Bu çağrı türlerin yok olma krizini tersine çevirmek ve gezegenin sağlığını korumak için yapılıyor.
Bu çağrıya çocukların kulakları daha hassas. Greta çocuk başına dünyayı ayağa kaldırdı. Daniel adında bir çocuk daha hatırlıyorum; duyunca çok etkilenmiştim. Daniel Ithaca köyünde yaşıyordu. İthaca köyünün kurucusu ve yöneticisi Liz’in oğlu Daniel doğa ile haşır neşir bir çocuk. Bazen abisi onu kızdırmak için ‘doğa çocuğu’ diye seslenirmiş ona. Elma ağaçlarına bir çırpıda tırmanan, çiçeği böceği hemen tanıyan bir çocuk düşünün. Lakabı boşuna ‘doğa çocuğu’ olmamış. Daniel bir gün okuldan eve çok üzgün dönmüş. Yanaklar kıpkırmızı gözler ağlamaktan şişmiş … Annesi Liz, Daniel’i kucaklayıp sarmalamış ve niye ağladığını sormuş. Okulda üçüncü sınıf dersi olan çevre konusunu işlerlerken Daniel, bugünlerde türlerin son 65 milyon yıla göre daha hızlı yok olduklarını öğrenmiş. İki göz iki çeşme, çok üzülmüş bu duruma. Annesine dönüp “Liz, diğer türlerin yaşayabilmesi için insanların yok olup gitmesini isterdim” demiş. Anne şok geçiriyor tabi. Düşünsenize 8 yaşındaki çocuğunuz insan ırkının yok olmasını diliyor. Şaşkınlık verici bir durum. Aslına bakarsanız gidişat zaten öyle; insan zaten kendi kendini yok ediyor. (Ekoköy İthaca-Yeni İnsan Kitabevi Türkçesi Orhan Tuncay)
Çocuklar doğayı daha çok sahipleniyor aslında. Belki de gerçekten Daniel’in abisinin ona seslendiği gibi henüz doğanın çocukları oldukları içindir. Sonra okul, iş, şehirde modern hayat derken insan doğayı da kendisini de kaybediyor.
Doğal dünyanın süregelen kitlesel yok oluşu insan eliyle yaratılan en büyük tehditlerden birisi. Dünya'nın biyolojik çeşitliliğini kaybetmek hem yaşayan mirasımızı yok etmek hem de gezegenin, bugün ve gelecek nesiller için varlığını riske atmak ayrıca başka gezegenlerde absürt bir şekilde yaşam aramak demek.
Yarım Dünya Projesi’nde (Half Earth) türlerin yaşaması için yeterli habitatı, yaşam alanını sağlamak hedefleniyor. Rezervler büyüdükçe, hayatta kalan çeşitlilik de büyüyor. Rezervler azaldıkça, içlerindeki çeşitlilik hızlı bir şekilde azalıyor hatta yok oluyor.
Habitatın yüzde 90'ı çıkarıldığında, sürdürülebilir şekilde devam edebilecek türlerin sayısı yaklaşık yarıya iniyor. Bu, dünyadaki en zengin türlerin çoğu için geçerli. Geri kalan doğal yaşam alanlarının yüzde 10'u da yok edildiğinde, hayatta kalan yerleşik türlerin çoğu veya tamamı da yok oluyor.
Öte yandan, yeryüzünün yarısını korursak, korunan türlerin oranı yüzde 85’lere çıkıyor. Bu da gezegenin en az yarısının güvenli alanda yaşayacağı anlamına geliyor. Hangi yarım alan? Yarım Dünya, biyolojik çeşitliliğin büyük kısmını korumak için yeterli yaşam alanını yönetmek için kara ve denizlerin yarısını koruma peşinde. Teknolojideki ilerlemeler artık gezegendeki türlerin yerlerini ve dağılımını, en fazla türü korumak için en iyi şartların nerede olduğu konusunda karar vermemizi sağlayacak kadar ileri haritalamayı sağlıyor. Bu projenin detaylarını ve nasıl hayata geçileceğini Edward O. Wilson, “Half-Earth: Our Planet's Fight for Life” kitabında detaylı bir şekilde anlatıyor. Türkçesi “Yarım Dünya; Gezegenimizin Yaşam Savaşı.”
