati Bey aslında bir belgeselci. Kendisi de Antakyalı, ama yurt dışında yaşıyor. Deprem sonrasında Türkiye'ye gelip özellikle çocuklarla ilgili faaliyetlerde bulundu. Necati Bey hoş geldiniz.
Necati Sönmez: Hoş bulduk. Çok teşekkürler Mavi Kuş’u konuk ettiğiniz için.
A.Ö.: Nasılsınız? İyi misiniz?
N.S.: İyiyiz, fena değil.
A.Ö.: Necati Bey, siz yurt dışında yaşıyorsunuz. Depremi duyduğunuzda neredeydiniz tam olarak?
N.S.: 6 Şubat'ta İspanya'daydım, orada yaşayan çocuğumla. Sabaha karşı ailemin WhatsApp grubuna düşen mesajlardan öğrendim ilk olarak. Daha sonra işte sosyal medya ve haberlere bakarak işin boyutunu anlamaya çalıştım.
A.Ö.: Peki, buraya gelip depremle ilgili bir dayanışma faaliyeti gösterme süreci nasıl yaşandı? Yani hemen mi karar verdiniz buna? Yoksa bir süre geçmesi gerekti mi bunun için? Nasıl bir organizasyon yaptınız?
N.S.: Hemen değil tabii. Yani ilk şok zaten birkaç gün biliyorsunuz ne olduğunu anlamakla, işin ne kadar hani vahim olduğunu idrak etmekle geçti. İlk müdahale ya da yardım fiyaskosunu uzaktan izleyerek ve büyük bir öfke ve kızgınlık, hüzün, karışık duygularla geçti açıkçası. Ama o anda atlayıp gelmek gibi bir fikir yoktu. Çünkü o dönemde en acil olan kurtarma faaliyetleriydi. Sanırım ikinci, üçüncü günden itibaren ne yapabiliriz diye düşündük. Ailemin önemli bir kısmı hâlâ Antakya'da. Onların iyi olduğunu, sağ olduğunu daha doğrusu teyit ettikten sonra… Ama maalesef akrabalardan kayıplar oldu. Onların acısıyla aslında kurtarılma çabasıyla geçti.
A.Ö.: Başınız sağ olsun.
N.S.: Teşekkür ederim. Başka bildiğimiz, tanıdığımız o bölgede yakını olmayan, ama mutsuzca yardım çağıran insanlarla telefonlar üzerinden ya da mesajlarla irtibat kurmakla, onlara bir şekilde yardım etmeye çalışmakla geçti. O bir ilk haftanın gündemi buydu. Daha sonra arkadaşlarımızla “bu kurtarma faaliyetleri bir süre sonra bitecek, başka ihtiyaçlar başlayacak ve muhtemelen en az dikkat çekecek olan çocuklar olacak” diye konuştuk. Yani en ihmal edilecek kesim tabii ki kadınlar, çocuklar dezavantajlı toplumun zaten dezavantajlı olan kesimleri. Biz çocuklarla çalışma deneyimimiz olduğu için daha önce Dokümanterist olarak ve Dokümanterist’in düzenlediği İnsan Hakları Film Festivali'nin ekibi, gönüllüleri olarak “bu deneyimler üzerine ne inşa edebiliriz, o bölgeye nasıl faydalı olabiliriz” diye konuşmaya başladık. Bir hafta da bunu uzaktan planlamaya çalışarak geçti diyebilirim.
A.Ö.: Konuştuğunuz arkadaşların hepsi sizin gibi belgesel filmci ya da film sektöründe olan insanlar mıydı yoksa değişik disiplinlerden insanlar da var mıydı içinde?
