4 Haziran 2006Ümit Kardaş*
1876 Anayasası'nın getirdiği sistemde, monarkın yetkilerinin bir meclisle sınırlanması, yeterli olmamakla birlikte önemli bir gelişmedir. Osmanlı İmparatorluğu'nda monarşinin meşruti bir nitelik kazanması, II. Meşrutiyet ile birlikte gelen 1909 Anayasa değişiklikleri ile sağlandı. Bu değişikliklerle ilk kez yasama ve yürütme organları padişahtan koparak demokratik organlar durumuna geldiler. Heyet-i Mebusan'ın yetkileri artırılarak güçlendirildi. Temsili niteliği ve yetkileri olan bir meclise karşı sorumlu bir bakanlar kurulu kondu ve bakanlar kurulu bakımından güvenoyu mekanizması işlemeye başladı. Ayrıca yürütmenin silahı olan "meclisi fesih" yetkisi padişahın tek başına kullanabileceği bir yetki olmaktan çıkarılarak belli koşullara bağlandı. (meşruti monarşi) Yasama-yürütme arasında yumuşak bir ayrılık öngörüldü, düşürme-fesih dengesine dayalı klasik parlamenter sisteme adım atıldı. Ancak bu çabaların halka dayanmaması ve İttihat ve Terakki'nin tek parti durumuna gelip ordunun da desteğiyle baskı, terör yöntemleriyle muhalefeti sindirmesi, başarısızlığa neden oldu. Bu sonucun meydana gelmesinde ordunun aktif politika içine girerek sistemi yarı-askeri bir rejim durumuna getirmesinin rolü büyüktür. 1921 Anayasası'nın getirdiği model ise tamamen savaşa özgü sui generis (nevi şahsına münhasır) bir modeldir. Bu dönemde tüm yetki mecliste toplanarak, yasama erki mutlaklaştırıldı. Bu model, ulus-devlete geçişin ara modelidir. 1924 Anayasası ile getirilen model ise meclis hükümeti sistemi ile parlamenter sistem arasında karma bir sistemdir. Bu sistemde organik ve işlevsel ayrılıklara da yer verildi. Ancak yasamanın yürütme üzerinde etkili olabilecek yetkileri bulunuyordu. Hükümet meclisten güvenoyu almak zorunda olduğu gibi, meclis tarafından düşürülebilirdi. Buna karşılık hükümetin meclis karşısına fesih ve veto gibi önemli yetkileri yoktu. Kuşkusuz bu Anayasa da özel bir dönemin düzenlemesidir. Amaçlanan devrimlerle toplum ve devletin çağdaşlaşmasının kolay bir sistem içinde yerine getirilmesidir. Ancak çok partili sisteme geçildiğinde anayasal sistemin yetersizliği ortaya çıktı.
Güçler ayrılığı 1961 Anayasası ile getirilen sistemde artık güçler ayrılığı belirgin bir biçimde ortaya çıktı. 1961 Anayasası yasamadan "yetki" diye söz etti, yürütmeyi "görev" olarak isimlendirdi. Yürütme görevi kanunlar çerçevesinde yerine getirilecekti. Bu düzenlemede meclis üstünlüğü geleneği ile yürütmeden duyulan çekingenliğin etkileri bulunuyor. Yasama asli, yürütme ise türev bir yetkidir. 1982 Anayasası ise yürütmeyi yalnız bir görev olarak değil, "görev ve yetki" olarak niteledi ve yürütmeyi güçlendirdi. Anayasaya göre yürütme işlevi cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu tarafından yürütülür. İki başlı yürütmede cumhurbaşkanı meclise karşı sorumsuz, bakanlar kurulu ise meclise karşı sorumludur. Cumhurbaşkanının sorumsuz olmasının doğal sonucu tarafsız olmasıdır. Cumhurbaşkanı, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Ancak cumhurbaşkanına yarı başkanlık sisteminde görülen yetkilere yakın bazı önemli yetkiler tanınmış olduğundan cumhurbaşkanının tarafsızlığı gölgeleniyor, sorumsuzluğu ise tartışılır oluyor. Aslında ülkemizde yürütme 1961 Anayasası'ndan başlayarak iki başlı değil, üç başlıdır. Milli savunma bakanına bağlı olması ve genel idare içinde yer alması gereken askeri bürokrasi, sivil otoriteye karşı özerklik kazanarak, temel siyasi kararlarda yürütme ve yasamaya görüş dayatacak bir konuma geldi. Askeri bürokrasi, Anayasa'da bakanlar kuruluna ilişkin alt başlıkta ve bu kurulla eş düzeyde gösterildi. Yarı askeri bir kurum olan MGK da aynı bölümde yer aldı. Böylece bakanlar kurulu ile askeri bürokrasi arasında bağlantı kuran bir kurum oluşturuldu. Üçüncü erk olan yargı ise hem doğal yargıç ilkesi, hem yargılama birliği ilkesi hem de yargıç bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi bakımından sorunludur. Çift başlı yargı nedeniyle siviller askeri yargı alanına giriyor, askerler sivil suçları nedeniyle dahi askeri mahkemede yargılanıyorlar. Askeri Yargıtay ceza yargılaması alanında çift başlılığa neden oluyor, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi de idari yargıyı bölüyor. Askeri yargıçların bağımsız ve güvenceli olmamaları bir yana sivil yargıçlar da aynı durumdadırlar.
