Ömer Madra: Türkiye Barış Girişimi Hareketi (Peace Initiative Turkey, PIT) ABD’de Türkiyeli vatandaşların örgütlediği bir kuruluş ve oldukça dikkati çeken aktiviteleri var. Şimdi bu kuruluşun temsilcilerinden Koray Çalışkan’la beraberiz. Hoş geldin Koray.
Koray Çalışkan: Hoş bulduk.
Ömer Madra: Bir süredir Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği ve New York’ta doktora çalışmalarını sürdürüyorsun değil mi?
Koray Çalışkan: Evet
Ömer Madra: Ama öncelikle istersen bu PIT meselesini bir konuşalım. Çok önemli bulduğumuz, yakından takip etmeye çalıştığımız bir kuruluş. Nasıl kuruldu? Nerelerden geldi?
Koray Çalışkan: Burada deprem olduğunda, New York’ta bir çok arkadaş kendini çok hazırlıksız yakaladı. Türkiye'de de böyleydi aslına bakılırsa. Arkadaşlar bir araya geldiler ve ilk fark ettiğimiz şey şu oldu: Acil bir durum olduğunda, demokratik kitle tepkisi örgütlememiz gerektiğinde, bunun gibi yardım girişimleri örgütlemeye çalıştığımızda bizi hızlıca bir araya getirecek sosyal teknolojilerden mahrumduk. Herhangi bir örgütlülüğümüz yoktu. Birlikte davranabileceğimiz, hızlıca bir araya gelebileceğimiz bir ilişki ağımız yoktu. Sonra aslında fark ettik ki, seksen sonrası Türkiye’nin örgütsüzlüğünü bizimle birlikte, bavullarımızla birlikte New York’a taşımıştık.
Koray ÇalışkanBunu fark ettikten sonra deprem bizi hızlıca bir araya getirdi. “Relief Commettee for Earthquake Survivers” diye bir birliktelik kurduk. Ve Gölcük’te bir kaç girişimi desteklemek için para toplamaya başladık. Depreme dair insanları bilgilendirdik. New York’ta ve dışında. Ve depremden sonraki bir kaç ayda sürekli bir para akışı sağladık. Onun üzerinden ilk ilişki ağı kuruldu. Ve daha sonra çeşitli projeler ortaya çıkmaya başladı. Projelerden bir tanesi NY'taki bütün öğrencilerin birbirleriyle konuşabilecekleri, ilişki kurabilecekleri bir birliktelik üzerineydi.
ÖM: Tam bu noktada bir parantez açayım; bizim kişisel ya da kurumsal tarihimiz açısından da bir dönüm noktası bu deprem, çünkü Türkiye’de sivil hareketin bir anlamda farklı bir noktaya sıçramasının da başlangıç noktası oldu 17 Ağustos depremi. Radyo olarak da biz bir dönüşüm içinde olduğumuzu o zamanlar fark etmiştik.
KÇ : Gördüğünüz gibi deprem sadece Türkiye’yi sallamamış. NY’da da bizi kendimize getirmiş.
Evrim Altuğ: Bu NY’taki topluluk yalnızca Türklerden oluşmuyor değil mi? Yani çok uluslu bir kitleden söz ediyoruz.
Koray Çalışkan: Tabii ondan kendimize “Türkiyeli” diyoruz. Aramızda Kürt arkadaşlarımız var, Ermeni arkadaşlarımız var. Kendimizi bir milletin bedeniyle tanımlamak yerine bir coğrafyanın adıyla tanımlamaya karar verdik.
Tabii bu stratejik de bir seçimdi, çünkü Türkiyelilerin tepkilerini de göstermek istiyorduk Amerikan siyasetinde, sokakta gündelik politikasında. O yüzden Türkiyeli adını verdik. Ama yalnızca Türkler yok tabi aramızda. Biz PIT’i kurduktan sonra -konulara daha sonra geleceğiz- eylemlere pankartlarla katıldık, koordinasyonlar örgütledik, koalisyonlar kurduk ve katıldık. Bir süre sonra fark ettik ki bizle birlikte, bizimle rabıtalı, bizim yaptıklarımızdan hoşlanan, anlamlı bulan, sempati duyan arkadaşlarımız; Türkçe bilmedikleri halde -Almanlar Fransızlar, Güney Amerikalılar- kendilerini ilişkilendirebilecekleri memleketli yada Amerikalı bir pankart bulmadıklarında bizim pankartımızla yürümeye başladılar.
O yüzden PIT’in Internet sayfasına bakarsanız ortada çok güzel davullu zurnalı PIT pankartlı bir fotoğraf göreceksiniz. O fotoğrafın göbeğindeki iki arkadaş Fransız’dır. PIT üyesi mi? Hayır, ama PIT’in sayesinde o eyleme gelen, bizimle birlikte yürüyen arkadaşlardı. O anlamda Türkiyeli bile değil herkes.
