Bekir Ağırdır; 14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçimlerin öncesindeki son programda, seçim sürecinin atmosferini ve bu atmosferde seçmenlerin benimsemesi gereken tutumu değerlendirdi.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Günaydın. Tarihi önem taşıdığı söylenen seçime 4 gün kaldı. Şiddet ve korku egemenliği de zaman zaman görülüyor. Saldırılar var. Taşlı, sopalı çatışmalar var. Bu ortam içinde nasıl bir değerlendirme yapacağız?
Bekir Ağırdır: Artık şapkadan çıkacak tavşan yok. Ama seçime müdahale meseleleri var. Bu şiddet gösterileri falan da bir bakıma bunun bir parçası. Yapabildikleri de bu kadar aslında. Yani toplum ve muhalefetteki liderler de serin kanlı, sakin durdukça çalışmıyordu aslında. Yani Erzurum’daki provokasyonu gördük. Bir istihbaratçının gazlaması olduğu da ortaya çıktı. Ülkenin güvenliğinden, asayişinden sorumlu Bakan’ın ağzından çıkan açıklama, bunu muhalefetin organize ettiğiydi. Sonunda kabul etmek zorunda kaldılar. Bütün bu kâbus senaryolarına inanmayın. Seçimin sonucunu o kâbus senaryoları belirlemeyecek. İl ve ilçe seçim kurullarını (başkanların eskiden olduğu liyakatle, en kıdemli yargıç değil) kurayla (yani aslında atamayla) gelmiş yargıçlar yönetecekler. İl ve ilçe seçim kurulları kararlarında hukuksuzluk beklenebilir. Çünkü işte İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlık seçimlerinde bile ilk seçim kurulunun nasıl hukuksuz bir karar verdiğini gördük. Bu tür şeyler olacaktır diye düşünüyorum ama sadece bizlerin söylemesi yetmez. Muhalefet partilerinin de bu konuda kamuoyunu bilgilendirmelerine ihtiyaç var.
Şimdi de GAMER (Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi) diye İçişleri Bakanlığı’nın jandarma eliyle tutanakları valilerden, kaymakamlardan istenmesine yönelik bir uygulama var. Halbuki Yüksek Seçim kurulunun bu konulardaki kararlarına gözlemci olarak, son seçimde en çok oy almış 4 partinin 4 temsilcisi katılıyor. Partiler kamuoyunu bu konuda bilgilendirmeler. İktidarın bu korku ikliminden medet uman halini biliyoruz. Onun için hiçbir düzeltme ve bilgi de paylaşmıyor. Bu korku iklimini kendi kendimize çoğaltmamızdan da memnun ama muhalefettekilerin de bu kuşku ikliminin böyle diri durmasına niye engel olmuyor? Neden doğru açıklamalar yapmıyorlar? Anlamıyorum gerçekten. Örneğin seçmen kütükleri şu anda partilerin elinde ve de o seçmen kütüklerinde doğum yeri bilgileri de olduğu için “60,9 milyon seçmen içinde ne kadar yurt dışı doğum yeri kaydı olan seçmen var?”, şu anda CHP ya da İyi Parti veya diğerleri biliyorlar. Neden bu konularda kamuoyunu bilgilendirmiyorlar? “1 milyon Suriyeli oy kullanacak, 500 bin Afganlı bunu yapacakmış” bilgilerin yayılmasına neden izin veriyorlar?
Özdeş Özbay: İçişleri bakanlığı rakamları açıklamıştı.
