Aralarında hiç de ince olmayan bağlar bulunan üç kitabın, birbirlerine bu kadar yakın tarihlerde çıkmış olmalarını sanırım yalnızca “tesadüf”le açıklayabiliriz; ne de olsa her biri, farklı yayınevleri tarafından yayımlandı.
Enis Batur’un geçen yıl ortasında Sel Yayıncılık’tan çıkan “Kitap Evi” romanının anlatıcısı, sürpriz bir mirasla karşı karşıya kalıyordu bir anda. Hiç tanımadığı biri, kendisine İstanbul’da, Dragos sırtlarında yaptırdığı özel bir kütüphaneyi miras bırakmıştır. Kitaplarla derin bir ilişki içinde olduğunu bildiğimiz anlatıcımız elbette kayıtsız kalamayacaktır bu duruma ve merakına yenik düşüp görmek isteyecektir, gizemli bir Beyefendi’den kendisine miras bırakılan bu kütüphaneyi... Daha doğrusu bir “kitap evi”dir burası, yapının ayrıntılarını da uzun uzadıya anlatır anlatıcımız; menteşeler, kilit aksamı ve belli birkaç bölüm haricinde tamamıyla camdan yapılmış, yine özellikle seçilip belli bir düzende dikilmiş ağaçlar arasında sekizgen, petek biçiminde bir yapıdır karşısında duran. Üstelik az ötede, bir patikanın sonunda ayrı bir yapı olarak bir okuma odası da mevcuttur: “Yetkin bir petekle yüzyüze geldiğimi kavramıştım. Duvarlar, eni ve boyu yaklaşık beş metrelik yekpâre camlardan oluşuyordu; bu durumda, sekiz üçgenin buluştuğu, kaynaştığı bir çatı düzeni yaratılmış olmalıydı. İşçilik alabildiğine yalın, ama olağanüstüydü.”
Carlos María Domínguez’in Jaguar Kitap tarafından bu yıl başında yayımlanan “Kâğıt Ev” isimli romanı da, yine bir “sürpriz”le başlıyor. Anlatıcımızın eline, aslında yakın bir zaman önce hayatını kaybetmiş bir meslektaşına Uruguay’dan gönderilmiş bir kitap geçiyor. Joseph Conrad’ın “Gölge Hattı” isimli novellasıdır söz konusu kitap; şaşırtıcı olansa, kitabın ön ve arka kapaklarının kir tabakasıyla kaplı olmasıdır: “Sayfaların kenarlarında çalışma masasının pırıl pırıl ahşap yüzeyine ince bir toz yayılmasına neden olan çimento kalıntıları vardı. Bir mendil çıkardım ve şaşkınlık içinde harç kalıntısından kopan bir çakıl tanesiyle karşılaştım. Şüphesiz Portland çimentosuydu bu, benim ihtiyatlı temizleme girişimimden önce sağlamca yapışmış olmalıydı kitaba.” Kitaba yapışmış çimento kalıntılarını anlamlandırmakta güçlük çeken anlatıcımız merakına yenilir ve kitabı gönderene geri teslim etmesi gerektiğini düşünerek işin peşine düşer. Sonuç olarak; Enis Batur’un “Kitap Evi” romanındaki gibi kitaplarla, kitaplar arasındaki bağlantılarla, kütüphane kavramıyla ve yine “mimariyle” de ilgili bir hikâyedir bizim de okur olarak peşinden sürüklendiğimiz...
Dolayısıyla hiç çekinmeden, yakın bir zaman önce Sinek Sekiz Yayınevi tarafından yayımlanan Michael Pollan’ın “Bana Ait Bir Yer” isimli kitabını da yukarıda adını andığımız bu iki kitapla birlikte değerlendirebiliriz. Bu sefer de bizi bir “yazı evi” bekliyor ne de olsa... “Bana Ait Bir Yer”, Michael Pollan’ın daha önce Türkçede de yayımlanan “Arzunun Botaniği” ve “Etobur-Otobur İkilemi” kitaplarını kaleme aldığı “kulübesinin” inşa sürecinde odaklanıyor.
Virginia Woolf’tan esinle sorarsak; bir dönem “kendine ait bir oda”sı olsun istememiş, bu kelimeleri içinde yaşanabilir bir biçim alana dek kafasında evirip çevirmemiş biri var mıdır? İşte Michael Pollan’ı harekete geçiren de bu olmuş.
Remzi Kitap Gazetesi'nin Nisan 2015 tarihli sayısında yayımlanmıştır.