N.S.: Yok, değil ama festivalin çevresinde olan, belgesele yakın insanlar, belgeselciler de var. Biz daha önceki atölyelerimizi hep çevremizdeki sanatçı arkadaşlarla birlikte yapmıştık. Bunlar görsel sanat işleri yapıyorlar. Bunları da onlara başvurarak, danışarak örgütlemeye çalıştık, çalışmak istedik. Ama çıkış noktası festivalin içinden ve hatta film gösterimiyle başlamaktı. Zaten festivalin hâkim olduğu bir alan var. Film ve film atölyeleriyle başladık ama daha sonra bundan çıktı. Çok hızlı bir şekilde aslında film gösteriminin orada çok fazla yapılamayacağını kavradık. Zaten bize katılan arkadaşların çoğu, sanatın her branşından arkadaşlar (yani görsel sanatlar, çağdaş sanat, dans, müzik, kukla vesaire), her tür çocuklarla yapılabilecek iş çalışmalara aşina olan insanlar… Zaten çağrımıza da onlardan yanıt geldi. Hiç bildiğimiz, tanıdığımız insanların yanında tanımadığımız insanlar da geldi o çağrıya, şu ana kadar altmıştan fazla cevap geldi. Bu insanları en başından beri bir programa sokarak o bölgede tabiri caizse mobilize etmeye çalıştık, koordine etmeye çalıştık.
A.Ö.: İlk nereye gittiniz?
N.S.: Biraz geriye sararsa, ben ikinci hafta boyunca Antakya'da özellikle bildiğim gönüllülerle, orada çalışan dışarıdan gelmiş ya da yereldeki insanlarla irtibat kurup “ne yapabiliriz” gitmeden planlamaya çalıştım. Hatta gittiğimde hemen çalışmaya başlayalım diye çocuklar için çalışma yapılabilecek bir mekân ayarlamaya çalıştım. Sonraki haftanın sonunda gittim. Üçüncü haftada oradaydım. Daha önce planladığımız hemen hemen her şeyi çöpe atmak zorunda kaldık, yani bir işe yaramadığını fark ettik. Çünkü durum çok hızlı değişiyordu. Özellikle ilk haftalarda. Oraya gidince üç beş gün bölgeyi gezerek geçti. Özellikle kendi köyüme gittim. Kardeşlerimi gördüm. Onların sorunlarıyla ilgilenirken bir yandan, evsiz kaldılar, evleri yıkıldı ve başka şehirlere nakletmek durumunda kaldık. Annem de dahil... Bunlarla ilgilenirken bir yandan Antakya'nın belli bölgelerini dolaşarak bir saha araştırması yapmakla geçti. Nerede ihtiyaç var, ya da nerede çocuklarla çalışabilecek mekânlar var, onları tespit ettik. Yereldeki sivil inisiyatiflerle görüşüp bir tür network kurduk. Sonrasında kendi köyümde bir film gösterimiyle başlayarak hızlı bir şekilde uygulamaya geçildi. İstanbul'dan hemen ilk gönüllü ekibi geldi ve onları saha çalışması sırasında irtibatta olduğumuz insanların yönlendirmesiyle koordine ettik. Şimdi şu anki durumda Samandağ'ın köyleri, Antakya'nın birkaç merkez köyü, Çekmece, Defne içinde Çekmece'nin birçok mahallesi, Antakya'nın öbür ucundaki Serinyol, Ekinci gibi yerler olmak üzere bugüne yaklaşık yirmi beşten fazla mekânda altmışa yakın etkinlik yapmışız Mart’ın ilk gününden itibaren.
A.Ö.: Peki ilk etapta gelen sayısı kaçtı sizle birlikte gönüllü olarak?
