Bilim tarihinde nedensellik

-
Aa
+
a
a
a

Bilim Tarihi Sohbetleri'nde Serpil Ahmetkocaoğlu ile bilim tarihinde nedensellik meselesini konuştuk.

Basit makineler
Bilim tarihinde nedensellik
 

Bilim tarihinde nedensellik

podcast servisi: iTunes / RSS

(25 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da Bilim Tarihi Sohbetleri programında yayınlanmıştır.)

Derya Gürses Tarbuck:Nedensellik üzerine çalışıyorsunuz bize bu kavramın bilim tarihindeki değişimini kısaca anlatır mısınız?

Serpil Ahmetkocaoğlu: Olgu ve olaylar arasındaki ilişkileri açıklayan nedensellik, kendimize ve dış dünyaya dair kaygılarımızı düzenleyen en temel kavramsal araçlardan biridir. Bu bağlamda iki tür nedensellikten bahsedebiliriz; bunlardan ilki ampirik nedensellik, diğeri ise metafizik nedenselliktir. Ampirik nedensellik, her olay, süreç ya da oluşumun onu üreten koşullar tarafından belirlendiği ve bunlar oluşmadan sonucun ortaya çıkmayacağı görüşünü iddia ederken, metafizik nedensellikte ise aktif bir töz ya da güç -Tanrı’nın tüm var olanların nedeni gibi- nedenlerin kaynağıdır. (Cevizci, 2000: 673). Eğer nedensellik ilkesi “Her belirli fenomenin belirli nedeni vardır ve aynı nedenler aynı sonuçları doğurur.” şeklinde tanımlanırsa, böyle bir tanımdan “E olgusunun bir nedeni vardır, E olgusu belirlenmiş koşullar altında hep aynı sonuçları doğurur.” sonucunu ortaya çıkarır. Bundan ötürü nedensellik deterministik bir anlam taşımaktadır.

Aristoteles olmak üzere, Orta Çağ İslam ve Hristiyan düşünürleri doğada bir değişimin ve bu değişimin kendisinin sürekli ve düzenli olduğunu kabul etmekle birlikte, değişimin nedenleri ve ilkeleri konusunda farklı unsurlar belirlemişlerdir. Bu minvalde Aristoteles’in temel problemi doğa dünyasında var olan hareket ve bu hareketin nedenlerini açıklamaktı. Zira ona göre doğada her türlü değişim içerisinde bulunan varlıkların nedensel ilkelerini ortaya çıkardığımızda, bu ilkelerden yola çıkarak her bir nesne hakkında tahminde bulunmuş oluruz. Aristoteles, hareketi “potansiyel halde bulunan bir şeyin potansiyel olması bakımından aktüel hale gelmesi” olarak tanımlamaktadır. Böyle bir düşünceden hareketle Aristoteles varlık dünyasında var olanları madde ve formun birleşiminde oluştuğunu öne sürerek, madde ile formun karşılıklı ilişkilerinin potansiyel bir konum arz ettiğini belirtmektedir. Fakat Aristoteles değişimin kendisini salt madde ve formla açıklamaz. Olgu ve olaylar arasındaki ilişkileri göstermek üzere madde ve forma, fail ve ereksel nedenleri de ilave etmektedir. Buna göre varlık dünyasında tüm var olanlar potansiyel durumdan etkinlik durumuna geçmek üzere bir erek içerisindedirler. Bu sürecin kendisi tesadüfi olmayıp, varlıkların içinde bulunan hareket ilkeleri (cansız varlıklarda doğa, canlı varlıklarda nefs gibi) tüm varlıkları bir ereğe yönlendirmektedir. Söz gelimi cansız varlıklar için her bir elementin kendine özgü bir doğası, bir eğilimi vardır; kimi elementler yukarı, kimisi aşağı doğru kendi doğal yerlerine göre hareket ederler. Bir tohum, topraktan çıkıp bitki olmak için çabalar. O halde tohumun formu yani “bitki olmaklık” onun hem ereği hem de hareket ettiricisidir. Tohum, bitki formunu üzerine almak için arzular. Dolayısıyla tohum için sadece formel neden yetersiz gibi görünmektedir. Tohumun içindeki eğilimi harekete geçirecek, onda bitki olmayı uyaracak, arzu oluşturacak bir erek nedene daha ihtiyaç vardır. İşte bu erek neden Tanrı’nın kendisidir. Aristoteles’te Tanrı, fail neden olarak sadece hareketi veren ve doğaya etkisi olmayan olarak tasarlanmış olsa da o, bir arzu objesi olarak varlıklarda arzu uyandırmakta ve onları bu arzularını gerçekleştirmek üzere harekete geçirmektedir. Varlıklar da onu taklit etmeye çalışırlar. Bu sebeple Tanrı, salt edim olarak diğer tüm varlıkların nihai nedenidir. O, belli anlamda evrende her tür etkin ve hareketsel nedenselliğin gayesidir. 

