“Ben bir toz fırtınası mültecisiyim” diye başlıyordu Woody Guthrie şarkısına “…sadece bir toz fırtınası mültecisiyim…” ve “… merak ederim, hep toz fırtınası mültecisi olarak mı kalacağım?” diye bitiriyordu şarkısını.
Dust Bowl Refugee, Woody Guthrie’nin 1930’ların Büyük Buhran yıllarında adına toz çanağı fırtınası denen fırtınanın girdabında kavrulan bir kasabanın, Birleşik Devletler’in Pampa kasabasının yaşadığı felaketi ve sonra yollara düşen iklim mültecilerinin hikayesini şarkılarla anlattığı Dust Bowl Balads veya Türkçedeki söylemiyle Toz Çanağı Baladları albümünde yer alan bir şarkıydı. Bu cumartesi programda bu albümden şarkılar dinlettim.
16 haftadan beri Babil’den Sonra programında, gezegenin ve üzerinde yaşayan tüm canlıların bugün yaşadığı bu iklimsel-ekolojik kaosta, Babil’den sonra rüzgarın önünde yeryüzünde dolaşan ve daha iyi, daha yeşil bir dünya ve sürdürülebilir bir yaşam umudumuz diri tutacak şarkıları-şarkıcıları-sesleri dinletmeye çalışıyorum.
Woody Guthrie de bu şarkıcılardan bir tanesi. Burada Guthrie’den uzun uzun bahsetmek istemiyorum. 2012 yılında Woody Guthrie’nin 100. Yaşı, Açık radyoda uzunca bir süre devam eden bir programla kutlanmıştı. Mahir Ilgaz, Ömer Madra ve Hakan Gürvit’in anlatımlarıyla ve seçtikleri şarkılarla Woody Guthrie’ye doymuştuk. Sanıyorum 2002’de de Guthrie’nin 90. yaşı radyoda anılmıştı. Ben o programı anımsayamadım. Ama Gökhan Akçura’nın o yıl yazdığı nefis yazısı hala Açık Radyo WEB sitesi arşivlerinden okunabilir.
John Steinbeck çağdaşı Woody Guthrie’yi “Woody Woody’dir İşte. Binlerce insan onu öyle bilir.O sadece bir ses ve gitardır. Bir halkın şarkılarını söyler ve sanırım bir bakıma kendisi de o halktır. Sert ve genizden gelen sesiyle, boynunda paslı bir janta asılı bir lastik levyesi gibi duran gitarıyla, Woody’nin sevimli bir tarafı yoktur. Keza söylediği şarkıların da. Dinlemesini bilenler için çok daha mühim bir şey vardır onun sesinde. Baskılara göğüs geren ve mücadeleci bir halkın iradesidir” diye anlatıyordu bir yazısında.
Woody Guthrie sadece bir protest folk şarkıcısı-bestecisi değildi. Öldüğünde geride 3 bin şarkılık bir külliyat bırakmıştı ama aynı zamanda çok iyi de bir edebiyatçı ve ressamdı. Toprak Ev kitabı Guthrie’nin ölümünden sonra, 2013’de yayınlandı. Bu kitapta Guthrie, Steinbeck’in, batıya daha iyi bir hayat için göçen insanlarından farklı olarak gitmeyip, topraklarında kalarak, ekonomik buhrana, kuraklığa ve toz fırtınalarına karşı koyan insanların, yani bir anlamda kendi ailesinin hikayesini anlatıyordu. Guthrie şarkılarıyla Amerikan protest folk müziğinde olduğu gibi bu kitabıyla da çağdaş Amerikan edebiyatında sağlam bir yer edindi.
Toprak Ev, 1935’de Kansas, Nebraska, Oklahoma, Arkansas, Texas, Colorado ve New Mexico’nun büyük bir bölümünü ve yaşadığı Pampa kasabasını kavuran kuraklık, sıcak hava ve toz fırtınalarıyla yıkıma uğrayan tarımı ve sosyal yaşamı anlatır. Ona göre toprağı bu hale getiren endüstriyel tarım ve insanı-doğayı hiçe sayan kapitalist sistemin ta kendisidir. Toprak Ev kitabı Türkiye’de de yayınlandı.