ÖM: Depremden sonra bu ivme hangi yönde gelişti?
KÇ: Özellikle 11 Eylül’den sonra Amerikan yönetimi uzun süredir kuluçkada olan Emperyalist, Yeni-Konservatif denilen, -aslında belki de çok da yeni değil yaptıkları - bir ideolojik pozisyon netleştirmeye başladılar. Ve kamuoyunu savaşa doğru hazırlamaya başladılar. O noktadan itibaren biz bunu artık Amerika’nın diğer yerlerine doğru yayabileceğimiz, daha geniş bir birlikteliğe doğru örgütleyip, Türkiyelilerin tepkisini de Amerikan kamuoyuna taşımaya karar verdik...
Bununla birlikte de zaten var olan bir ilişki ağının üzerinden Türkiye’deki Barış İnisiyatifiyle/Barış Girişimiyle de rabıtalı olmasını istediğimizden adımızı “Peace Initiative Turkey” (PIT) koyduk. Ve oradan 2002’nin sonu 2003’ün başından itibaren PIT ayaklandı.
ÖM: Evet, Murat Paker’le -grubunuzun bir başka temsilcisiyle- de görüşme imkânı bulmuştuk daha önce...
KÇ: Evet görüşmenizin çözümü şu anda web sitemizde var.
ÖM: Oldukça da sağlıklı bir şekilde gelişiyor PIT. Mesela son olarak bu Uluslararası Irak Mahkemesi meselesinde de çok aktif bir rol oynadığını biliyoruz. Ayşe Berktay‘la da burada bir ara konuyu etraflı olarak konuşma fırsatı bulmuştuk. Sizin burada PIT olarak oynadığınız rolü de biraz açıklar mısın?
KÇ: Tabi ki. Ayşe, geçen sene yaz başında Murat Paker’e Irak Dünya Mahkemesi girişimiyle ilgili bir e-mail gönderdi. Ve PIT’in bununla ilgilenip ilgilenemeyeceğiyle ilgili bir soru sordu. Bu mektup PIT’in tartışma listesine geldi. Ve bunu tartıştık. Fakat anımsayacağınız gibi bu uluslararası mahkemeyi bir araya getiren aslında savaş sonrası savaş karşıtı hareketin biraz demoralize olması ve “iş daha bitmedi, devam etmeliyiz”e karar vermesiydi. Çeşitli cemaatler için bu kararı vermek farklı zamanda gelişti. Birincisi -PIT’i oluşturanların büyük bölümü aynı zamanda öğrenci olduğu için, hayatı zaman üzerinden algılayışları, kış dönemi, yaz dönemi şeklinde devam ediyor- ,tam yazdan önceydi, Savaş başlamıştı. Her gün yüzlerce insan ölüyordu. Hatta Amerikalılar bunu saymamaya bile başlamışlardı. O noktada sanırım, kendisini toparlamada çok az gecikti. Ve bu işe hızla angaje olabilecek bir enerjiyi kendinde bulamadı, çünkü büyük bir kısmımız da Amerika'ya gitmiştik. Sonra geri geldik. PIT’in eski üyelerinden Ayşe Çubukçu ve PIT’in en yeni ve dinamik üyelerinden Başak Ertür New York’a geldiler ve geçen Eylül’de bir toplantı yaptık. Ayça ve Başak bu projenin çok daha gelişmiş halini sundular ve “Böyle bir şey yapabilir miyiz?” diye sordular. Onların düşleri öylesine zengin, öylesine güçlüydü ki biz önce Türkiyeliler olarak bunu yapıp yapamayacağımızı bir kontrol edelim -çünkü çok büyük bir birliktelik kuracağız- dedik. Daha sonra İstanbul koordinasyonunun da ilişki ağını kullanarak, yani iki farklı ilişki ağını birbirine yavaşça geçirerek, WTI’ı New York’ta örgütlemeye karar verdik. Ve oradan WTI projesi başladı.
ÖM: Yani “Uluslararası Irak Mahkemesi” olarak adlandırdığımız proje böyle çıktı. Onun NY’taki oturumunun da çok başarılı bir şekilde örgütlendiğini biliyoruz. Burada anlatıldı. Orada PIT ‘in de önemli bir katkısı olduğu söylenebilir. Başak’ı da G8 Zirvesi’nde önce bize muhabirlik yaptıktan sonra size yolladık
KÇ: Tabi ki Açık Radyo'nun da orada PIT’e dair bir desteği var. Başak olmasaydı bu proje belki yine olurdu ama hiç bir şekilde bu kadar başarılı olmazdı. Başak veya Ayça’nın inanılmaz bir etkisi oldu. İnanılmaz bir enerjiyle çalıştılar. Ve Başak, PIT’nın hemen bir parçası oluverdi. Bu da PIT’e dair bir şey söylüyor. PIT, çok açık bir kurum, yatay örgütlenen bir kurum. Sözcümüz yok, başkanımız yok, muhasebeden sorumlu arkadaşımız yok. Hepsini olabildiğince beraber yapmaya çalışıyoruz.