Neden ile sonuç arasında yeni bir ilişki

Orta Çağ İslam ve Hristiyan dünyası, Aristotelesçi nedensellik anlayışından etkilenmekle birlikte, Yeni-Platoncu unsurlar ve kendi dini verileriyle birlikte Tanrı’da varlık ve mahiyetin eşit olduğu sonucuna ulaşmışlar ve Tanrı dışında hiçbir varlıkta bu özdeşliğin bulunmadığını öne sürmüşlerdir. Bu durumda Tanrı’nın dışında ve Tanrısız var olan Aristoteles’in evrenine varlık-mahiyet ayrımını ekleyerek, Tanrı’nın dışındaki şeylerin olduklarından başka bir biçimde olamayacakları gibi, Tanrı’dan başka varlıklarının olmamalarının da imkân dâhilinde olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu radikal olumsallık yeni bir metafizik yenilik getirmiştir.

Bu bağlamda Orta Çağ İslam ve Hıristiyan dünyası büyük bir çoğunlukla varlık alanını ikiye ayırmıştır. Tanrı yalnızca mutlak ve Zorunlu Varlıksa, Tanrı dışındaki diğer şeyler varlıklarını Tanrı’dan alan Mümkün Varlık’lardır. Bu durumda Aristoteles’in hareket etmeyen hareket ettiricisi olan Tanrı’ya “yaratma” edimi yüklenmiştir. 

Aristoteles’te değişim temelinde açıklanan neden-sonuç ilişkisi Orta Çağ İslam ve Hıristiyan dünyasında varlık düzeninin temeline yerleşmiştir. Nedenselliği “varlık hibesi” olarak yorumladıklarından, neden ile sonuç arasında yeni bir ilişki kurulmuştur. Artık yaratma, varlığa neden olmak olarak görülmüştür. Mutlak Varlık olan Tanrı, zorunlu olarak ‘varlığa neden olabilen’dir ve buna güç yetiren zorunlu olarak sadece O’dur. Her Mümkün Varlık da imkânını sadece Zorunlu Varlık’tan pay almış olmasına borçludur. Mümkün Varlık’ın da bir varlığa sahip olduğu doğrudur, ancak bu kendisine ait bir varlık değildir. 

Sonuç olarak Aristoteles’te Tanrı, hareketin nihai nedeni olarak fiziksel gerçekliğe katılırken, İbn-i Sînâ ve Thomas Aquinas’ta Tanrı hem var olanların varlıklarının meşru zemini hem de onların nihai nedeni olarak fiziksel gerçeklik alanına katılmaktadır. 

DGT: Metafizik alan ile Rasyonel alan arasında bir ayırım yapıyorsunuz, Modernite öncesinde böyle bir ayırım yapmak ne kadar mümkün?

SA: On yedinci yüzyıl Bilimsel Devrimi’yle yaşanan köklü değişiklik sonrasında, modern bilim fiziksel gerçekliğin her türlü dinî ve mitolojik unsurlardan arındırılması gerektiği fikrini temele almıştır. Bu bakış açısıyla doğa alanından metafiziksel unsurlar devre-dışı bırakılmış; doğa mekanik, bilim determinist, felsefe ise pozitivist bir karakter kazanmaya başlamıştır. On yedinci yüzyılda yaşanan bu köklü değişik sayesinde doğanın her türlü metafizik etkenden bağımsız, kendi başına ve mutlak varlığı olduğu kabul edilmiştir. Böylelikle bu gelişme, o zamana kadar dinî ve teolojik paradigma tarafından sağlanan düzenin artık insan aklı tarafından ortaya konulan evrensel yasalar bağlamında sağlanabileceği ümidini doğurmuştur.

DGT: Roger Bacon'dan bahseder misiniz? Bu tartışmalardaki yeri nedir açıklayabilir misiniz?

