Kampanya döneminde Cumhuriyetçilerin kampanya sloganı olan, "Daha güvenli, daha kuvvetli, daha iyi Amerika için Bush" sloganının verdiği mesaj yerini buldu ve etkili oldu. Bush beklenenin çok üzerinde bir oy farkıyla yeniden A.B.D. başkanı seçildi. 55 milyon Amerikalı seçmen Bush'u başkanlığa devam etmesi için destekledi.
Seçim öncesi zaten Amerika'nın şer güçlerin tehdidi altına girdiği kendilerine söylene,söylene Amerikan seçmeninin büyük bir kısmı artık Amerika'nın dünden daha az güvenli olduğuna inandırılmış durumda idi. Seçim öncesinde daha güvenli bir ülke yaratmanın yolunun ise en başta askeri bakımdan daha kuvvetli ve kararlı olmaktan geçtiği, daha fazla güvenliğin demokrasinin önceliklerine karşı üstünlüğü olduğu fikri çok da itici gelmiyordu çoğu seçmen için. Bu bağlamda tabiatıyla , bugün yapılan tercih sonucu daha kuvvetli bir Amerika'nın da, ancak Amerikan değerlerine bağlı, kararlı, gözü pek ve şahin imajlı bir başkanla sağlanabileceğinin düşünülmesi ve Bush'un yeniden seçilmesi şaşırtıcı olmamalı. Ve sonuç itibarıyla da korkutulmuş ve huzur arayan Amerikan seçmeninin çoğunluğunun tercihi Bush oldu ve Bush seçimi fazlaca zorlanmadan kazandı.
Kampanya döneminde en büyük muhalefet aracı olarak Irak işgalini kullanan Demokratlar ise, Amerika'nın tek taraflı bir kararla uyguladığı bu işgali ve işgal sonrası karşılaşılan tabloyu kıyasıya eleştirdiler hep, ama Irak sorunun ve terörizm tehditlerinin nasıl çözülmesi gerektiği konusunda net yaklaşım farklarını ortaya koyma yönünde ise fazlaca ikna edici olamadılar. Esasen her konuda ikna yönünde ki başarı oranlarının düşüklüğü , sonunda seçim sandıklarına da aynen yansıdı. Ortada çok ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar varken, ağırlıkla Bush'un dış politikalarını eleştirmekten başkaca fazla da bir şey yapmayarak kampanyalarının çok büyük ağırlığını Bush'un Irak başarısızlığı üzerine inşa eden Demokratlar, Irak'ın bir başarısızlık olduğuna bile Amerika'yı inandıramadılar, hatta tepki bile çektiler kampanyalarının bu kadar dış politika ve Irak ağırlıklı yürütülmesinden dolayı. Bu kampanya stratejilerinin, Amerika'nın menfaatleri ve güvenliği için, gereğinde her şeyi göze alan güçlü lider imajı vermeye çalışan ve daha da güçlü bir Amerika için söz veren Bush'a, muhafazakâr oyların daha da artarak akmasına neden olabileceğini de muhtemelen hiç öngörmediler.
Şimdi seçimler geride bırakıldı, Bush yönetiminin kaldığı yerden bölüm iki adıyla yoluna daha da hızla devam edeceğini öngören senaryolar yine yazılmaya çizilmeye başladı. Bush'un daha güvenli, daha güçlü Amerika sloganı altında yine sağa sola pervasızıca, "nerede kalmıştık" zihniyeti ile saldırmaya başlayacağı ve daha kuvvetli bir Amerika için silahlanmayı arttırmaya devam edeceğini ön gören bu senaryolar, bugünlerin en kabul gören senaryoları. Ama şahsi kanaatim, artık bu senaryoların gerçekleşme ihtimalinin oldukça zayıflamış olduğu yönünde.
Bush seçimi, birinci dönemini, icraatlarını savunarak ve her yaptığını daha güvenli ve daha güçlü Amerika için yaptığını, yapacağını söyleyerek kazandı. Klasik Amerikan değerlerine saygılı, bir o kadar da dindar bir resim çizmeye çalıştı. Ama bu arada da ikinci dönemi için ilk dönem Bush doktrininin artık dayanaklarını yitirdiğinin ve bu doktrinin dört ana taşıyıcı ayağının artık gücünü yitirdiğinin bilincinde olarak, ikinci dönemi için doktrinin revizyona uğrayacağının, farklı bir stil uygulanabileceğinin sinyallerini de vermeye başladı.
Gerçekten de ilk dönem Bush doktrininin en sağlam taşıyıcı ayaklarına bugün göz atarsak, artık bu ayakların ikinci dönemde kullanılmayacağını görürüz.
Örneğin ilk dönem Bush doktrininin dört ana taşıyıcı ayağından biri, dünyaya, 'bizden olanlar ve olmayanlar" olarak bakması ve "bizden olmayanlar bize karşıdır" mantığıyla davranması idi. Bu anlayışın artık sürdürülemeyeceği ortada. Zaten artık Amerika'ya zarar veren, en azından fayda sağlamayan bir anlayış olarak terk edilmekte olduğunu, Bush'un birinci dönemin son zamanlarında görmeye başladık. Örneğin "Çin, Pakistan veya Suudi Arabistan net olarak Amerika tarafında değilse, Amerika karşıtı olarak mı görülmeli?" sorusunu cevaplamak ve karşıtlığın ara bölgesinde kalmayı tercih eden ülkelerin, tarafların olabileceğini kabullenmek durumunda kaldı.