ÖM: Bu arada ben müsadenle bir övgü cümlesi sarf etmek istiyorum. PIT’in 15 Mart 2003 tarihli “Konum Bildirgesi” diye çevirebileceğimiz bir metni var. Hem dünyanın nereye doğru gitmekte olduğunu analiz eden hem de neler yapılması gerektiğini söyleyen teskerenin reddinden sonra kaleme alınmış 19 maddelik bir metin. Bu metne, bir buçuk yıl sonra şimdi bakıldığında son derece sağlam bir tahlile dayandığını ve çok hoş hazırlanmış bir metin olduğunu görüyorum ben kendi payıma onu da söylemiş olayım.
Koray Çalışkan: Çok teşekkür ederim. Bu savaş karşıtı hareketin üç fay hattı var. Onun üzerinde bir hareket örgütlemek çok zor Amerika'da. O metin, o fay hatlarında güzel bir dans yapıyor. Onların içine düşmeden ama onların varlığını bilerek.
Bir tanesi; -daha kolayından başlayayım- Amerika'daki savaş karşıtı, sol gelenekleri anımsamak ve böyle gelenekler olduğunu bilmek. Çünkü mesele Amerikan karşıtı olmak değil. Düşündüğümüz zaman Amerikan karşıtı çok saçma bir laf -Türk karşıtı, Yunan karşıtı, Rum karşıtı…- Diğer örneklerini verdiğimiz zaman ve de Amerikaları demokratik kitle örgütleri inşa etmiş, 1 Mayıs’ı, 8 Mart’ı bize armağan etmiş bir halk/halklar toplamı olarak gördüğümüzde ortaya çıkıyor bu saçmalık.
ÖM: Amerikan halkı zaten bunu durdurabilecek bir numaralı güç.
KÇ: Baştan zaten söylemimizle bizden uzaklaştırıyoruz onları. Bu milli sınırlar en önemli iktidar teknolojileri olduğundan mesele onları kullanmadan , kullanılmasına izin vermeden mücadele örgütleyebilmek. En güzel örneği “Go Home Yankee” dir. Bu kadar yanlış bir slogan yok. Bush üstüne alınmaz Yankee deyince. Yankee’lerden nefret eder Bush. Yankee, “New York Yankees” dir : Demokrat kitle örgütleri, bir bölümü Vietnam karşıtıdır. Ben Güneyde araştırma yaparken Tennessee’de, Memphis’de iki-iki buçuk ay kaldım. Orada Amerikan politikasına dair bir şeyler söylüyorum. Hala konfederasyon bayrağını arabasında gezdirenlerle konuşuyorum. Bir bölümü pamuk tarlalarında çalışıyorlar, bir bölümü toprak ağaları, bir bölümü zengin petrolcüler vb. Bir gün bu Amerikan pamuk destekleriyle ilgili bir şeyler söylüyorum. Bir gün Amerikan dış politikasıyla ilgili bir şey söylüyorum.
Biri bana dedi ki: “Sen dedi Yankee gibi konuşuyorsun. Yankee misin sen?” O kadar şaşırdım ki, -32 yaşındayım ben- bir önceki kuşağın yitik deneyimlerini tekrar yaşamaya, tekrar gözden geçirmeye, mümkünse onlarla güçlenmeye çalışan bir insan olarak, o noktada altıncı filo sırasında asılan pankartları, daha sonra Bush buradayken “Go Home Yankee”leri anımsamak garip geldi. Bu ilk fay hattımız.
İkincisi; Saddam’la Bush arasına sıkışıp kalmamak. Çünkü, bu müdahaleye ve işgale karşı çıkanların ilk yaptığı şey: “Ama daha öncesi daha kötüydü” demek. Şimdi buna dair söylenecek güzel bir şey var. Bu hattın içine düşmemek gerekiyor. Çünkü orada bu soruyu sorana söyleyebileceğiniz en güzel şey: “Ben de böyle düşünüyorum” demek. Çünkü siz Saddam’la Bush’u aynı kefeye koyup karşılaştırılabilir olduğunu gösteriyorsunuz. Aslında karşılaştırılamazlar. Çünkü Saddam şunu yapmıştır, Bush bunu yapmıştır. Bush’a karşı çıkmak Saddam’ı desteklemek değildir. Bu bir fay hattı.
Üçüncü fay hattının ise çevresinden dolaşmak biraz daha zor, çünkü bu savaş karşıtı girişim aslında yalnızca Irak savaşına karşı yapılması gereken bir girişim değil. Emperyalizmin, kendini yeniden tanımladığı bir süreçte, tekniklerinin görünür kılınmasını hedefleyen bir girişim.