SA: On üçüncü yüzyıl Orta Çağ Avrupa dünyasında hem Yunanca hem Arapça eserlerden Latinceye aktarılan bir tercüme faaliyeti başlamıştı. Bir taraftan Aristoteles’in diğer taraftan İslam düşünce dünyasının temel eserlerinin tercümesiyle birlikte Yeni-Platoncu felsefe ile Hristiyan teolojisinin Aristotelesçi felsefe ile uzlaştırılmaya/ayrıştırılmaya çalışıldığı bir düşünsel tartışma oluşmuştu. Bu düşünsel süreçten etkilenen önemli isimlerden biri de İngiliz bir Fransisken olan Roger Bacon’dır (1214-1292). Bu durumda Orta Çağ İslam ve Hristiyan düşüncelerinde doğa dünyasının kendi başına mutlak bir varlığı olmamakla birlikte, doğanın kendisi dinî ve teolojik paradigmanın sağladığı düzenle açıklanmıştır. Modern “nedensellik” yoluna giden adımlardan biri olan doğa dünyasından Tanrı’nın ayrılması gerektiği fikri konusunda yaşanan kırılmanın ilk olarak Roger Bacon’da görüldüğünü söyleyebiliriz. Roger Bacon species kavramına fiziksel bir gerçeklik ekleyerek, doğadaki değişimi bu kavramla açıklamış, Tanrı’yı doğal süreçten ayırmıştır. Bu durumda nedensellik, dışarıdan (Tanrı) gelen herhangi bir unsurdan ya da varlıkların kendisinde bulunan metafiziksel güçlerden kaynaklanan bir şeyle değil, tamamen maddi bir şeyle açıklanmaya çalışılmıştır. Böyle bir ayrım, modern nedensellik fikrine götüren adımlardan ilki gibi görünmektedir. Roger Bacon, Aristoteles’in ereksel nedenle, Orta Çağ İslam ve Hristiyan dünyasının da hem ereksel neden hem de varlıkların var oluşlarının zemini olarak, fiziksel gerçeklik dünyasına dâhil ettiği Tanrı düşüncesine sisteminde yer vermemektedir. Doğadaki değişimi maddi ve fail nedenlere indirgemiş ve varlık dünyasından ereksel nedeni kaldırmıştır. Sonuç olarak, Orta Çağ İslam ve Hristiyan düşüncesinin benimsediği doğanın, din ve teolojik paradigma tarafından sağladığı düzen fikri, Roger Bacon da maddede bulunan fiziksel nedenlere bağlanmış görünmektedir. 

Bacon  

DGT: Tezinizde gecen kavramlardan biri olarak "species" kavramından kısaca bahsedebilir misiniz?

SA: Doğadaki varlıkların çeşitlenmesini ve hareketini açıkladığı Specieslerin [1] Çoğalımı (De multiplicatione specierum/The Multiplication of Species) adlı eserinde ne Yeni-Platoncu sudûr doktrinini düzenlemiş ne de ışığın kozmogonisini ya da metafiziğini geliştirmiştir. Aksine Kindî’den gücün/kuvvetin evrensel yayılımı doktrinini temele alan hocası Robert Grosseteste’in (1168-1253) ışık kuramını metafiziksel ve kozmolojik kapsamından çıkartarak kapsamlı bir fiziksel nedensellik kuramı geliştirmiştir (Linberg, 1983: xxxix-xlii.)

Bacon’ın species’lerin çoğalımı doktrininde ortaya koyduğu fiziksel nedensellik açıklaması temelde ışık metaforunu epistemolojik ve metafiziksel bakımdan kullanan felsefi ve dini -İncil’le ilgili yazarların oluşturduğu- geleneğe dayanmaktadır. Bu bakımdan Plotinus’un yayılım doktrini -tüm var olanların kendi benzerlerini ortaya çıkarması gibi bir fiziksel sonucu içerir- Bacon’ın fiziksel kuramına ve yayılımın fiziksel ilkesi olan species’lerin çoğalımı doktrinine dolaylı etkisi bulunmaktadır (Linberg, 1983: xxxix-xlii.).

Bacon, species kavramıyla bir failin ilk etkisini kastetmektedir. O species kavramını Grosseteste’ten almıştır. Hem Grosseteste hem de Bacon için species yalnızca “benzerlik” anlamında kullanılmaz, o aynı zamanda herhangi bir nesnenin kendi etrafındaki nesnenin hareket etmesini ve etkilenmesini sağlayan güç ya da kuvvettir.

Bacon, species kavramını Grosseteste’ten almıştır. De multipliatione specierum (Species’lerin Çoğalımı) adlı eserinde species’i doğal olarak hareket eden bir şeyin ilk etkisi olarak tanımlamaktadır. Species özde (in essence) ve tanımda (in definiton) kendini meydana getiren faile benzemektedir. O, bir failin ilk etkisi olup, diğer tüm etkiler species’ler aracılığıyla meydana getirilmektedir. Fail, alıcı maddeye bir species yayar ve bu species aracılığıyla ilk etki oluşturulur. Bu etki alıcı maddedeki potansiyellikle ortaya çıkmaktadır. Başlangıçta alıcı madde, faille bir benzerlik içermez, failin ona etkisiyle birlikte alıcı madde faile benzer. Söz gelimi bir fail olarak ateşin meydana getirdiği şey ateştir, sıcaklığınki sıcaklıktır. Failin kendi benzerini hem tanımda hem özde hem doğada hem isimde hem de etkinliğinde meydana getirmesi ilk ve hızlı etkide mümkündür (Linberg, 1983: I.1. 75-95.). Söz gelimi rengin species’i renk, ışığın species’i ışıktır; böyle bir durumda bir species hem doğada hem de tanımda failine benzer (Linberg, 1983: I.1. 139-140.).