Edward Osborne Wilson 10 Haziran 1929 doğumlu, genellikle E.O. Wilson olarak anılıyor. Amerikalı biyolog, doğa bilimci ve yazar. Dünyanın önde gelen karınca uzmanlarından.
Wilson, çeşitli kaynaklarda sosyobiyolojinin ve biyolojik çeşitliliğin babası olarak kabul ediliyor. Wilson, Pellegrino, Harvard ve Duke Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. İki kere Pulitzer ödülünü kazandı. Genç Bir Bilim Adamına Mektuplar ve İnsan Varlığının Anlamı en çok satan kitapları arasında.
E.O. Wilson Dünyanın Yarısı / Half-Earth projesini başlattı.
Dünyanın Yarısı projesini nasıl yapacağız? Hayatın geri kalanını korumayı nasıl yaşam şeklimizin bir parçası haline getirebiliriz?
Half-Earth Projesi, bilimsel araştırmalar, deneyimli liderlik ve ilham verici bir angajmanla yürütülüyor. İlham verici angajmandan ilgili bir sürü kişinin ve kamuoyunun projeye dahil edilmesi kastediliyor. Mevcut yaklaşımımızdaki boşlukları ele alıp bir kampanyaya dönüştürüyor:
Half-Earth / Yarım Dünya girişimlerinin adımları şöyle:
- Yarım Dünya haritası hazırlamak
- Yarım Dünya proje eğitimci elçileri kazanmak
- Yarım Dünya için kürsü ve burslar
- Yarım Dünyanın geleceği için şirketler saptamak
- Küresel biyoçeşitlilik envanteri çıkarmak
- Model koruma çabaları
- Yarım Dünya Konseyi
- Bilgi platformu
- Halk katılımı
Haritalamada en ileri bilim, analitik ve teknolojiye dayanan Yarım Dünya Projesi için en fazla sayıda türü koruyabileceğimiz yerler belirleniyor. Hangi kara ve deniz bloklarını maksimum etki için bir araya getirebileceğimiz, dünyadaki en çok biyolojik çeşitliliği olan yerler belirleniyor. Yarım Dünya Proje Haritası, insanlar dahil dünya türlerinin çoğunu kurtarmak için koruma faaliyetlerine en çok ihtiyaç duyulan yerlere rehberlik eden yüksek çözünürlüklü, dinamik bir dünya haritası ve karar destek aracı olarak tanımlanabilir.
Yarım Dünya Proje Eğitimci Elçileri
Bu program, öğretmenlerin birbirleri ve öğrencileriyle bağ kurmaları için bir platform sağlıyor. Elçiler meslektaş ağının bir parçası olarak, topluluk üyeleri, etkileyici videolardan en yeni dijital ders kitabı içeriğine, veri açısından zengin, etkileşimli zengin eğitim kaynaklarına erişebiliyorlar. Dünya'nın biyolojik çeşitliliği bilgisi ve Wilson'ın kendi yazılarına da ulaşmak mümkün.
Peki işletmeler Yarım Dünya hedefine ulaşmamıza yardımcı olmak için ne yapabilirler?
Yarım Dünya Geleceği İçin İşletmelerin, yeni nesil, sürdürülebilirlik odaklı iş uygulamaları geliştirip dönüşümleri teşvik ediliyor. Yarım Dünya uyumlu uygulamaları, günlük faaliyetlerine, stratejik planlamalarına, karar verme süreçlerine ve hissedar değerlerine kadar dahil etmeye çalışıyorlar.
Yarım Dünya Geleceği için aday gösterilen işletmeler, Yarım Dünya geleceğini destekleyen bir amaca yönelik iş uygulamaları için çerçevenin geliştirilmesine katkıda bulunuyorlar. En iyi uygulamaların bir kataloğu oluşturuluyor ki bu şirketler iş yapma şeklimizi değiştirip gezegenin hayatta kalmasına öncülük edebilsin diye.
