Tuzla'da devlet yok

-
Aa
+
a
a
a

20 Şubat 2008Radikal Gazetesi

Tuzla'da çalışan Hasan Köse ve Osman Göç isimli işçiler ölüm tersanesinin son kurbanları oldu. Böylece son sekiz ay içinde ölen işçi sayısı 18'e çıktı. Yalnızca şubat ayında altı işçi yaşamını kaybetti. Tersane işçilerinin 'iş cinayeti' adını verdiği bu iki ölüm, Tuzla'da 'devletin yokluğunu' bir kez daha ortaya koydu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın raporuna, ardı ardına gelen ölümlere karşın bir adım atılmadı. DİSK'e bağlı Liman, Tersane, Gemi Yapım ve Onarım İşçileri Sendikası (Limter-İş), dün yaptığı açıklamada 17 Şubat'ta Selahattin Arslan Tersanesi'nde oksijen tüpünün patlaması sonucu vücüdunun yüzde 80'i yanan 24 yaşındaki Hasan Köse'nin aynı gece öldüğünü duyurdu. Selahattin Arslan Tersanesi yetkililerine ulaşılamadı. Limter-İş'e göre 7 Şubat'ta dumandan zehirlenen kaynakçı Osman Göç, işçi ölümlerine eklenen son halkaydı. Gece fenalaşınca hastaneye kaldırılan Göç, zehirlenmeye bağlı kalp durması sonucunda öldü. Gemtiş Tersanesi yetkililerinin iddiasıysa Göç'ün gıda zehirlenmesi sonucu öldüğü. Bu ölümlerle sadece şubat ayında ölen işçi sayısı altıya çıktı. Bu tablo, Radikal'in, Tuzla gerçeğini, 'Tersanede can pahasına ekmek parası mücadelesi' başlığıyla manşetine taşıdığı 8 Ekim 2006'dan beri sürüyor. Bu haberde 2006 yılında altı, 2005 yılından beri 14, 2000 yılından beri 32 işçinin kazalarda öldüğü belirtiliyordu. Haberden sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, sessizliğini korudu. Bu dönemde bakanlığın tek adımı, İş Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın 1 Ağustos 2006-31 Ocak 2007'deki teftiş raporuydu. Rapora göre 51 işyerinde 99 madde başlığı altında 1061 noksan vardı. İşyerlerindeki 16 bin 173 işçiden 12 bin 427'si taşeron şirketlere bağlıydı.

Raporu kimse takmadı Ölümcül kazalara yol açan hukuksuzlukların fotoğraflarla gösterildiği 'devletin' bu resmi raporu doğrultusunda adım atılmadı. Öyle ki, Nisan 2007'de kitaplaştırılan rapor ancak 25 Eylül 2007'de, 13 gün içinde beş işçinin art arda ölmesinden sonra Radikal tarafından ortaya çıkarıldı. Bakan Faruk Çelik, yükselen tepkiler üzerine 7 Eylül'de tersaneleri ziyaret etti. Teftiş ettiği iki tersaneden biri, Kaptanoğlu'nun Desan'ıydı. Bu tersaneyi ziyaretine basın mensupları alınmadı. Bakan Çelik, ziyaret çıkışında, kapıda bekleyen işçilerin, "Patronlar tarafından yönlendiriliyorsunuz" serzenişine uğradı. Yaptığı ilk açıklamasında "Alınan önlemleri beğendim" dedi. Ancak, Bakan Çelik'in 'beğendiği önlemler' CHP'li beş milletvekilinin 12 Eylül'deki incelemesine göre, işçilerin değil, işverenlerin lehineydi. Raporda şöyle deniliyordu: "Ucuz maliyet ve işçiliğe dayalı taşeron sistemi iş güvenliğini dinamitliyor, işçi sağlığı umursanmıyor, iş giysileri işçilere aldırılıyor, sigorta primleri eksik yatırılıyor." Gelişmeler, bu raporu doğruluyordu. Eylül 2007'den 2008'in ocak ayına kadar dört işçi daha kazalarda öldü. Bu arada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 13-24 Eylül'de 43 işyerinde yaptığı ikinci teftiş sonucunda da kazalara davetiye çıkan işverenler yakayı ele veriyordu. Rapora göre yalnızca iki işyerinde kusur bulunmazken, 41 işyerinde 103 ayrı başlık altında 590 kusur belirlendi. İşverenlere 190 bin YTL para cezası kesildi.

Suç duyurusu sonuç vermedi Aynı yıl 21 Ağustos'tan 3 Eylül'e tersanelerden beş cenaze kalktı. Ölümlerin adresi, AKP'li eski milletvekili Cengiz Kaptanoğlu'na ait Desan, MHP'li çiçeği burnunda milletvekili Durmuşali Torlak'ın kuzeni Kenan Torlak'a ait Torgem tersaneleriydi. Limter-İş beş işçinin öldüğü Desan, Torgem, Selah, Umut Gemi ve Tuzla tersanecilik hakkında 'ihmal sonucu ölüme sebebiyet vermek'ten suç duyurusunda bulundu. Ancak, savcılık 'takipsizlik' kararı verdi. İşçilerin sesi duyulmuyordu. Tersane sahibi iki milletvekili, Kemal Yardımcı ve Durmuşali Torlak ilgisizdi. Torlak'ın verdiği dört soru önergesi şöyleydi: Koster filosunun geliştirilmesi, LPG ithalatının Türk gemileriyle yapılmasının teşviki, tersane sayısının artırılması ve tersanelerin geliştirilmesi ile tersanelere elektrik enerjisi desteği verilmesi... Torlak, 'tersaneleri teşvik' meselesine dair 'teşviki mesai' yaparken, 4 Şubat'ta Metin Turan adlı işçi boğularak öldü. Bakan Çelik, bu ölüm sonrasında tersane patronları ve sendikacılarla Ankara'da buluşarak, çözüm üzerinde tartıştı. Sendikacılar taşeronlaştırmanın kaldırılmasını istedi, patronlar yanaşmadı. Dört gün sonra Cevat Toy, Dearsan Tersanesi'nde gemi ambarına düşerek öldü. 8 Şubat'ta patronlarla müzakere masasına oturan Limter-İş Genel Eğitim Sekreteri Kamber Saygılı ve Genel Başkan Vekili Hakkı Demiral işlerinden çıkarıldı. 17 Şubat'ta bu kez 25 yaşındaki kaynak ustası Mikail Kavak, Desan Tersanesi'nde elektrik çarpmasından öldü. Tersane sahibi AKP'li vekil Kemal Yardımcı'ya göre, ölümler mukadderattı. Ve Limter-İş dün iki ölümü daha duyurdu. Bakan Çelik ise dün bir açıklama yapmazken, Radikal'in gün boyu Çelik'e ulaşma çabası da sonuçsuz kaldı.

