"Bir bütün olarak protesto ve gösteri yürüyüşü hakkını savunmalıyız"

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba Canım'da Onur Haftası'nda yoğunlaşan LGBTİ+ gündemini konuşuyoruz.

""
Merhaba Canım: 28 Haziran 2024
 

Merhaba Canım: 28 Haziran 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Merhaba Yıldız, günaydın.

Yıldız Tar: Merhabalar, günaydın.

Ö. M: Bugünkü gündemimiz de epey yoğun galiba. Neden buluştuk?

Y. T: Trans Onur Yürüyüşü yapılamadı. Bu hafta sonu İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü var. Öte yandan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Büyük Aile Platformu temsilcileriyle görüştü. Yeni anayasa çalışmaları ile ilgili olduğu düşünülüyor. Ahmet Yıldız davası vardı, çok uzun yıllardır devam eden bir dava. Diğer yandan da hekimlik andında, Hipokrat Yemini'nde cinsel yönelimin sansürlenmesi gibi çok geniş bir gündemimiz var.

Ö. M: Lütfen, evet.

Y. T: Evet, yayının ilk kısmında da hatırlattınız Stonewall'u. Çok da iyi denk geldi. Bugün Stonewall isyanının yıl dönümü.

Bütün dünyada onur yürüyüşleri Stonewall isyanının anısına yapılan yürüyüşler. Türkiye'de 2015'ten beri neredeyse her onur yürüyüşü yasaklı. İstanbul'dakilerin hepsi istisnasız yasaklandı. Bazı şehirlerde, bazı yıllarda yasak kararları çıkmadı ama her geçen gün kanıksadığımız bir duruma dönüştü bu.

Yasaklar meselesi çok sıkıntılı tabii ki ama kanıksamak... Bir yandan da her yıl yasaklandığı için çok normalmiş gibi geliyor. Bu sene de Trans Onur Yürüyüşü yapılamadı demek doğru olur bence; çünkü birçok farklı lokasyon belirtti Trans Onur Haftası Komitesi, bu lokasyonlarda 2-3 kişi bir araya gelip açıklama okumaya, bayrak sallamaya çalıştı. Şehrin birçok yerine bayraklar asıldı. Bu bir yürüyüşün yapılabildiği anlamına gelmiyor. Bu Pazar günü de İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü yapılmak istenecek.

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi'nden gelen son açıklamada, geçtiğimiz yıl Taksim çağrısı yapılıp Nişantaşı'nda yapılabilen yürüyüşten, bu sebeple birçok insanın da mağdur olduğundan bahsetmişlerdi. Burada komitelerin yapabileceği ne var derseniz, pek bir şey yok açıkçası. Siz nereye çağrı yaparsanız yapın yasak kararı çıkarmaya bile gerek duymadan polis gelip engelliyor. O yüzden geçen haftalarda da köşe kapmaca demiştik. Gerçekten de köşe kapmaca oyunu gibi, açık çağrıda başka bir yer söyleyip sonra başka bir yerde bir araya gelmeye çalışmak. LGBTİ+'ların bir şekilde yasaklardan ve polis müdahalesinden kaçarak bir örgütlenme çabasında olduğunu görüyorum. Çok üzücü bence.

Ö. M: Bir şey sorayım mı? Pardon sözünü kestim. Bu yasaklama ya da engelleme olarak herhangi bir gerekçe gösteriliyor mu?

Y. T: Jenerik gerekçe, ekstra bir gerekçe yok. 2011 sayılı kanun gereğince kamu düzeninin korunması, halk sağlığı, başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmemek denen, o her yürüyüşü yasaklamada kullanılan madde.