İkinci taşıyıcı ayak, önleyici müdahale hakkının kullanılması gerektiği yönünde idi. Bu ayağın Irak'a yapılan müdahale sonrası, kitle imha silahlarının bulunmaması ve işgalin getirdiği netice itibarıyla kırıldığını söyleyebiliriz. Bir daha önleyici müdahale hakkının bu kadar pervasızca ve net nedenler ayan beyan ortaya dökülmeden kullanılamayacağı bir dönem başlıyor diye düşünüyorum. Bush yönetiminin, son zamanlarda Avrupalı müttefikleri vasıtasıyla İran'la bile bir uzlaşma aramasını, ilk aşamada İran'ı caydırarak uzlaşmaya zorlamak gibi yeni tutum değişikliklerine gitmekte olduğunu da görmekteyiz.
Doktrinde üçüncü taşıyıcı ayak ise, gereğinde tek taraflı irade ile, rejim değişikliği yoluyla netice alınabileceği inancıydı. Bu taşıyıcı ayak da hem Afganistan'da, hem de Irak'ta kırıldı. Artık hiç bir geçerliliği kalmamış bir seçenek haline geldi. Şimdilerde ise artık rejim değişikliğini zorlamak yerine, mevcut rejimi çeşitli özendirme ve ödül verme mekanizmalarıyla değişime uğratmak, daha akılcı bir yaklaşım olarak benimsenmeye başlandı. Libya, bu politika değişikliğine iyi bir örnek olarak gündemde yerini aldı bile.
Bush doktrininin dördüncü taşıyıcı ayağı da tek-taraflılık olarak adlandırılan, Türkçe karşılığı, "astığım astık, kestiğim kestik" anlamında olan bir tutumdu. Amerika menfaatleri gerektiriyorsa, tüm dünya karşı olsa da yapmak istediğinden, yolundan döndürülemeyeceğine dair olan inançtı bu. BM dahil, tüm uluslararası kurumlar, sadece Amerika menfaatlerine uygun davrandığında dikkate alınabilecek unsurlar olarak kabul ediliyordu. Ama bu ayağın da kırıldığını, Irak bataklığına tek başına saplanıp kalınca net olarak gördü. Bu nedenle artık, uluslararası bir asgari mutabakatın ne kadar önemli olduğunun idraki içinde olacak bir Bush yönetimi göreceğiz diye düşünmek hayalcilik olmaz.
Bush yönetimin ikinci dönemde, oluşturulan doktrinin taşıyıcı ayakları kırılmış olarak, birinci dönemde davrandığı gibi pervasızca davranamayacağı öngörülebilir. Ama yine de Bush doktrininin özellikle enerjiye hükmetme amaçlı politikaları yeni dönemde de aynen korunacaktır. Amerika için Ortadoğu ve Orta Asya'nın kontrolü hayati önem taşımaya devam edecektir. Ama bununla beraber artık uygulamalarda stil değişikliklerine gidilmesi çok muhtemeldir.
Bu, dünya için bir kazanç mıdır, hedeflerde fazlaca değişiklik yokken? Bu da ayrı bir soru ve başka bir yazı konusu. Ama yeni dönemde, Bush yönetiminin, doktrinin taşıyıcı ayaklarını değiştirerek, bizden olan ve bizden olmayanların arasında gri bir bölgenin olduğunun bilincinde davranmasını, önleyici askeri müdahale yerine, caydırıcı müzakereyi benimsemesini, rejim değişikliği yerine rejimlerin tedricen dönüştürülmesini tercih etmesini, tek-taraflılık yerine çok taraflı ama belirleyici çoğunluğa dayalı bir mutabakatla hareket etmeyi istemesini, bu gibi yeni politika araçlarını kullanmaya başlamasını bekliyorum. Dünya için bu bile bugün için bir kazanç olacaktır diye düşünmek lazım.
Ama tabii bu arada, bir de Bush'un bu ikinci dönemde ne gibi stratejik bir icraatının olacağını da merak etmeliyiz.
Örneğin bugün İsrail-Filistin sorununun Bush öncülüğünde çözüme ulaştırılması ve küresel ısınmaya karşı Bush'un politika değiştirerek, örneğin Kyoto Protokolü'nü belli geçiş dönemleri altında onaylaması başta olmak üzere , Bush'un kendisinden beklenmeyecek bazı adımları atması, bugün için sürpriz icraatlar olarak görülse de, Bush tarafından ikinci dönemde hayata geçirilmesi muhtemel politikalar olarak dikkate alınmalıdır diye düşünüyorum.
Bekleyeceğiz, göreceğiz. Umarım yanılmam, ve Bush birinci dönemi ile tezat teşkil edecek bir anlayış içinde başkanlık yapmaya başlar. Çünkü bu bağlamda Hillary Clinton'un, 4 yıl sonra çantada keklik bir başkanlık elde etmek için , bu dönem Demokratların adaylığına soyunmadığına pişman olacağına dair bir öngörüm de var.
Amerikan dış politikasında Bush'un birinci döneminin bir tekrarını dünya kaldıramaz artık. Bunu herkes görüyor. İkinci dönemde bunun bilincinde olacak bir yönetim anlayışı göreceğiz diye düşünüyorum,umuyorum. Çünkü aksi halde, zarar Amerika dahil tüm dünyaya olur.