Slowfood Hareketi tarafından 2004 yılında kurulan ve tarımdaki endüstriyel uygulamalara teslim olmayı reddeden, yemek kültürünün standartlaşmasına karşı, sürdürülebilir tarımı, balıkçılık ve gıda üretimini küresel çapta yaymayı amaçlayan Toprak Ana –Terra Madre Ağı, 2008 yılından başlayarak her 10 Aralık gününü Dünya Toprak Ana (Terra Madre) Günü ilan etti ve her yıl dünyanın birçok yerinde düzenlenen etkinliklerle bugün kutlanıyor.
Toprak Ana kavramını bana ilk belleten Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana romanı olmuştu. Bu kitap 2. Dünya Savaşı sırasında üç oğlunu, kocasını ve gelinini savaşta kaybeden Tolunay’ın toprakla söyleşisinin hikâyesiydi.
Altınşehir Köyü, 1967
Kitabı okuduğum günlerde ortaokula gidiyordum ve yaşadığım Altınşehir Köyü tıpkı Tolunay’ın romanda betimlediği gibi bereketli bir toprak parçasıydı. Küçükçekmece gölünü çevreleyen bereketli meralarıyla, uçsuz bucaksız buğday tarlalarıyla, gümrah açan çiçeklerle bezeli tepeleriyle, taşların arasından akan su kaynaklarıyla, uçanıyla, kaçanıyla, bin bir çeşit börtü böceğiyle adeta hayatın topraktan fışkırdığı bir yerdi. Ben de o günlerde coşkuyla tıpkı Tolunay gibi toprak anaya sahip çıktığımız takdirde onun da bize sahip çıkabileceğini, besleyebileceğini düşünüyordum. Ama yapamadık. Toprak anamıza sahip çıkamadık. Aradan geçen 45-50 yıl içerisinde bütün bu güzellikler yerini çorak, verimsiz ve canlı hayatının bittiği bir toprak parçasına bıraktı. Devasa inşaatlar ve 6 şeritli otoban bu güzelim doğa parçasını bitirdi. Şimdi bu topraklara son darbeyi de Kanal İstanbul vuracak.
Kadın ve toprakla ilgili inançların dünyaya hâkim olmaya başladığı M.Ö. 10.000- 3500 arası dönemde, bütün mitoloji ve inancın odak kişisi, yaşamın annesi ve besleyicisi ve ölüleri yeniden doğmak üzere kabul eden cömert tanrıça Toprak’ tır. Kuzey Şili, Peru, Bolivya ve Ekvator’daki İspanyollar öncesi kültürlerde (İnka uygarlığı da buna dâhil) toprak işlemede, ekip biçmede yardım istenen “Pachamama”, Toprak Ana figürü çok yaygındı.
Toprak Ana, Terra Madre, Pachamama veya başka başka isimlerle anılan Toprak Ana figürü dünyanın birçok toplumlarında farklı isimlerle karşımıza çıkıyor. Örneğin Anadolu mitolojisinde de analığı, üremeyi, dişiliği, hayatın sürmesini ve dolayısıyla bereketi simgeleyen ana tanrıça simgesi Kybele’ dir.
Sevgili öğretmenim, Yazar Hasan Kıyafet, Yeşil Gazete’de yayımlanan yazısında “…Doğa önce anamız atamızdır. Öteki deyişiyle yaratanımız. O tıpkı öz anamız gibi bize karşı hep verici ve duyarlı olmuştur. Hangi ana yarattığına karşı acımasız, duyarsız olmuştur ki? Anaların ortak özelliği sadece yaratmaz, bir de yemez yedirir, giymez giydirirler. Yani besleyip büyütürler. Cömert ve verici olurlar. Bu anlamda toprak anamızı en güzel ünlü halk ozanı Âşık Veysel özetler: “Bir çekirdek verdim dört bostan verdi… Başın yardım tırmık ile bel ile… Yine beni karşıladı gül ile…” diyordu.
Üreten, besleyen, canlılara hayat veren toprak anamız artık yorgun. Artık bizi gül ile karşılayacak dermanı da pek kalmadı. Bizler insanoğulları ve insan kızları onu bayağı yorduk. Doğadaki her varlığı bizlere, insana sunulan birer kaynak olarak gördük ve onları hovardaca tükettik. Ve bunun sonuçlarını da bugün en ağır biçimde yaşıyoruz. Tüketim alışkanlıklarımız doğanın ekolojik döngüsünü bozdu. Bugün bir iklim yıkımı gerçeği ile karşı karşıyayız. Yer altı ve yer üstü su kaynaklarımız kirlendi ve tükeniyor. Susuzluk verimli toprakların giderek küçülmesini, yok olmasını getiriyor. Bu durum yeryüzünün giderek daha çok ısınmasına neden oluyor. Yakın gelecekte dünya üzerinde milyonlarca insan susuzluk, açlık ve iklim yıkımı nedeniyle yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalacak. Bunun ipuçlarını bugünden görebiliyoruz.