Bir gerekçe göstermeye gerek bile duymayan bir anlayış var yerel yöneticiler, valiler ve kaymakamlar mevzinde. Gerekçeyi açıklamaya gerek olmadığı fikrindeler. Geçen hafta da konuşmuştuk, bence hatırlatmak önemli. Bu davaların büyük bir çoğunluğunda, bu yasak kararlarının büyük bir çoğunluğuna açılan davalar kazanılıyor ama bu bir emsal teşkil etmiyor. Emsal teşkil etmediği için de her sene tekrar valiler, kaymakamlıklar yasaklayabiliyor. Bazı durumlarda yasak kararını gerekle duymadan, doğrudan böyle bir karar var denilip tebliğ etmeden saldırı gerçekleşiyor. Çok keyfi bir düzen. Keyfi bir düzen; herhangi bir valinin, kaymakamın kendi isteklerine, ruh haline bırakılmış bir düzen var.

O yüzden bu sorunu aşmanın yolu biraz da, bir bütün olarak protesto ve gösteri yürüyüşü hakkını savunmaktan geçiyor. Çok ilginç bir olay oldu bu geçtiğimiz hafta, olay değil de dikkatimi çeken bir mesele. Bir gazeteci meslektaşımız, işte göstericiler Trans Onur Yürüyüşü'ne yürüyüşüne katılanlar diye anlatıyor, sonra bir kişi ona tepki gösterdi, göstericiler niye diyorsun, eylemciler niye diyorsun diye. Sanki bu küçülten bir şey oldu. Orada şeyi fark ettim. O kadar eylem yapmak, gösteri yapmak bizim açımızdan bu ülkede çok zor bir şeymiş. kriminal bir şeymiş gibi oldu ki: Eylemci demek sanki insanları suçlu gösteriyor. Oysa ki, evet eylemci ve eylem yapma hakkı vardır. Evet, gösterici ve gösteri yapma hakkı vardır. Zihnimizde o kadar kavram düzeyinde dahi yürüyüşler, gösteriler, eylemler kriminal bir yere oturtulmuş durumda. Bence bu çok tehlikeli. Temel hak ve özgürlüklerimizi, sokakta olmayı bu kadar kriminal kodlarla algılamaya başlamamız çok tehlikeli ve bunun Onur Yürüyüşleri'nde başladığını söylemek mümkün.

Çünkü 2015'teki o ilk Onur Yürüyüşü'ne polis müdahalesinde, çok yoğun bir şiddet vardı. Gözünü kaybedenler dahi olmuştu. O saldırının ardından o dönem açık olan sonrasında kapatılan bir televizyon kanalına program yapıyorduk ve o programda bu bir savaş ilanı gibi gayretli bir cümle kurduğumu hatırlıyorum. Çok üzücü ki, evet, maalesef ki bu bir savaş ilanı oldu.

Biz sadece yürüyüş engellemelerinde bunu görmüyoruz, bir yandan da yürüyüş engellemelerinin yetmediğini düşündükleri için yasal düzenleme hazırlıkları var. Numan Kurtulmuş'un bu hafta mesaisi o açıdan yoğundu. Numan Kurtulmuş, TBMM Başkanı, yerel seçimlerin hemen ardından anayasa turlarına çıktı ve siyasi partilerle görüştü. Önce meclis grubu olan partiler, ardından diğer partilerle görüştü. Şimdi anladığımız kadarıyla sivil toplum örgütü diye tarifledikleri ama bence sivil toplum örgütü değil, bir karşıt örgütlenmeler olan kurumlarla görüşüyor ve belki de biz bundan birkaç ay sonra bir rapor gelecek önümüze.

Yeni anayasayla ilgili şu kadar sivil toplum örgütüyle görüşüldü diyecekler. Örgütlerin kim olduğunu o zaman unutacağız ama unutmamak için şimdiden bakmak önemli. Bu hafta Numan Kurtulmuş Büyük Aile Platformu ile görüştü. Büyük Aile Platformu son 3-4 yılda örgütlenen ve Büyük Aile Yürüyüşü adı verilen Saraçhane'deki yürüyüşleri örgütleyen oluşum. Sadece Saraçhane'de değil, bir dönem Türkiye'nin birçok şehrinde örgütlemişlerdi ve tek bir gündemleri var, LGBTİ+ derneklerinin kapatılması. Bunun için çalışıyorlar, bunun için imza topluyorlar. Bunun için en son Numan Kurtulmuş'la görüştüler ve Numan Kurtulmuş'un açıklamasında doğrudan LGBTİ+ demedi Numan Kurtulmuş ama bazı sapkın düzenlemeler dedi, aile değerleri dedi ve yasal düzenleme gelebileceğinin sinirine vardı.

