Sıtkı Yapıcı ve Şeyda Ünal Yapıcı’yla masaj terapistlerinin deprem bölgesindeki gönüllü çalışmalarını konuştuk.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
İsmail Başöz: Merhabalar, Dayanışma Kuşağı programında sizlerle beraberiz. Ben İsmail Başöz. Bugünkü konuklarımız Sıtkı Yapıcı ve Şeyda Ünal Yapıcı. Hoşgeldiniz.
Şeyda Ünal Yapıcı: Merhaba, hoşbulduk.
Sıtkı Yapıcı: Hoşbulduk.
İ.B.: Sizi yolda yakaladık galiba, öyle değil mi?
S.Y.: Evet doğru.
İ.B.: Ve deprem bölgesine doğru yol alıyorsunuz anladığım kadarıyla.
S.Y.: Evet doğru.
İ.B.: Peki. Çok kısa bir girişle sizlerle nasıl tanıştığımı dolaylı olarak hemen söyleyeyim, sonra size bırakacağım sözümü. Antakya'da deprem bölgesinde gönüllü olarak çalıştıktan sonra havaalanında bir arkadaş geldi yanıma, “Siz de gönüllü müsünüz?” dedi. Biz, üç dört kişi oturuyorduk, Tabipler Odası ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) çalışanları olarak. Sonra kendisini tanıttı, “Ben de masaj terapistiyim,” dedi. Allah allah nasıl yani? “Biz de gönüllüydük,” dedi. “Ne yaptınız ki burada?” diye başladım. Sonra da ağzım açık kaldı gerçekten yaptıklarınız karşılığında. Sizin ekibinizden bir arkadaşımız Zeynep Mataracı'ydı. Ona da teşekkürlerimizi iletelim. Evet, siz Antakya'da deprem bölgesinde gönüllü bir süreç geçirdiniz. Gönüllü olarak dayanışma ağlarının içindeydiniz. Şimdi de tekrar oraya doğru gidiyorsunuz. Ne yaptınız? İlk gittiğinizde nasıl bir süreçti? Biraz bunlardan bahsetmeye başlayalım.
Ş.Ü.Y.: Tamam. Öncelikle teşekkür ederiz bizi ağırladığınız için buradan.
İ.B.: Keyifle.
Bireyi bir organizma, bir bütün olarak kabul ediyoruz
Ş.Ü.Y.: Biz Bodrum'da yaşıyoruz Sıtkı’yla birlikte. Aslında masaj terapistiyiz. Bu masaj terapisti nasıl bir şey, aslında biraz ondan bahsetmek isterim kısaca. Biz aslında bedene sadece kaslar olarak bakmıyoruz da bir bireyi bir organizma olarak, bir bütün olarak kabul ediyoruz. Yani işte kaslardan, yumuşak dokudan, bağ dokudan, fasyadan, sinir sisteminden ve organlardan; hepsinden, hepsinin birbiriyle ilişkisi olduğunu ve aslında bu ilişkiyi göz önünde bulundurarak terapi yapıyoruz diyebiliriz. Bunun, bedenin farklı katmanlarıyla çalışan farklı yöntemleri var. Biz beden çalışması diyoruz buna, sadece masaj değil, masaj terapi de bunun içine dahil. Ama biz bir topluluk olarak aslında bedenin bu farklı katmanlarıyla çalışan kişilerden oluşuyoruz.
S.Y.: Yani, ek olarak ben de bir şey söyleyeyim; sonuçta bedenimiz birçok şeyin gerçekleştiği alan oluyor. Özellikle travmalar söz konusu olduğunda yaşadığımız her şey ya duygusal ya da fiziksel olarak aslında bedenden gerçekleşiyor. O yüzden bedende çözülüyor. Biraz bunun bilinciyle işimizi yapıyoruz, öyle diyeyim.
İ.B.: Evet, ama Şeyda’nın küçük bir röportajını dinlediğimde yola çıkarken hiç bu planla gitmediğinizi belirtmişti, doğru mu?
S.Y.: Evet vardı. Ama aslında gönüllü, insani yardım için gittik oraya, dayanışma için gittik.
