15 Haziran 2006Nuray Mert
Kendini ülkenin yegâne sahibi olarak görenler, öteden beri, her konuda farklı bir şeyler söyleyenleri vatan haini olarak ilan etmekte tereddüt göstermezler. Son zamanlarda, bu tavır yine, zihniyetten öte eyleme dökülüyor. Perihan Mağden'in, askerlik yükümlülüğüne ilişkin 'vicdani ret' üzerine yazdıkları, bu çerçevede hedef haline geldi. Mağden, diğer benzer durumlarda olduğu gibi, hoyrat bir muamaleye maruz kaldı. Bu hoyrat zihinlerin anlamakta zorlandığı, bir ülkede yaşayan herkesin her konuda aynı düşüncede olmak zorunda olmadığı ve bu ülkenin hiç kimsenin tekelinde olmadığı. Bu ülkenin selameti, bu konuda yol alıp alamayacağımıza bağlı, demokratikleşme dediğimiz şey, bu nedenle hayati bir konu. Diğer taraftan, askerlik yükümlülüğüne karşı, 'vicdani ret' hakkını ciddi biçimde tartışmamız gerekiyor. Bu konuyu tartışmak için de, askerlik yükümlülüğünün esası olan 'milli ordu' kavram ve kurumu üzerine düşünmemiz gerekiyor. Bu arada hemen söyleyeyim, 'milli ordu' modern bir kurumdur, yani modernleşme süreci öncesinde 'her Türk asker' doğmuyordu. Milli ordu ulus-devletin yükselişiyle devreye giren bir kavram ve kurum. Tarihte milli ordunun alternatifi, meslek ve/veya sınıf olarak askerlik ve paralı askerlerdi. Şimdi, ulus-devlet kavram ve kurumlarının dönüşmesinin söz konusu olduğu çağımızda, söz konusu olan da, milli ordunun yerini profesyonel ordunun alması. Modern, daha doğrusu postmodern toplumun insanları, profesyonel orduyu, milli ordudan daha makul/insani bulabiliyor, bu çok ciddi bir yanılsama. Bu açıdan baktığınızda, savaşa, dalaş dövüşe, boğuşmaya karşı temiz vicdanlı vatandaş askere gitmez, onun yerine kendi rızasıyla askerliği meslek seçen bu işleri yapar. Nitekim, Batı ülkelerindeki uygulama büyük ölçüde bu doğrultudadır. Peki, hiç düşünüyor musunuz, kim kendi rızasıyla askerliği meslek seçer? Irak işgali vesilesiyle, ABD'de kimlerin asker yazıldığını izleme fırsatınız olmuş olmalı. 'Milli' veya emperyal hisler veya macera duygusuyla hareket eden küçük bir azınlık dışında, bu insanlar, her toplumun 'tutunamayanlar'ıdır. Yani, para karşılığında ölmek veya öldürmeyi meslek olarak seçmek durumunda olanlar. Tabii, bunun yanında ordunun profesyonel olması dışında 'özelleştirilmesi' söz konusu. Afganistan ve Irak'ta 'özel güvenlik şirketleri' adı altında çalışanlar bunlar. Irak'ı, Afganistan'ı nasıl kana buladıklarını, nasıl bir mafya terörü estirdiklerini biliyor musunuz? Öte taraftan, hâlâ yoksul Tibetli gençlerin İngiliz ordusuna 'gurka' yazılmak, üç-beş kuruş kazanmak için, insanlık dışı seçme sınavlarında birbirini yediği bir dünyada yaşıyoruz. Bu şartlar altında, sizce, vicdani ret hakkıyla, vicdanlarımızı rahatlatabilir, temizleyebilir miyiz? Vicdani ret hakkına tutunup, savaşın kirinden pasından sıyrılmak mümkün mü? Dahası, profesyonel ordu anlayışı, bu kurumu ve dahası dış politikayı, demokratik siyasal süreçlerin bir adım daha ötesinde tutmaya yarar. Paralı askerlik, para karşılığı rıza anlayışına dayalı olduğu için, savaşı uzun boylu sorgulama imkânını azaltır ve etkisizleştirir. Milli (veya başka türlü) ordunun alternatifi savaşsız bir dünyadır, 'vicani ret' hakkını kullanarak, savaştan inim inim inleyen bir dünyada temiz kalmak mümkün değil. Bu anlamda, postmodern liberalizmin bize sunduğu ikiyüzlü ahlaki konforları sorgulamak zorundayız. Bu da vicdanımızın bizi yapmaktan alıkoyduğu şeyleri, başkalarına (ve çoğunlukla bizden daha az ayrıcalıklı başkalarına) havale etmekle değil, onlarla doğru dürüst hesaplaşmakla olur.