F. K: Pardon Yıldız bir şey soracağım. Putin veya Trump'tan tebrik mesajları geliyor mu?

Y. T: Henüz bence fark etmediler, fark etseler alırlar tabii ki de. Putin ve Trump'tan. Bu detaylı çalışmayı henüz onlara sunmadılar muhtemelen. Her ikisinin de çok takdir edeceği adımlar. Putin zaten, Putin'den öğreniyorlar bunu. Putin'in yöntemleri bu.

Putin'in etkisini yaymak için çalıştıkları bir oluşum. Bakalım 9. Yargı Paketi, kulislere göre, haftaya girebilir. Etki ajanlığı maddesinin çıktığını söylüyorlar ama geçerse Büyük Aile Platformu üyeleri etki ajanlığından yargılanabilirler, bilmiyorum, farkındalar mı? Çünkü birebir çeviri. Rusya'dan olduğu gibi çevrilmiş bir durum var. Rusya'da da mesele eşitsel propaganda yasasıyla başlamıştı. Artık iyice sertleşerek bütün LGBTİ+'lar bir sosyal teröristtir, vatana, millete zararlı bazı oluşumlardır olarak tariflemeye gitti. Hedefleri de o.

150 bin vatandaştan ıslak imzanın iletçe topladıklarını iddia ediyorlar. Tabii bilmiyoruz, iddia bu. O dilekçeleri görmedik. Meclise ilettiklerini söylüyorlar. Şöyle bir cümleleri var: Sözde Onur Haftası. Sözde onur ayı münasebetiyle ülkemizde gerçekleştirilen LGBTi+ propaganda faaliyetlerine izin verilmemesini istiyoruz, demişler. Sözde demeler de başladıysa, yasal düzenleme yoldadır diye düşünüyorum ben. Bakalım göreceğiz.

Meclis beklentiden daha uzun açık olacak. Normalde Temmuz'da tatile girmesi gerekiyordu ama çok fazla birikti AKP'nin hazırladığı yasalar. Onları geçirebilmek için muhtemelen, Temmuz ayı boyunca da meclisin çalışacağı yönünde en son açıklama. Temmuz'da bu gündeme gelmez çünkü anayasayla ilgili bir mesele ama Eylül itibariyle yeniden bir anayasa ve LGBTİ+'ları suçlu ilan etme girişimiyle karşılaşacağız gibi duruyor.

Ö. M: Evet çok sıcak bir yaz geçeceği benziyor. Peki devam edelim.

Y. T: Bir diğer gündemimiz bu hafta, Hekimlik Andı meselesiydi. Her yıl, bu da bir geleneğe dönüştü. Hipokrat Yemini'nde ayrımcılık temelleri sayılırken cinsel yönelimden de bahsediyor. Cinsiyet, cinsel yönelim temelinde ayrımcılık yapılmayacağı yönünde bir ifade ama tıp fakülteleri, yönetimleri son yıllarda buna takılmış durumdalar. Başka nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Gerçekten bir takıntı haline dönüştü. Ve bu ant okunurken dekanlar, üniversite yöneticileri durup o kısmı söylemeden geçmeye çalışıyor. Öğrenciler her seferinde dekanlar bunu söylemese bile anttaki bu maddeyi söyleyerek protesto ediyorlar. Birkaç yıldır Haziran ayında görüyoruz mezuniyet törenlerinde.