B.A.: 1 milyon 100 bin civarında yurt dışı doğum yeri kaydı olan seçmen var. Suriye, Afgan, Irak’a kayıtlı olanlar da bildiğim kadarıyla 300 bin mertebesinde. Toplumun serin kanlılığına kalıyor iş. Yoksa iktidarın korku, muhalefetin de kuşku ikliminden kimseye bir fayda yok. Seçimlerin meşruiyetine gölge düşürmekten kaçınmamız lazım. Çünkü elimizde her birimizin hayatına müdahale edebileceğimiz tek imkân var: Seçim. Örgütlü olmayan bir toplum burası. Bu başka türden mekanizmaları, örgütlü hak arama kabiliyeti, sendika örgütlenmesi düşük. Onun için insanların doğrudan hayata müdahale edebildiği tek şey seçim. O yüzden serin kanlı durmak gerekiyor. Bayramlıkları giyip, sandığa gidip oylarımıza sahip çıkmak gerek. Cenge gitmiyoruz. Kim ne planlarsa planlasın, sonuç olarak azınlıkta kalacak bütün o hikayeler. O gece bazı olaylar olsa bile bu iklime prim vermemek lazım. Onun için sakin, sessiz kalmak ama oyumuza ve kaderimize sahip çıkmak lazım. Bu kadar basit.
Yani bu bir bakıma aktif yurttaşlığa çağrı bizi dinleyen izleyicilerimiz için. Hiçbir şey yapmıyorlarsa hâlâ askıda bilet için, yani deprem bölgelerinden çıkıp da oy kullanmak için yerine gidemeyen insanlar için, açık var. Hiçbir şey yapamıyorsa, korku iklimini yayacak, çoğaltacak WhatsApp mesajı atmak yerine 2 kişinin biletini almaya katkıda bulunsunlar. Hâlâ Oy ve Ötesi’nin ve Türkiye Gönüllüleri’nin insan eksiği var. Eğer bu kadar geleceğimizden kaygı duyuyorsak, o zaman oylarımıza sahip çıkmak için bu gönüllülerden birine başvuralım. Aktif yurttaş olmak, kendi kaderimize ve oyumuza sahip çıkmaktan başka seçenek yok.
Ö.M.:Oksijen’de Ali Yaycıoğlu’nun belirttiği de senin söylediğini doğrular nitelikte: “Aslında iktidar seçimi kaybederse bunu kabul etmeyeceğinin işaretlerini veriyor. Ama bu korku siyaseti diyebileceğimiz bir yöntem. Korku siyasetinin antitezi iyimserlik.”
B.A.: Yasal olarak hiçbir koşulda İçişleri Bakanlığı’nın böyle bir bilgiyi talep etme yetkisi, hakkı yok. Onun için ilçe ve il seçim kurullarının ve özellikle de Yüksek Seçim Kurulu’nun bu konuda çok net bir açıklama yapması lazım. Ayrıca o tartışmaya dahil olan, izleyen, gözlemci olarak bu tartışmaya katılmış olan 4 parti temsilcisinin kamuoyuna bir açıklama yapmaları lazım. En azından YSK bu konuda bir karar almıyorsa ya da yasalarda açık biçimde olmadığı hâlde bu hakkın olabilmesini savunan üyeler varsa… Beslemek doğru bir şey değil.
Ö.M.:Sözcü’den İsmail Saymaz, seçim görevinin seçim kurullarına ait olduğunu belirtip GAMER’in bu görevle ilgili hiçbir sorumluluğu olmadığını da vurgulamıştı. Bu tartışmalara sebep olmuştu. Cumhuriyet Halk Partisi’nden de Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek de paralel bir yapı kurulduğunu tespit ettik demişti.
B.A.: Muhammed Ali’ye sormuşlar: (Biliyorsunuz, maça çıkarken “kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım” diye bir sloganı da vardı ve hep dans ederek çıkardı.) “Hiç mi korkmuyorsun? Hani karşındaki adam da senin gibi biri. Vurdu mu, 300 kilo boğayı deviriyor.” Muhammed Ali demiş ki: “Ya çok çekiniyordum, çok korkuyorum aslında ama bir şey biliyorum: O benden daha çok korkuyor.” Aslında iktidar bütün olacaklardan, bizlerden daha çok korkuyor. Yani onun için bu kadar umutsuzluğa, karamsarlığa teslim olmanın bir anlamı yok. Kabustan uyarmamıza az kaldı.
