16 Haziran 2010Referans Gazetesi
Küresel krizin etkisi azaldıkça, ülkelerarası işbirliği arayışları da zayıflamaya başlamış gibi görünüyor. Artık küresel boyutta uzlaşmalardan söz eden pek kalmadı. Yetkililer, çok sıkışınca, sonbaharda yapılacak G-20 zirvesine gönderme yapıyorlar. Nasıl olsa G-20 zirvelerinin son maddesi değişmiyor: "Bu konular G-20 maliye bakanları tarafından etraflı bir biçimde incelenecek ve hazırlanan rapor bir sonraki G-20 zirvesinde ele alınacak."
Daha dar ölçekte, ikili ilişkilerin nasıl seyrettiğine gelince: Bir görüşe göre ABD ile AB arasında bir kriz yaşandığı doğru değil. Her iki tarafın da iktisat politikaları aynı amaca yönelik ve yapılan uygulamalar benzer nitelikte. Tabii farklılıklar var. Ancak bunları da ekonomilerin yapılarındaki farklılıklar ile açıklamak olanaklı. Bu görüşte doğruluk payı olduğuna kuşku yok. Ama bu politika benzerliği iktisat politikalarının uyumlanmasından kaynaklanmıyor. İki taraf da bildiğini okuyor. Ekonomilerin yeterince ortak noktaları olması, izlenen politikaların, hiç olmazsa görünüşte, birbirine benzemesine yol açıyor. Peki işbirliği gerektiren konular söz konusu olursa ne olacak? Çözüm tersten başlanarak bulunmuşa benziyor. Sorunlar dile getirilmiyor: "Nasıl olsa uzlaşma sağlanamayacak, bari tatsızlık çıkmasın."
ABD'nin şu ara en büyük sorunu Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısı kaynaklı doğa felaketi. İktisat politikası açısından gündemdeki önemli konu ise Volcker kurallarının yasalaşma süreci. Bankalar, devlet garantisi altındaki bankaların kendi hesaplarına menkul kıymet alım satımı yapamayacakları kuralının geçmemesi için mücadeleyi kaybetmiş görünüyorlar. Şimdi dertleri, Arkansas eyaletinin Demokrat Partili senatörü Blanche Lincoln'ın önerdiği türev ürünlerin alım satımının yasaklanmasına ilişkin maddeyi engellemek. Senato-Temsilciler Meclisi ortak komisyonun yeni gündem maddesi ise kredi değerlendirme kuruluşları. Özetle ABD kendi dertleriyle, kendi bildiği yolla meşgul.
AB'ye gelince hafta başında, Almanya Başbakanı ve Fransa Cumhurbaşkanı buluştular. Aralarındaki anlaşmazlıkları gidermeye çalıştılar. Başlıca anlaşmazlık noktaları nelerdi?
1) Fransa, Euro Bölgesi'nin sorunlu ülkelerinin kurtarılmasını istiyor, Almanya ise buna direniyordu. Bu konudaki anlaşmazlık Yunanistan olayında somut bir biçimde ortaya çıkmıştı.
2) Almanya bütçe açığını düşürmek üzere önlemler almaya başladı ve diğer Euro Bölgesi ülkelerini de aynı yola gitmeye çağırdı. Oysa Fransa, Almanya'nın vergileri düşürmesini istiyor. Ayrıca Fransa, Almanya'nın ihracat fazlasının nedeni olarak ücretlerin baskı altında tutulmasını gösteriyor. Bunun ortadan kaldırılmasını istiyor.
İlk maddede anlaşmazlık "Bir Euro Bölgesi ülkesi sıkıntıya girerse bunun maliyetini diğerleri bölüşsün mü" sorusuna verilen yanıtların farklılığından kaynaklanıyor. Almanya bu yola gidilmesi durumunda, ülkelerin sorumlu davranmayacağı ve Euro Bölgesi'nin bundan büyük zarar göreceği kanısında. Fransa ise yardım edilmezse böyle olacağını düşünüyor. İkinci maddede ise sorun ilk bakışta doğrudan Almanya'nın izlediği iktisat politikasıyla ilgili gibi görünüyor. Ancak, Fransa'nın Almanya'nın iç işlerine burnunu sokmasının nedeni, bu ülkenin savunduğu bütçe disiplini yaklaşımının toplam harcamaları kısarak durgunluğun derinleşmesine yol açacağı kanısında olması. Fransa, Almanya'nın iç talebini artırarak, diğer AB ülkelerinin bu ülkeye ihracatlarını artırmasını istiyor. Büyük bir olasılıkla Almanlar da bu önerilere, iktisadi istikrara darbe vurabileceği düşüncesiyle, dehşetle bakıyorlar.
Sonuçta iki lider bir ‘Avrupa İktisadi Hükümeti' kurulmasında anlaştı. Bunun yukarıdaki hangi sorunu, nasıl çözeceği belli değil. Ama bir konu açık. ABD ile AB arasında iktisat politikası bağlamında bir anlaşmazlık çıkması olasılığı yok. Çünkü ortada ortak bir konu yok.