Araya tatil ve başka meşgaleler girdi, yazamadık. Halbuki, ne kadar mühim bir meseleydi. Malumunuz, ligler başladı. Ve her hafta binlerce insan, Türkiye'nin dört bir tarafında, stadyumlara doluyor. Maçları, ciğerlerine çim kokusu çekerek izliyorlar. Ayrı bir zevktir; anlatması pek kolay değil. Lakin, ciğerlere çekilen kokular ve insanın sevdiceğiyle buluşma halinin yarattığı güzelliğin dışında başka musibetler de peyda olmuyor değildi, hani öteden beri. Küfürmüş, kavgaymış, stat önü-içi taraftara zulüm yarışlarıymış, taraftarı canından bezdiren girişimler gırla giderken, oyunun tutkunu, bu cümbüşün müdahili olmaya devam eder. Dediğimiz gibi, müptelası dışında anlaması/anlatması zor bir mesele. Yalnız bir tek şey var ki, anlaşılması hiç de kolay değil. O da; bedelini ödemek kaydıyla bir hizmet satın almaya "yeltenen" vatandaşın canına "faili belli olmayacak şekilde" kast edilmesi. Özetle, stadyumda maç izlerken canınıza kast edilmesi…
Uzatmayalım; işaret ettiğimiz konu, lig başlamadan hemen önce İstanbul Olimpiyat Stadyumu'nda Fenerbahçe ile Everton arasından oynanan "dostane" maçta, aynı takım yandaşlarından birinin, diğeri tarafından "silahla" yaralanması. Vahim bir olay. Nereden tutarsanız tutun elinizde kalıyor. Bozuk paralarımızı, anahtarlıklarımızı teslim ettiğimiz, bir ortamda, "lümpen"in biri silahla stadyuma giriyor. Artık zevkten mi, sinirden mi, nedeni belli değil, basıyor tetiğe ve seriyor bir vatandaşı yere. Neyle? Silahla. Nerede? Stadyumun içinde. (Benzer hikâyeler için bakınız memleket üniversite kampüsleri).
Sinirden, kompleksten ve lümpenlikten yana pek bir dolu olan cenahın eline silah veriyorsun. Ondan sonra da, sade suya tirit, kofti dizilerle, medya kepazelikleriyle ortalığı "Kurtlar Vadisi"ne çeviriyorsun. Adam ekranlarda ortalığı kana boyarken, "kurtlar" da düğünde, seyranda, kavgada, muhabbette memleketin tüm "vadileri"ni kana boyuyor. Oyun oynayan 8 yaşında çocuğu, halı saha maçından dönen genci, balkondan kendi halinde kalabalığı izleyen genç kadını bir hiç uğruna seriyorlar soğuk betonların üstüne. Asker milletiz ya! Periyodik olarak silah talimi yapıyorlar, sivil hedefler üzerinde.
Peki, stadyum da bu temaşadan muaf mı olacaktı? Sokaklar bizimdi de, tribünler İsveç'in miydi? Sonunda olan oldu, tribünde de "silah" konuştu. Aklın ve vicdanın olmadığı yerde başka ne konuşur ki. Maçtan önce, "Yönetim uyumadı, kapı önündeki -biletsiz- taraftara sahip çıktı". Artık hangi telkinlerle, hangi ricalarla -üstleri aranmadan- maça alındığı belirsiz güruhtan biri durumdan vazifeyi çıkardı ve bu daveti "silahla" kutladı. Sonrası evlere şenlik açıklamalar, üstünü kapamalar. Lakin bir tanesi artık iyice can sıkmaya başladı: "Münferit olaydır, bütün Fenerbahçe camiasına mal edilemez." Ne münferidi, ne camiası... Artık mesele, tüm "Türkiye'ye mal edilecek" hale geldi. Vatandaş, her Allah'ın günü canını çantasına koyup sokağa çıkıyor, tribüne gidiyor. Sonra, evine döneceğine ya hastaneye ya da morga gidiyor. Artık kör bahtına hangi "katil" düşmüşse, "münferit" bir oyunda, saçma sapan, rezil bir ölümün 3.sayfa maktulü oluyor.
Her hak bir yana da, şu "yaşama hakkı" pek bir mühim bir hak değil mi? Devletin kolluk kuvvetlerinin belki de biricik varlık sebebiyeti. Lakin, mevzu futbol olunca, "sinir katsayısı malum" kolluğa bir şeyler oluyor. Protokolden maç izleyen müdürler, güvenlikten ziyade, yöneticilerle muhabbete konsantre oluyor. Neticede, olan yine vatandaşa oluyor. Her zamanki gibi, "yaşama hakkı" gümbürtüye geliyor.
26 Ağustos 2005 tarihinde Birgün'de yayımlanmıştır. (Bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla ve kâr amacı gütmemek şartı ile, kullanmak isteyene aittir...)