ÖM: Evet dünya çapında bir hegemonya projesi, hatta uzayı da mülküne almaya yönelik bir proje bu. Hakikaten uzay da şaka değil. Oradan savaşı yürütmeyi planlıyor.
KÇ: Tabii, çünkü John Edwards başkan yardımcısı adayı olarak çıktı. Biliyorsunuz siz bir saat önce yayınladınız. John Edwards güneyden hatta güneyin oylarını da almayı hesaba katıyor. Hatta McCain’e önerdi halı altından. Ama o cumhuriyetçileri satmadı.
ÖM: Cumhuriyetçi değil mi McCain?
KÇ: Tabii ki cumhuriyetçi. Şu anda Kerry bu Amerikan siyasetini geri çevirecek biri değil. En fazla belki BM’yi işe daha etkin katmaya çalışabilir. Ama zaten Bush kendini biraz geri çekip BM’yi katmaya çalıştı. Bu siyaseti geri döndürecek birisi değil. Kerry gelince “Oh Bush gitti!” diye göbek atacak halimiz yok. Aynı politikanın devamı. Marx çok güzel söyler öyle şeyleri “Kapitaliste kızmayın, o belli iktidar ilişkilerinin görüngüsüdür” Biz de Bush’a kızmayalım bu emperyalizmin bir görüngüsüdür. Biraz daha saf olduğu için biraz daha konuşmayı beceremediği için ve biraz daha politik performansı –çünkü politika aslında tiyatroya çok yakın bir şey, bir sanat- beceremediği, dili karıştığı için daha kolay yüklenilen bir adam. Kerry bunu daha iyi beceriyor. Ama aynı politikayı büyük bir olasılıkla devam ettirecek. Amerika içinde onun iç siyasetini etkileyen değişiklikler olacak ama bizim için çok büyük bir değişiklik beklememeliyiz.
ÖM: Amerika gibi yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük gücünün bulunduğu bir ülkede olan böyle bir değişiklik, önemli farklar yaratacaktır. O yüzden Bush’a karşı Kerry’nin desteklenmesini çok anlamlı bulmak mümkün. Ancak senin de dediğin gibi genel politikanın, bu hegemonik politikanın sürdürüleceği konusunda kimsenin tereddüdü olmasa gerek.
KÇ: İşte bu üçüncü fay hattı; biz Bush’a karşı değiliz Amerikalılara karşı değiliz. Yapmamız gereken: Amerikan halkının demokratik tepkilerini, bir: görünür kılmak; iki: desteklemek; üç: özellikle NY’ta onun parçası olmak. Ve bu politikaların devam edeceğini göstermek. Aslında Filistin örneği Irak’ta tekrar ediliyor. Ve Amerika İsrail’in geliştirdiği teknolojileri kullanarak şu anda bunu yapıyor. Ne olacak peki bu iktidar tarzı, dünyanın İsraillileşmesine yavaş yavaş yol açacak. Bunu engellemek gerekiyor. Yoksa sadece bu savaşa karşı çıkmak değil. O metinde yapmaya çalıştığımız da bu.
ÖM: Tam da yeri gelmişken İsrail’deki barış hareketleri için de Amerika için biraz önce söylediklerin geçerli. İsraillilere Yahudi olarak, İsrail olarak karşı çıkmanın, Bir Anti- İsrail olmanın bir anlamı yok.
KÇ: Zaten Arap dünyası bile bunu artık tartışmıyor. İsrail’in kullandığı en önemli propaganda malzemesi: “Herkes İsrail’e karşı. Bizi buradan silmeye çalışıyorlar!” Bu Siyonizm’in, yani bir tür milliyetçiliğin öngörüsü. Biz Siyonizm’e karşıyız. İsrail’in politikalarına karşıyız -şu anki hükümetin- ama İsrail’in varlığını şu anda Arap dünyasında bile kimse resmi olarak sorgulamıyor. Hataya düşmemek gerekiyor. Yahudi ile Siyonist’i bir araya getirmek. İsraillilerle Yahudileri bir araya getirmek hatadır.
ÖM: Son derece önemli gazetecileri ve aktivistleri de var. Ve onlara bağlı aslında bu Siyonizm politikasının durdurulması. Nitekim bu duvar meselesinde Filistinlilerle beraber İsrail polisinin gaz bombalarına muhatap olan pek çok İsrailli var.
KÇ: Programınıza katılmadan biraz önce konuşuyordum .Çok güzel bir benzetme kullandı arkadaşım. T 80 tankı hakkında konuşuyordunuz. Yakalanmış ya... Tarım aracı olarak sokuluyormuş. Evrim Bey’de zaten bu sabah az önce dinlediğimiz Açık Gazete’de “Caterpiller’lar da inşaat aracı ama İsrail’de Filistin’de ne işe yarıyorlar biliyoruz” dedi.