N.S.: Üç arkadaşımız gelmişti. Onlar bir hafta kadar kaldılar. Sonra onlar gitti
başkaları geldi. Bir süre sonra çağrımıza daha hızlı daha çok insan başvurmaya başladı. Onları belli bir takvime bağlamaya çalıştık. Dört, beş, bazen sekiz kişiye kadar çıkan bir ekibimiz oluyor sürekli orada. Bunlar da günde iki yerde iki etkinlikle üst üste yapılıyor. Dolayısıyla iki mahalle ya da iki köy. Yani şu an işte günde iki mekândan haftada on, bazen hafta sonunu da katıyoruz, on iki kadar etkinlik yapıyoruz. İşte bu gelen arkadaşların branşına göre değişkenlik gösteriyor. Bir mekâna gittiğimizde iki saate varan, yaklaşık yarımşar saatlik atölyeler serisi yapıyoruz. Müzikle başlayıp resimle devam edip başka bir şeyle, mesela sporla
bitirebiliyoruz ya da dans gibi bir şeylerle… Sormadan söyleyeyim: Yapmaya çalıştığımız bütün etkinlikleri çocukların aktif katılımını sağlayacak şeyler şeklinde planlıyoruz. O yüzden aslında başta başladığımız o film gösterimlerini bir noktada dönüştürdük, azalttık ve başka bir şeye dönüştürdük. Film gösteriminde genellikle çocuklar sadece pasif seyirci konumunda oluyorlar. Bunu yapmamaya çalışıyoruz. Üretebilecekleri, birlikte üretebileceğimiz şeyler yapmaya çalışıyoruz. En temel ilkemiz bu. Film gösterimlerinde dahi bir tür film okuma, tartışmalı, izledikleri filmler hakkında yorum yapmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Ya da bir animasyon filmi gösteriliyorsa o filmin, nasıl üretildiği üzerine biraz yaş grubu yüksekse yani onu anlayacak kapasitedelerse filmlerin arka planını anlatmaya çalışıyoruz. Bir tür sinemaya giriş dersine dönüşüyor. Ama böyle interaktif olmasına çalışıyoruz bütün bu etkinliklerin.
A.Ö.: Necati Bey, gideceğiniz mekânları ve çocukları siz mi seçiyorsunuz yoksa size dışarıdan bununla ilgili bir talep mi geliyor?
N.S.: Tamamen talepler üzerine. Zaten ilk haftada gittiğimiz yerlerde sorduğumuz şey: “Ne zaman, nerede ihtiyaç var?” Onlar bizi arıyorlar: “Şu gün gelebilir misiniz? Ya da ne zaman gelebilirsiniz?” Birlikte karar veriyoruz. Ama mutlaka o yerelde o çocukları zaten çağıracak köyde ya da mahallede yapacak birisi oluyor. Bazen bunlar şahıslar oluyor. Zaten şu an çalıştığımız bölgelerin hepsinde tamamen halen, ikinci aydan sonra dahi tamamen sivil inisiyatiflerin üstüne kalmış durumda yardım, psikososyal destek vesaire… Onlarla çalışıyoruz. Kimi yerlerde bireyler bir mekân ayarlıyor ve çocukları topluyor. Biz gidince onları orada buluyoruz. Etkinliklerin önemli bir kısmı Hatay Deprem Dayanışması ile koordineli yürüyor. Onların gösterdiği, yönlendirdiği yerlere gidiyoruz. Özellikle Çekmece, Çekmece çok geniş bir bölge. Özellikle oradaki pek çok mahalleye onlar üzerinden gittik. Hiç bilmediğimiz, tanımadığımız yerler doğal olarak. Mutlaka bize yol gösteren, çocuklara da duyuracak olan, ebeveynlere etkinliği gösterecek birileri gerekiyor.
A.Ö.: Yani siz de oradaki sivil inisiyatiflerle aslında bir iş birliği yapıyorsunuz bir yandan.
N.S.: Tabii tabii. Evet. Bu arada bize katılan, yerelden öğretmenler, psikolog, orada zaten sahada olan insanlardan da destek aldığımız oluyor. Özellikle ilk zamanlarda sınır tanımayan doktorlar, başka uluslararası birtakım kurumlardan psikolog desteği aldık. Orada yaşayan eğitmenlerden de çocuklarla çalışma yapabilecek olan insanlardan da destek alıyoruz arada bir.
A.Ö.: Çocuklarla ilgili ne gözlemliyorsunuz?
