18 Mayıs 2011Taraf Gazetesi
Uludere’nin kırsal kesiminde 12 - 14 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen “askerî operasyonlar“da öldürülen on iki PKK gerillasından sekizinin cenazeleri “çatışma bölgesi”nde bekletiliyordu. Binlerce insan, bu cenazeleri almak için, sınırın öte yakasında yer alan o bölgeye doğru yürüyüşe geçiyor. Bu insanların büyük bir kısmı, askerler tarafından “sınır”da durduruluyor. Birkaç yüz kişilik bir grup ise, her türlü tehlikeyi göze alarak “sınırı aşıyor” ve dört gerillanın cenazesini getiriyor.
Burada “aşılan”, sadece fiziksel bir “sınır hattı” değildir; ruhsal ve siyasal sınırlardır aynı zamanda.
Eylemsizlik kararı almış örgütün, eylem hazırlığında olduklarına dair hiçbir belirti olmayan militanlarını öldürmek, Kürt sorununu yeni ve çok tehlikeli bir sahaya sürüklemek anlamına geliyor. Aslında bu taktik yeni değildir; daha önce de defalarca uygulandı. Lakin Kürt halkının buna verdiği tepkinin biçimi yenidir.
Bu tepki biçiminin ilk örneği, Uludere’deki operasyondan birkaç gün önce Diyarbakır’da yaşanmıştı. Yine bir “askeri operasyon”da öldürülen eylemsizlik halindeki gerillaların cenaze törenine yüz binlerce insan katılmıştı. Neredeyse bütün şehir cenaze namazında buluşmuştu. Ve bu anın fotoğraf, bir “sınırın aşılmakta olduğu“nun çıplak deliliydi.
Kürt halkının büyük kısmı, Kürt sorununa siyasal eşitlik, haklar ve özgürlükler temelinde çözüm bulmak yerine, askeri yöntemlerde ısrar edilmesi halinde, dağ ile ova, kır ile şehir arasındaki sınırı aşmaya hazır olduğu mesajını veriyor. PKK, her zaman şehirlerde, ovada ciddi bir desteğe sahip oldu. Ancak bu zeminler arasında yine de bir “sınır” vardı. Şimdi olan şey ise, o sınırın aşılmaya başlanmasıdır.
Bu sınırın aşılması, Kürt sorununda on yıllardır sahnede tutulmak istenen “Uçurum Kenarı“ diye adlandırabileceğimiz oyunun sonuna geldiğimizi gösterir. Bu sözü Kafka‘nın Bir İmparatorluk Habercisi başlıklı öyküsünden aldım. 1900’lerin başında, çökmekte olan Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nun ve çürümekte olan Avrupa’nın haline gönderme yapan bu öyküde, şöyle bir cümle vardır: “Uçurumun kenarında durmak, sürekli bir konuma dönüştü.“
Ama bir süre sonra patlak veren (Birinci) Dünya Savaşı, “uçurumun kenarı”nda sürekli durulamayacağını, çok acı bedellerle öğretti.
Kürt sorununda çözümsüzlük, “uçurum kenarı” demektir. Zira çözümsüzlük, savaş ihtimalini her zaman canlı tutmayı gerektirir. Kürt hareketi, silah bırakma niyetini her fırsatta dışa vurmasına rağmen, bunun şartlarını ve imkanlarını yaratmaya yanaşmamak, savaşı sürdürmek isteyenlere arzuladıkları ortamı sunmaktan başka anlama gelmez.
Aslında “askeri operasyonlar”ın durduğu zamanlarda bile, savaşındili hiç susmadı. Çatışmalarda ölen PKK militanlarını “insandan saymamak”, bu yaygın savaş dilinin en zehirli marifeti oldu.
Bu dilin temelinde, gerillanın ölüsüne bile her türlü aşağılamayı reva gören zulüm politikaları yatıyor. Ölülerin kulaklarını, burunlarını kesip saklamak, cesetleri parçalamak, yıllarca “olağan bir uygulama” sayıldı. Devletin televizyonları, cesetleri yan yana dizip sergiledi; onlardan “leş” diye söz etti. Bu iğrenç dil, yazılı ve görsel basına, sanal ortama ve günlük konuşmalara sindi, normalleşti.
Binlerce ölünün cenazesine bile ulaşamadı aileleri. Ya topluca çukurlara gömüldüler ya da dağ başlarında çürümeye terk edildiler. Ailelerine ulaşan ölüler için, cenaze törenleri engellendi, suç sayıldı. Yaslarını tutmak yasaklandı. Şimdi her ölüm, bu hafızayı tazeliyor. Her ölüde, binlerce cenazenin töreni yapılıyor, binlercesi için cenaze namazı kılınıyor. Şimdi her ölüde, binlercesinin yası tutuluyor. Bazen yıkıcı bir öfke olarak sokağa taşıyor bu hafıza, bazen bir derviş sabrıyla cenazenin başında duruyor, bazen içten içe mırıldanan bir ağıta dönüşüyor.
Kürt hareketi, son ölümler üzerine üç günlük yas ilan etti. Savaş dili, buna bile tahammül edemiyor. Cenazeye ve yasa saygı, insan olmanın asli gereğidir oysa. Büyük nefretlere dayanan kanlı savaşlarda bile, cenazeye ve yasa saygısızlık, bir ayıp, bir günah, bir namertlik sayılır.
Üç günlük yas çağrısı, Kürt şehirlerinde geniş kabul ve katılım görmüş. Diyarbakır CHP il teşkilatı da, seçim bürosunu kapatarak karşılık vermiş buna. Savaş dili, bu fırsatı kaçırmamış. Bugün gazetesi, “CHP teröristler için yas tutuyor“; Yeni Şafak ise, “BDP - CHP Kepenk İttifakı“; şeklinde manşetler atmışlar. Zaman, birinci sayfadan “CHP de kepenk kapattı“ başlığını kullanmış. Bu gazeteler, bu tutumla, hangi insani değerleri hangi ucuz hesaplara kurban ettiklerinin farkında değiller mi?
Savaş, insani hasletleri hızla öğütüyor! Bir an önce bitmesi gerek bu savaşın. Yoksa bu çürümeyle, bunca acıyla “uçurumun kenarı”nda daha fazla duramayız. Vardığımız karanlık ufuktan geri dönmek için, siyasal açıdan yapılması gereken çok şey var şüphesiz. Lakin savaş tamamen bitmeden de uçurumun kenarından biraz olsun uzaklaşabiliriz. Bunun için insanlığın kadim değerlerinden biri olan ölüye ve yasa saygıyı hiçbir biçimde elden bırakmamamız lazım. Yası ortaklaştırabilirsek bir de, yani hepimiz her kaybın yasını birlikte tutmayı becerebilirsek, savaşı besleyen dili ve zemini daha kolay aşabiliriz.