ÖM: PIT beklenen, bütün Türkiye için gecikmeli olduğu söylenen bir şeyi hayata geçirdi. Ciddi bir aktif kuruluş olarak yoluna devam ediyor.
KÇ: Özellikle önemli sınavını bu Irak Dünya Mahkemesi’nde NY oturumunu örgütleyerek gösterdi. Çünkü biz bu çağrıyı gönderdiğimizde, insanlarla ilk konuştuğumuzda, hareket almaya başladığımızda çok önemli kuruluşların desteğini aldık. Mesela “Lawyers Committee for Nuclear Policy”, “American Civil Liberties Union”un başkan yardımcısı. Özellikle Filistin’de adalet için çalışan öğrenciler. Çünkü benim bir diğer aktif olduğum grup da “Students for Justice in Palastine”
ÖM: Bu PIT’den de önce mi?
KÇ: Tabii bu PIT’den de önce. Onlar da bize dahil olduktan sonra devamlı çalışan 15 tane organizatör ve aktivist Amerika’daki diğer gruplara ulaşmaya çalıştı. Bunun için PIT çok ilginç bir şey yaptı; PIT aslen gönüllülük esasına göre yürüyor ancak onu da düzenlemek gerekiyor. Bunun için bir zaman bankası kurduk. O zaman bankasına her PIT gönüllüsü haftada iki saat üç saat yatırdı diyelim. Bizler de o iki,üç saati koordine ederek sanki bizimle beraber tam zamanlı çalışan beş kişi varmış gibi o dağınık sinerjiyi, enerjiyi bir araya topladık. Ve biz Amerika'daki savaş karşıtı platformları oluşturan bütün örgütlere teker teker ulaştık.
ÖM: Bu şekilde birbiriyle ilişkilileri düzenli gitmeyen hatta kopuk olan bütün konfederasyonları, barış ve adalet karşıtı kuruluşları ilk kez bir araya toplayan bu proje oldu.
KÇ: Yok aslında daha önce, aslında 15 Şubat sürecini bütün dünyada başlatan koordinasyonun içerisinde yer alıyordu. İki büyük koordinasyon Amerika’da ANSWER ve UFPJ(United for Peace and Justice). Biz bu her iki grubu da, bu grupların temsil ettiği alt gruplarını da bu projeye angaje ettik. Böylece PIT’i destekleyen ve kurucusu olan gruplarla seksen civarında grup çıktı . Tabii ufak tefek grupları pek fazla almadık bunun içerisine. Daha büyük grupları, kurumsal destek verebilecek, mali destek verebilecek, kırtasiye desteği verebilecek grupları aldık. Tamamına bakıldığında 800 tane grup ortaya çıktı. PIT’in zaman bankasının yirmi gönüllüsü bütün bu grupları Amerika / Nevada’daki küçük bir kasabanın barış girişimcisi grubuna da NY'daki çok önemli bir savaş karşıtı gruba da benzer kişisel e-mailler attı. Ve bu politik topografyayı biraz çalıştıktan sonra ortaya çıktı ki: bunlar savaş sırasında ortaya çıkmış gruplar ve yüzde yetmişi savaş sonrasında hemen ortadan kaybolmuş. O moral kaybı sırasında. Biz onları da biraz dürtmüş olduk. Ondan sonra her hafta New York Üniversitesi’nde bir toplantı düzenliyorduk. Koordinatörlerimiz vardı. Aynı zamanda çalışma gruplarımız vardı. O grupların sorumluları vardı. Onlar bu toplantılar üzerinden ayrı ayrı toplantılar düzenleyerek bu mahkemeyi 8 Mayıs’ta Cooper Union’a kadar taşıdılar.
Cooper Union’u seçmemiz hem Amerikan siyasi tarihi açışından hem de şehrin enerjisini bir araya getirebilme açısından çok kritikti. Çünkü Cooper Union, Lincoln’ün kölelik karşıtı meşhur konuşmasını yaptığı yerdir. Amerika'daki herkes bilir. Malcolm X’i, Jose Marti’i ağırlamıştır. Cooper Union’un müdahil olması bizim için çok önemliydi ve onların kullandığı rahle üzerinden bu mahkemeyi açmamız çok önemliydi. Sonra zaten çok büyük bir vicdan jürisi kurduk. Bunun içerisinde, alternatif politik spektrumu olabildiğince yansıtan insanlar vardı. Mesela Vajina Monologları’nın yazarı Eve Ensler buna dahildi. Sinan Antounn, Iraklı bir romancı, buna dahildi. Bunun gibi daha 11 üyemiz vardı ve onları da izleyicilerin yanına oturttuk mahkemede. Böylece mahkemede sunuş yapan hukukçular, sunuşlarını aynı zamanda bu kamu vicdanını temsilen orda bulunan ve mahkemeye katılan izleyicilerin arasına oturan bir jüriye sundu. İnanılmaz bir sinerji doğdu.
