Ay'ın karanlık yüzünden çıkmak

-
Aa
+
a
a
a

Bekir Ağırdır, ikinci tura kalan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve seçime sayılı günler kala seçmenin ve politik figürlerin benimsemesi gereken tutumu değerlendirdi.

Ay'ın karanlık yüzünden çıkmak
 

Ay'ın karanlık yüzünden çıkmak

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Ömer Madra: Günaydın. Bir hayli hareketlendi tekrar seçimden sonra, hüzünlü ve sıkıntılı bir dönem yaşanmaktayken şimdi bir de buna çeşitli nöbetler gözaltına almalar ve yeniden sayım talepleriyle başlayan bir iddialar eklendi. Çok büyük hırsızlık olduğunu ve seçimin iptal edilmesi gerektiğini söyleyen, Artı Bir araştırma şirketinin Genel Müdürü Hüseyin Çalışkaner var.  Birtakım tesadüflerden de bahsediliyor. Cumhuriyet Halk Partisi seçim kampanyasının kilit isimlerinden birinin hisselerinin prim yaptığını filan da anlatan ifadeler var.

Bekir Ağırdır: Bir kere şu tespiti bir yapalım. Seçim süreci bitmedi. Seçim sürecinin içindeyiz. Sadece itirazlar bakımından söylemiyorum. Daha ikinci tur var önümüzde on gün gün sonra. Dolayısıyla seçim sürecinin içinde, sanki her şey bitmiş gibi bir ruh haline teslim olmak ve bütün enerjiyi bu tartışmanın içine kilitlemek, birbirini suçlamaktan önce ne yapılması gerektiğine kafa yormak ve onu örgütlemek gerek. Muhalif kamuoyu, muhalif aktörler bunu ıskalıyor. Bakın AK Parti kampanyaya başladı bile. Dün akşam televizyonda reklamları vardı.

Gönüllüler sandıkların başında duruyorlar ve sandıklara giren oyun tutanaklara doğru geçirilmesi için çabalıyorlar. Temel amaç ve yapılabilecek iş o. Ama daha sonra ilçe seçim kurullarında, il seçim kurullarında o birleştirme tutanakları denen tutanaklar yazılırken gönüllüler değil partiler görevli. Dolayısıyla muhalefetteki özellikle Millet İttifakı'ndaki altı partinin temsilcilerinin oralarda ne yaptıkları veya ne yapabildikleri veya onların gözlemlerinin ne olduğu önemli. Kamuoyunda bireysel olarak çok fazla gözlemci olarak görev alan var. Katılan insanların aldığı ıslak imzalı tutanaklar YSK listelerine, bilgisayara doğru aktarıldı mı? Üzerine çok fazla iddia var.

Ama sorun şurada: Bir sandıkta görevli yoksa kabaca ortalama 350 seçmenden baktığınız zaman işte her 10 bin sandık 3,5 milyon oy demek. Yani eğer 30 bin sandıkta görevlileri ve istek imzalı tutanak ellerinde yoksa 10 milyon seçmen demek bu. Mesele 2-4 milyon oyun yer değiştirip değiştirmediği meselesi bu. Ben kişisel olarak “böyledir” diyemiyorum doğrusunu isterseniz. Bütün iddiaları temkinli karşılıyorum. Çünkü partilerin bu konudaki görevlerini, açıklamalarını ya da kamuoyunu tatmin etmelerini bekliyorum. Ama şunu biliyoruz evet iktidar seçim sürecine her zaman müdahale etti. Zihni kapasitesi sınırlıydı ama kas gücüyle bir kere müdahale etti. Yani buna Ekrem İmamoğlu'na hapis kararı çıkarılmasından HDP'li birçok siyasetçinin, gazetecinin tutuklanmasına ya da muhalefetin işte “45 bin öğretmen atayacağız” demesinden üç gün sonra “atadım ben şimdi” diyebilmesine ya da Kemal Bey'in memur maaşını “21 bin küsur liraya çıkaracağım” demesinden üç gün sonra “22 bin liraya çıkardım” demesine kadar bütün kapasitesiyle bu seçime müdahil olduğunu görüyoruz. Bütçesiyle, insan kaynağıyla, görevlileriyle, yargıçlarıyla, polisiyle, jandarmasıyla devletin doğrudan seçim kampanyasına dahil ve müdahil olduğunu görüyoruz. Ama bütün bunlar seçimin adil ve demokratik yürüyüp yürümediğini tartıştırır bize. Dünya da bunları görüyor. Bu konuda da tespitimiz açık. Ama hile meselesi doğrudan başka bir şey. Bu konuda gerçekten benim elimde de somut bir delil yok. O yüzden “illa olmuştur” ya da “olmamıştır” deme şansım da yok. Burada görev partilerin.