Ö.M.: Bazı bürokratların GAMER’le paylaşıma yönelik talimat verilmesi üzerine uygulamadan rahatsız olarak “anayasa gereği seçim işlerinin gözetim, denetim ve yürütme görevinin YSK’ya verildiğini” hatırlattığı Artı Gerçek’teki haberde yer alıyor.” Ve bakanlığın bu tasarrufunun manidar olduğu görüşünde olduklarını ekliyor.
B.A.: Manidar değil, hukuksuz. Açık şekilde hukuksuz. Bir takım kritik illerde Ak Parti teşkilatlarının itirazlarını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimindeki gibi hukuk garabeti bir kararla iptal etmek gibi, organize etmektir bu. Ak Parti’nin o eski, efsanevi örgütsel kapasitesi artık yok. Dolayısıyla süreçlere hâkim olabildikleri bir örgütlenme kapasiteleri de kalmadı, İçişleri Bakanlığı da kendince alternatif bir düzen kuruyor. Ama hâlâ işin bir psikolojik baskı unsuru olarak kullanıldığını ve bu tartışmanın kamuoyunda bu şekilde yürümesinden de çok memnun ve mesut olduklarını düşünüyorum. Onların memnuniyetine körükle gitmemek lazım. Çünkü bu saatten sonra yapılabilecek şey sadece partilerin itirazları. Yani bizlerin, seçmen gönüllülerin yapılabileceği tek şey sandıklardaki oyu korumak. Ama sandıklardaki oylar konulsa bile ilçelerde o her bir sandıktan gelen oyların birleştirme tutanağı dediğimiz bir ilçe tutanağı düzenlenecek. Oralarda artık gönüllüler değil, partilerin yetkilileri ve temsilcileri var. Dolayısıyla artık bu saatten sonra yapılabilecek şey partilerin mahareti ve kapasitesine bağlıdır. Çok kuvvetli emareler değilse de henüz, o karşımızdaki iktidarı oluşturan İslamcı ittifakında bir çözülme emaresi var.
Sinan Ateş cinayetiyle ilgili mesela birtakım bilgilerin ortalığa dökülmesi, paylaşılan videolar falan o videolar… Bu açıklamaları yapan insanların hemen hepsi bu suçların ortağı. Nimetinden yararlanmış ama o suç ortaklığından dışlandığı için şimdi itiraflarda bulunuyorlar. Biriktirip böyle bir zamanda açıklamaya çalışmak… Bizim gibi hukukun üstünlüğüne inancı tam olan, hukukun üstünlüğü güçlensin diye yırtınan insanlar bu tür suç ortaklarının ifşalarına bel bağlamaz. Bunları da çoğaltmanın anlamı yoktur. Toplum ne olduğunu biliyor. Yolsuzluğun ne kadar arttığını, partizanların ne kadar yaygınlaştığını toplum her gün kendi küçük mahallesinde, kendi hayatında deneyimliyor zaten. Şimdi suç örgütlerine ortaklık, taşeronluk etmiş insanlardan medet, fayda beklemek doğru şeyler değil. Toplum bütün gidişatı görüyor ve toplumun çok büyük çoğunluğu bu iktidarın durdurulması gerektiği konusunda hemfikir. Ama mesele muhalefetin bu meseleyi henüz tam, güçlü bir biçimde kontrol edip edemediği meselesi. Yoksa iktidarın kaybedeceği çok açık. Mesele muhalefetin bu enerjiyi ve kapasiteyi ne kadar konsolide edip edemediği meselesi. Onun için artık bu son 4 günde beklenen şey, siyasi partilerin maharetleri ve kapasitesidir. Onun için sakin durmak, oylarımıza sahip çıkmak ve Pazartesi sabahını heyecanla beklemekten başka çare yoktur. Ama korku iklimine, aslında açıklamanın kendisi de suç unsuru olan birtakım şeylere bel bağlamayalım.