Mahkemenin avukatlarından bir tanesi Aslı Bali’dir. Şu anda burada. Diğeri de Jennifer Ridha, Amerikalı Iraklıdır. Bu iki arkadaşımız Uluslararası Hukuk üzerine çalışmıyorlar. Yani esas işleri avukat olarak Litigation, Corporate Law. / Şirketler Hukuku... Yani uluslararası aktivist değiller. Bunlar çok güçlü demokratik tepkileri olan ve bu projenin içerisinde politikleştikten sonra onun önemli bir parçası olan arkadaşlarımız. Aslı için o kadar geçerli değil, çünkü “Arab American Anti-Discrimination League” yani Araplar için Amerika’da Lobby yapan görece ilerici bir kurumun yönetim kurulunda. Bir anı hiç unutamıyorum; Aslı’yla Jenifer’ı gördüm mahkemeden sonra. Amerikalı bir kadın geçti yanımızdan 60 yaşlarında. Aslı’ya ve Jenifer’a sarıldı, ağlıyordu. Benim bacaklarım titriyordu sağda solda koşturmaktan. Bir an durdum ve kadını dinlemeye başladım. “Ben Vietnam’dan beri böyle bir şey bekliyorum çocuklar” dedi. “ Nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Ne yapabilirim ben şu anda?” dedi.
Mahkemenin en önemli yanı buydu. Biz hukuk ve adalet arasında inanılmaz derecede açılmış bir uçurumu görünür kıldık. Biz orada ne karar verecek hakimdik ne de “Şu olsun!” diyecek politikacıydık. Biz bu ikisinin dışında kalıp Amerikalılara ve orda beraber tepki örgütlediğimiz insanlara biraz da olsa muktedir olduklarını hissettirdik. Mahkemeden çıkan herkes bize geliyordu ve “Şu anda ne yapabiliriz?”, “Şimdi nereye?” sorusunu soruyordu. Mahkeme biraz heyecan verdi. Biraz üzdü.
Başak’ın, Birikim’deki bir yazımızda kullandığı çok güzel bir benzetmesi var: “Alüminyum folyoya sarılmış gibi, her şeyin kokmadan, bulaşmadan akıp geçtiği New York’a çok farklı bir renk kattı.n Onu siyah bir prizmayla böldü” diyor. Bu prizmayı sonra ben eklemiştim. Güzel bir analoji oldu.
Aslında mahkeme New York’un ve Amerika’nın gündelik hayatını siyah bir prizmayla böldü . Ve daha önce görmediklerini gördüler. Abu Graib’in mesela buz dağının yalnızca en küçük ucu olduğu ortaya çıktı. Irak’taki işkencenin sistematik olduğunu ortaya çıktı. Amerikalılar bunu gördü. Basın bunu yaydı. CNN International vardı. Daha sonra takip ettik Amerika içerisinde yayınlanmadı. Ama Boston Globe yayınladı mesela.
ÖM: Yani bu son derece önemli bir mesele. Birazdan konuşmak da istiyorduk kendi aramızda. Michael Moore’un -çeşitli eleştiriler yapılabilir elbette- asıl yapmak istediği şey de yine böyle bir prizma koymak. Çok anlaşılamayacak kadar nahif davranan Amerikan orta sınıfına, hatta işçi sınıflarına kendilerini düpedüz özdeşleştirecek bir kurguyla onlardan gizlenen şeyleri göstermek ve bunu Hollywoodvari bir şekilde yapmak çok önemli bence. Bir aktivist olarak çalışıyor kısaca Moore.
Şimdi kısaca ABD’nin içindeki “Patriot Act” diye de adlandırılan, yurtseverlikle milliyetçiliğin birbirine girmiş hali üzerine de konuşmalıyız. Bu karışmışlığın, hatta belki de kasten karıştırılmışlığın olduğunu epeydir düşünüyoruz. Onlar milliyetçiliğe nedense yurtseverlik demeyi tercih ediyorlar. Ciddi bir temel özgürlükleri kısıtlama programıyla da beraber gidiyor bu. Bir aktivist gözüyle bunun ne yöne gittiği üzerine de konuşabilir miyiz?
KÇ: Belki onun nasıl geliştiğini özetlemektense güzel bir örnekle anlatmak daha doğru olabilir. Çok Kafkaesk bir durum var şu anda Amerika’da. Özellikle 11 Eylül’den sonra bunlar “Güvenliğimiz tehlikede!” -biliyorsunuz İsrail’in politikası da böyledir her şeyi güvenliğe yatırırlar- “Kamusal alandaki özgürlükleri kısmalıyız!” dediler. Araplarla ve Müslümanlarla başladılar buna. Ve daha sonra bütün Amerikalılara yayıldı.