 

Asgari ücret yetmedi, 'ölüm tuzağı'na dönmek zorunda kaldı İslam oğlu Hasan Köse. Tersane, zorunlu ekmek teknesiydi. Tıpkı babası İslam, 22 yaşındaki kardeşi Hüseyin, gibi. On sekizini devirince tersanenin yolunu tuttu ve askere gittiği 2004'e kadar, iş buldukça yevmiyeli çalıştı. Askerden 2005 yılının sonunda geldi. Karar vermişti, 'ölmeme' ihtimalinin daha az olduğu bir yerde çalışacaktı. Ve bir parfüm fabrikasında iş bulup asgari ücretle çalışmaya başladı. Ancak evlenmek istiyordu. Fabrikadan aldığı maaşla yuvasını kuramazdı. Yeniden tersaneye döndü ve 13 Şubat'ta, 'Selahattin Arslan Tersanesi'nde kaynak ustası olarak işe girdi. O, işe girmeden bir gün önce Cevat Toy adlı işçi ölmüştü. Tuzla'da bu konu konuşuluyordu. Gerçi Hasan da, babası İslam da bu endişeyi biliyordu: "Her gün bir kazayla karşı karşıyasın. Tersaneye giren işçi canını cebine atıp girecek. İster gemide olsun, ister mühendis, ister sıradan bir işçi olsun. Çok dikkat edersin, ama yukardan aşağı sac vurur, ölürsün. Bu kadar basit. Tehlikesi çok büyük. Bilmeyen yok." Hasan Köse de bunu bilerek, her kaynak ustasına verilen 50 YTL'lik yevmiye karşılığında tersaneye girdi. Dört gün sonra, 17 Şubat'ta oksijen tüpünün patlaması sonucunda yangın çıktı. Köse'nin, yangında, vücudunun yüzde 80'i yandı, 24'ünde öldü.

'Yanmaz elbise olsaydı' Baba Köse, hatayı oğlunda bulduğu ve 'takdiri ilahi' dediği için dava açmayı da düşünmüyor. Ancak 'önlemsizliğe' de isyan ediyor: "Yanmaz giysi olsa oğlum belki ölmezdi. Patron ucuz malzeme kullanıyor. Patlayan hortum, 100 lira. 300 liralık olsaydı patlamazdı." Baba Köse, hem tehlikeli olduğu hem de düzenli iş bulamadığı için tersane işçiliğinden ayrılmış. Baba Köse'ye göre, askerden dönen 22 yaşından oğlu Hüseyin de, ağabeyi Hasan'ın yolunda: "Benim bir oğlum öldü ama öbürü iş bulamazsa yarın gidip çalışacak. Hüseyin, askere gitmeden önce tersanede çalışmıştı. Dönünce bütün fabrikalarda form doldurdu. Çağıran olmadı. Aç mı kalsın? Ya inşaatta çalışacak ya da tersanede..."

Soysal: Koşullar 19. yüzyıl düzeyinde TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi CHP'li Çetin Soysal'ın 'en büyük insan hakkı ihlali' diye nitelendirdiği Tuzla'da, eksikliklerden biri devletin kendisi... Soysal, Tuzla tersanelerini TBMM'ye taşımakla kalmadı, en son önceki gün Desan Tersanesi önünde işçilerin eylemine destek verdi. Soysal'a göre Tuzla'da 19. yüzyıl koşullarında çalışan işçiler var: "Orada şu an kaç kişi çalıştığını kimse bilmiyor. Teknolojinin geliştiği böyle bir süreçte, 21. yüzyılda işçiler elektrik çarpmasından veya denize düşüp ölebiliyor. Daha da önemlisi, kanserojen içeren maddeler yüzünden 5-10 yıl sonra çıkabilecek hastalıklara kapılma ihtimali var. 7.5 saat çalışmaları gerektiği halde daha uzun çalıştırılıyorlar. En önemlisi örgütlenme hakkı ihlal ediliyor. Maalesef yüzde 10'u örgütlenebilmiş. Yani 5 bin insan. İşçi sayısı 30 binin üzerinde. Dünyanın 5. tersanesi olma yolunda olduğu söylenen Tuzla'da, 19. yüzyıl koşullarında çalışan işçiler var. Devlet orada yok! Sosyal güvenlik yok! İnceleme denetleme yok! Mukadderat deniyor. Hayır, kader değil. Orada yanlış uygulamaların sonucunda insan hakkı ihlalleri var."