Ş.Ü.Y.: Biz, aslında Bodrum'da tanımadığımız birinin çağrısı üzerine yola çıktık beraber, “Ben de İskenderun'a gidiyorum, bana eşlik edecek biri var mı?” diye. Biz de zaten gitmek istiyorduk.
Kafamızda bir yer de yoktu şuraya gidelim diye ya da şunu yapalım diye. Biz öyle yola çıktık birlikte. İskenderun'da İskenderun Dayanışma Kolektifi’yle birlikteydik orada. Orada tırlar geliyor, yük taşınıyor, kutular açılıyor, istifleniyor ve dağıtılıyor. Yani bir çeşit yardım toplama ve dağıtma deposu vardı ilk gittiğimizde.
S.Y.: Biz de oradaki diğer gönüllüler gibi gelen tırlardan malzemeleri indiriyor, onları ayrıştırıyor ve sonra da saha çalışması yapıyorduk. Sahadaki insanların durumlarını tespit edip, bir arada kaç kişi yaşıyor, bu yaşayanlar arasında bebek var mı, bu bebekler kaç numara bebek bezi kullanıyor veya kaç numara mama kullanıyor gibi bilgileri alıp bunlara göre onların ihtiyaçlarını kolilerle hazırlayıp ya onlar gidip depodan alıyorlardı ya da biz araçlarla onların bulundukları yerlere götürüyorduk. İlk önce böyle faaliyetlerde bulunduk.
İ.B.: Kaç gün sürdü bu bahsettiğiniz şekildeki çalışmanız?
S.Y.: Yani bir hafta, on gün sonra diyeyim. Biz aslında depremin sanırım…
Ş.Ü.Y.: İkinci haftası oradaydık.
S.Y.: Evet. On ikinci gün falandı biz İskenderun'a gittiğimizde, on gün sonra falan artık biraz daha böyle zaman geçtiği için. Bir de şöyle bir şey oldu, depomuz taşındı. İlk önce Bera Cafe vardı İskenderun'da sahil kenarında. Yani Bera Cafe, zaten ilk adı da Bera Dayanışma ya da Bera Cafe diye geçiyordu. Biz daha sonra mahalle içinde bir düğün salonuna taşındık. Prefabrik bir yapıydı, daha büyük bir depoydu. Oraya taşındık, koğuş gibi bir yerde kalıyoruz. Orada tabii aşırı çalışmadan dolayı, yorgunluktan dolayı ve deprem travmasından dolayı, bu gönüllülerin büyük bir bölümü de aslında İskenderunlu ya da Hataylı depremzedeler de aynı zamanda, şehir dışından gelen bizim gibi arkadaşlarımız da vardı ve bu sinir sistemi çok fazla uyarıldığı için insanlar dinlenemiyordu. Yani sürekli deprem konuşuluyor, sürekli depremle ilgili bilgiler alınıyor, bunlar internetten takip ediliyor. Zaten yıkık binaları görüyorsun her yerde, yıkılmış mahalleleri görüyorsun ve her an zaten artçı depremler olabildiği için sürekli aktif haldeydi sinir sistemi. Sempatik sistem özellikle çok aktif haldeydi. Biz kaldığımız koğuşta akşamları insanları biraz dinlendirebilmek adına duyarlı dokunuşlar diyelim yani masaj da değil, ‘Qi Hai Shu’ dediğimiz bir teknik, o tür dokunuşlar yapmaya başladık. On dakikalık bir seans sonrasında bile, seans da demeyeyim aslında, yani dokunmadan bile insanlar çok etkileniyordu, çok dinlenmiş bir şekilde kalkıyorlardı. Hemen mesela uykuya falan dalıyorlardı, daha düzgün nefes alabilen oluyordu. Bunun etkisini görünce, karşılığını görünce biz daha fazla masaj yapmaya başladık. Biraz böyle gelişti.