Küresel Biyoçeşitlilik Envanteri de yapılacaklar arasında var olduğu tahmin edilen ancak hala bilim tarafından bilinmeyen 8 milyon türün keşfi ve doğal tarih çalışmaları söz konusu. Kaşiflere rehberlik etmek, biyoçeşitlilik keşfini hızlandırmak ve “dünyayı yöneten küçük şeyler” hakkında daha fazla bilgi edinmek için gelecekteki türlerin keşfi için en önemli yerleri belirlemek üzerine araştırmalar yapılıyor.
Bu proje dünya çapında benzer koruma çabalarına destek vermek ve bir model oluşturmak için ilham verici hikayelerini kullanarak model koruma ve tür restorasyon çabalarını sergiliyor ve destekliyor.
Yarım Dünya Kürsü ve Burslar programında, dünyamızı ve ona en iyi nasıl bakacağımızı anlamamıza yardımcı olan biyoçeşitlilik araştırmalarını destekleyecek burslar veriliyor. Bu program, koruma için yeni nesil bilim insanlarının desteklenmesine yardımcı olacak, yerel ve bölgesel biyolojik çeşitlilik araştırmalarını, akıl hocalarını ve yeni nesil yöneticileri destekleyecek ve dünya çapında koruma çabalarını sürdüren bölgesel uzmanlık sağlamak için.
Yarım Dünya Kürsülerinde, bölgelerinin sosyo-ekonomik ihtiyaçları ve koruma öncelikleri hakkında algı ve bilgiye sahip biyolojik çeşitlilik araştırmacıları mevcut. Dünyanın dört bir yanındaki üniversitelere dayanarak, gezegenimizin biyoçeşitliliğini en iyi nasıl koruyabileceğimize dair küresel boyutta bilimsel liderlik yapıyorlar. Görev sürelerinin ardından her Başkan, Yarım Dünya Konseyi'nin daimî üyesi oluyor.
Yarım Dünya burs programı, dünya çapında yeni nesil bilim ve idareciliğin tohumunu atmak ve beslemek için biyoçeşitlilik araştırma bilim adamlarını destekliyor. Akademisyenlere Yarım Dünya Başkanları tarafından rehberlik edilip Yarım Dünyanın amacını desteklemek için bir araya geldiklerinde önde gelen biyoçeşitlilik araştırmacıları ile etkileşime geçmeleri için fırsatlar sağlanıyor.
Halk katılımı konusunun da yakın zamanda hayata geçirilmesi planlanıyor. Geniş bir kitleye ulaşmak için, yarım dünyanın hedefini destekleyen bir hareket kültürünün geliştirilmesi planlanıyor.
Yarım Dünya Projesinin kurucu Edward O. Wilson ‘Doğanın Gizli Bahçesi’ kitabında yıkıcılığımızın sebeplerini de anlatıyor:
“Uzaylılarla karşılaşacak olsaydık, bu büyük hayvan çeşitliliğinde er geç bir türün zekasıyla dünyanın hakimiyetini ele geçirmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyebilirdi bize. Bu rol, 5 milyon ile 8 milyon yıl önce şempanze soyundan ayrılan bir Afrika primatı olan Homo sapiens’e düşmüş. Daha önce yaşamış bütün yaratıkların aksine biz jeofiziksel bir güç haline geldik, dünyanın fauna ve florası kadar atmosferini ve iklimini de değiştirdik. Şimdi bir nüfus patlamasının ortasında olan insan türünün nüfusu, son 50 yılda iki katına çıkarak 5,5 milyarı buldu. Önümüzdeki 50 yılda tekrar iki katına çıkacağı tahmin ediliyor. Evrim tarihi boyunca başka hiçbir tür insanlığın ürettiği protoplazma kütlesine ulaşamamıştır.