Muhalefetin ana partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi kendi içindeki tartışmalardan kurtulup da hala yapması gereken işleri yapmadığını kamuoyuna doğru bilgilendirmediğini görüyoruz. Dolayısıyla şunu söylememiz mümkündür: İktidar bir korku iklimi yayarak “güvenlik ve istikrar” diyerek hala olması gerekenden farklı bir oy oranını yakalamış. Ama muhalefet de nedense kuşku ikliminden beslenerek kaybedişle zemin hazırlıyor gibi. Yani kimse umudun peşinde değil. Kimse yapılması gerekenin peşinde değil. Herkes birbirini suçlamakla meşgul. Unutmayalım daha seçim sürecinin içindeyiz. Seçim süreci bitmiş değil. On bir gün sonra yeniden oy vereceğiz. Ve konuştuğumuz şey de sonuçta 2 milyon oyun yer değiştirip değiştirmeyeceği.

Ö.M.: YSK önünde nöbet başlatan seçmenlerin gözaltına alınması da tabii hayra alamet bir şey değil.

B.A.: Bu iktidarın kas gücüyle sürekli olarak muhalefet üzerinde bir baskı unsuru olarak duruyor olması ve dolayısıyla muhalefetin sadece itiraz ve savunma stratejisinden bir türlü çıkamamış olması. Ama siyasi aktörler olarak Millet İttifakı'ysa zaten iki yıldır bir türlü savunma stratejisinden çıkamadı. Hatta bir savunma stratejisinin olmadığını da gördük. Zaman zaman bunu da eleştirdik. Yani ne denir bilemiyorum. Bütün bu itirazlardan bir sonuç almanın çok da mümkün olup olmadığını da bilmiyorum. Ona hukukçular bilir. Partilerin elindeki ıslak imzalı tutanaklarla YSK verileri konusunda harekete geçmiş olmaları gerekirdi. Kamuoyunu aydınlatmalılar. Çünkü kamuoyu gelecek hafta sonunda yapılacak ikinci tur için bu tartışmayla vakit geçirdikçe enerji yine toprağa akıyor. Bir enerji, bir başka şeye, oya dönüşmüyor demektir. Onun için partilerin görevi bu.

Ö.M.: Daha bugün mesela Cumhuriyet Halk Partisi'nin Millet İttifakı'na dahil bütün liderlerle bir toplantı yapıp açıklama yapacağını söylüyorlar ama zaman da çok önemli ve geçiyor.

B.A.: AK Parti'nin ya da iktidarın (ya da Erdoğan'ın) en büyük maharetlerinden birisi hedefe kilitlenmesi ve çok hızlı hareket etmesi. Sürekli olarak da önlem alan birtakım hamleler yapması. 7 Haziran 2015 seçimlerinde (yani AK Parti'nin o bugünkü parlamenter sistem içinde çoğunluğu kaybettiği ve hükümet kuramama riskiyle karşılaştığı seçimde) sonuçlar ortaya çıktı. Salı günü yani iki gün sonra AK Parti'nin çok önemli bir ismi benimle görüşmek istedi. Ne olduğunu, sebebini ve oy kaybettikleri seçmen kümesini sordu. Sorularından anladım ki daha ikinci günde bir yeni oyun planları var. Cumhuriyet Halk Partisi o seçimin değerlendirme toplantısını 12 gün sonra yaptı. İktidarın ise ikinci gün bir oyun planı vardı. Ya da en azından bir taslak vardı kafalarında, bir senaryo vardı. Demeye çalıştığım şu: AK Parti'nin kampanya filmleri oynamaya başladı televizyonlarda. Daha Altılı Masa kendi içinde toplanıp bir durum değerlendirmesi yapmadı, Ogan'la neyi konuşup konuşmayacağı henüz belki belli değil. Ya da belki yapıyorlar da kamuoyunu bilgilendirmiyorlar. Onu da bilmiyorum… Haksızlık etme payına da dikkate alarak temkinli konuşmaya çalışıyorum. Ama bu arada ne oldu? İşte bütün bu hikâyeden ve seçim gecesi operasyonundan sorumlu olan genel başkan yardımcısı istifa etti.