İ.B.: Evet, ilginç. Hem fiziksel yorgunluk hem de zihinsel ve ayrıca da tabii ortamın yarattığı psikolojik gerginlik olunca hepsine birden bir dokunuş sağlamış oldunuz. Orada şunu mu fark ettiniz; Bunu yapalım ama nasıl yapalım? Sonrası nasıl devam etti?
S.Y.: Evet, sonra depo taşınınca bizim orada kullanabileceğimiz bir tane oda olduğu ortaya çıktı. Seans odası gibi. Biz orada daha sık seanslar, biraz daha belki uzun süreli seanslar yapmaya başladık ve bu seansların çok işe yaradığını görünce sonra…
İ.B.: Gönüllülere, sözünüzü kestim ama gönüllere yapıyordunuz değil mi?
S.Y.: Öncelikle gönüllülere. Zaten beraber çalıştığımız, arkadaş olduğumuz, artık yoldaş olduğumuz, birbirimize güvenimizin tam olduğu bu insanlarla başlamıştık. Bu kişiler aynı zamanda depremzede de belki, onu da belirtmek lazım. Sonra bizim travmayla ilgili aldığımız eğitimler vardı, oradaki hocalarımızla da görüştük, onların da tavsiyesi aslında depremzedelerle hemen çalışmaya başlamamak oldu. Böyle bir iki ay gibi bir zaman geçtikten sonra bu tür şeylere başlamanın, daha farklı yerlerde görülmüş deneyimlerden dolayı böyle bir şey önermişlerdi. O yüzden biz ilk önce yardım edenlere yardım etmek gibi bir şeyle gittik ve bunun çağrısını yaptık. Dedik ki, “Böyle böyle.” Burada artık beden terapileri ya da psikoterapilerin zamanı geldi. İnsanların bedenleriyle ilgili sorunları veya duygusal sorunları ortaya daha çok çıkmaya başladı. Çağrı yaptık. Baktık ki bunun karşılığı var, ihtiyaç var. Bizim gibi beden çalışmaları yapan gruplarımız var. Bu arada belki ondan da bahsetmemiz lazım.
İ.B.: Çok iyi olur.
Ş.Ü.Y.: Aslında deprem haberini aldıktan sonra beden çalışması yapan kişilerle bir araya geldik. Kendi aramızda, hepimiz farklı şehirlerde olduğumuzdan online toplantılar yapmaya başladık ne yapabiliriz diye. Önce kendi içimizde, kendimizi aslında biraz iyileştirmek için, biraz daha sakinleştirmek için.
İ.B.: Hepimiz gerilmiştik çünkü, değil mi?
Ş.Ü.Y.: Evet, doğru. Yani oraya gidelim bir şeyler yapalım fikrinden önce şunu fark ettik; bizim komşumuz uyuyamıyor yani arkadaşlarımız uykusuzluk çekiyor, anksiyete yaşıyor. Yani tabii ki sadece orayı değil herkesi etkiledi bu. O yüzden şunu düşündük; beden çalışmaları grubu olarak bunun için bir araya geldik ve herkes öncelikle kendi çevresinden başlasın. Yavaş yavaş bu halka büyüsün. Bir kısmımızdan on, on bir kişi dönüşümlü olarak İskenderun'da gittiğimiz yere, özellikle Defne’de bir arkadaşımız gönüllü oldu. Herkes kendi şehrinde hem de orada bir şeyler yapmaya başladı. Birbirimizden haberdar olmaya başladık.
S.Y.: Depremin ikinci gününde aslında İstanbul'da bizim bir eğitim yerimiz, kursumuz var. Oradaki hocamız travma, release exercise [serbest bırakma egzersizi] deniyor, travmanın bedendeki fiziksel etkilerini, fizyolojik etkilerini boşaltmak için yapılan birtakım egzersizleri şey yapmaya başladı.
İ.B.: Sizinle paylaşmaya başladı.
S.Y.: Evet, işte bunun duyurusunu yapıp, kendisini bu anlamda kötü hisseden insanlara çalışıyorduk ve orada bir gönüllü grubu da oluştu yavaş yavaş açıkçası.
