Tuhaf zamanlar

-
Aa
+
a
a
a

11 Ocak 2012Taraf Gazetesi

Şu sevdiği hayata veda edeli yirmi iki yıl olmuş Cemal Süreya’nın! Ölümün eşiğindeyken, “her ölüm erken ölümdür/ biliyorum Tanrım” demişti; ama “üstü kalsın” diyebilecek kadar da doldurmuştu ömrünün içini.

Belki her ölüm erkendir, belki haklıdır usta! Ama bazı ölümler çok erkendir, fazla zamansızdır. Bilhassa öldürmelerle biten ömürler için ölüm her zaman ve mutlaka erkendir. Ve bu ülke bu manada “erken ölümler ülkesi”dir.

Ölüm, ne zaman ve nereden gelirse gelsin acıdır. Lakin öldürmelerle gelen ölümler, çok daha acıdır ve de kalleştir. Hele bir de “hesabı sorulmamışsa”, o ölümler bir iç yangını olur, sürer gider! İşte bir ocak ayında katledilen Hrant Dink’in ölümü gibi! İşte yine bir ocak ayında katledilen Metin Göktepe’nin ölümü gibi!

“Erken ölümler”le başladık bu yıla; Uludere’deki katliamla gelen otuz dört “erken ölüm”! Hükümet, ordu, medya “olay” diyerek geçiştirmeye ve “kaza” diyerek hesapsız bırakmaya çalıştı hemen. Acılı Kürtlerin vakur öfkesiyle, vicdanlı insanların susmayan sesiyle, şimdilik bozulmuş görünüyor bu oyun. Başlarda “olay ve kaza” korosunun uğursuz uğultusuna katılanların bir kısmı da caymış gibiler.Tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Bir yandan “faili meçhuller”i aydınlatmak için yargının yolları açılıyor. Diğer yandan, gözlerimizin önünde gerçekleşen katliamların, cinayetlerin üstü örtülmeye çalışılıyor.

Bir yandan, eski darbeleri ve yeni darbe teşebbüslerini hesaba çekmek için davalar açılıyor. Diğer yandan, darbeci zihniyeti aratmayan işler yapılıyor. Mesela polis ve yargı eliyle bir sindirme ortamı yaratılıyor. Freni patlamış bu baskı aygıtı, muhalefet partilerinin liderlerini bile çiğnemeye kalkışıyor; hem de trajikomik gerekçelerle. Mesela darbecilerin yoldaş diye kucaklayabilecekleri bir şahsiyet İçişleri Bakanı yapılıyor. Mesela hükümet partisinin sözcüsü, pervasızca ayrımcılık yapabiliyor.

Bir yanda, daha çok özgürlük ve demokrasi adına “yeni anayasa” çalışmaları gündemde tutuluyor. Diğer yanda, mevcut Anayasa’nın tanıdığı güvenceleri bile hiçe sayan uygulamalar sürüyor.

Cemal Süreya’nın dediği gibi;Kekre bir şey var bu havada Geçmişle gelecek arasında Acıyla sevinç arasındaÖfkeyle bağış arasında...

Evet, sanki geçmişle gelecek, eski ile yeni arasında salınıp duruyoruz. “Eski” çözülmekte; fakat “yeni” henüz biçim almamış. Standartların dağılması, değerlerin bulanıklaşması, bu tür zamanların sık rastlanan özelliğidir. Nereye baksak tuhaflık! Çepeçevre tutarsızlık, yığınla çifte standart; ayrıca hicapsızlık! “Kapitone noktaları” çözülmüş bir yorganın yüzüne benziyor halimiz. Ne diyordu Lacan (aşağı yukarı): “anlam” üretmek ve anlaşabilmek için, sabitlik anlarına, sabit noktalara, yani bir tür raptiyeleme işlemine ihtiyaç vardır. Bir süredir sanki o “raptiyeler yerlerinden fırladılar; kanepe eski düzenli, baklava desenli yapısından sıyrılıp, içi pamuk dolu şekilsiz bir çuvala dönüştü” (Bu ifadeyi Bülent Somay’dan ödünç aldım: Slavoj Zizek’in Kırılgan Temas kitabına önsöz).

Ne geçmişten kopmak o kadar kolay ne de geleceği kurmak; hatta “gelecek hep uzun sürer”. Geleceği belirleyecek olan en önemli şey, bugün oluşturacağımız kapitone noktalarıdır.

Kapitone noktalarını güzel bir şekilde yerleştirmek istiyorsak, önce şu savaşı bitirmek zorundayız. Her şeye rağmen, adil bir barışa çok uzak olduğumuzu düşünmüyorum. Yine her şeye rağmen, geçmişin kirine ve ağrılarına saplanıp kalacak noktayı da aştığımıza inanıyorum. Belki çok sancılı olacak, ama geçmişimizle ve kendimizle yüzleşme becerisini gösterebilirsek, “erken ölümler ülkesi” olmaktan çıkıp “iyi hayatlar” kuracağımız konusunda da umutluyum.

Gelin, bu gecikmiş yeni yıl yazısını Cemal Süreya’nın dizeleriyle noktalayalım:Biz kırıldık daha da kırılırızAma katil de bilmiyor öldürdüğünüHırsız da bilmiyor çaldığınıBiz yeni bir hayatın acemileriyizBütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyorŞiirimiz, aşkımız yeniden,Son kötü günleri yaşıyoruz belkiİlk güzel günleri de yaşarız belki...