Şu anda Amerika da “No Flight List” diye bir liste var. Ben ayrılmadan önce sanırım 2500 kişi vardı bu listede. Bunu kimin yazdığı bilinmiyor. O listeden nasıl çıkılacağı bilinmiyor. Bu liste şu nedenle önemli: Bu listede adı olan Amerikalılar uçağa binemiyorlar. Bu listeden nasıl çıkılabileceğini insanlar araştırıyorlar ve bildiğim kadarıyla şimdilik bulan yok. Kimin yazdığını araştırıyorlar, hangi ofisten çıktığını araştırıyorlar, bulamıyorlar. Bu Amerikan demokrasisinin en çekirdek listesi. Bir de daha geniş bir liste var. Onun içerisinde on binler var. Bunlar da bir uçağa binmeden önce didik didik aranacak insanların listesi. Uçağa binmek için havaalanına geliyorlar. Genel bir veri tabanı var, orada isimleri çıkıyorsa bu insanların bedenlerindeki her yerine kadar aranıyor.
Şimdi bu listeler çıkıyor. Özgürlük alanları kısıtlanıyor ve Amerikalılara da yayılıyor. Amerika’nın yavaş yavaş evrildiği yer burası. Ve özellikle bu yönetimin şu birkaç sene içerisinde yaptıkları, geriye çevirdikleri, sosyal devlete yönelik, haklar ve özgürlüklere yönelik o kadar çok ki...
Bir çok Amerikalı gözlemci “Biz yirmi yıl çalışsak bunları geriye alamayız” diyor. Ne oluyor? Sol, sosyal demokrat ya da -Amerika’da genelde yanlış ifade edilir sola yönelik olanlara “Liberal” denir- Liberal politikalar ancak negatif politikalar üretmek zorunda kalıyorlar. Kendi ajandalarını, kendi gündemlerini kamusal alana sunmak yerine daha önceki kazanımlarını korumak için çalışmaya başlıyorlar. Ne oluyor? Amerika’da zaten iki tane parti vardır. Bir tane sağcı bir parti vardır : Demokrat Parti. Öbürü aşırı sağcı bir partidir: Cumhuriyetçiler.
ÖM: Gore Vidal’in meşhur benzetmesiyle : “İki sağ kanadı olan tek bir rejim” diyor.
KÇ: Böyle olunca Amerika’daki kamusal alanın görece özgürlükçü alanı daha da daralıyor. Ve demokrasi, mesela “Kürtaj hakkı olsun mu olmasın mı?”, “Gayler evlenebilmeli mi evlenememeli mi”? üzerinden tartışılıyor. Böylece cinsel kimlikleri üzerinden ilerici bir siyaset örgütleyen bireyler, aile kurumuna sahip çıkıp, onun içerisinde kalmak zorunda olduklarını söyleyerek demokratiklik adı altında, aslında geri adım atmış birliktelikler kurmaya başlıyor.
ÖM: Bu deyimi kullanacak olursak; Defansı çok geride kurmak zorunda kalıyorlar.
KÇ: Maalesef kalenin arkalarına doğru hızla ilerliyor şu anda Amerika’da.
Ömer Madra: O yüzden işte belki Moore’un tekrar adını vermekte fayda var. Mesela sitesinde çok ilginç de mektupları yayınlanıyor. Ama siteye baktığımda dün gördüm ki, Amerikan kütüphanecilerine bir baskı var. “Kimler hangi kitapları okuyorlar?” şeklinde. Kütüphanecilerin örgütüne yapılan baskıya karşı Moore onlara parasal destek sağlıyor.
Evrim Altuğ: Orada da bir "Patriot Act" gerekiyor herhalde değil mi?
ÖM: Evet yani bu temel meselelerden bir tanesi. “Büyük Abi” vaziyeti var.
KÇ: Başka bir örnek veriyim size, biliyorsunuz Amerikalar anayasalarına -dünyanın en eski anayasası diye geçer- neredeyse tapınırlar. Bu anayasa gerçekten birçok kişisel hak ve özgürlüğü güvence altına almıştır. Bunlardan bir tanesi hükümetin kitle iletişim araçlarına sahip olmamasıdır. Amerika’nın Sesi radyosu, o yüzden Amerika’da yayın yapmaz Amerika dışına yayın yapar. Yani Amerika’nın kendi dışıyla kurduğu ilişkiye dair güzel bir örnek bu.
Diğer örnek kişisel hayatımdan: Öğrenci vizenizi yenileyebilmek için Amerikan Konsoloslu’ğuna gidersiniz. Gitmeden önce bir form doldurursunuz. Bildiğim kadarıyla 15-45 yaş arası Müslüman erkekler için yeni bir form icat ettiler. Bunu doldurmam gerektiği ortaya çıktı. Formda şu yazıyor: “Aşiretinizin ya da klanınızın adı?” Bu işin komik tarafı. Ondan sonra “Dahil olduğunuz, parasal destek verdiğiniz, üyesi olduğunuz sivil toplum kuruluşlarının adı?”