İ.B.: Bir şey sorabilir miyim? Kaç kişiydiniz daha önce haberleşen? Yani bir şekilde bence örgütlenme, kabul edebileceğimiz bir haberleşme ağınız vardı gitmeden önce.
Ş.Ü.Y.: Evet. Aslında organik bir bağımız vardı. Hem birbirimizi tanıyoruz. Aynı öğretmenden, Tatjana Rottenberg diye bir hocamız var, aşağı yukarı hepimiz ondan eğitim aldık bir şekilde ve yıllar önce aslında biz Beden Çalışmaları Platformu isminde bir topluluk olmaya çalışıyorduk. Yani bu resmi bir topluluk değil ama bu topluluğun sanki ortak bir motivasyonu eksikti. Yani ne için bir araya geliyoruz gibi ortak bir motivasyonu eksikti. İlk başta şey yapmaya çalıştık; bizim yaptığımız mesleğin biraz sınırları belirsiz, aynı hekimler gibi ya da psikologlar gibi aslında. Bizim de bir etik manifestomuz olmalı, bu mesleğin etik bir çerçevesi olmalı diye başladık o topluluğu kurmaya. Ama çok uzun süre biraz dağınık kalmıştı. Deprem gününde tekrar bir araya geldik. Öyle oldu.
S.Y.: İlk başlarda yirmi kişi falandı. Şu anda yetmiş kişiye kadar ulaştı, WhatsApp grubundan bahsediyorum. Herkes çok aktif değil orada. Ama birbiriyle haberleşen yaklaşık yetmiş kişi falanız.
İ.B.: Bunun altını çizmek istedim. Çünkü orada da tanık olduğum birçok grup, WhatsApp grupları temelinde başlayarak dayanışma ağları şekline dönüşmüş. Bu da benim ilgimi çeken bir noktaydı açıkçası. Onun için sordum.
S.Y.: Evet.
İ.B.: Peki, oraya gittiniz, sonra bunu sadece koğuşta, birlikte olduğunuz yerdeki diğer gönüllü arkadaşlara uygularken yanılmıyorsam biraz hastaneye doğru, sahra hastanesine doğru bir temasınız olmuş.
Kişi kendisini güvende hissettiğinde birçok iyileşme zaten kendiliğinden gerçekleşiyor
S.Y.: Evet o çok ilginç oldu. İyi Parti'nin (İYİ Parti) kurduğu bir sahra hastanesi vardı. Sonradan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) devredildi. Onlarla bir iletişimimiz oldu. Biz kendimizi tanıttık, dedik ki, “Biz bu tür konularda eğitimler aldık. Bedenle ilgili bu tür çalışmalar yapabiliriz. Çok pozitif karşıladılar. Hastaları nasıl size yönlendiririz? Nerede size bir alan bulabiliriz?” diye düşünürken baktık ki aslında ilk önce sağlık çalışanlarının buna ihtiyacı var. Çünkü çok yoğun çalışıyorlardı, dinlenemiyorlardı. Belki herkesten daha uzun saatler çalışıyorlardı onlar. Özellikle hastane müdürünün şeyini hatırlıyorum; berber randevusunu dört beş kere falan ertelemişti. Oradaki berberlerin çoğu zaten kapalı olduğu için böyle randevu almamız gerekiyordu. Yani açıkçası kendi öz bakımlarını yapmaktan vazgeçmişlerdi birçok sağlıkçı. Biz dedik ki, “Önce size yapalım ve siz bunu bir deneyimleyin, ondan sonra bize yönlendirirsiniz?” Sonrasında zaten Güney Koreli bir ekip geldi, fizyoterapist bir ekip geldi. Onlar orada böyle çalışmalar yaptılar ve onların akabinde de biz o sırada İskenderun'dan dönmüştük artık, dönüş yapmıştık, sahra hastanesinde bizim arkadaşlarımız gidip özellikle ağrı konusunda, kronik ağrı veya diyelim ki yorgunlukla ilgili, bedenini kötü hisseden kişilerle ilgili ufak dokunuşlar yaptılar. ‘Tetik nokta’ dediğimiz bir masaj türü var, bu ağrı tedavisinde çok etkili, onu uyguladılar. Söylediğim gibi sinir sistemi çok fazla uyarıldığı için, birazcık o insanlara duyarlı bir dokunuş yaptığında, güvende hissettiğinde, kendi bedeninde kişi kendisini güvende hissettiğinde birçok iyileşme zaten kendiliğinden gerçekleşiyor.