Ö.M.: İçişleri Bakanı ve aynı zamanda milletvekili adayı olan Süleyman Soylu'nun, bir YouTube kanalında yayınlanan bir videosunda “”akıllı telefonunda yüklü bir uygulamayı tanıtması olayı var. KİM diye adlandırılan uygulama üzerinden akıllı telefonunan fotoğrafını çektiği kişinin 2 saniye gibi kısa bir sürede kimliğini tespit edebildiğini söylediği bir açıklaması var.
B.A.: Hukuk dışı. Bu uygulamayı Çinliler geliştirdi, Çin’de devletin yurttaşı izleme sistematiği var. Belli ki bizimkiler de, bir biçimde o yazılımı edindi ya da kendilerine göre modifiye etti. Ama soru, “bu tür bir yazılımın hangi kurallar içinde çalıştırılıyor olduğu, denetimin kimin elinde olduğu, güncellemelerin kimin elinde olduğu.” O sistemin veri besleme kaynağının ne olduğu, her birimize dair hangi verilerin o sistem üzerinden ulaşılabilir olduğu (örneğin sizin, benim banka kaydımıza ya da sağlık kaydımıza ulaşılıp ulaşılamadığı) gibi hiçbir kuralın açık ve net olmadığı ama bir siyasetçinin bunu şov yaparak gösterebildiği bir ortam var. Bu bile kaybetme korkusunun kendilerinde çok daha güçlü olduğunu ve korku iklimine yakalandıklarını gösteriyor. Ama bence çok daha basit bir yerden, aktüel bir soru soralım: Pazar akşam eğer iktidar kaybederse Süleyman Soylu'nun cep telefonundaki o aplikasyonu kim silecek? Silinip silinmediği kim denetleyecek? Başka hangi siyasetçilerde o aplikasyon ucu var?
Ö.Ö.: Suç örgütlerini de buna katabiliriz. Tehdit ediyorlar birbirlerini.
Ö.M.: Bilişim ve kişisel verilerin korunması alanında uzman olan hukukçu Umut Zorer, BBC’de de şunu söylemiş: “İçişleri Bakanlığı’nın bu hassas kişisel verileri işlemesi, Türkiye’deki mevcut yasalara aykırıdır.”
B.A.: Düşünün ki İçişleri Bakanı hukuk dışı olduğunu kendisinin de bizzat bildiği bir şeyin şovunu yapıyorsa buradan bekledikleri bir yarar var. O kaybediyor olduklarını onlar da gördüler ve anladılar diye düşünüyorum. O yüzden bu korku iklimine teslim olmamak lazım. Gidişata bakıldığı zaman toplum hem serin kanlı hem de gidişatın problemlerini de görüyor. O yüzden muhalefet kazanmaya çok daha yakın. Her geçen gün de o ivme artıyor.
Ö.M.: Devletin sadece istihbarat birimleri ve Terörle Mücadele Şubesi tarafından kullanılabilen program, parti mensubu ve aday olan bir bakan tarafından yüklenmiş ve vatandaşla paylaşılıyor. Bu uygulama sadece istihbarat çalışmalarında kullanılabilir, bunu da söylemiştik.
B.A.: Zaten buradaki problem, bakanların istifa etmeden milletvekili adayı olmalarına Yüksek Seçim Kurulu’nun onay vermesi ve hükümetin seçim kurulları üzerinden hukuk dışı yollarla ve kararlarla ama hukuka uygunmuş gibi uygunmuş gibi bu yetkilere sahip olması. Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarına itiraz edilebilecek bir üst merci yok. Yasalarımıza göre seçimlere dair tüm kararlar Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarına bağlı ve o onun kararı da kesin ve son karar. Dolayısıyla Yüksek Seçim Kurulu’nun manipülasyonla bakanların adaylıklarını kabul etmesi bile başından itibaren seçim güvenliğine müdahale. Adil, açık, özgür ve demokratik bir seçim süreci yaşamadığımız çok açık. Ama bütün bunlara rağmen kaybedecekler.