Askeri bürokrasi Erklerarası gerginliğe neden olan durum askeri bürokrasinin her üç erki baskılamasıdır. Bu baskılama hem sorunların çözümünü bloke ediyor hem de erklerin çatışmasına yol açıyor. Yürütmenin başı olarak darbeleri postmodern darbeyle önlemeye çalışan veya askerin hassasiyetlerini ön plana alan önemli yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanları yürütmenin diğer başı olan bakanlar kurulu ve başbakanla gerilim yaşıyorlar. Askerin baskılaması özellikle yüksek yargı organlarının tarafsızlıklarını hatta meclisin denetim faaliyetini etkiliyor. Bu durumda üç erk arasındaki uyum ve düzen bozuluyor, gerilim çıkıyor, bu gerilim toplumu da tedirgin ediyor. Yüksek yargı organları başkanlarının, son yıllarda hukuku siyasallaştıracak konuşmalar yaparak yargının tarafsızlığı konusunda kuşkular yarattıkları görülüyor. Hukuku siyasetin aleti durumuna getirmek hukukun felsefesine aykırıdır. Hukukun amacı adaletin ve özgürlüğün sağlanmasıdır. Hukukun siyasallaştığı bir yerde bu iki değer de yitirilir. Bu yaklaşım yüksek mahkemelerin tarafsızlıkları ve güvenilirlikleri konusunda kuşku yaratır. Yüksek mahkemeleri temsil edenlerin önlerine gelmesi muhtemel konularla ilgili görüş beyan etmeleri hukuka aykırı olup, sorunları sosyal ve siyasal yönleri itibariyle çözme durumunda olan diğer iki erkin hareket alanlarını daraltır.
Darbeler geleneği Erklerarası gerginliğin nedeni anayasal düzenleme ile birlikte darbeler geleneğinin pratiğidir. Sivillerce başlangıç metni, ruhu ve lafzı ile yeni bir anayasa yapılmalıdır. Bu anayasada tarihsel birikime dayanan parlamenter sistem korunmalı, cumhurbaşkanının yetkileri azaltılarak, sembolik ve tarafsız bir konuma getirilmeli, bakanlar kurulu ve başbakan güçlendirilmelidir. MGK kaldırılarak, askeri bürokrasi genel idare içine alınmalıdır. Askeri bürokrasi sadece dış güvenlikle ilgili görev sınırları içine çekilerek, genelkurmay başkanı milli savunma bakanına bağlanmalıdır. Jandarma teşkilatı kaldırılmalı, yerel yönetimlere bağlı kır polisi örgütlenmesi oluşturularak iç güvenlik sivilleştirilmelidir. Askeri mahkemeler, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılarak yargılama birliği sağlanmalı, doğal yargıç ilkesi anayasal bir ilke haline getirilmelidir. Tek bir yargıç statüsü ile yargıçların bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını sağlayacak yeni yapılanmalara gidilmelidir. Hakimler Yüksek Kurulu'nun başkanı İtalya'da olduğu gibi tarafsız ve sembolik cumhurbaşkanı olmalıdır. Savcıların ve avukatların güvence ve pozisyonları eşitlenmelidir.
* Avu. Dr., Em. Hakim Albay