Seçmen Altılı Masa’nın ve sekiz başkan yardımcılı bir sistemin kaos ve karmaşa üretip üretmeyeceği konusunda bir güven oluşturmadı. Şimdi bu güvensizliği besliyor yaşadıklarımız. Halbuki seçim sürüyor ve seçmen tekrar oy vermeye gidecek. Bütün bu dağınık, savruk görüntü, itirazdan ve paranoyadan ya da gerçek kaygılardan beslenen iklim sürdüğü sürece de o umuda yaslanmak, o güveni oluşturmak mümkün olmuyor. Yani paradoksal bir problem var burada.

Ö.M.: Selahattin Demirtaş'ın “12 maddeyle seçim hilelerine karşı uyarı” diye çeşitli gazetelerde, mesela Evrensel'de ve Cumhuriyet’te gördüğüm bir uyarı var. Seçimin devam ettiğini ve bundan sonraki sürece odaklanmak gerektiğini önemle vurguluyor.

B.A.: HDP ya da Yeşil Sol Parti'yle TİP, milletvekili kaybettirdi mi tartışması sürüyor. Absürt durum yok mu? Bütün bunları seçmen görmüyor mu? Dolayısıyla buradaki temel meselelerden birisi şudur, bu tespitimde ısrarcıyım: Diğer söylediğim her şey tartışılabilir. Ama sonuç olarak Türkiye'deki sosyolojik değişimden siyasi aktörlerin siyaset maharetleri, becerileri, örgütlenmeleri, kurumsal yapılanmalar arasında çok ciddi bir yarılma var. Bu yarılmayı görmeden sadece siyasi aktörlerin pozisyonundan halka kızmak yanlıştır. Yani AK Parti'ye oy verenler soğanı 5 liraya almıyor veya şekeri daha ucuza almıyor. Yani ama o görevlerini yapması gereken siyasi aktörlerle gerçeklik arasında müthiş bir yarık var. Ve o yarığı kapatamadığımız sürece de dönüp topluma kızarak da bu işleri çözemeyeceğimizi 2007’den beri tekrar tekrar görüyoruz. Bir kere daha yaşıyoruz.

Ö.M.: Demirtaş uyarıyor: “20 bin sandığın her birinden 150 oy çalınsa 3 milyon oy eder ve bu sayı yeter. Bunları önlemenin tek yolu sandık görevlilerini belirleyen ilçe yönetimlerinin tanımadıkları, emin olmadıkları hiç kimseye yetki vermemesidir. Her sandıkta resmî sandık görevlisi dışında en az iki gözlemci görevlendirilmelidir ve herkes sayım saatinde de sandığın başına dönüp sayımı izlemeli, not da almalıdır. Sonuçların tutanağa doğru yazıldığında emin olmalı ve son tutanağı ve sayım sürecini videoya çekmeli, sayım tutanağının fotoğraflarını bir web sitesine yüklenmeli ve site herkese açık olmalı.”

B.A.: Bir yandan da bir yandan da muhalefetin, Kemal Bey'in aday olarak neyi eksik yapıyorlarsa değerlendirmeli. Büven inşası sağlayıp gediği kapatmak zorundalar. Yani sadece hile meselesine yaslanarak seçimi kazanmak mümkün olmayabilir.

Özdeş Özbay: Bunca felakete depreme, salgına ve ekonomik buhrana ya da ekonomik sorunlara rağmen AKP'den ya bir düşüş oldu ama beklenilen düşüş ya da en azından muhalefette sıçrama olmadı, Candan Yıldız'ın T24'te bir yazısı vardı. Şöyle bir analiz yapmış: “Örgütsel yapısı zayıf olan partilerin oy alamadığı bir gerçek.” Deva Partisi'ni falan küçük ittifak ortaklığını kastediyor.

