23 Ağustos 2010Referans Gazetesi
Geçen aralık ayında Basel Bankacılık Gözetim Komitesi (BBGK) uluslararası bankalar için geçerli olacak ‘Basel III Kuralları'na ilişkin taslağı yayımlandı. Temmuz ayındaysa bu taslakta önemli bazı değişiklikler yapıldı. Ama o da son biçimini almadı. Çünkü BBGK'nın 27 üyesinden birisi olan Almanya henüz olurunu vermedi; yeni düzenlemenin Alman bankacılığı üzerindeki etkisini inceledikten sonra yanıt verecek. Bu yeni düzenlemede ağırlık tanımlara veriliyor. ‘Ana (Tier 1) sermaye', ‘likidite' ve ‘kaldıraç' yeniden tanımlanıyor. Bir de bu kavramlara ilişkin düzey sınırları var.
Dolayısıyla bu yeni tanımlar çerçevesinde, yeni sınırların ne anlama geldiğine bakılması gerekiyor. Bu açıdan Almanya'nın ihtiyatlı davranmasında şaşılacak bir şey yok. Anlaşılması zor olan, diğer ülkelerin Almanya'nın yapamadığını nasıl olup da yaptıkları.
BBGK'nın temmuz ayında yaptığı değişiklikler, geçen aralık ayında kabul edilen kuralları epeyce gevşetiyor. Bunu pek çok kimse bankaların baskısına bağlıyor. Büyük bir olasılıkla da haklılar. Ancak bu, bankaların taleplerinin mutlaka yanlış olduğu anlamına gelmeyebilir. Nitekim uzmanlar, Temmuz 2010'da yapılan değişikliklerin, hem mevcut duruma oranla ciddi bir iyileştirme getirdiğini hem de aralık ayında kamuoyuna açıklanan taslağa oranla çok daha uygulanabilir bir çerçeve oluşturduğu kanısındalar.
Yaşadığımız krizin somutlaştırdığı iki temel sorun var. Bunlardan ilki, mali sistemin yeni bir kriz oluşturmasını olabildiğince engelleyecek düzenlemelerin yapılması. Bu, kolay bir iş değil. Çünkü mali sistemin son derece hızlı değişmesi, ilerideki krizlerin niteliğini kestirmeyi zorlaştırıyor. Düşünülebilecek her krize dirençli bir sistemi tasarlamak ise olanaksız. Çünkü krizi yaratan, insanın düş gücünün inanılmaz zenginliği. Her düzenleme yeni bir sistem yaratıyor. İnsanların düş gücü de bu yeni sistem içinde kendi çıkarları doğrultusunda oyunun kurallarının dışına çıkma yollarını bulmalarını sağlıyor.
Bunlar da bir noktada sistemi işlemez hale getiriyor. Kriz de zaten bu! Dolayısıyla ancak bu krizlerin sık ve şiddetli olmamasını sağlayabilmeyi umabiliriz. Bu nedenle de BBGK'nın aralıkta oluşturduğu çerçevenin ya da temmuzdaki yumuşatmanın beklenen sonucu verip vermeyeceğini kestirmenin bir yolu yok.
Buna karşılık, ikinci soruna, yani bu yeni düzenleme içinde bankaların nasıl davranacakları ve bunun ekonomi üzerindeki etkilerinin ne olacağı konusunda bazı projeksiyonlar yapmak olanaklı. Mali İstikrar Kurulu ve BBGK bu amaçla bir ‘Makroekonomik Değerlendirme Grubu' (MDG) oluşturmuşlar. Bu grubun ara raporu yayımlandı. Temel sorun yeni düzenlemelerin bankalar için daha fazla sermaye gerektirmesinin ekonominin kalanı üzerindeki etkileri. Bu sorunun da iki boyutu var. Bunlardan birisi sermaye miktarında gerekli artışın büyüklüğü, ikincisi bu artışın hangi sürede sağlanacağı. Bankaların çok büyük miktarda sermaye temin etmeleri gerekiyorsa; bu, onları faaliyetlerini kısmaya yönlendirebilir.
Bunun sonucu olarak da krediler daralabilir. Bu da ekonomik gelişmeyi olumsuz etkileyebilir. Öte yandan, yeni standartlara uyma süresi kısaldıkça sermaye temininin maliyeti yükselebilir. Oysa süre uzun olursa bankalar, kendi iç kaynaklarını kullanma ve en uygun zamanda sermaye temin etme şansına daha çok sahip olabilirler.
MDG'nin ara raporundaki sonuçlar, sermaye ve likiditede standartlara geçilmesinin GSYH düzeyi ve büyüme hızı üzerindeki etkisinin az ve geçici olacağı yönünde. Rapor iki ve dört yıllık geçiş dönemleri için sınamalar yapmış; tercihi ikincisi yönünde.
Bu raporun hazırlanmasına Brezilya ve Güney Kore gibi bazı gelişmekte olan ülkeler modellerini sunarak katkı yapmışlar. Türkiye'nin adı hiç geçmiyor. Keşke geçseydi. Acaba bu tür bir çalışmayı, hiç olmazsa kendi bankacılık sistemimiz için yapamaz mıyız?