N.S.: Bu soruya giriş babında şunu eklemeyi unuttum. Aslında biz buraya gelmeden önce birtakım eğitimlerden geçtik. Gelen arkadaşlarımızı böyle eğitimlere sokmaya çalıştık. Online bazı brifingler verildi bize “travma sonrası çocuklarla çalışma” üzerine. Çünkü çoğumuzun böyle bir deneyimi yok. Birtakım bilgilerle yani bilgilenmiş olarak geliyor arkadaşlar. Ama tabii esas sahada görüyoruz. Esas deneyim ve bize öğretici olan çocuklarla buluşmak oluyor. Şunu fark ettik, aslında ne yaparsanız yapın çocukların bu ortamda sizinle buluşması, dışarıdan gelmiş olan ve onlarla konuşma, onları dinleyen, onlarla bir şey yapmaya gönüllü birileriyle karşılaşmış olması başlı başına iyileştirici bir şey. Onun içini tabii ki en yaratıcı bir şekilde doldurmaya çalışıyoruz ama onlara ne yaparsanız iyi geliyor. Onların birbirleriyle buluşması kıymetli. Çünkü bu tür sosyal imkânlar da yok oldu depremle beraber. Okullar zaten çocuklar için en büyük sosyalleşme yeri belki. Okullar kapalı olduğu için sürekli evdelerve sürekli deprem konuşuluyor. Büyükler konuşuyor. Çocuklara hiç kimse sen ne yaşadın diye sormuyor. Büyükler yaşadıklarını anlatıp duruyorlar 6 Şubat ve sonrasında. Bunu fark ettik. O çocuklara da birilerinin sorması gerekiyormuş ve anlatma ihtiyacı duyuyorlarmış. Bunu hissediyorsunuz. Bunu özellikle psikologlarla deneyimledik ve gerçekten çok iyi bir iş çıkardılar bizimle gelen psikolog arkadaşlar. O çocuklarla bir kere iletişim kurunca gerisinin gelmesini istiyorlar. Onu fark ettik. Sürekli haftaya da gelecek misiniz sorusu geliyor. Dolayısıyla orada bir ihtiyaca cevap verdiğini anlıyorsunuz. Biz de bu sürekliliği kurmaya çalışıyoruz aslında. Bir yere gittiğimizde her hafta aynı gün aynı saatte gitmeye gayret ediyoruz. Mekanların önemli bir kısmıyla böyle bir rutin program oluşturmuş durumdayız.
A.Ö.: Peki bunu ne kadar süre devam ettirebileceğiniz ya da devam ettireceğiniz konusunda bir planınız var mı?
N.S.: Evet. Tabii hiçbir şeyin belli olmadığı ilk dönemde sadece uzun vadeli olmasını arzu ediyorduk. Ama başladık ve buraya getirdikten sonra şimdi mesela bir buçuk yıllık plan yapmaya çalışıyoruz. Bunun sürdürülebilirliği biraz ekonomik desteğe, bulacağımız olanaklara bağlı. Şu ana kadar biz dostlardan, yani ben yurt dışından gelirken, daha henüz işte oraya gideceğimi söylediğimde birtakım arkadaşlar sağ olsunlar aralarında toplayıp üç beş kuruş vermişlerdi. Türkiye'den birtakım insanlar ilk etapta destekledi. Yani bireysel destekleri bir araya getirerek başlattık. Ama ihtiyaçlar büyüdü. İhtiyaç haritası genişledi. Gideceğimiz mekanlar arttı. Halen de yeni talepler geliyor. Bu hareketi devam ettirmek, işte lokalde araçla gidiliyor bütün mekanlara, gündelik giderleri karşılamak için ciddi bir şey gerekiyor. Bunu sağlayabilirsek bir buçuk yıl sürdürme hedefimiz var. Şu noktada da en azından sonbahara kadar, okullar umuyorum ki sonbaharda tam randımanlı açılacak, eğer öyle olursa o güne kadar en azından ama sonrasında bir yıl daha en azından hedefliyoruz.
A.Ö.: Necati Bey, anladığım kadarıyla Mavi Kuş Dayanışması ismi de deprem sonrası ortaya çıktı. Daha önceden olan bir şey değildi, değil mi?
N.S.: Yok. Dediğim gibi biz daha önce çocuklarla etkinlikler yapıyorduk. Ama işte İnsan Hakları Film Festivali ya da ekibi olarak gidiyorduk. Burada bizimle birlikte iki inisiyatif daha katıldı. Çizgi Çocuk Atölyesi ve Açık Atölye. Orada da çocuklarla çalışan sanatçı arkadaşlarımız var. Birlikte böyle bir inisiyatifi birlikte kurunca bir yeni bir isim önerildi. Ve aslında etkinlikler başladıktan sonra geldi isim. Sonradan oldu. Bir espriyle başlayarak, sonra da Mavi Kuş adını alarak devam etti.