Darwin’in attığı zar dünyaya yaramadı. Çoğu bilim adamı, daha uysal bir hayvan yerine etobur bir primatın bu aşamaya gelmesinin özellikle canlılar dünyası için büyük talihsizlik olduğuna inanıyor. Türümüz, yıkıcı etkimizi fazlasıyla artıran kalıtsal özellikleri koruyor. Kabile kökenliyiz ve saldırgan bir bölgeciliğimiz var, asgari ihtiyaçların ötesinde şahsi alan sahibi olmaya düşkünüz ve bencil cinsel güdüler ve üreme güdüleri tarafından yönlendiriliyoruz. Aile ve kabile seviyesi ötesinde iş birliği yapmakta zorlanıyoruz. (Sayfa 194)
(Sayfa 196) İnsan türü, tek kelimeyle bir çevre felaketidir: Zekanın yanlış türde ortaya çıkmasının biyosfer için önceden belirlenmiş olabilir. Belki de zekanın kendini yok etmesi bir evrim kanunudur. …genetik katılımları sayesinde çok bencil olmaya programlandıkları için insanlar küresel bir sorumluluk hissine kavuşmakta çok geç kalabilirler… Bu da ezici insan doğası kuramına dayanıyor: Bireyler önce kendilerini, sonra ailelerini, sonra kabilelerini düşünürler, dünyanın geri kalanı ise ancak dördüncü sıradadır. Genleri de onları bir, en fazla iki nesil öteyi düşünmeye eğilimli kılar. Günlük hayatın küçük sorunları ve çekişmeleri üzerinde çok dururlar, statülerine ya da kabile güvenliklerine azıcık meydan okunduğunda hızlı ve genellikle zalimce bir tepki verirler. Ama tuhaftır, psikologların keşfettiği gibi, insanlar aynı zamanda büyük depremler ve kasırgalar gibi doğal afetlerin gerçekleşme olasılığını ve yaratacakları etkiyi hafife alma eğilimdedir. Bu miyoplaştırıcı sisin nedeni, evrim biyologlarına göre, Homo cinsinin 2 milyon yıllık varlığının son birkaç binyılı hariç böyle bir sisin faydasını görmüş olmasıdır. Beyin şimdiki biçimine evrimsel zamanının bu uzun sürecinde evrilmiştir, yazı öncesi bu süre zarfında insanlar küçük, avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşıyorlardı. Hayat tehlikelerle dolu ve kısaydı. Yakın gelecekle yakından ilgilenmek ve erken üremek prim yapıyordu, başka şeylerin o kadar da önemi yoktu. (Sayfa 197) Birkaç yüzyılda bir olan çok büyük felaketler ya unutuluyor ya da efsaneye dönüştürülüyordu. Bu yüzden bugün insan zihni hala bir iki nesli aşmayan bir dönemde rahatça gidip gelebilmektedir. Eski çağlarda yaşayan insanlardan genleri sayesinde daha kısa vadeli düşünme eğiliminde olanlar olmayanlara göre daha uzun yaşamış ve daha çok çocuk sahibi olmuşlardır. Kahinler asla Darwinci bir üstünlüğün keyfini sürmemiştir.
Ama son zamanlarda kurallar değişti. Şimdilerde reşit olan kuşağın gözü önünde birbiri ardına küresel krizler patlak veriyor ve bu, gençlerin çevre konusunda büyüklerine nazaran neden daha fazla kaygılandığını da açıklıyor. Hem katlanarak çoğalan insan nüfusu hem de çevreyi etkileyen teknolojiler yüzünden zaman ölçeği daraldı. Katlanarak çoğalma temelde zenginliğin birleşik faizle artması gibi bir şey. Nüfus çoğaldıkça büyüme artıyor; büyüme arttıkça nüfus daha çabuk çoğalıyor.…
İnsanlar her yerde daha nitelikli bir hayat peşinde koştuğundan kaynak arayışı nüfustan bile daha hızlı artıyor. Bu talep her 10-15 senede iki katına çıkan bilimsel bilgi artışıyla karşılanıyor. Çevreyi kemiren teknolojilerin yükselişine paralel olarak bu talep daha da hızlanıyor. (Sayfa 198) Yaşam kalitesini belirleyen pek çok kaynak -işlenebilir toprak, gıdalar, tatlı su ve doğal ekosistem alanları dahil- sınırlı olduğundan, tüketimin sabit zaman dilimlerinde iki katına çıkması şaşırtıcı bir çabuklukla felaketlere yol açabilir. Yenilemez bir kaynağın sadece yarısı bile kullanıldığında, bitmesine sadece bir zaman dilimi kalmış oluyor.”