Son haftalarda İstanbul’da ve Anadolu’da ve tabi Avrupa’nın güneyinde ve hatta bütün dünyada birçok yerde zamansız diyebileceğimiz doğal afetlere tanık olduk. Önce İstanbul’da kafamıza ceviz büyüklüğünde dolu yağdı, yazın ortasında İstanbul’dan bir küçük kasırga geçti adeta. Sonra sel kenti vurdu, son yılların en yüksek sıcaklık değerlerini yaşadık ve daha birçok şey. Ve birçoğumuz bu mevsimsiz iklim hareketlerine bir anlam vermeye çalışıyoruz. Aslında bu zamansız doğa hareketleri iklim yıkımı olarak tanımlayabileceğimiz bir gerçeğin giderek sıcaklığını bizlere daha çok hissettiren somut belirtileriydi, doğanın bir tepkisiydi. Gezegen ben artık yoruldum diyor, çokyordunuz beni diyor biz insanlara.
Hal böyleyken toplumun büyük bir kesimi iklim değişikliğinden- büyük iklim yıkımından bi-haber. Yaklaşık 20 yıldır Açık Radyo dinliyorum ve neredeyse 15 seneden fazla bir süredir Açık Radyo programcıları ve özellikle Ömer Madra, tıpkı bir “sis çanı” gibi yaklaşan tehlikeye karşı bizi uyarıyorlardı.
Yeşil Gazete’nin yeni konuk yazarlarından Ahunur Özkarahan geçen hafta Yeşil Gazete’de yayınlanan ilk yazısında çoğunlukla yeryüzü sanatı ile adı anılan, New York’lu bir sanatçı ve ekoloji mücadelesi aktivisti olan Alan Sonfist’in “Zaman Peysajı” çalışmasını anlattığı bir yazıdaSonfist’le beraber bizlere bir soru soruyordu: “Çevreciler yıllardır büyük bir felaket beklemektedirler. Temiz su, hava ve toprak gibi temel yaşam destek sistemleri endişe verici oranda azalmaya devam etmektedir. Bu büyük küresel resim neden sanat dünyasında uluslararası düzeyde gözden kaçırıldı? Gezegenimizin çevre sorunları sanatçılar için çok mu büyüktü?” Ve yazının devamında ihtiyaç duyduğumuz şeyin “varlığımızın gezegenin hayatta kalmasına bağlı olduğunu kabul ederek, daha büyük, canlı eko-sistem ile olan ilişkimize odaklanan sanat eserlerini görmek” olduğunu vurguluyordu.
Ben de tıpkı Sonfist ve Özkarahan gibi yaşanan ekolojik yıkımın daha geniş kesimlerce fark edilmesinde sanatın- sanatçıların politikacılardan çok daha fazla etkili olabileceğini düşünüyorum. Bir şarkıyla, bir resimle, bir şiirle, kısacık bir videoyla o kadar çok şey anlatabilir ki. Bu bağlamda her disiplinden sanatçılara çok büyük sorumluluklar düştüğünü düşünüyorum.
Bu bağlamda 2015 senesinde İklim İçin hareketinin düzenlediği bir dizi etkinliğe bir İklim Korosu kurarak katılmıştık. Müzisyen arkadaşlarım Cengiz ve Tolga ile İstanbul’da çalışan bütün korolara çağrı yapmış ve yaklaşık 200 kişinin yer aldığı İklim Korosu’yla BÜ’de bir türkü seslendirmiştik. Ertesi gün de Galatasaray’da yapılacak olan basın açıklamasıyla koroyu sokağa taşımak istiyorduk ama olmadı. O gün Paris’te Charlie Hebdo baskını yaşandı ve basın açıklamasıyla yetinmek zorunda kaldık. O gün koro olarak sadece bir arada durduk ve o gün orada, yaşanan bu katliama ve iklim yıkımına karşı sustuk!
Ben bugün henüz kum fırtınalarına maruz kalmasam da, 55 senedir yaşadığım köyümü çevreleyen mega inşaatlardan ve bir zamanlar Küçükçekmece gölünün kıyısında yer alan, çimenlerine sırt üstü uzanıp bulutları seyrettiğim çayıra kurulan çimento fabrikasından köyün atmosferine yayılan minik toz zerreciklerini soluyarak yaşıyorum. Ekolojik yıkımın sonuçlarını Sazlıdere sulak alanındaki yıkımın günbegün şahidi olarak yaşadım ve bu geriye doğru gidişin acısını tıpkı Sazlıdere’de yaşayan ve sesleri her geçen gün gittikçe azalan kurbağalar gibi iliklerime kadar hissediyorum.
Bugün için yapabildiklerim olabildiği kadar az tüketerek, olabildiği kadar sade ve yavaş yaşayarak gezegendeki karbon ayak izimi olabildiğince azaltmak ve bir de Açık Radyo’dan şarkılar çalmak!