İ.B.: Sözünüzü keseceğim Sıtkı ve Şeyda. Ben onu bir sağlık çalışanı olarak anlatayım, hissedebildiğimi. O yorgunluk içerisinde, beş dakika, on dakika oturduğumuz sırada bedenimize bilerek yapılan masaj ve benzeri dokunuşların toparlamaya nasıl yardımcısı olacağını tahayyül edebiliyorum. Yani bu çok şahane bir şey ama asla aklıma gelmezdi. Bir deprem bölgesinde, bir felaket bölgesinde gönüllü bir grubun bu şekilde bir aktivasyon içerisinde olabileceği, bunun da aslında çok önemli bir destek olabileceğini hiç düşünemezdim bile açıkçası. Bu açıdan bana çok ilgi çekici geldi. Ellerinize sağlık. Ne diyeyim? Yani hakikaten çok güzel bir durum bu.
Ş.Ü.Y.: Evet, masaj böyle lüks bir şey olarak algılanıyor. Aslında birçok kişi öyle de tepki verdi; “Nasıl yani, bana masaj mı yapacaksınız şu an?” diyenler oldu ve bunu almak istemedi bazı insanlar, “Şu an, bu durumda utanırım yani ben şu an masaj alamam,” gibi diyenler oldu, “Lüks bir şey, sırası mı şimdi, nasıl böyle bir ortamda biri bana masaj yapıyor?” Gerçekten ilginçti yani.
İ.B.: Evet, siz de şaşırdınız değil mi? Topluca işe yarıyor olmak ya da hiç planlamadığınız bir noktada, bir alanda, orada bir felaket bölgesinde görev yapıyor olma hali. Böyle bir birliktelik. Bu sizin için de şaşırtıcı olmuştur herhalde.
Ş.Ü.Y.: Evet, yani bizim aslında mesleğimizle ilgili şevkimiz arttı kesinlikle. Yani yaptığınız şeyin gerçekten bu kadar etkili olduğunu, bu kadar yerine oturduğunu biliyorduk ama gerçekten bir kez daha yaptığımız işe sarılmaya başladık. Çok önemli bir şey gerçekten. Dokunmak, birine dokunma sorumluluğunu almak çok önemli.
İ.B.: Evet. Şimdi programın sonlarına doğru yaklaşıyoruz. Neler yaptığınızı dinledik. Şimdi
ne hissettiğinizi, sizlerin ne hissettiğini dinlemek, bunları paylaşmak istiyoruz açıkçası. Giderken ve dönüşteki ruh hallerinizden bahseder misiniz? Yapılan işin dışında nereden nereye geldiniz ya da orada neler hissettiniz?
S.Y.: Gitmeden önce ben gerçekten hislerimi tam anlamlandıramıyordum. Duygularımı, tam ne hissediyorum, bunları çok fazla bilemiyordum. Biraz kaotik şeyler yaşıyordum. Bir deprem olmuş, burnumuzun dibinde insanlarımız orada çok zor durumda, biz de yardım toplama faaliyetlerinde bulunuyoruz bulunduğumuz şehirde. Ama hep orada olmak gibi bir şey vardı. Nasıl gideceğiz? Ne yapacağız? Bu arada da ‘buraya gelmeyin, burada gönüllüler için yeterince altyapı yok burada, siz de gelip fazlalık yapmayın’ gibi şeyler de duyuyordum.
Ş.Ü.Y.: Ya da ‘yolda giderken araçları yağmalıyorlarmış’ falan, gideceğimizi söylediğimiz zaman herkes böyle olumsuz, dikkatli olun ya da olumsuz bir şeyle uyarıyorlardı bizi.
