Yolun yarısı ve barış çelebiliği

-
Aa
+
a
a
a

3 Nisan 2013Taraf Gazetesi

Barış süreci”ni düşünürken, hep “yol” ve “yürüyüş” imgeleri beliriyor zihnimde. Başından beri süreci bu imgeler üzerinden anlatmaya çalışıyorum. Aklıma daha iyi imgeler gelinceye kadar da öyle yapmaya devam edeceğim galiba.

Yolun neresindeyiz” sorusu, birçok kimse gibi, beni de sürekli yokluyor.

Bu soruya herkes için geçerli tek bir cevap verilemeyeceğini biliyorum. Yine de, toplumun büyük bir bölümünün, “bulunduğumuz nokta”yla ilgili ortak bir algıya sahip olduğunu düşünüyorum. Bence baskın çoğunluk, yolun yarısına geldiğimizi, hatta biraz daha öteye gittiğimizi görüyor, en azından seziyor.

Beni bu sonuca götüren “verilerin” başında, öncelikle süreci taşıyan aktörlerin söz ve tavırlarındaki değişim geliyor. Hem hükümet çevreleri, hem de Kürt hareketi birkaç hafta öncesiyle kıyaslandığında, çok daha dikkatli bir üslup ve yapıcı bir yaklaşım sergiliyorlar. Aralarda sivri veya keskin sayılabilecek açıklamalar ve dalgalanmalar olmuyor değil. Ancak bunların hacmi de ağırlığı da giderek azalıyor.

Bunu, barış süreçlerinin derinleşmesiyle birlikte ortaya çıkan bir “olgunlaşma” olarak değerlendiriyorum. Bu durumun, başarıyla sonuçlanmış barış süreçlerinde çok dahi bariz olduğunu gösteren çalışmalar da var esasen.

Güney Afrika ve Kuzey İrlandabarış ve çözüm süreçleri” açısından, bu bilgileri teyit eden gözlemlerim oldu. Bu deneyimlerin önemli bazı aktörlerini tanıma ve/veya dinleme imkânı buldum. Her seferinde kendilerinden çok etkilendiğimi, ama ilk başlarda bunun sebebini açıklamakta zorlandığımı iyi hatırlıyorum. Daha sonraları okumalarımın da yardımıyla beni etkileyen şeyin, bu insanlardaki “çelebilik” olduğunu öğrendim. O çelebiliğin de savaşın hakikatini ve barışın faziletini derinlemesine idrak etmekten kaynaklandığını anladım. Evet, barış yolunda yürümenin, sürecin taşıyıcı aktörleri üzerinde çelebileştirici bir etkisi var ve bizde de bunun yansımaları artık görülüyor.

Yolun yarısını geride bıraktığımıza dair algının yaygın olduğunu düşünmeme yol açan bir diğer “veri”, sürece kökünden ve şiddetle çıkanların hâl ve gidişatlarıdır. Omurgasını ulusalcıların ve milliyetçilerin oluşturduğu bu kesim, her geçen gün biraz daha hırçınlaşıyor.

Bu çevrelerin öncü kadroları, “barışa ve çözüme karşı direniş cephesi” yaratmaya çalışıyorlar. Kullandıkları yöntemler ise hep aynı. Bir yandan, hitap ettikleri kitlelerin kadim ve derin korkularıyla oynuyorlar. Diğer yandan, toplumun geri kalan ve çoğunluğu oluşturan bölümünü bir iç savaş tehdidiyle korkutmaya çalışıyorlar. Bu arada bol bol hamaset yapıyorlar ve “milli semboller” üzerinden kesif bir kara propaganda yürütüyorlar.

Dikkat lütfen! Bütün bunlar, barış ihtimalini, siyasal varoluşlarına ve ideolojik dayanaklarına büyük bir tehdit olarak gören çevrelerden geliyor. Onların böylesine hırçınlaşması, barış ihtimalinin artık çok ciddileştiğini görmelerinden dolayıdır. Aslında yaşadıkları hâlin tam karşılığı “panik”tir. Bu panikle, ciddi sıkıntılar yaratmaları da mümkündür.

İşte tam bu nedenle, barış sürecinin güçlü bir toplumsal desteğe sahip olması hayati önem taşıyor. Toplumsal desteği yükseltmenin en güvenilir yöntemi de, sürecin demokratik meşruiyet kaynaklarını genişletmek ve pekiştirmektir. Ali Bayramoğlu, bu yöntemin gerekliliğini ve gereklerini yetkin bir biçimde ortaya koyan yazılar kaleme aldı. O yazılara bakmanızı önererek, bir iki hususu biraz daha açmakla yetineyim.

Barış çalışmalarında sıkça rastladığım bir formül var: Küçük, ama örgütlü ve kararlı bir azınlığın çabaları, bir iç savaşın çıkmasını sağlayabilir. Buna karşılık barış, ancak büyük çoğunlukların katkısı ve desteğiyle mümkündür. Savaş azınlıklarla yürüyebilir, ama barış çoğunluklarla yapılır.

Barış süreçleri, nasıl ki baş aktörlerini çelebileşme mecrasına taşıyorsa, barış karşıtlarında da habisleştirici bir etki yaratıyor. Sahibi olduklarına inandıkları eski düzenin değişeceğinden duydukları korkunun, sürecin geri dönülmez noktaya gelmek üzere olduğunu görmelerinden kaynaklanan panikle birleşmesi, onları her türlü kötülüğe meyyal hâle getiriyor.

Anketler, barış sürecine karşı çıkanların oranının yüzde 30 civarında seyrettiğini gösteriyor. Bu kitlenin tamamının barış sürecine karşı koymaya yeminli ve kararlı bir kitle olduğunu hiç sanmıyorum. Barış süreci iyi yönetilirse ve demokratik meşruiyet zeminine iyice yerleştirilirse, bu kitlenin kayda değer bir bölümünün karşıtlıkta ısrar etmeyeceğine; aynı şekilde şu an kararsız görünenlerin önemli bir bölümünün de sürece destek vereceğine inanıyorum.

Bu yüzden, barış sürecine yönelik toplumsal desteği sürekli arttıracak ve sağlamlaştıracak siyasal ve hukuksal tedbirleri asla ihmal etmemek gerekir.

Yolun yarısını geçtik, artık dönüş çok zor. Dönsek de, başladığımız yeri bulamayacağız...