B.A.: AK Parti oy kaybetmemiş değil sevgili Özdeş. Yani 35’e gerilemiş. Sorun eksilen 6-7 puanlık oy muhalefete gitmemiş, üç puan MHP'ye üç puana yakın da Yeniden Refah'a demirlemiş. Şimdi bunun bir sebebi var. Seçmen muhalefete neden güvenmedi? AK Parti'den şikayetçi olduğu halde, AK Parti'nin oyu azalırken Tayyip Erdoğan'ın oyunu nasıl korumuş oldu? Muhalefete karşı olan o güvensizliği yaratan şeyin ne olduğuna kafa yormak lazım. Bütün hikâyeyi sadece seçim hilesi üzerinden okumak ve bütün enerjiyi buraya örgütlemeye, akıtmaya çalışmak doğru değil. Evet, bütün bunlar mümkündür. Ama bu partilerin ve hukukçuların işidir.

Ö.Ö.: Yeniden Refah’a ya da MHP oy kaymış. Ama cumhurbaşkanlığında da kaymamış. Ahmet İnsel'le böyle hafif bir görüş ayrılığı yaşamıştık. “Güvenlik ve istikrar arayışı önemlidir “diye bir yorum da bulunmuştum. Ama aslında “bu istikrarsızlığın kökeni de iktidar, dolayısıyla nasıl yorumlamak gerekir bilemiyorum” demişti.  Bunun kaynağı belki de Erdoğan olarak görünmüyor da olabilir.

B.A.: Kişisel olarak baktığım zaman yönetim probleminin ürettiği sorunlar olarak görüyorum. Sadece Türkiye'de de değil, bütün dünyada bu popülist liderlerin ve iktidarların ürettiği bir hikâyedir. Örneğin Ukrayna'nın işgali. Türkiye seçmeninin bu hikâyeyi nereden gördüğü, nasıl değerlendirdiği meselesi bu. Bütün bu gidişata dair eleştiriler konusunda ben ısrarcıyım. Orada çok net bir tablo var. Ama muhalefetin ya da iktidarda bir değişimin kaos ve karmaşa olmadan, daha büyük karmaşalar olmadan gerçekleşeceği konusunda güven oluşmadı.

Kimlik, milliyetçilik diyebiliriz. Yalnızca milliyetçiliğin yükselişinden ve Suriyelilerden açıklayacaksak bu meseleyi AK Parti ve Erdoğan hiç “Suriyelileri göndereceğim, Suriyeliler de dışarı” demedi. “Hudut namustur” diye kampanya yapan Millet İttifakı. Eğer milliyetçilik çalışıyorsa niye onların oyu artmadı o zaman? Ya da milliyetçilik yükseliyorsa niye İyi Parti'nin oyu artmadı, hatta 2019 oyundan da geride? Bütün bunları seçim süreci bittiği zaman samimiyetle ve açık zihni berraklıkla tartışmak ve yeniden “neyi eksik yapıyoruz?” demek lazım.  Ama şu anda seçim sürecinin ortasında bu tartışmaların bir faydası yok. Şu anda bu seçim sürecinin ortasında ne yapılacağına kafa yormamız lazım.

Ben dinleyicilerimize şunu hatırlatmak isterim: Apollo 13’ün macerasını konu eden filmde “Ay'ın karanlık yüzünden çıkmak” dediğim bir olay vardır. Apollo 13’ün Ay'a inemeyeceği, o modülün enerjisinin bitmiş olduğu ortaya çıkar. Ve saatlerle sınırlı bir zaman aralığında eldeki o modülün içinde kalan en küçük enerjiyle bile “ne yapılır da o insanlar Ay'dan geriye, Dünya'ya gelir sağ getirilir?” sorusunu merkeze alan bir hikâye.  Gündelik hayatımdaki mottolardan birisidir: Ay'ın karanlık yüzünden çıkmak. Bu kadar umutsuzluğa, “ne yapsak olmuyor” ya da “ne olursa olsun onlar hileyle hurdayla seçimi kazanıyorlar” duygusuna teslim olarak Ay'ın karanlık yüzünde kalmaya razı olmak mümkün değil. Buna en iyi örnek Açık Radyo’nun kendisi. Ömer Abi ve sizler yıllardır iklim değişikliğini bu memlekette henüz konuşulmazken konuşuyordunuz. Eğer hemen öyle umutlarımızdan vazgeçip korkulara, paranoyalara teslim olacaksak vay halimize! Onun için biraz serin kanlı, sakin kamamız ve gelecek pazar için ne yapılacağına bakmamız, konuşmamız ve tartışmamız lazım. Ve buna da öncülük edecek olanlar artık seçmenlerin kendisinden daha çok muhalefetteki örgütlü aktörler.

