Olkan Özyurt
Uğur Yücel oyunculuğunun, komedyenliğinin arkasına gizlediği müzisyenliğini, Ağustos ayı boyunca her perşembe Parkorman'daki performansıyla ortaya koyacak. Can Kozlu ve Orhan Topçuoğlu ile yaptığı çalışmalardan sonra 'Laleli'de Bir Azize'nin müziklerine imza atan Uğur Yücel, 'House of Samba' adlı etkinlikle müzikseverlerin karşısına çıkacak. Yücel'de müzik eskilere dayanıyor: 13 yaşında düğün salonlarında davul çalarmış. Onunla müzisyenliği ve samba üzerine konuşurken sinema projelerini de sorduk. Eurimages'tan destek aldığı projeyi şimdilik rafa kaldırmış, Eylül'de başka bir filme başlayacak. Kesin olan tek şey kendisi oynayacak.
Oyunculuğunuz ön planda ama alttan alta bir müzisyenlik durumu da var her zaman. Ülkemizde bir şeylere vurup düzenli ses çıkaran herkes kendini perküsyoncu sanıyor. Bu yaygınlık içerisinde ben de heveskâr bir gürültübaz olarak gözükmek istemiyorum. Ama eskilerden gelen bir müzisyenliğim var. 13 yaşında düğün salonlarında davul çalıyordum. Ritim aletlerine bir yeteneğim vardı. O zamanlar müzisyen olmayı düşünüyordum. Sonra tiyatroya heves sardım. Ama özenli bir müzik dinleyicisi oldum sürekli. |
Sizin hayatınızda sambanın özel bir yeri var mı?
Bizde samba dinlediği zaman insanlar samsa tatlısıyla karıştırıyorlardı. Bende samba merakı 1980 öncesinde başlamıştı. Brezilya'da karnaval sambası dışında sözleri ve müzikleriyle entelektüellerin ancak dinleyebildiği incelikte olan bir samba vardır. Ben de davulda samba çalmayı çok severdim. Sonra 1980 başlarında Josi Lewi ile tanıştık. Esasen iş adamıdır. Ama ben ne kadar müzisyensem o da o kadar müzisyen. Sambayı benden daha iyi biliyordu. Sonra birlikte çalmaya başladık. Beraber Amerika'ya gittik. Meşhur caz müzisyenlerinin tanıdığı Berry'yle arkadaş olduk ve ondan malzeme aldık. Sonra deliler gibi sambalar çaldık.
Son yıllarda nedense sambaya karşı ilgi iyice arttı.
Evet, kulaklarıma inanamıyordum. Hangi radyoyu açsam samba çalıyor. Bizim gençliğimizde dinlidiğimiz parçaları miks ediyorlar, muazzam sonuçlar çıkıyor ortaya.
Bu projenin ortaya çıkmasında bu ilgini n bir etkisi oldu mu?
Yok, olmadı. Ama genç insanlarla çalışmam ve oğlumun dinlediği müziklerden dolayı bugünün müzik yapısını tanıdım. Amsterdam'da, Türkiye'de bu samba grubuyla yapılaşmış bir tür house müzik dedikleri sambanın çok fazla kullanıldığı kimi geceler gördüm. Bu kulüp müziğinin içerisinde tam olarak samba çalınmıyor ama içinde beni doğrudan ilgilendiren bir müzik var. Dolayısıyla bizim dinlediğimiz müziklerle bugünün müzik yapısı arasında böyle bir akrabalık olduğunu gördüm.
Parkorman'da nasıl bir performans bekliyor bizleri?
Ben DJ hüviyetiyle orada bulunmayacağım, bunun özellikle altını çizmek istiyorum. Oraya gelen insanlar evden getirdiğim müziklerle, sağdan soldan seçerek hoşuma giderek aldığım ritmik kalıplarla buluşacaklar. Bu müziği canlı perküsyonlarla zenginleştireceğiz.