Bu sene de Evrensel'den Nisa Sude Demirel derlemiş hangi üniversitelerde yaşandı diye: Çapa Tıp Fakültesi, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, Sakarya İnönü, İstanbul Selçuk Üniversitesi, Bolu, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi. Buralarda ısrarla yöneticiler, dekanlar bu antı okutmamaya, bu anttaki cinsel yönelimi söylememeye çalışıyor. Daha dün bir görüntü vardı, bu sefer Ordu'dan. Öğrenciler söylüyorlar ve Ordu'da öğrenciler bu sansürü deldikleri için mezuniyet kutlamaları iptal edildi. Törenin hemen ardından bir kokteyl yapılması planlanıyordu. Cezalandırmak için kokteyli iptal etmişler. Böyle bir tuhaf görüntüler oluyor açıkçası o videolarda da. Neyi sansürlediğine tam emin olmayan, böyle hızlıca geçmek isteyen telaşlı bir grup insan.

F. K: Cinsel yönelim konusunda ayrımcılık yapmayacağım, değil mi? Öyle bir ibare var onun içinde. Yapmayacağım diyorsun. Kim olursa olsun diyorsun ama bunu dememeni istiyor. 

Ö. M:  Ayrımcı ol diyor.

Y. T: Ayrımcılık yap diyor. İstediği gibi ayrımcılık yapabilmek istiyor.

F. K: Ya da korkuyor. Aslında kelimenin kendisinden korkuyor. Bu kelime o kadar damgalı bir kelime haline geldi ki bütün dünya çapındaki aşırı popülist dillerde, bu dili kullanmak istemiyor. Kullanmayarak aslında kendi tarafını belli etmeye çalışıyor. Bir yandan kendini kurtarıyor. Belki önemli tarafı da bu.

Y. T: Ve bir yandan da şöyle bir şey yapıyor, onu bir tabu kelimeye dönüştürdü artık. Kelimeye kendi olağan akışında sahip olmadığı kadar bir güç de yüklemiş oldu. Cinsel yönelim çok teknik bir tabirdir. Bu şeyden korkmak gibi, cinsiyet kelimesinden korkmak gibi bir şey. Kelimenin kendisinden korkmak. Bununla ilgili T24'te Dr. Şükrü Hatun'un bir yazısı var. O şunu söylüyor, eğer ki ayrımcılık yapılmasını savunuyorsa bu isimler, hekimliğin en temel ilkesini temelsiz bir şekilde ihlal etmiş olurlar ki bu da tek başına dekan olmaya engeldir.

Siz hekimliğin en temel ilkesini ihlal ederek bırakın dekan olmayı hekimliğe devam edemezsiniz. Ama dekanlar bunun üzerinden -anladığımız kadarıyla- aferin de alıyorlar ki devam ediyor. Türkiye'de biraz öyledir ya, bürokraside her zaman yukarıdan size şunu şöyle yap denmez ama biri yapıp alkışlandığında sıraya girer bütün yöneticiler. Şu üniversitedeki şu dekan yaptı ve yönetim onu alkışladı. Öyleyse ben de aynısını yapmalıyım. Böyle bir salgın halinde yayılıyor. Beni sevindiren kısmı şu, şu ana kadar neredeyse her üniversitede öğrenciler buna tepki gösterdi. Öğrenciler bu meseleyi yemiyor, hayır biz hekimliği böyle öğrendik diyor ve hekimliğin ayrımcılık yapmama ilkesine sahip çıkıyorlar. Cinsel yönelimi daha yüksek sesle bağırarak söylüyorlar. Bu çok sevindirici. Orada bir geri adım yok öğrencilerden bir yana. Bu önemli umarım. Her zaman hocalar öğrencilere öğretmez. Bazen hocalar da öğrencilerden öğrenebilir. Umarım bu meselede tıp fakültesi hocaları ve dekanları öğrencilerden öğrenirler. Bu hafta sonu Türkiye Tabipleri Birliği seçimleri de olacak. Türkiye Tabipleri Birliği'nin de kendi etik ilkelerinde de cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği meselesi var. O yüzden bu seçimlerde de bakalım hekimlik andı meselesi gündeme gelecek mi göreceğiz.