22 Nisan 2010’da Bolivya’da toplanan Dünya Halkları İklim Değişikliği ve Toprak Ananın Hakları Konferansı’nda kaleme alınan Toprak Ana Hakları Evrensel Bildirgesi bu gerçeğin küresel bağlamda farkına varıldığının kanıtıydı. Bolivya hükümeti tarafından Birleşmiş Milletler’e sunulan bildirge bugüne dek 122 ülkeden 125 bin kişi tarafından imzalandı fakat henüz bu haklar BM üyesi ülkelerin hükümetleri tarafından toprak anaya teslim edilmedi. Bildirge şöyle başlıyordu:
“Biz, Dünya halkları ve ulusları:
Hepimiz, ortak bir kadere sahip birbiriyle ilişkili ve birbirine bağımlı varlıklardan oluşan, parçalanamaz ve canlı bir topluluğun, Toprak Ana’nın parçası olduğumuzu biliyoruz;
Toprak Ana’nın yaşamın, gıdanın ve öğrenmenin kaynağı olduğunu ve iyi yaşamamız için ihtiyaç duyduğumuz her şeyi sağladığını minnetle kabul ediyoruz;
Kapitalist sistemin ve her çeşit yağma, sömürü, istismar ve kirlenmenin, bugün bildiğimiz yaşamı iklim değişikliği gibi olaylarla riske atarak, Toprak Ana’ya büyük yıkım, bozulma ve parçalanma getirdiğinin farkındayız;
Birbirine bağımlı varlıkların oluşturduğu bir topluluk içerisinde, yani Toprak Ana’da, bir dengesizliğe yol açmadan sadece insanların haklarını tanımanın mümkün olmadığına ikna olduk;
İnsan haklarını garanti altına almak için Toprak Ana ve tüm varlıkların haklarını tanımak ve savunmak gerektiğini ve bunu yapan kültürlerin, uygulamaların ve yasaların var olduğunu söylüyoruz;
İklim değişikliğine ve Toprak Ana üzerinde tehditlere neden olan yapıların ve sistemlerin dönüşümü için belirleyici, kolektif eylemlerde bulunmanın aciliyetinin bilincindeyiz…”
ve devam ediyordu. Bildirgenin tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.
Bugün yaşadığımız sorunların çözümünde sistemin karar vericilerine karşı bir araya gelerek sesimizi yükseltebilmeli, alternatif örgütlenme modellerini yaratabilmeliyiz.
Büyük hareketleri-eylemleri beklemeden bireysel olarak hemen yapabileceğimiz şeyler de var elbette: Belki önce tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirebiliriz. Belki daha az, sadece ihtiyacımız kadar tüketerek yaşamayı öğrenebiliriz. Örneğin daha az giysimiz olabilir. Petrolü ve türevlerini tüketmeyebiliriz. Fosil yakıtlarla çalışan otomobilleri kullanmak zorunda değiliz, yürüyebiliriz, bisikleti ulaşım aracı olarak tercih edebiliriz. Kent içinde toplu ulaşım araçlarını kullanabiliriz. Uzak mesafelerde uçak yerine tren yolunu, deniz yolunu tercih edebiliriz. Olabildiği kadar sade ve yavaş yaşayabiliriz. Plastik ürünlerini kullanmayabiliriz. Pazar alışverişlerinde poşet yerine bez çanta veya file kullanabiliriz. Çantamızda suyu pet şişe ile taşımak zorunda değiliz. Isınmak için odun, kömür, doğal gaz yerine yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih edebiliriz. Yerel enerji kooperatiflerini örgütleyebilir, destekleyebiliriz. Yeniden toprağa basabilir, yüzümüzü yeniden güneşe ve rüzgâra çevirebiliriz…
Büyük marketlerden alış veriş yapmak zorunda değiliz. Semt pazarlarını, mahallemizde yer alan küçük işletmeleri tercih edebiliriz. Gıdamızı bahçemizde, balkonumuzda kendimiz yetiştirebiliriz. Hayvansal gıdalara soframızda yer vermeyebiliriz… Sayıları her geçen gün artan kent gıda topluluklarına katılabiliriz. Bu topluluklar endüstriyel gıda tekellerini, üreticiden yok pahasına aldıkları ürünleri fahiş fiyatlarla bizlere ulaştıran aracıları aradan çıkarıp, doğrudan küçük çiftçilerin – küçük üreticilerin ürünlerini bizlere ulaştırarak aslında ihtiyacımız olan yeni bir taban ekonomisi modelini de hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Epey bir zaman önce kişisel çözümü sadece tüketen bir birey olmaktan çıkarak türetici bir bireyolmaya doğru yol almakta buldum. Karbon ayak izimi olabildiği kadar küçültmeye çalışıyorum. Büyük hareketleri-eylemleri beklemeden hemen bugünden yaşam şeklimizi, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek için küçük adımlar atmanın en etkin bireysel eylem biçimi olduğunu düşünüyorum.
9 Aralık'ta Babil’den Sonra programında Anadolu’dan ve dünyanın farklı bölgelerinden Toprak Ana için söylenmiş şarkılara yer verdik.
10 Aralık Toprak Ana (Terra Madre) günü kutlu olsun.