Ö.M.: Özellikle de gençlik kollarıyla ciddi bir cevap bulup, tam bir seferberlik haline gelmesi lazım. Ölüm kalım meselesi gibi görülüyor zaten. Ama söylemdeki bu kanulün eyleme intikal edip etmediği konusunda çok ciddi tereddütler var.

B.A.: Burada yaslanabileceğimiz şu: Genç seçmenlerinin neye karşı olduklarını biliyoruz. Bunu da bu yayınlarda konuştuk ama neden yana olduklarını bilmiyorduk. Ya da herhangi bir şeyin henüz onların umudunu enerjisini çekebildiğini de bilmiyorduk. Onun için Muharrem İnce ve Sinan Oğan meselesini değerlendirirken de bir kızgınlık ifadesi olduğunu ve bu meselenin ülkenin geleceği için de yeniden düşünülmesi gerektiğini defalarca bu programlarda da konuştuk. Hâlâ o gençleri harekete geçirmek için ne yapılacağı meselesi var. Elimizde bir örnek var. Yaşadığımız kendi deneyimimiz var: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde yaşanan süreç var. Orada da şimdiki gibi yerel mecliste AK Parti ve MHP'nin çoğunluk kazandığını bildiği halde seçmen ve 31 Mart'ta sandığa gitmeyen genç seçmen ikinci turda Ekrem Bey için sekiz puan fark üretti. Dolayısıyla yapılabilecek çok şey var.

Hesaplaşmaları, suçlamaları birbirimizi asmaları, tekmelemeleri seçimden sonraya bırakmak ve zihni berraklıkla bütün bunları tartışmak lazım. Yoksa herkes kendi pozisyonlarına aşık. Hep kendileri haklı ama hep ötekiler haksız… Bütün bu tartışmaları defalarca yaptık. Yeniden aynı şeyi yaşamanın anlamı yok. Ama umut inşa etmek emek ve çaba ister. Ve o umut için tutku ister. Tutkusunu, heyecanını, umudunu kaybederek ve bu kaygı nedeniyle de emeğini saklayarak buradan çıkamayız.

Ö.M.: Demirtaş'ın pratik maddeler halinde söylediği açıklamalardan her türlü problemi, kaosu karşılamanın ve önlemenin tek yolunu paylaştık. “Bu şekilde, sadece sandıklara sahip çıksanız bile seçim kesinlikle kazanılacak. Pes etmek yok!” diye bitirmiş.

B.A.: Burada kritik şey, 190 bin sandıkta gönüllü gözlemcilerin ve görevlilerin olmasıdır. Yani bu seçimde üç beş münferit dışında beklenildiği gibi çok yaygın bir şiddet ve gerilim yaşanmadı. Toplum ve seçmen serin kanlılıkla bekledi. O kadar kuyruklarda beklendi, kimse kimseye laf atmadı. Birbirinin yakasına yapışmadı.

Mesele Şişli'deki sandıklarda, Kadıköy'deki sandıklarda bulunmak değil. Gidilmeyen sandıklara ve ilçelere gitmek meselesi…  Gönüllü olmak meselesi... Dolayısıyla bizi hepimize düşen görev el birliğiyle gönüllü olmaktır.

Ö.Ö.: Candan Yıldız'ın önemli bir vurgusu olmuş: “Seçimden seçime örgütlenme faaliyetini kabartan partilerin sonucu değiştiremediği bir gerçek. AKP'nin oy kaybettiği bir gerçek ancak seçmenleriyle organik bir ilişki ağına sahip olduğu da bir gerçek.” Galiba tam da bu organik ilişkiyi kurması gerekiyor muhalefetin

B.A.: Seçmenin artık Ak Partililikten daha çok Erdoğancılaştırıldığı bir süreç var. Dolayısıyla partisinden fedakârlık ediyor. Ya da oradan kopuyor belki ama Erdoğan'dan kopmuyor. Erdoğancılaştırılmış bir seçmen var. Dolayısıyla seçmeniyle böyle bir ilişkisi var. Ve bu gerçeğin içinde alternatif siyasetin nasıl olacağını tartışmamız lazım. Ama alternatif siyaseti o seçmeni eleştirerek, cahilliğiyle suçlayarak yürüteceksek bunu defalarca denedik. Olmadığını da artık öğrenmemiz lazım.