Diğer başlığımız Ahmet Yıldız davası. Yılan hikayesini de aşan bir meseleye dönüştü, ilk günlerinden itibaren İstanbul'dayken özellikle, takip etmeye çalıştığım bir davaydı. Ahmet'imiz 2008 yılında öldürüldü, babası tarafından öldürüldü. Ahmet'in öldürülmeden önce bir kaleme aldığı bir yazısı vardı ve iki ay öncesinde bir dergi için kaleme aldığı yazısında ailesinin kendi cinsel yönelimini öğrendiğini, bu yüzden de tehdit ettiklerini söylüyordu.

Tehditler üzerine savcılığa da başvurmuştu ama tabii ki savcılık harekete geçmediği için 15 Temmuz 2008'de Üsküdar'da Ahmet Yıldız öldürüldü. İlk duruşma 8 Eylül 2009'da başladı. Dava 8 Eylül 2009'da başladı. 2009'dan beri de bu dava sürüyor. Niye sürüyor? Çünkü ısrarla Ahmet Yıldız'ı öldürdüğü delillerle, görgü tanıklarıyla sabit olan babası bulunamıyor, firari durumda. Daha önceki yıllarda Kuzey Irak'ta olduğuna dair birtakım bilgiler vardı ama bir türlü yeri tespit edilemedi. 15 yıldan uzun bir süredir Türkiye Cumhuriyeti Devleti Üsküdar'daki bir cinayetin failini bulamıyor. Firari olduğunu söylüyor ve duruşmalar da bu arada artık sadece 2-3 dakika sürüyor. Her duruşmada aynı şey yaşanıyor. LGBTİ+ örgütleri gidiyor, takip etmek istiyorlar davayı. Müdahillik talebinde bulunuyorlar. Mahkeme heyeti bu talebi reddediyor ve firari sanığın bulunması için müzekkere yazılmasına karar veriyor. Burada tabii şöyle bir durum da vardı Ahmet Yıldız cinayetinde, Ahmet Yıldız öldürülürken orada olan başka bir kadın yaralanıyor. Onun başvurusuyla dava açılıyor ve onun üzerinden takip etmek mümkün oluyor. Çünkü ailenin öldürdüğü bir genç Ahmet ve ailesi öldürdükten sonra davasına da tabii ki aileden kimse sahip çıkmıyor.

F. K: Cumhuriyet Savcılığının görevi değil mi bu Yıldız? Cumhuriyet Savcılığı tam da bunu yapmak zorunda. Kamu adına diye bir şey var. İlla ki birisinin şikayetçi olması gerekmiyor.

Ö. M: Bir de ailesinin sahip çıkmamasının uç noktadaki örneği de 26 yaşındaki Marmara Üniversitesi fizik bölümü. Son sınıf öğrencisi Ahmet Yıldız, ailesine eşcinsel olduğunu açıklamasının ardından ölüm tehditleri almaya başlamış ve Bianet'ten Tuğçe Yılmaz'ın da hatırlattığı gibi; öldürülmesinden yaklaşık üç ay önce ailesi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuş tehdit alıyorum diye. 15 Temmuz 2008'de, Yahya Yıldız babası tarafından ateşli silahla öldürülüyor Naaşı da ailesi tarafından alınmamış ve kimsesizler mezarlığına defnedilmiş. Marmara Üniversitesi fizik bölümü son sınıf öğrencisi kendisi. Evet bunları da hatırlamakta yarar var tabii.

Y. T: Evet, evet. Burada tabii ki şu durum da çok kritik. Kamu davası açılması gerekiyor. Ama Hande Kader de yakılarak öldürülen bir trans kadındı. Kamu davası açılıyor ama davayı sivil toplum örgütlerinin, LGBTİ+ örgütlerinin takip etmesi engelleniyor. Mesela şu an Hande Kader'in öldürülmesinin ardından açılan davada durum nedir? Bilmiyoruz.

