Bulgaristan ve Kuzey Makedonya’nın arasındaki ihtilaf, ulus inşa süreciyle ilgili ilginç bir örnek. Bu hafta Avrupa Ne Konuşuyor’da bu ihtilafı, ayrıca Avrupa’da terör önlemlerini ve artık gündem olmayan göçmenleri konuştuk.
Kuzey Makedonya’nın aralık ayında AB’yle üyelik görüşmelerine başlaması planlanıyordu, ancak bu görüşmeler komşusu Bulgaristan tarafından veto edildi. Nedeni, Kuzey Makedonya’nın tarihine, diline, kimliğine dair iki ülke arasında yaşanan ihtilaflar. Kabaca özetleyecek olursak; Sofya, Makedoncanın Bulgar lehçesi olduğunu, Makedon halkının köklerinin de Bulgar olduğunu iddia ediyor.
Kuzey Makedonya, Yugoslavya dağılırken 1991’de bağımsızlığını kazanmış, bugün nüfusu 2 milyonun biraz üzerinde olan bir ülke. Komşularıyla paylaştığı ortak coğrafya, tarih ve kültür, bu ülkenin kendini var etmesinde önüne engel olarak çıkıyor.
Ne tür engeller çıkıyor Kuzey Makedonya’nın önüne? Şöyle anlatalım: Makedonya, aslında bugünkü Kuzey Makedonya’yı da kapsayan Yunanistan ve Bulgaristan’a da uzanan coğrafi bölgenin ismi. Yunanistan, bir coğrafi bölge olan Makedonya’nın kendi sınırları içinde de bulunduğunu söyleyerek, ülkenin “Makedonya” ismini almasına karşı çıkmış, bu konuda yıllar süren müzakereler yapılmış sonunda, 2018 yılında iki ülke “Kuzey Makedonya” isminde karar kılmış ve ancak bundan sonra “Kuzey Makedonya” için NATO üyeliğinin AB adaylığının önü açılmıştı.
Kuzey Makedonya şimdi Bulgaristan’la ortaklıkları ya da benzerlikleri nedeniyle ihtilaf yaşıyor.
Bulgaristan Dışişleri Bakanı Zaharieva geçen hafta “Hiç kimse onların kendi uluslarını tanımlama ve dillerini isimlendirme hakkını tartışmıyor ama bu hak; nefret, tarih hırsızlığı ve Bulgaristan reddi üzerine kurulamaz” şeklinde bir açıklama yaptı.
İki ülke arasında paylaşılamayan ortaklıklara bir örnek Götse Delçev. Osmanlı’ya karşı isyan eden Delçev, Makedonya’nın ulusal kahramanlarından birisi, ancak Bulgaristan Delçev’in asıl kendi ulusal kahramanı olduğunu söylüyor.
Bulgaristan, ayrınca Makedon ulusunun Bulgar nefreti üzerine inşa edildiğini de iddia ediyor. Bulgar gazetesi Sega’da bu konuda yapılan yorumlardan birisi şöyle:
Kuzey Makedonya'da Bulgarlardan nefret etmek kamuoyunda hakim bir duygu.... [Öte yandan] kısa süre önce yapılan bir ankete göre, Bulgarların yüzde 80'i, Yugoslavya'daki komünist rejimden önce bir Makedon ulusu ve dili olduğu iddiasını manipülasyon olarak değerlendiriyor. Yani Bulgarlar diyor ki: “Eskiden Bulgar olduğunuzu itiraf edin.” Makedonlar da cevap veriyor: “Hayır, bugün neysek dün de oyduk.” Kimsenin geri adım atmaya niyeti yok.
Bazı yorumcular, Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya vetosunu, bu aralar Bulgaristan’da yaşananlarla da ilişkili olduğunu söylüyor. Zira ülkenin Başbakanı Boyko Borisov’un başı protestolarla dertte. Aylarca süren geniş katılımlı protestolarda insanlar, yolsuzlukla suçladıkları Borisov’un istifasını istediler. Protestolar son dönemde biraz ivme kaybetti ama Borisov’un koltuğu hâlâ ciddi şekilde sallantıda. Üstelik 2021’in ilk çeyreğinde de ülkede Parlamento seçimleri var. Borisov’un Kuzey Makedonya üzerinden milliyetçilik duygularını kabartarak, dikkatleri buraya yönlendirmek istediği de yapılan yorumlar arasında.
Avrupa’da terör gündemi ve imamlar
Geçen haftalarda Paris’te Nice’te ve Viyana’da gerçekleştirilen ve 9 kişinin ölümüne neden olayların ardından Avrupa’nın önemli gündem maddelerinden birisi, terörle mücadele.
