Behçet Çelik, her yeni romanıyla o 'tek büyük roman'ını yazıyor aslında. Bir eleştiri değil bu; bazı romanlar hiç bitmesin isteriz çünkü. Bir evrene benzetmek daha doğru olur belki.
Behçet Çelik'in yarattığı roman evreni de, her bir parçası (her bir roman) arasındaki sıkı bağlara rağmen, doğal akışında giderek genişliyor. İsteyerek dahil olduğumuz ve içinde yer almaktan mutluluk duyduğumuz bir evren zaten! İlk 'patlama' elbette ilk roman 'Dünyanın Uğultusu (2009)' ile olumuştu, 'Soluk Bir An (2012)' romanıyla saçılma başlamıştı, yakın bir zaman önce yayımlanan yeni roman 'Belleğin Girdapları' ile de genişleme devam ediyor...
'Dünyanın Uğultusu'ndaki Ahmet mesela, son bütünleme sınavına girdiği günün akşamı televizyonda seyrettiği duvarın yıkılışını kerteriz edinmişti. Yeni bir dünya kurulurken, kendisi için de yeni bir hayatın başladığını; gazetede ya da televizyonda ne zaman duvarın yıkılışının bilmemkaçıncı yılı gibisinden bir şey görse, yeni hayatının da o kadar zamandır sürdüğünü düşünüyordu. 'Belleğin Girdapları'ndaki kahramanımızı da, kendisi için yeni bir hayat kararı almaya iten bir duvar oluyor yine. Arabayla, daha önce hiç uğramadığı bir mahalleden geçerken gördüğü bir duvar, çocukluğundan bir hatırayı canlandırıyor: "Bahçeli bir evin önündeydik, dedem iterek araladığı kararmış tahta kapıdan içeri girerken çok ürkmüştüm. Neydi beni o denli korkutan, bilmiyorum. (...) Duvarın önünde dedesini bekleyen çocuğun o anda aklından neler geçtiği çoktan silinip gitmiş, hiçbir şey düşünmemiş olabilirim, salt bir göze dönüşüp öylece bakakalmış olmalıyım." Ama o ikindiden, ne olduğunu kestiremediği bir duygu yerleşip kalır kahramanımızda, ileriki yıllarda da zaman zaman kendisini hatırlatacak bir tuhaf duygu; 'tanımlanamayan uçan duygu', der. "Arabayla geçerken gördüğüm duvar da köydeki bahçe duvarı gibi günlerce gözümün önünden gitmedi. Artık alıştığımı sandığım 'tanımlanamayan uçan duygu' çöreklenen, yerini bulup iyice yerleşen bir duyguya dönüştü. Çoktan çöreklenmişti de yeni seziyordum ya da sırtımı yaslayacak bir duvarın eksikliğiyle çoktandır bendim uçuşmaya başlayan." İşte o duvarın hayaline yaslanır kahramanımız, tutunur, yer yapmasına izin verir. İşini bir anda bırakıp, şehrin çeperinde, Serpmetepe olarak adlandırılacağı bir mahalleye taşınır.
Nuray, Serhat, Eylül... Sevdiği, yakınında olmasından hoşlandığı hemen herkes birkaç yıl arayla çekip gitmiştir, o eski boşlukla baş başa bırakmışlardır kahramanımızı peş peşe; şimdi sıra bir bakıma ona gelmiştir. Herkesi, her şeyi bırakıp yerleşir yeni mahallesine. Zaten her daim biraz dışarıda hissetmiştir kendisini herkesten ve her şeyden. Bir yabancılık, dahası, bu 'dünya'dan bile sayılamayacak bir yabancılık. Tanımlanamayan uçan duygu, demesi boşuna değil! "Tanıdığım herkesi yıllarca nasıl da kandırmışım onlardan biriymiş gibi davranarak," der mesela; "Yepyeni bir yere geldim, oradan koptum sonunda, artık başka bir evrendeyim."
Kaçmıştır belki ama ne kadar uzaklaşabilmiştir? 'Soluk Bir An' romanındaki Taner gibi, geçmişi kurcalamaya başlar. Hatıralarını, yaşadıklarını yazmak ister; ama belki de, o kadar karıştırıp kurcalamamak lazımdır belleği...
BELLEĞİN GİRDAPLARI
Behçet Çelik
İletişim Yayınları, 2019, 266 s.