Samba ne ifade ediyor size? Amazonlar'da koşan çıplak ayaklı yerlileri hatırlatıyor bana. Bir av gerginliği vardır sambada. Bir de muazzam bir kıvraklık var. Amazonlar'daki yerlilerin avlanma sırasında çalsalar Brezilyalıların futbol oynarken çalmalarından çok daha anlamlı olur. Belki de futbolcuları havaya sokan sambanın içerisindeki gerilim duygusudur. Ama biz şunu anlıyoruz sambadan: Çalalım oynayalım, hiçbir yerimizi tutamayalım. |
Ben bir ilk film olarak çok yüksek bütçeli bir şeye kalkıştım. Bu bütçeyi Türkiye'de bulabileciğime inanıyordum. İki senelik tecrübe gösterdi ki bu film için bu parayı bulmak zor. Filmde dört ayrı bölgeden askere giden gençlerin askerlik öncesinden başlayarak ayrı ayrı hikâyelerini anlatacaktım. İki milyon doların üzerinde bütçesi var. Kendim çabaladım, sponsor aradım, yapımcılarla konuştum olmadı.
Nasıl bir film tasarlıyordunuz. Sinemanın neresindesiniz?
Gişe filmi yapmak çok zor bir iştir. İş yapan filmleri azımsamamak lazım. Tabii anlamı gişe yapmaya yüklememek lazım. Averaj bir seyirciye ulaşabilmek, basiti bulmak çok zordur. Bir de şöyle bir sinema var. Entelektüel, marjinal bir dünyaya hitap etmek ve orada varlığını bulabilmek durumu. Her iisini de anlıyorum. Marjinal bir dünyanın içinde yer edinmek istiyorsam, hem yazıda, hem filmde bunu beceririm.
Entelektüellerin sevgilisi olmak kolaydır. Gişe yapan filmlere de aklım eriyor. İki tarafa da sevimli gözükecek formülleri sinema sektörüne giren herkes çok kısa sürede öğrenir. Ama burada esas olan şu. Benim içimde sinema var mı? Çektiğim film bana ait mi, özgün mü? Seyirci derdin yok, kimsenin ruhunu okşamak gibi kaygın yoksa niye sinema yapıyorsun diyorlar. Ben de bu soruyu soruyorum kendimde.
Sen bu soruyu sorarsan kendine kim sana iki milyon dolar verir. O yüzden bu filmin çekilmesi bu ülkede mümkün değil. Dışardan birtakım yapımcılar ilgilendi. Euroimages maddi destek verme kararı aldı ama orada duruyor. Filme başladığım zaman verilecekler.
Ama elinizde başka senaryo da var değil mi?
Evet, bu projenin dışında birkaç senaryo var elimde. Onları gündeme getirdik. Karadeniz'de geçen bir aşk öyküsünü çekeceğim. Eylülde çekimlere başlayacağız.
Oyuncu, müzisyen, senarist, yönetmen: Uğur Yücel?
İnsanın bu kadar çok fazla eğilimi olursa ve bunlardan biri tutku haline gelmezse hiçbir şey olamıyorsunuz. Benim görünümüm de odur. Şimdi sinema var. Yönetmenlik bir tutku haline dönüşüyor. Orada da bir sınav var. Bakalım göreceğiz. Saydığınız bu alanların hiçbirinde bir türlü uçurumdan atlayamadım. Uğur Yücel dediğin zaman böyle bir adam çıkıyor ortaya. Doğrusu bu. Burada bir karadelik, boşluk var. Bu boşluğun benden kaynaklandığını düşünüyorum ve kendimi güzel güzel eleştiriyorum. Daha hiçbir eserim yok. Her şey yarım yamalak. Ama sinemada bir şeyler anlatacağım. İyi bir film olursa, bu adamdan birşeyler çıkar derlerse bütün birikimlerimin sonucu görmüş olurum diye düşünüyorum.