İyileştiren şey dayanışmanın kendisi
S.Y.: Yani oraya gittikten sonra, zaten Hatay'ı ben önceden de biliyorum, çok özel bir yer, çok farklı bir coğrafya. Gerçekten insanları da öyle. Oraya gittiğimiz ilk andan itibaren çok doğru bir yerde olduğumuzu ve çok doğru bir iş yaptığımızı hissettik. Çok büyük bir dayanışma vardı. Kendiliğinden gelişmiş bir dayanışmaydı. Hemen ilk dakikalardan itibaren aslında insanlar kendi cenazeleri, kendi yakınları hala enkazın altındayken dayanışma başlamıştı faaliyete. Büyük bir olgunluk vardı bu faaliyette. Herkes çok saygılıydı. Herkes çok vericiydi. Herkes kendisinden vazgeçmişti. Biz de içerisine girdik. Yani açıkçası bence iyileştiren şey dayanışmanın kendisi. Bunu da aramızda çok konuştuk. Yani dayanışma içinde olmak, onun bir bileşeni olmak, orada birazcık işe yaradığını hissetmek bize de iyi geldi, kendimize de iyi geldi. Yani ben açıkçası orada insanları iyileştirmek için değil de kendimizi iyileştirmek için daha çok bulunduğumuzu hissettim. Döndükten sonra da özellikle yüksek binalara girmek konusunda tereddütler yaşadım. Biz önce Antalya'da bir arkadaşımızın misafiri olduk. Eve dönüş yolunda orada bir mola verdik. Onlar çok katlı bir binada oturuyordu. Gerçekten bir tereddüt yaşıyordum yani. O yüksek binalar, her yere bina yapılmış olması, bu kadar saçma sapan şehirlileşme falan, bunlar çok rahatsız edici oldu. Artı geçmişte ne kadar gereksiz şeylere çok fazla tutunmuşum, çok fazla değer vermişim diye.
İ.B.: Mesela?
S.Y.: İşte bir şeye sahip olmak, bir mekana sahip olmak, bir araca, bir eşyaya sahip olmak. Çünkü bir anda her şeyin silindiği, sıfırlandığı bir yere gittik biz. Her şeylerini kaybetmiş insanlarla karşılaştık ve orada herkesin nasıl eşitlendiğini, yani on beş tane dairesi olan insan da yemek kuyruğuna giriyor veya gönüllü çalışmalarda bulunuyor, on beş tane evi var ama hiçbir evine gidemiyor. Bunu görmek beni çok etkiledi. Yani bu kadar dünyaya kazık çakmaya uğraşmak çok anlamsız geliyor bana artık.
İ.B.: Şeyda senin var mı paylaşmak istediğin?
Ortak bir şey için bir arada olmak gerçekten çok özel bir duygu
Ş.Ü.Y.: Ben de şunu ekleyebilirim. Yani giderken bir bilinmeze gitmek gibiydi benim için, biraz tedirgindim de. Nasıl bir yere gideceğiz, ne yapacağız ya da nerede kalacağız, nasıl yapacağız? Yani herkes, şu an oraya gitmeyi düşünen herkes aradığı zaman bunları konuşuyoruz. Bir bilinmeze gidiyoruz. Çok fazla garantili hareketler yapıyoruz. Yani bir yere gideceksek orayı biliyoruz, yolu biliyoruz. Yani çok bildiğimiz alanlarda yaşıyoruz. Bildiğimiz hareketler yapıyoruz. Onu fark ettim ben de. Orada ise çok çok güzel, çok derin arkadaşlıklar kurduk, oradaki, dayanışmadaki herkesle. Ortak bir şey için bir arada olmak gerçekten çok özel bir duygu. Herkesin yaşaması gereken bir duygu ve arada böyle kendini hatırlatması gereken bir şey gibi. Yani ben orada sanki geziden bir parça yaşanıyormuş gibi hissettim ya da insanların hepsi böyle şeffaf, içleri gözüküyor. Herkes böyle şeffaflaşmış gibi birbirine çok rahat dokunuyor, çok rahat konuşuyor, çok rahat açılıyor. Artık öyle bir hale geldik. Şimdi de tekrar oraya gidiyoruz. Çünkü öyle bir bağ kurduk ki bunu devam ettirmek istiyorum.