Ö. M: Bu şeyde de çok acayip. Kırk celse olmuş bu Ahmet Yıldız meselesinde. Tüm duruşmalarda yakalama emrinin devamına diyorlar. Baba yok ortada. Ve Yahya Yıldız'ın emekli maaşının nereden ve kimin tarafından çekildiğinin belirlenmesini talep etmiştik. Bu da reddedildi diyor. Burada da bir esrarengiz polisiye durum var.

Y. T: Evet ve bir yandan da tabii bunun bulunamaması hiç gerçekçi değil. Ahmet Yıldız'ın babası, nefait Yahya Yıldız'ın bir boşanma davası da geçirdiği detayı da var. Boşanmış annesinden bir şekilde mahkemeyle.

F. K: Mahkemenin bulamadığı Yahya Yıldız mahkemede boşanıyor.

Y. T: Bu boşanmanın bir mahkemede olması gerekir usulen. Ama bununla ilgili de avukatlar talepte bulunmuştu. Nasıl oldu bu iş, diye ama ona da bir yanıt verilmedi. O kadar umursanmıyor ki. En sinir bozucu olan o. Süreç üretilip gerçekten de bu dikkat çekersiniz, özen gösterirsiniz, bulmaya çalışırsınız ve dersiniz ki ya bulamadık, kaç yılda geçmiş? Bir nebze de olsa insanların içi soğur. Ama bu dava en başından beri bir özensizlik abidesi. Hiç kimsenin mahkeme heyetinden kimsenin umurunda olmadığı bir dava ve göz göre göre gelen bir cinayet. Gerçekten de Üsküdar Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuyor 3 ay önce, öldürülmeden 3 ay önce. Gencecik bir insanken.

Ahmet Yıldız bir yandan aktivizm içinde, LGBTİ+ dernekleriyle temasta da olan bir isim. Haklarını da gayet iyi bilen bir isim. Mesele şey de değil, aman haklarını arasaydı. Genelde öyle denir ya: "Onlar da haklarını arasaydı!" Siz hakkınızı arayıp, kendinizi korumak için Türkiye Cumhuriyeti Devleti savcılığına başvuru yapıyorsunuz ve hiçbir önlem alınmıyor. Öldürdükten sonra 16 yıldır da katilin bulunması yönünde herhangi bir çaba dahi harcanmıyor. Zaman aşımına götürmeye çalışıyorlar anladığımız kadarıyla davayı. Firari sanıkla bu davayı bu şekilde kapatmak gibi bir dertleri var.

Ahmet Yıldız davası Türkiye'nin ilk namus cinayeti denilmişti o dönem. Çok yanlış bir tabir bu. Esasında bir nefret cinayeti bu. Öldürenin aile olması, babası olması, annesi olması bunu bir namus ya da töre cinayeti haline getirmiyor. Bu bir nefret cinayeti ve Türkiye'de nefret cinayeti olgusunun en çok tartışılmasına yol açan cinayetti. Nefret suçları mevzu altında LGBTİ+ örgütleri bu cinayeti de örnek göstererek talep ettiler ve bu programın başında bir büyük aile platformundan bahsetmiştik. Ne hikmettir ki ailesinin öldürdüğü bir gencin, eşinsel gencin, şimdi aile geçen bir platformun hiçbir şekilde gündeminde olmadığını görüyoruz. Bu da aile denildiğinde çok ciddi bir ikiyüzlülükle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor bence açıkçası.

F. K: Bu arada Yıldız, bu kamuoyunda Z kuşağından genç grupların böyle bir karşı örgütlenme pratiklerinden bahsedebiliriz değil mi?