ÖM: Bunları yazmak zorunda mısın yenilemek için?
KÇ: Tabii ki, devlet bunları soruyor. Bunu bana sorduğu zaman Amerikan devletinin nereye gittiğini, nereye doğru ilerlediğini görebiliyorsunuz. Aşiretimi soruyor benim. “Yankee” mi yazayım?
ÖM: Çok tuhaf. Ama gösteriler, protestolar yoluyla da bir karşı çıkma yolu var buna değil mi?
KÇ: Evet, giderek de artıyor onlar.
ÖM: Amerikan anayasasının, yeni Amerikan devletine karşı savunulması gibi tuhaf bir durumun içindeyiz. Peki biraz da Amerika’nın ve PIT’nin durumu üzerinden değil, kişisel tarihinden bir iki şey sorarak bitirelim bu konuşmayı istersen. Pamuk üzerine bir araştırma yaptığını biliyoruz.
KÇ: Dünya pamuk piyasası üzerine bir araştırma yaptım. Seksenden sonra biliyorsunuz piyasa ve piyasa tapınıcılığı çok önemli bir politik pozisyon aldı. Tekrar “Piyasalar bizi kurtaracak” diye 19. yy’a döndük. Piyasalara herkes güvenmeye başladı. Bu pozisyonu en iyi geliştirenlerden birisi Hayek mesela Ronald Regan’a sarılarak pozlar verdi. Thatcher, parti kongrelerinde kitabını masalara vurarak “Bizim kutsal kitabımız bu!” dedi. Ondan sonra ilginç bir şekilde piyasanın ne olduğuna dair pek bir şey bilmediğimiz ortaya çıktı. Ben de basit bir soru sorarak araştırmama başladım: “Dünya piyasası denilen şey nedir?” Ve bu piyasanın şekillendiği çeşitli alanlarda araştırmalar yaptım. Söke Ovası’nda bir köyde altı ay araştırmalar yaptım. Oradan İzmir’de pamuk borsasında bir araştırma yaptım. Sonra Mısır’da Nil Deltası’nda iki köyde altı ay kaldım. Çiftçilerin üretim şartları ne, nasıl değişim ilişkilerine giriyorlar? Onlara baktım. Oradan İskenderiye’ye geçtim. Dünyanın ilk pamuk vadeli işlemler piyasasının kurulduğu ve Nasır tarafından kapatıldığı kente. Orada bu nasıl şekilleniyor diye baktım. Daha sonra da Futures, Options ve Spot piyasalarında çalışmak için bir sertifika gerekir onu aldım Memphis’te.
Ömer Madra: Futures, options ne demek?
Koray Çalışkan: Futures vadeli işlemler piyasasıdır. Options da sigortacılıktır. Fiyat sigortasıdır. Nasıl arabanızı sigorta ettirirseniz ve kaza yaparsa değerinin tamamını almak için başka, yarısını almak için başka ödeme yaparsınız. Fiyatı da uluslararası tüccarlar böyle garanti altına alırlar. Bir tekstil fabrikası belli bir fiyatta pamuk satın almak istiyorsa ve mesela kilo başına altı yüz bin liradan fazla ödeyemeyeceğim diyorsa, altı yüz bin lira fiyat garantisi verir, karşılığında da yirmi beş bin lira fazladan alma güvencesini alır.. Opsiyon piyasaları da böyle işler.
ÖM: Amerika’da pamuk işçilerinin çalıştığı yerlerde de çalıştınız.
KÇ: Louisiana’da bir araştırma yaptım. Kooperatifler gezdim, üreticilerle konuştum. Ama Amerika’nın pamuk piyasalarının merkezi Memphis’tedir. -tabii bu yeni Memphis, eski Memphis Mısır’da. Eski Memphis’ten yeni Memphis’e geçtim ve orada da araştırma yaptım- Şu anda tezimi bitirmeye çalışıyorum.
ÖM: Dünya Piyasası’nın nasıl bir şey olduğunu, ayrıca sen tezini bitirince konuşmak gerekecek herhalde. Bizim için de büyük bir keyif olacak. Galiba bitirmek zorundayız.
Koray Çalışkan, Boğaziçi Üniversitesi’nde “Politik İktisat” dersi veriyor. Ama bir başka kimliği de ABD’deki Türkiyeli vatandaşların ağırlıklı olduğu PIT adlı kuruluşun üyelerinden biri. Çok teşekkür ederiz.
KÇ: Ben teşekkür ederim.
7 Temmuz 2004’te Açık Gazete Programında yayınlanmıştır.