A.Ö.: Bu Mavi Kuş Dayanışması 6 Şubat depremleri sonrasında var olan bir yeni sivil girişim aslında değil mi? Belki de sizin bundan sonraki bir buçuk iki yıllık çalışmanızda ve daha sonrasında da bir sivil inisiyatif olarak devam edecek bir girişim.
N.S.: Kesinlikle, bu tıpkı 1999 depreminde kurulan bir Deprem Derneği vardı ve onun etrafında örgütlenen insanlar gibi depremin üzerine inşa edilmiş bir örgütlenmeydi. Bu da aynen öyle. Bu deprem sonrasında, muhtemelen böyle bir musibet umarım bir daha yaşamayız ama bir ihtiyaç halinde bu kadar geniş sanatçı ağı ve böyle bir deneyim mutlaka başka yerlerde de devam edecektir diye düşünüyorum.
A.Ö.: Siz Antakyalısınız, yurt dışında yaşıyordunuz. Muhtemelen depremden ne kadar süre önce en son oradaydınız bilemiyorum ama…
N.S.: Aralık’ta.
A.Ö.: Peki, bu deprem sonrası geldiğinizde ne hissettiğinizi ben merak ediyorum. Yani o tabloyu görünce ne hissettiğinizi çok merak ediyorum.
N.S.: E çok zor. Çok hakikaten. Şimdi boğazım düğümlendi bir an, soru karşısında, ne diyeceğimi bilemedim. Aralık’ta geldim. Yazın da gelmiştim. Son birkaç yıl daha sık gelmeye başladım. Biraz da annemin sorunları nedeniyle. Ben kırk yıl önce çıktım Antakya'dan. Liseyi aslında başka bir şehirde okudum. Sonrasında hep uzak kaldım. Böyle kısa aile ziyaretleri… Çok garip şekilde ilk defa kırk yıl sonra bu kadar uzun bir süre kaldım. Hiç bilmediğim, unuttuğum yerlerle tanışmış oldum. Yani şehir yok olduktan sonra şehri tanımaya başladım gibi bir şey oldu. Bizim çok geniş bir aile, sülale diyeceğim geniş bir büyük bir ailemiz var. Tabii ki hepsiyle iletişim devam edemiyor. Yani uzak akrabaları az tanıyordum. Bazı yeni kuşakları hiç tanımıyordum. Bu süreçte onlarla yeniden tanıştım. Hatta bizimle birlikte çalışmaya başladılar. Yani kuzenlerin çocukları mesela. Böyle enteresan bir beni de çok duygusal olarak sarsan aslında bir deneyim oldu. Tabii ki Antakya'nın şehir merkezinin tamamen yok olması, çocukluğumuzun, her şeyimizin aslında bir anlamda büyük bir yara alması demek. Yani bunların hepsi ayrı bir şey. Akraba kayıplarını saymıyorum bile. O insanlar öldü, gitti. Şimdi de bir şehrin yasını tutuyoruz. Ama şunu söylemem lazım. Bütün bu acı deneyimin üzerine orada olmak, çocuklarla çalışmak, yani bizimle çalışmayı aklına geçirecek arkadaşlarımız için söylüyorum. Bize çok iyi geldi. Oraya gelen bütün arkadaşlarım da bunu söylüyor.
A.Ö.: O dayanışmayı göstermek herhalde sizin için de sağaltıcı bir deneyim diye düşünüyorum.