S.Y.: Bayramda da orada olmak çok istedik. Yani birazcık akraba ziyareti gibi. Öyle yani, o insanlarla akraba hissediyoruz artık kendimizi. Bizim gidip de yardım ettiğimiz insanlar değil de bizim bir parçamız, biz de onların bir parçasıyız. Öyle hissediyoruz. Hiçbir zaman iletişimimiz kopmadı onlarla bu süreçte, bu ayrı kaldığımız zamanda da.
İ.B.: Zaten söylediğiniz cümlelerin arasından iki üç tanesini not aldım buraya. ‘Bir koğuşta kalıyorduk’ ile başladın Sıtkı, her şeyi garantili planlarken koğuşta kalınan bir yere gitmek. Ama bundan hiç sıkıntıyla bahsetmediniz. Tam tersine peşinden kullandığınız cümlelerden biri, ‘artık yoldaş olduğumuz arkadaşlar’ diye kullandınız, tanışıp artık yoldaş hissettiğiniz. Ve ‘yardım edenlere yardım etmek’ gibi, benim aldığım notlar bunlar. Bunlar çok keyifli anlar, keyifli tanımlar gerçekten. Ve şimdi de yoldasınız, İskenderun'a doğru. Yani kolay gelsin diyeyim. Yine keyifli zamanlar olsun. Dayanışmanın gücüyle herhalde yine iyi hissedeceksinizdir diye düşünüyorum.
Ş.Ü.Y.: Teşekkürler. Ben bir şey daha eklemek istiyorum. Şimdi bu gidişimizde, bizimle birlikte Tatjana Hocamız da geliyor ve orada, orta vadede bir şey yapmak istiyoruz. Oradaki depremzedelere eğitim vermek istiyor, masaj eğitimi. Hem böyle bir ortama ihtiyacımız var. Şimdi onu araştıracağız. Hem de belki biraz daha kalıcı bir şeyler yapmak iyi olur. Çünkü asıl terapi zamanı şimdi başladı. O yüzden şimdi onunla birlikte gidiyoruz bir keşif için. Orada biraz daha köklenmek istiyoruz diyelim.
İ.B.: Çok güzel, çok heyecan içinde olduğunuzu da tahmin edebiliyorum. Yani darısı herkesin başına, darısı dayanışmanın tadını henüz tatmamış olanların başına diyeyim.
Ş.Ü.Y.: Herkesin mutlaka gelip burada bir şeyler yapması gerekiyor. Çağıralım herkesi.
İ.B.: Çok teşekkürler. Sıtkı Yapıcı ve Şeyda Ünal Yapıcı'yla beraberdik. Beden Çalışmaları Platformu diye isimlendirdikleri dayanışma grubuyla beraber İskenderun'da geçtiğimiz haftalarda da görev yapmışlardı, şimdi de yoldalar ve tekrar oraya dönüyorlar bu dayanışma grubuyla tekrar beraber olmak için. Çok sağ olun geldiğiniz için, bize katıldığınız için bu seyahat sırasında.
S.Y.: Biz de çok teşekkür ederiz. Bence çok önemli bir program. Tarihe bir not gibi. Biz de zaten takip ediyoruz, diğer şeyleri de. Bizim gibi düşünen başkalarının olduğunu görmek de çok hoşumuza gitti. Özellikle o berberler, Bayburt'tan Berberler Odası’nın faaliyetlerini dinlerken çok benzer duygular yaşadık. O kadar ortak şeyler söylediler ki buna çok sevindik. Sadece biz değiliz gerçekten. Herkes yağdı oraya dayanışma için. Umarım bunu sürdürebiliriz. Yani devam etmemiz gerekiyor. Orada daha çok iş var, çok ihtiyaç var.
İ.B.: Peki. Tekrar çok teşekkür ediyorum. İyi yolculuklar. Hoşçakalın. Görüşmek üzere tekrar.