"Evrensel nedensellik, fiziksel ve maddidir"

Bacon, species’lerin çoğalımını ve birbirlerine etkilerinin bir failin kendisine bitişik bir alıcıda ilk etkisi ve bir failin daha büyük bir alıcı ya da ortamdaki ikincil etkileri olmak üzere iki türlü olduğunu belirtmiştir. O, bir species’in etki tarzıyla ilgili birkaç olasılık sayar ve bunlardan yalnızca sonuncusunu kabul eder. İlk olarak Bacon, bir species’in failin kendisinden çıktığını ya da alıcıya gönderildiğini kabul etmez, zira ona göre ne nitelik ne de tözün bir kısmı, tüm tözü yok etmeden onu değiştiremez. Yani doğal bir fail, alıcı maddeye bir şey göndererek etkide bulunmaz. Aksine bir fail, alıcı maddenin doğasını etkileyerek ve onu yok ederek onda değişiklik meydana getirmektedir. İkinci olarak, bir fail, bir species’i yoktan var edemez veya bir fail dışarıdan bir species alıp, onu alıcı maddeye yerleştirerek etkide bulunamaz. Bacon sadece Tanrı’nın hiçten bir şey yaratabileceğini belirtir. Bu durumda o, İslam dünyasında varlığın meşru zemini olan ve maddeye form vererek onun var oluşunu sağlayan görüşe karşı çıkmaktadır. Zira İslam dünyasında Tanrı, varlıklara dışarıdan form vererek onların var oluşlarına meşru bir zemin sağlamaktaydı. O halde Bacon için geriye iki alternatif kalmaktadır; bir species ya “iz” bırakma yoluyla alıcı maddeyi etkileyecek ya da doğal bir değişim/bozulma ile alıcı maddedeki potansiyelliği oluşturarak etkide bulunacaktır.

Bacon’a göre “iz” bırakma yoluyla alıcı maddede species oluşturmak mümkün değildir. Zira bir “iz” ancak alıcı maddenin yüzeyinde tıpkı bir mührün mumda bıraktığı gibi oluşur, oysa doğal bir etki alıcı maddenin içinde meydana gelir. Dolayısıyla biz şeyleri species’ler aracılığıyla algıladığımız için, bir mumda ya da başka bir şeyde bırakılan iz aracılığıyla, etkileyen şeyleri algılayamayız. O halde geriye tek bir olasılık kalmaktadır. Buna göre species, ancak alıcı maddedeki “aktif potansiyelliği” meydana getirerek oluşturulabilir ve Bacon’ın “doğal değişim” dediği şey de budur. Bacon, Aristoteles’e de atıfta bulunarak, etkilerin ancak alıcı maddedeki aktif potansiyellik sayesinde oluşturulabileceğini belirtir: 

Doğal bir failin etkisi olarak bir 'species' doğal olarak üretilebilir; o halde 'species' maddenin potansiyelliğinden meydana getirilmelidir. Zira maddenin kendisi eğer pasif potansiyel ise ona bir form veren olması gerekmektedir ki bu da yaratıcıdır (Tanrı); dolayısıyla eğer maddede 'species’i alacak pasif bir potansiyel varsa, bu durumda bir form veren olması gerekecektir…

(Linberg, 1983: I.3. 55-65.) 

Bu, Latin dünyasında maddi ve ruhani varlığın ayrılmasını sağlayan ilk girişimdir. Bacon ruhani ve maddi varlığın birbirinden tamamen bağımsız olduklarını belirtmiştir. Doğal nedensellik “doğal olarak” meydana gelir, yani düzenli süreçlere ya da doğa yasalarına göre gerçekleşir. Diğer skolastik filozofların öğrettiği gibi maddi ortamda “ruhani bir varlık” bulunmaz. Bacon “ortamda bulunan ruhani varlık” kavramına karşı çıkmaktadır. Onun için evrensel nedensellik, fiziksel ve maddidir. Madde salt potansiyalite olmayıp aksine kendinde pozitif bir şeydir [2]


[1]  "Species" kavramı Latince olup, çoğulu specierum’dur. Bacon’da “doğal bir failin ilk etkisi” anlamına gelen species kavramını tüm metin boyunca olduğu gibi kullanmayı tercih ettik. Zira Türkçede “temsil, imge, bakış, gösteri, dışsal form” (ayrıntılı bilgi için bkz: P. G. W. Glare, Oxford Latin Dictionary, s. 1799-1800.) gibi anlamlara gelen kavram, Bacon’ın kullandığı anlama tam olarak karşılık düşmemektedir. Bu kavramla ilgili ayrıntılı bilgi Bacon’la ilgili bölümünde verilecektir.