Ö.M.: İnsan Hakları İzleme örgütünün de yeni bir uyarısı çıktı. “Türkiye’nin internet üzerindeki kontrolü seçimleri tehdit ediyor” diyor ama bunun bir korku yaratmanın ötesinde olmayacağını da belirtiyor. “Teknoloji firmaları da haklara öncelik vermeli. Hükümet de çevrim içi sansürü sona erdirmeli. Karşı çıkılmalı, uluslararası hukuka da aykırıdır.” diyor.
B.A.: Islak imzalı tutanaklar var ve partiler de alıyor, oy sayımı yapılan okullardaki sınıfların kapılarına da asılmak zorunda. Her bir sandıkta oy kullanan seçmenler sayımı izleyebilir. Yasal hakkıdır seçmenin, “kapalı sayım” yapacağız diyemezler. Ama bütün bunlardan sonra da ilçelere geliyor o tutanaklar ve ilçe seçim kurullarında eğer itirazlar yoksa “birleştirme tutanağı” denen bir ilçe tutanağı düzenleniyor. O noktadan sonra ajanslar bilgiyi oradan alıyorlar (veya aldıkları varsayılıyor) ve o bilgiler televizyonlara geliyor.
Şimdi seçim gecesine dair, son seçim gecesinden de hatırlanacak Anadolu Ajansı meselesi var. Açıkladığı veriler gecikti, gecikmedi, arada kesintiler oldu. Biliyorsunuz bir sürü hikâye… Sonra ortaya çıktı ki Anadolu Ajansı’nın fiziki örgütlenme kapasitesi, insan kaynağı ya da organizasyonu ilçelerden bütün bu bilgiyi aktarmaya yetmediği için meğer Ak Parti'ye gelen bilgileri kullanıyorlarmış. Bu seçimde de hem Anadolu Ajansı servisi edecek hem de Anka Ajansı. Tecrübelerimiz sebebiyle bir alternatif teşkilat gibi bir yandan da Anka yapıyor bu hizmeti. Her ikisinin de şu anda her ilçede örgütlü olup olmadıklarını henüz bilmiyoruz. Henüz kamuoyuna sağlıklı bir açıklama yapılmadı. Hangisi gerçekten kendi insanları ve kendi örgütsel ağı içinden bu bilgiyi toplayacak ve servis edecek bilmiyoruz. Bunu şunun için böyle detaylı açıkladım: O gece hangi kanaldan izlediğimize ve o kanalın hangi bilgi aldığına göre farklı sayılarla karşılaşabiliriz.
Benim izleyicilere önerim, sakin ve serinkanlı durmasıdır. A kanalında Tayyip Erdoğan %60, B kanalında Kemal Bey %65 gözüküyor diye “Manipülasyon mu var? paniğine kapılmamalıyız. Kamuoyu sürekli bilgilendirilecek. Her kanalda herkes kendince yeterince tedbir aldı. Tedbir almaya çalışılıyor. Örneğin benim dahil olduğum bazı kanallarda, iki taraftan da gelecek bilginin nasıl paylaşılacağına dair grafikler bile çalışıldı. Sakin kalalım. Ülkemizin geleceğinden emin ve güvenli, bekleyelim.
O krizlerden birisi, muhtemelen yine internette bant daraltması, depremde olduğu gibi… İçişleri Bakanlığı'nın internet kanallarında ne yapacağı, operatörler üzerinden nasıl denetleyecekekleri hakkında bir tahminde bulunmak kolay. O yüzden paniğe, telaşa gerek yok. Sakin duralım ve Pazartesi sabahını heyecanla bekleyelim. Daha umutlu bir ülkeye uyanacağımızdan emin olabilirsiniz.