N.S.: Kesinlikle. Benim için en zor süreç burada olmadığım, buraya gelene kadar ki süreçti. O ilk iki haftaydı. Sonra, hiç mesela ağladığımı hatırlamıyorum geldikten sonra. Çok acı manzaralar, çok çok kötü bir şeye kendimi hazırladığım halde çok şok edici bir manzarayla karşılaştım ama onu kabulleniyorsunuz. Sonra hayatı, devam eden hayatı görüyorsunuz. Özellikle çocukların gözlerinde ve daha çok köylerde olmamızın getirdiği bir hâl de var. Şu an kırsal alanda, köylerde yavaş yavaş bir döngü, yaşam döngüsü yeniden başlama aşamasında. Yani birtakım mekanlar açılıyor. Fırınlar, işyerleri, lokantalar hatta marketler. Şehir içi tabii. Uzun bir süre muhtemelen ölü bir şehir olarak kalacak ama. Ben tabii Antakya üzerinde konuşuyorum. Diğer şehirlere gitme şansım olamadı maalesef bu yoğunlukta. Ama durum böyle.
A.Ö.: Çocuklarla çalışıyorsunuz. Bir sürü aktivite yapıyorsunuz. Sizi şaşırtan çocuk ya da çocuklar oldu mu bu süreç içinde yaptıklarıyla?
N.S.: Çok, tabii ki. Yani çocukların yaratıcılığına hepimiz şaşırıyoruz. Bazen hakikaten çocuk resmi deyip geçtiğimiz bir sürü şey… Çok konuşmak istemiyorum ama ben mesela şunu söyleyebilirim; sanata bakışımı bile değiştirecek bir deneyimdi. O çocukların yaptığı işleri görmek, bu kadar da güçlü bir etki bırakıyor insanın üzerinde. Çocuklardan da tonlarca hikâye dinliyorsunuz kulak verince. Özellikle çocukların bir hayata tutunma güdüsünün daha güçlü olduğunu görüyorsunuz. Büyüklerden daha güzel. Yani onlar hayatta kalmak üzere programlanmış doğaları gereği.
Bir alanımız olmadığı için ergenlerle ve gençlerle maalesef çalışamıyoruz ama onları gözleme şansımız oluyor. Bazen kardeşlerini getiriyorlar, kenarda duruyorlar. Onların durumuna daha çok üzülüyorum ben. Yani aslında gençlerle, ergenlerle bir şey yapılmıyor ya da çok az şey yapılıyor. Esas aslında oraya bakmamız gerekiyor. Onu öğrenmiş olduk. Ama maalesef işte çadır kentler kuruluyor orada ama o kesim için şu ana kadar bir plan, bir proje, bir şey görmedim. Bir etkinlik de görmedim.
A.Ö.: Dinleyicilerimizden eğer ergenlere yönelik faaliyetlerle ilgilenen birileri, sivil toplum kuruluşları, bireyler varsa belki onlara yönelik projelerde geliştirilebilir. Orada bir eksiklik olduğunu en azından biz buradan duyurmuş olalım.
N.S.: Kesinlikle. Yani en çok şu anda dikkat edilmesi gereken belki o.
A.Ö.: Necati Bey, çok çok teşekkür ediyoruz programımıza katıldığınız için. Emeklerinize sağlık. Yaptıklarınız muhteşem. Umarım bu kadar büyük afetlerle bir daha karşılaşmayız. Mavi Kuş Dayanışması’na da şimdiden başarılar diliyorum bundan sonraki hayatı için. Bir sivil toplum kuruluşumuz daha oldu en azından sanata katkı veren. Çok teşekkürler.
N.S.: Sağ olun. Yani bu programı dinleyip belki oraya gelmeyi düşünecek arkadaşlara da iletelim. Şu an meşguliyet vesaire bir sürü engel olabilir ama süreç çok uzun. Biz de orada çok uzun kalmayı düşünüyoruz. Şimdi olması gerek değil ama her zaman bekleriz.
A.Ö.: Evet, Instagram'dan Mavi Kuş Dayanışması’nı takip edebilirler. Ya da katkı sunmak isterlerse sizinle orası aracılığıyla iletişime geçebilirler diye düşünüyorum, değil mi?
N.S.:[email protected] mail adresine de yazmaları yeterli.
A.Ö.: Peki. Tekrar çok teşekkür ediyorum. Tekrar çok çok geçmiş olsun. Kayıplarınız için tekrar başınız sağ olsun. Görüşmek üzere diyorum. Antakya'ya sevgiler.
N.S.: Sevgiler. Hoşça kalın.