Y. T: Evet, evet. O çok önemli bir mesele. Bu Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından tekrar konuşuluyor. Z kuşağı çok geniş bir konu ve ben kuşak sınıfın, sınıfsal pozisyonun yaşa dayalı kuşakları çok değiştirdiğine hala inanıyorum. Bir genelleme yaparsak Türkiye'de de artık sadece LGBTİ+ haklarına direnen, belli bir yaşın üzerinde insanlardan bahsetmiyoruz. Sosyal medyada da bu dezenformasyon kampanyaları, komplo teorileri alıcı bulmaya başladı. Bu çok tehlikeli bir durum.

Trump'la Biden'ın tartışmalarına bakıyordum program öncesinde, Trump'ın çevresinde örgütlenip, hükümet binasını bastılar. Bu insanların bir yandan başka bir gündemi de var. LGBTİ+ karşılar ve böyle söylemsel bir durum yarattılar. Politik doğruculuk karşılığı diyorlar. Politik doğruculuğun karşısında olmak nedir? Ben de mesela politik doğruculuğa karşıyım. Bence bir doğru vardır, hakikat vardır. Politik eklemesine gerek yok ama onların karşıtlıklığı öyle bir şey değil. AKP'nin tarzına çok benzeyen bir tarz. Sürekli mağdur ediliyoruz diyor. Peki mağduriyetin ne dediğinde? LGBTİ+'larla ilgili küfür ettiğinde yargılanma ihtimali malum var. Bu bir mağduriyet. Ciddi bir örgütlenme yaratmaya başladı. Hem Avrupa'da hem Amerika'da, Türkiye'de de benzer bir durumu görüyoruz. Genç kuşak üzerinde de, Z kuşağında da böyle bir Kanzi Kuşağı denilen, ekseriyetle bir kadın düşmanlığı ve LGBTİ+ düşmanlığının iç içe geçtiği bir örgütlenmeye gidiliyor. ve Büyük Aile Platformu gibi benzer tarzda örgütlenmeleri Z kuşağı içerisinde de görebiliyoruz.

Bu şu açıdan tehlikeli, çok büyük konuşmak istemem ama bütün kuşaklar her zaman bir önceki kuşakla kavgalı oldu. Çoğu zaman daha özgürleştirici bir dünya için kavgalı oldu. Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından yapılan bir analizde çok çarpıcı bir sonuç var; Z kuşağının ana babaları, dedeleri 1968'de cinsel özgürlük için mücadele edip bunu kazanırken, onlar 50'lere dönmek istiyorlar. Bunun arkasına bakmak, bununla ilgili araştırmaları anlamaya çalışmak önemli ama bu cümle bana çok çarpıcı gelmişti. Gündelik hayatta da bunun bu şekilde ilerleyebildiğini görüyoruz. Kutuplaştırma siyaseti insanların LGBTİ+'lara karşı, çok genç insanların, hiç hayatında LGBTİ+ arkadaşı dahi olmayan insanların bir öfkeli bir pozisyonda olmasına sebep oluyor. Hayatında kötü giden her şeyin sorumlusu sanki LGBTİ+lar gibi bir algı yaratıyor. Konunun sizinle ilgili olması gerekmiyor.

F. K: Bütün toplumsal hareketlerde çok benzer bir şeyler yok mu? Her ideolojik kuşağın arkasından benzer bir şey olabiliyor. İslamcı kuşakların çocuklarına baktığın zaman mesela, yok o kadar İslamcı falan değiller. 68-78, Türk solculuğunun çocuklarında da çok yaygın başka eğilimler ortaya çıktı. Muhtemelen bunlar o toplumdaki güvenlik, korku gibi bir takım unsurlarla çok besleniyor.

Y. T: Evet kesinlikle ve her türlü linç girişiminin arkasında da benzer bir o ataerkil örüntüyü görüyoruz.

Ö. M: Evet. Burada bitirebiliriz herhalde. Eklemek istediğiniz bir şey yoksa.

Y. T: İyi yayınlar diyelim ve bu Pazar günü umalım ki gerçekten güzel bir onur yürüyüşü görüntüsüyle karşı karşıya kalırız. Daha fazla polis şiddeti yazmak, çekmek zorunda kalmaz gazeteciler umarız.