12 Kasım Cuma günü bir araya gelen AB ülkelerinin içişleri bakanları bir yandan AB değerlerini, çoğulcu toplumu koruyacaklarını vurgularken öte yandan alınabilecek güvenlik önlemlerini değerlendirdiler.
Bu arada, bu saldırıların ardından imamların Avrupa ülkelerinde yetiştirilmesi de gündemde. AB Konseyi Başkanı Charles Michel, nefret söylemini ve terörü engellemek için Avrupa’da imamların eğitimini sağlamak üzere bir enstitü kurulmasından bahsetti. Avrupa’da halihazırda pek çok imam, yurtdışından geliyor. Örneğin Almanya’da imamların yüzde 90’ı Türkiye’den.
Hollanda medyasında bu konuda yapılan yorumlardan birisi şöyle
Avrupalı liderler terör ile göçmenlerin başarısız entegrasyonu arasında bir bağlantı görüyor ve imamları Avrupa'da eğitmek istiyor.
İmamların Avrupa’nın kültürünü bilen, bulundukları ülkenin dilini konuşan, dolayısıyla o ülkenin Müslüman gençleriyle daha rahat irtibat kurabilen insanlar olması gerektiğini söylüyor, bu öneriyi destekleyenler.
Bunlara ek olarak, bazı imamların cihatçı propaganda yaptığını ifade eden yorumcular da var:
Bazı imamların cihatçı propagandayı yaygınlaştırdığı iddiaları birçok vakada doğrulandı artık. . Daha sonra fanatik IŞİD saflarına katılan kişiler işte böyle yetiştiriliyor. (...) Önlem alma zamanı gelmedi mi?”
Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz da kendi ülkesinde camilerin kapatma sürecini kolaylaştırma, imamları merkezi bir kayıt sistemine dahil etmek gibi önlemlerden bahsediyor. Bunların yanısıra Avusturya’da "siyasi İslam"ın suç unsuru olarak kabul edilmesi de gündemde. Kurz’a göre, bu düzenleme yapılırsa sadece teröristlere karşı değil, onların ortaya çıkmasını mümkün kılan ortamı yaratanlara karşı da adım atılabilecek.
Akdeniz’de göçmenler kimin umrunda?
Libya açıklarındaki bir gemi faciasında 12 Kasım’da en az 74 kişi boğularak can verdi. Kayıtlara göre gemide aralarında çocukların da bulunduğu 120 sığınmacı vardı. Bundan önceki iki gün de teknelerin batması sonucu 19 kişi ölmüştü.
Batı medyasında bu konu pek gündem olmadı, yalnızca gündem olmamasına dair bazı köşe yazıları çıktı. Örneğin İtalyan gazetesi La Stampa’daki bir köşe yazarı şöyle diyor:
İtalya ile Tunus ve Libya arasındaki denizde can verenler ne manşetlere düşüyor, ne de kimsede bir duyguya sebep oluyor artık.
Yine geçen hafta Akdeniz’de yaşanan bir gemi faciasında Open Arms adlı yardım örgütü 110 kişiyi kurtarmıştı. Bu arada denizden çıkarılan kadınlardan birisinin “Where is my baby” (Benim bebeğim nerede?) diyerek kendini kurtarma botunda oradan oraya attığı bir video sosyal medyada dolaşıma girmişti. Kadının altı aylık bir bebeği kurtarıldı ancak kısa süre sonra hayatını kaybetti. Bu konuda da bir yorumcu şöyle diyor:
Bir annenin acısını en fazla birkaç saniye paylaşırız. Bir videonun süresi kadar... Bu örnekte boynunda can yeleğiyle turuncu botun içinde titreyen anneyi izlemek için 28 saniye yeterliydi: “Nerede bebeğim, bebeğimi kaybettim...” çığlıkları eşliğinde çocuğun -maalesef geç kalınarak- sudan çıkarıldığına tanık olduk. Söyleyeceklerimiz, yapacaklarımız da bununla, yani hiçbir şeyle kısıtlı. Günbegün yaşanan bu katliamı durdurma, en azından bunu deneme sorumluluğu olan kurumları harekete geçirecek tek sözümüz yok. Bu insanlara kendi ülkelerinde yardım edilmesi, önce siyasi bir çözümün bulunması gerektiğine dair beylik laflar edildikten sonra, bir kez daha gündelik hayatın gailesine döneceğiz.
Bu haftalık Avrupa Ne Konuşuyor’dan bu kadar. İnternet sitemizde çok daha fazlasını bulabilir, bizi Twitter ve Facebook’tan da takip edebilirsiniz.