Samuel P. Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni” başlıklı yazısı (Simon&Schuster Basımevi) 1993’te yayımlandığında oldukça büyük bir tartışma yaratmıştı ancak, esas popülaritesini 11 Eylül ve onu takip eden süreçte kazandı. Makalenin yazıldığı, Sovyetler Birliği’yle Demir Perdenin parçalanmasının hemen ardından gelen yıllarda, tek kutuplu kalan dünyada yeni bir düşman arayışına giren Batı’nın karşısında çok fazla seçenek yoktu. |
Huntington aslında Batı dünyasının ve Batılı bireyin içinden geçeni dürüstçe ortaya koymaktaydı, ve savunduğu tezlerin bu yönde fazla bir orijinalliği olduğu söylenemez... Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezini kendine çıkış noktası olarak kabul eden bu yazısı, çok kısa bir özetle şöyle diyordu:
Soğuk savaş sonrası global politikalar yeni bir evreye geçmiştir, bundan sonraki çatışmalar ideolojik veya ekonomik bazda değil, kültürler çatışması ekseninde oluşacaktır. Ulus devletler bu yeni fazda varlığını korumakla beraber, bu yeni çatışmanın baş aktörleri tek tek ulus devletler değil, bunların bir araya gelerek oluşturduğu gruplar olacaktır. Uygarlıklar arasındaki fay hatları ise ilerideki çatışmaların cephelerini oluşturacaktır.
Huntington’ın, biraz belirsiz olmakla beraber, “uygarlık ve kültürel kimlik bilinci” olarak tanımladığı bir nosyon var. Batılı bireyin kafasında oluşan, karşıtına karşı gizli bir düşmanlık içeren kimliksel bir kavram bu; aynı kimliksel kavramın Doğulu bireyin de zihninde oluştuğuna hiç şüphe yok.
Huntington’a göre dünya belli başlı 7-8 uygarlıktan oluşuyor ve bunların içinde çatışması mukadder olan en güçlü iki tanesi, Batı uygarlığı ile çoğunluğu Müslüman olan Doğu (Orient) dünyası.
Huntington tezini kaleme alırken, medeniyetlerin çoğulculuğu ve iç dinamikleri gibi detay saydığı konulara hiç girmemiş, bu medeniyetlerin doğduğu günden beri aynı kaldığını, birbirinden hiç etkilenmediğini, Batı’nın her zaman demokrasinin, aydınlanmacılığın ve ilerlemenin beşiği olduğunu, Doğu’nun ise geri kalmışlık, fakirlik ve tiranlıkla eşdeğer olduğunu varsaymıştı. 11 Eylül saldırısı ise Huntington ve onun tezlerini destekleyen yandaşları için bulunmaz bir fırsat oldu.
"Doğulu Orklar" miti sona ermedikçe...
Gelelim günümüzün popüler romanı ve filmi “Yüzüklerin Efendisi”ne. Yazılması 20 yıl süren ve 1955 yılında biten bu üçlemenin, Batı edebiyatının en etkili eserlerinden biri olduğu su götürmez. Zaten 2000 yılında yüzyılın romanı seçilmiş Yüzüklerin Efendisi.
İlk bakışta, iyi ile kötü arasında ezeli ve ebedi bir savaş, bir nevi “Armageddon” yorumu olan bu eser acaba göründüğü kadar masum mu? Kimi yorumculara göre, Tolkien’in de şahsen katılmış olduğu I. Dünya Savaşı’nın bir simülasyonu, kimilerine göre dürüstlük, dostluk ve yüce insani değerler üzerine yazılmış bir güzelleme, kimilerine göre ise müthiş bir macera romanı.
Bense kitabı okuduğumda biraz daha art niyetli bir bakış açısı hissetmiştim. Filmi seyredince bu görüşüm pekişti. Sanki Samuel Huntington’ın sözünü ettiği “medeniyetler çatışmasının” vücut bulmuş haliydi bu roman. Batılı bireyin zihninde yüzyıllardır varolan “uygarlık ve kültürel kimlik bilincinin” doğrudan bir yansıması.
Söz konusu olan I. Dünya Savaşı’nın simülasyonu değildir çünkü, o savaş aslında aynı ırktan olan Avrupalılar ve Amerika arasında yapılmıştı. Almanlar ve İngilizler, aralarındaki bütün çıkar çatışmalarına rağmen aynı değerleri ve medeniyeti temsil ediyorlardı. Yüzüklerin Efendisi’ndeki kötüler ise, koyu renkli, esmer tenli, barbar, acımasız ve çirkindirler. Siyah atlara biner, siyah giysiler giyerler, onların dünyasında kadınlar yoktur. Yaşadıkları yerler özensizdir, kötü kokarlar, aslında korkaktırlar ancak kalabalıktan güç alırlar. Kullandıkları dil (kara lisan) Doğulu izlenimi veren bir dildir. Orkların bireysel inisiyatifi yoktur, emir kuludurlar. Emir aldıkları ise mutlaka kötü niyetli tiranlardır ve bir amaçları vardır: Kendilerine güç verecek olan yüzüğü (atom bombası?) ele geçirmek.
Tolkien’in kitabını çatışma yaratma amacı veya öngörüsü ile yazdığını iddia etmiyorum, ancak Batılı bireyin zihninde ve bilinçaltında yüzyıllardır yer alan bu “Doğulu Orklar” miti sona ermedikçe daha çok “medeniyetler çatışması” yaşayacağımız kesin. Bizim bu çatışmanın neresinde yer aldığımız ise apayrı bir yazının konusu, ancak Ork dili biraz Türkçe gibi “sound" etti bana...